KUR'AN'DA ALLAH, RESUL VE VAHİY BAĞLAMINDA KULLANILAN KAVRAMLAR
(3.YAZI)
MESELA,
Kur'an'ın en önemli kavramlarından olan tebliğ kavramı sadece "Resuller" bağlamında kullanılmıştır.
Çünkü Allah'ın indirdiği vahyi yani ilâhi emir ve yasakları insanlara okuyan ve duyuran bir kişi (elçi) olması gerekir.
Aslında bu görev yani "risalet" görevi Allah'ın yüce makam ve mertebesinden sonra en şerefli bir makam ve mertebe, en önemli ve itibârlı bir görevdir.
Dolayısıyla vahiy Resul'ün dilinde hayat bulur. Resulü değerli kılan tek şey Allah tarafından indirilen vahiydir.
"De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim.
( Şu var ki) bana ilâhınızın, tek bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa(o güne iman ediyorsa) salih amel yapsın ve Rabbine ibadette hiç kimseyi şirk koşmasın"
( Kehf, 110)
İndirilen vahyin insanlara ulaşması için bundan daha sağlıklı ve ideal bir yol yoktur.
Çünkü Resul(as) ın güzel ahlakı, fazileti, edebi, mimik hareket ve canlı örnekliğiyle ilk muhataplar için vahiy'den daha etkili bir özelliğe sahiptir.
Bunun en büyük sebebi, vahyin yazının gücüne değil de, sözün gücüne dayanmasından kaynaklanmaktadır.
Yazıya geçirilmiş kütüphaneler dolusu Kur'an'ın gücü, Kur'an'ı anlatan bir kişi kadar etkili olamaz.
Dolayısıyla Resul olmadan vahiy, din, iman diye bir şey olmaz.
MESELA
İttiba kavramına bir bakalım.
ittiba kavramının sistemine bir göz attığımızda
"Resül" ile "vahyin" arasında bir farkın olmadığını göreceğiz.
KUR'AN'A TÂBİ OLMA
"Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun.
O'nu bırakıp da başka dostların (evliya) peşinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
( Araf, 3)
"Şüphesiz bu (Kur'an) benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun.
Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"
( Enam, 153)
"İşte bu (Kur'an) bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin"
( Enam, 155)
Yukarıdaki âyetlerde açık olarak Kur'an'a uyulması emredilirken, şu âyetlerde Resul'e "ittiba" edilmesi emredilmektedir.
RESUL'E TÂBİ OLMA
",,,,,Öyleyse Allah'a ve ümmi Nebi olan Resulü'ne- ki o, Allah'a ve onun sözlerine İnanır- iman edin ve O'na tâbi olun ki hidayet bulasınız"
(Araf, 158)
"(Ey Resul! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın"
( Âli İmran, 31)
Bu sistemin kuruluşu ile ilgili birçok âyet vardır. İşte Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin cehaletleri burada ortaya çıkıyor.
Onlar âyetteki Resul kavramlarına "Nebi" veya "Muhammed" anlamı yükledikleriniden dolayı onun adına iftira edilen Emevi- Abbasi uydurmalarına tâbi olmayı Allah'ın Resulü'ne uymak olarak anlamışlardır.
Özellikle Osmanlı devrinin âlimleri Resûl ve Nebi kavramları yerine Şia'dan aldıkları farsça "peygamber" kelimesini sürekli olarak kullandıkları için
Kur'an'daki Nebi ve Resul sistemi darmadağın olup artık Kur'an tamamen anlaşılmaz bir metin haline sokulmuştur.
Burada en güzel örneklerden biri yukarıda geçen Âli İmran Suresi 31. âyettir.
Bu âyette Allah Resulü Muhammed(as) a "Allah'ı sevmenin yolunun Resul'e yani indirilen vahiy'den geçtiğini" buyrulmuşken, Şia ve Ehli Sünnet âlimleri âyette geçen "bana tâbi olunuz ki" kelimesini,
Resul'den yani vahiy'den ayırarak,
Nebi (as)dan iki asır sonra toplanan uydurma rivayetlere götürmüşlerdir.
Halbuki vahiy ile Resul'ün arasında bulunan sistemi bilmiş olsalardı belki böyle ölümcül bir hataya düşmeyeceklerdi.
Yani Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimlerinin en büyük günahları Allah Resulü'nü indirilen vahiy'den koparmaları olmuştur.
İşte burada sistem paramparça olmuş, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yok olmuş sonuç olarak son vahyin akıbeti de diğer kitaplara benzemiş, Kur'an anlaşılmaz bir metin olmuştur.
Ve böylece sorunlar büyüdükçe büyümüş, ümmet rivayetin karanlığına mahkum olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder