14 Ekim 2019 Pazartesi

GEÇMİŞE TAKILIP KALANLAR SADECE ACI ÇEKERLER
(8.YAZI)
Kur'an'da var olan hanif İslam'a göre hiç kimsenin Allah adına konuşma, hareket etme yetkisi olmadığı gibi dini hakimiyeti ve kutsallığı da yoktur.
Gelenekçi zihniyetin "Osmanlı döneminde din adamlarının devlet idaresinde söz sahibi oldukları" görüşü doğru değildir.
 Allah Resulü'nden sonra hanif dini temsil eden   ilim adamları hiçbir zaman devlet idaresinde söz sahibi olmamışlardır.
 Fakat devlet idarecileri dini değerleri siyasal ihtirasları için kullanmış ve din adamlarından yararlanma yolunu bulmuşlardır.
İşte bu nedenle devlet adamları, Allah tarafından indirilen vahiy İslam'ın'ı ilim adamları eliyle sürekli olarak dejenere etmişlerdir.
 Bu kötü gelenek maalesef bugün de devam etmektedir.
 Eğer vahiy İslam'ı milletin irade ve zihnine  hakim olsaydı yani halk Kur'an'ın evrensel  hürriyetine sahip bulunsaydı  böyle bir şey yapmaları mümkün olmayacaktı.
Milletin problemlerine değişik çözüm önerileri sunmak için toplumda çeşitli fikirleri temsil eden siyasi partilerin bulunması hiçbir zaman yadırganmamalıdır.
Öneri ve çözümler şura'dan yani çok sesli yapıdan meydana gelir.
Şia ve Ehl-i  Sünnet devlet ve din adamları yanında sosyal özgürlük, demokrasi, bağımsızlık, siyasal değer ve siyasal kurum kavramları yabancı ve hoş karşılanmayan kavramlardır.
 Halbuki çok sesli ve özgürlükçü bir toplumu oluşturmak için bu değerler bir gereklilik olarak önümüze çıkıyor.
 Milleti kontrol etmeye ve hizaya sokmaya çalışan siyasi yapının yerine, milletin zihin ve aklını harekete geçiren özgürlükçü bir yapıyı nasıl inşa edeceğimizi çok ciddi olarak  düşünmek zorundayız.
 Geleneksel mezhebi anlayış ve inançlar, sadece hürriyetimiz için değil,  bizzat hanif İslam için yani dinimiz açısından da büyük bir sorun teşkil etmektedir.
 Devlet idaresine şura ve istişarenin hakim olmasını ve tam bir özgürlük ortamının  yerleşmesine mani olan unsurları iyi tespit etmemiz gerekir.
 Önemli olan despot ve baskıcı bir sistemin yerine daha despot ve daha baskıcı bir anlayışı  seçmek değil,  dosdoğru bir anlayışı ikame  etmektir.
 Tarikat ve cemaatlerin, yapıları itibariyle halkın yönetime katılmasını ifade eden hürriyete  karşı çıkacakları muhakkaktır. 
 Geleneksel mezhebi anlayış, bu cemaat ve tarikatların gücünü arkasına alarak demokratik ve özgürlükçü yapının eksikliklerini sürekli olarak dile getirmekte, fakat onun yerine koyacakları bir sistem göstermemektedirler.
 Demokratik yapıya karşı çıkmak yeterli değildir. Onun yerine alternatif bir sistem ortaya koymak  önemlidir.
 Aslında kurulduğundan beri Türkiye Cumhuriyeti'nde laikçi anlayış  ve demokrasi arasında da bir ihtilaf ve kavga devam etmektedir.
 Yani Türkiye'de demokrasi yalnız geleneksel dinci anlayışlarının değil, laikçilerin ve kemalistlerin baskısı altındadır.
 Dolayısıyla siyasal hakimiyetin millete ait olduğunu her düşünce  sahibi olan kabul eder ve  bu değeri  yaşadığı hayata yansıtmaya çalışır.
 Bütün bu sorunların çözülmesi geleneksel yani taklitçi din anlayışımızı değiştirmekten geçmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin sağcısı ve  solcusu, tarikatçısı ve cemaatçısı, dindarı ve  dinsizi aynı baskıcı geleneğin anlayışına sahip bulundukları için zihniyetleri arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder