18 Ekim 2019 Cuma

GEÇMİŞE TAKILIP KALANLAR SADECE ACI ÇEKER.
(10. YAZI)
Rahmân ve Rahim olan Allah'ın mesajının  anlaşılmasında tek tek her birey sorumlu tutulmuştur.
Yani hanif İslam dini topluma birey açısından bakar.
 Siyaset ise bireyi  toplum nazarıyla değerlendirir.
Bu durum, din ile  siyasetin alanlarının birbirinden çok  farklı olduğunu gösterir.
Yani siyasetin dinden, dinin siyasetten ayrılması mümkündür.
 Aslında Emevi ve Abbasi yönetimleri siyasetin dinden ayrılmasının bir zorunluluk olduğunu göstermiştir.
 Yoksa ezeli ve ebedi ilmiyle yüce Allah, Resülünden sonra hanif dinin tahrif edileceğini ve uydurulan dinin şeriat kuralları ile insanların inanç ve zihinlerinin  baskı altına alınacağını biliyordu.
Selefi inancın üç esası mevcuttur.
1-)  Her şeyi  "Kur'an" ve Sünnet'e göre dizayn etmek.
Bu maddede bulunan Kur'an, sözde kalan bir  söylemden ibarettir.
Esas olan rivayetlerin yani uydurma sünnetin hayata hakim olmasıdır.
 Kur'an söylemi sadece ümmi halkı aldatmak ve yanlarına çekmek içindir.
 2-) Selefi atalardan intikal etmeyen her şeyin gayri meşru olduğuna iman etmek.
 3-)  Doğruya ulaşmak için akıllı kullanmanın ve akla uygun hüküm vermenin  İslam dışı olduğuna iman etmek.
 Allah Resulü'nün tâbi olduğu yalnız indirilen  vahiy iken (Ahkaf -9; Yunus-15, 109)  kendisinden sonra Kur'an'ın yanına birçok dini kaynaklar konmasına razı olmamak Selefi ve Sünni âlimlerince büyük bir sapıklık olarak kabul edilmiştir.
Allah Resulü adına iftira edilen binlerce hadisi  sünnet adı altında "vahyi gayri metlüv" "namazda okunmayan fakat Kur'an gibi vahiy"  olarak değerlendirmek,  bu sakat ve hastalıklı zihin yapısından  kaynaklanmıştır.
 Yani bu ahlaksız ve karanlık zihin yapısı Allah'a dinini öğretme cüret ve cesaretini utanmadan göstermeye girişmiştir.
Şia ve Ehl-i Sünnet alimleri sadece Kur'an'ın manasını bozarak dinde emir ve yasakları arttımakla kalmamış,
  Kur'an'daki âyetlerin büyük çoğunluğunun iman edenlerle ilgili olmadığını iddia ederek inanç bakımından apaçık bir sapıklığa düşmüştür.
 Yani Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerine  göre Kur'an mesajlarının bir bölümü müşrikleri,  bir bölümü kafirleri, bir bölümü münafıkları, bir bölümü Yahudileri, bir bölümü Hıristiyanları çok az bir kısmı da iman edenleri ilgilendirmektedir. Halbuki Kur'an belli bir zaman ve zemine göre değil, evrensel mesajı ile her asırda  her ferdi alakadar etmektedir.
 Fakat Şii,  Sünni ve Selefi anlayışa göre, Kur'an'da iman edenleri  ilgilendiren âyet sayısı gayet azdır.
Açık olarak ortaya çıkıyor ki, vahyin manasını  bu hastalıklı işgalden kurtarmadıkça milletin içine düştüğü kaos ve ihtilaf, terör ve anarşi,  taklit ve cehalet belasından  kurtulmasına imkân yoktur.
 Din haline geldiği için çok güçlü olan Sünnetçi  gelenek yok edilmedikçe,  iman edenlerin zihin ve fikir yapısı değişmeyecektir.
 İşte bu yüzden Şia ve Ehl-i Sünnet dininin  doğru bildikleri her şeyi sorgulamak zorundayız.
 Dolayısıyla Allah'ın hidayetinden  yararlanmak için Kur'an'ın  dışında baş vuracağımız başka bir kaynak bulunmamaktadır.
 Allah'tan indirilen aydınlık yol ile beşer tarafından uydurulan  karanlık yolu  birbirinden ayırmak zorundayız.
 Elçiler tarihinde her zaman iki anlayış var olmuştur.
 Biri, özgür, kendisini davasının öznesi kabul eden ilim ve tefekkür, akıl ve mantığın gereğini yerine getirmeye çalışan anlayış,
diğeri ise, kendisini sınırlayan,  başkasının inanç ve  fikirlerine  göre yaşamayı esas alan, aklını kiraya veren  ve daima bir emrin güdümünde olmayı önceleyen anlayıştır.
Selefi inanca göre aklı olanın dini olmaz.
 Akıl, dine girene kadar gereklidir.
Dine girdikten sonra akla ihtiyaç kalmamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder