(2.YAZI)
Müslümanların tek ortak değeri Kur'an'ın gösterdiği hanif dindir.
Dolayısıyla gerçek Müslüman Kur'an'ın dışında kalan bütün kaynaklara yozlaşma olarak bakmak zorundadır.
İslam dininin sahibi yüce Allah'tır.
iman edenler dini Allah'a özel kılmak zorundadır.
Çünkü islam dini elçilere indirilen vahiy'den ibarettir.
Yani Kur'an'dan bağımsız olarak Nebi (a.s) adına uydurulan rivayet ve mezheplerin iman edenler açısından ortak değer olma imkanı yoktur.
Beşeri rivayet ve yorumlar, mezhep ve fırkalar din sayılmazlar.
Çünkü beşeri rivayet ve içtihatlar zaman ve mekana göre değişirler.
Her milletin yaşam ilkeleri, geleneğin yani atalar dininden değil, vahiy'de var olan haktan çıkarıtılması gerekir.
Vahiy ehl-i muvahhidlerin görevi, milletin içinde bulunduğu ve hiç kimsenin memnun olmadığı Kur'an dışı vaziyeti doğru tespit ederek toplumu bu hale getiren süreci Kur'an'ın ışığında sorgulamalarıdır.
Şia ve Ehl-i Sünnet rivayet ve içtihatlarının insanlara yol gösterme özelliği bulunmamaktadır.
Ehli Sünnet ve Şia'nın rivayet ve içtihatlarına mahkum olmak bir çeşit ruhban sınıfı ortaya çıkarmıştır.
Halbuki Kur'an ilim ve ahlakında ruhban sınıfı yoktur.
İşin esası ise her müslüman millet yaşadığı zaman ve zemine göre kendi çözümünü kendisi bulmak zorundadır.
Bu nedenle günümüzde artık İslam'ın hayata aktarılma biçimi Şiilik ve Sünnilik tasallutundan kurtarılmalıdır.
Müslümanların Kuran'dan yana hiçbir sorunlar yoktur.
Allah Resulü'nün vefatından hemen sonra Müslümanlar önce siyasi, sonra dini ve daha sonra da ilmi alanda son derece yanlış bir yola sürüklenmişlerdir.
Allah Resulü'nün arkadaşları arasında siyaset ve taht kaygısından kaynaklanan savaşları algılamakta zorlanan zihinler,
geçmişi yani sahabe ve tabiin dönemini kutsallaştırarak, menfaatten kaynaklanan bu iş savaşların faturasını müşriklerin inançları arasında bulunan keder inancına yani Allah'ın takdir hakkına havale etmişlerdir.
Emevi Ehl-i Sünnet dini, Siyaset ve taht kavgasına dayalı çatışmaların takdir-i ilahi olduğunu imanın esaslarına ekleyerek sözde ideal nesilleri sorgulama alanının dışına çıkarmıştır.
Emevi ve Abbasi yönetimleri İlim adamlarının bu tasarrufundan çok memnun olmuş bu konuda yapılan rivayet ve içtihatlara büyük maddi destekle karşılık vermişlerdir.
Özellikle dini ve siyasi meşruiyet sıkıntısı çeken Emevi saltanatı, hicri yüzüncü yıllarda Allah Resulü referanslı uydurma hadis ticareti oluşturmuştur.
Emevi saltanatının hadis uydurmacılığı, Arapların din üzerindeki etkinliğini kaybetmelerine karşı geliştirilen ve satılık ilim adamları tarafından desteklenen planlı ve programlı bir faaliyet olarak ortaya çıkmıştır. Hadislerin toplanıp kayda geçirilmesi ile iman edenlerin Allah'ın kitabına yani hanif İslam'dan uzaklaşma süreci başlamıştır.
Allah Resulü döneminde dinin tek kaynağı Kur'an iken, hadislerin toplanmasından sonra Kur'an tamamen devre dışı bırakılmıştır.
İlk önce Kur'an'ın karşısına hadis adı altında sünnet çıkarılmış, daha sonra hadislerin ayetleri "nesh" edeceğine yani hükümsüz bırakacağına ilişkin inançlar ortalığı kaplamıştır.
Allah Resulü'ne indirilen vahiy koruma altına alınmasına ve milletin hafızasında yer almasına karşılık, "vahy-i gayr-i metlüv" yolu açılarak hanif dinin tek kaynağı olan Kur'an'ın hükmü yok edilmiştir.
VAHY-İ GAYR-İ METLÜV:
Allah tarafından Resul (a.s) indirilen fakat namazda okunmayan vahiy demektir.
Dolayısıyla bu "vahy-i gayr-i metlüv" yalanı ile yepyeni bir din ortaya çıkarılmıştır.
Hanif İslam dini ile beşer tarafından uydurulan ataların şirk dininin birbiriyle çatışması kaçınılmaz olmuştur.
Vahiy ehl-i muvahhidlerin milletin ümmilerini suçlamalarına gerek yoktur.
Şuurlu müminler, ataların şirk dini ile yüzeysel değil, derin ve köklü bir hesaplaşmayı göze almaları gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder