ORİJİNAL İLE SAHTE BİR OLUR MU?
"Şimdi (düşünün bakalım), yüz üstü sürünerek yürüyen mi varılacak yere daha iyi erişir, yoksa doğru yolda düzgün olarak yürüyen mi?
(Mülk, 22)
Usta bir ressam yapmış olduğu resmin bozulmasını veya ikinci bir elin ona karışmasını kabul etmez.
Bir saat atölyesinin el yapımı, orijinal, değerli olarak imal ettiği emek mahsulu bir saatin markasının veya parçalarının değiştirilmesine sahibi veya ustası asla razı olmaz.
Veya ünlü bir mimarın tamamen taş ve mermerden oyma el işçiliği ile inşa ettiği muhteşem sanat eserinin herhangi bir boya ile boyanmasını veya fayans gibi yapay malzemelerle kaplanmasını hiçbir zaman istemez.
Usta bir aşçının yapmış olduğu bir kazan yemeğin içine bir damla olsun yabancı bir maddenin veya bir necasetin karışmasını arzu etmez.
Veya bir devlet başkanının işine ve hükmüne başkasının karışmasını istemez.
Aynen bunun gibi yüce Allah'da indirmiş olduğu dinin temiz, hanif, saf, sade, orijinal ve organik olarak yani kendisinden indiği gibi yaşanmasını ister.
İşte bu yüzden birçok âyette isimlendirmeden boyasına, inancından ameline kadar Allah kendi dinini tamamlamış ki, başkasının eli ona karışmasın.
Din Allah'tan geldiği gibi orijinal olarak yaşansın.
"Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"
( Bakara, 42)
"O daima diri olandır, O'ndan başka ilah yoktur. O halde dinde ihlaslı ve samimi olarak sadece ona dua edin.
Her türlü hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur"
(Mümin, 65)
"De ki: Bana, dini yalnız Allah'a özel kılarak kulluk etmem emrolundu. Bana Müslümanların (muvahhidlerin) ilki olmam emrolundu"
(Zümer, 11, 12)
İşte Şia ve Ehli Sünnet'in âlimleri ve muhaddisleri dinde rivayet ve içtihatlarıyla dinde orijinal, saf, temiz bir şey bırakmamışlardır.
Yani İbrahim (as) ın hanif dinine her türlü kötülüğü yaptılar. Allah'ın kitabına iltifat etmediler.
Allah'ı yalancılıkla suçlar gibi vahiy'den yüz çevirdiler.
Hakikatinin üstünü örterek onu inkar ettiler.
Ona her türlü batılı karıştırdılar.
İslam'ın adını bile kendilerine uygun görmediler.
Ona asla kulak asmadılar.
Onu dinlemediler.
Onu dile getirenleri düşman bellediler.
Halbuki Allah indirmiş olduğu vahye ihanet edilmemesi ile ilgili olarak yüzlerce âyette onları uyardı.
Bütün bu gerçeklere rağmen bu ihaneti ona yaptılar.
Şia ve Ehli Sünnet'in rivayet dini uydurma, sanal, hormonlu, kimyasal, zehirli ve ölümcül bir dindir.
Bir din değil âdeta ölümcül bir silahtır.
Dolayısıyla Allah tarafından indirilen, ilâhi zâtın iradesine bağlı tamamen rahmet ve hidayet olan bir sistem ile insan tarafından uydurulan bir sistem arasında ne kadar büyük farkın olacağını anlamak gerekir.
Kur'an baştan sona kadar yüzlerce âyette din ve hüküm olarak kendisinden başka hiçbir sözün olmadığını anlatır.
Bu ayetleri ancak kör ve sağır olanlar görmez, ve duymazlar.
"Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar"
( Furkan, 73)
30 Mayıs 2018 Çarşamba
KUR'AN'DA ALLAH, RESUL VE VAHİY BAĞLAMINDA KULLANILAN KAVRAMLAR
(4.YAZI)
"Allah, Resul (Elçi) ve vahiy" bağlamında kullanılan kavramlardan biri de "kitab-ı okuma" dır.
ALLAH İÇİN KULLANILDIĞI ÂYETLER:
"Ey Resul! Bu söylenenleri biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur'an'dan okuyoruz"
(Âli İmran, 58)
"Şüphesiz onu, toplamak ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir"
(Kiyame, 17, 18, 19)
RESUL İÇİN KULLANILDIĞI ÂYETLER:
"Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size kitabı ve hikmeti öğreten, bilmediklerinizi belleten bir Resul gönderdik"
(Bakara, 151)
"Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan (kötülüklerden ve şirkten) kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir
"RESÜL" göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler"
( Âli İmran, 164)
Resul'ün insanları kötülüklerden temizlemesi, kitabı ve hikmeti öğretmesi tamamen vahiy ile alakalı bir keyfiyyettir.
Bundan dolayı söz konusu âyetlerde her zaman RESUL kavramı geçmektedir.
Çünkü vahiy'den bağımsız yani Kur'an olmadan Nebi (as) bile hidayet bulamaz.
Hidayet vahiy sayesindedir.
" Ey Resul! De ki: Eğer (haktan) saparsam, kendi aleyhime (benden kaynaklanan bir şeyden dolayı) sapmış olurum. Eğer hidayeti bulursam, bu da Rabb'imin Bana vahyettiği Kur'an sayesindedir"
( Sebe, 50)
Yani aslında insanlarla beraber Resulü (Elçi'yi) de hidayete ulaştıran vahiy'dir yani okuduğu Kur'an'dır.
Vahiy'den bağımsız olarak hiç kimse hidayet bulamaz.
Dolayısıyla hidayet, Emevi- Abbasi- uydurma rivayetlerinden değil, Resul'ün kendisine indirilen ve dilinde hayat bulan vahiy'den doğmaktadır.
",,,,,De ki: Hidayet ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır"
( Bakara, 120)
"Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren odur"
( Şuara, 78)
" Ben Rabbime gidiyorum, O bana(vahiy ile) doğru yolu gösterecektir"
( Saffat, 99)
"İşte bütün o Resuller Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların (tevhid) yoluna uy,,," (En'am, 90 )
Yani ümmeti rivayetlerin karanlığına mahkum eden en büyük cehalet ve küfür Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparmak olmuştur.
Dolayısıyla kitabı okuma ile ilgili bütün âyetlerde RESUL kavramını görüyoruz.
Bir iki örnek daha vererek başka bir kavrama geçelim.
"İşte o apaçık delil, Allah tarafından gönderilen ve en doğru hükümleri içine alan tertemiz sahifeleri OKUYAN bir elçidir"
(Beyine, 2,3)
" BANA KUR'AN OKUMAM EMROLUNDU. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur. Kim de saparsa ona de ki: Ben sadece (vahiy ile) uyarıyorlardanım"
(Neml, 92 )
Allah'ın Resulleri sadece ve sadece vahiy'le ikaz ederler. Kendilerinden bir şey ekleyemez vahiy'den bir şey çıkaramazlar.
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt verir"
(Kaf, 45)
Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları ( o güne iman edenleri) Kur'an ile uyar,,,,,"
(4.YAZI)
"Allah, Resul (Elçi) ve vahiy" bağlamında kullanılan kavramlardan biri de "kitab-ı okuma" dır.
ALLAH İÇİN KULLANILDIĞI ÂYETLER:
"Ey Resul! Bu söylenenleri biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur'an'dan okuyoruz"
(Âli İmran, 58)
"Şüphesiz onu, toplamak ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir"
(Kiyame, 17, 18, 19)
RESUL İÇİN KULLANILDIĞI ÂYETLER:
"Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size kitabı ve hikmeti öğreten, bilmediklerinizi belleten bir Resul gönderdik"
(Bakara, 151)
"Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan (kötülüklerden ve şirkten) kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir
"RESÜL" göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler"
( Âli İmran, 164)
Resul'ün insanları kötülüklerden temizlemesi, kitabı ve hikmeti öğretmesi tamamen vahiy ile alakalı bir keyfiyyettir.
Bundan dolayı söz konusu âyetlerde her zaman RESUL kavramı geçmektedir.
Çünkü vahiy'den bağımsız yani Kur'an olmadan Nebi (as) bile hidayet bulamaz.
Hidayet vahiy sayesindedir.
" Ey Resul! De ki: Eğer (haktan) saparsam, kendi aleyhime (benden kaynaklanan bir şeyden dolayı) sapmış olurum. Eğer hidayeti bulursam, bu da Rabb'imin Bana vahyettiği Kur'an sayesindedir"
( Sebe, 50)
Yani aslında insanlarla beraber Resulü (Elçi'yi) de hidayete ulaştıran vahiy'dir yani okuduğu Kur'an'dır.
Vahiy'den bağımsız olarak hiç kimse hidayet bulamaz.
Dolayısıyla hidayet, Emevi- Abbasi- uydurma rivayetlerinden değil, Resul'ün kendisine indirilen ve dilinde hayat bulan vahiy'den doğmaktadır.
",,,,,De ki: Hidayet ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır"
( Bakara, 120)
"Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren odur"
( Şuara, 78)
" Ben Rabbime gidiyorum, O bana(vahiy ile) doğru yolu gösterecektir"
( Saffat, 99)
"İşte bütün o Resuller Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların (tevhid) yoluna uy,,," (En'am, 90 )
Yani ümmeti rivayetlerin karanlığına mahkum eden en büyük cehalet ve küfür Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparmak olmuştur.
Dolayısıyla kitabı okuma ile ilgili bütün âyetlerde RESUL kavramını görüyoruz.
Bir iki örnek daha vererek başka bir kavrama geçelim.
"İşte o apaçık delil, Allah tarafından gönderilen ve en doğru hükümleri içine alan tertemiz sahifeleri OKUYAN bir elçidir"
(Beyine, 2,3)
" BANA KUR'AN OKUMAM EMROLUNDU. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur. Kim de saparsa ona de ki: Ben sadece (vahiy ile) uyarıyorlardanım"
(Neml, 92 )
Allah'ın Resulleri sadece ve sadece vahiy'le ikaz ederler. Kendilerinden bir şey ekleyemez vahiy'den bir şey çıkaramazlar.
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt verir"
(Kaf, 45)
Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları ( o güne iman edenleri) Kur'an ile uyar,,,,,"
( Enam, 51)
KUR'AN'DA ALLAH, RESUL VE VAHİY BAĞLAMINDA KULLANILAN KAVRAMLAR
(3.YAZI)
MESELA,
Kur'an'ın en önemli kavramlarından olan tebliğ kavramı sadece "Resuller" bağlamında kullanılmıştır.
Çünkü Allah'ın indirdiği vahyi yani ilâhi emir ve yasakları insanlara okuyan ve duyuran bir kişi (elçi) olması gerekir.
Aslında bu görev yani "risalet" görevi Allah'ın yüce makam ve mertebesinden sonra en şerefli bir makam ve mertebe, en önemli ve itibârlı bir görevdir.
Dolayısıyla vahiy Resul'ün dilinde hayat bulur. Resulü değerli kılan tek şey Allah tarafından indirilen vahiydir.
"De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim.
( Şu var ki) bana ilâhınızın, tek bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa(o güne iman ediyorsa) salih amel yapsın ve Rabbine ibadette hiç kimseyi şirk koşmasın"
( Kehf, 110)
İndirilen vahyin insanlara ulaşması için bundan daha sağlıklı ve ideal bir yol yoktur.
Çünkü Resul(as) ın güzel ahlakı, fazileti, edebi, mimik hareket ve canlı örnekliğiyle ilk muhataplar için vahiy'den daha etkili bir özelliğe sahiptir.
Bunun en büyük sebebi, vahyin yazının gücüne değil de, sözün gücüne dayanmasından kaynaklanmaktadır.
Yazıya geçirilmiş kütüphaneler dolusu Kur'an'ın gücü, Kur'an'ı anlatan bir kişi kadar etkili olamaz.
Dolayısıyla Resul olmadan vahiy, din, iman diye bir şey olmaz.
MESELA
İttiba kavramına bir bakalım.
ittiba kavramının sistemine bir göz attığımızda
"Resül" ile "vahyin" arasında bir farkın olmadığını göreceğiz.
KUR'AN'A TÂBİ OLMA
"Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun.
O'nu bırakıp da başka dostların (evliya) peşinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
( Araf, 3)
"Şüphesiz bu (Kur'an) benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun.
Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"
( Enam, 153)
"İşte bu (Kur'an) bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin"
( Enam, 155)
Yukarıdaki âyetlerde açık olarak Kur'an'a uyulması emredilirken, şu âyetlerde Resul'e "ittiba" edilmesi emredilmektedir.
RESUL'E TÂBİ OLMA
",,,,,Öyleyse Allah'a ve ümmi Nebi olan Resulü'ne- ki o, Allah'a ve onun sözlerine İnanır- iman edin ve O'na tâbi olun ki hidayet bulasınız"
(Araf, 158)
"(Ey Resul! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın"
( Âli İmran, 31)
Bu sistemin kuruluşu ile ilgili birçok âyet vardır. İşte Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin cehaletleri burada ortaya çıkıyor.
Onlar âyetteki Resul kavramlarına "Nebi" veya "Muhammed" anlamı yükledikleriniden dolayı onun adına iftira edilen Emevi- Abbasi uydurmalarına tâbi olmayı Allah'ın Resulü'ne uymak olarak anlamışlardır.
Özellikle Osmanlı devrinin âlimleri Resûl ve Nebi kavramları yerine Şia'dan aldıkları farsça "peygamber" kelimesini sürekli olarak kullandıkları için
Kur'an'daki Nebi ve Resul sistemi darmadağın olup artık Kur'an tamamen anlaşılmaz bir metin haline sokulmuştur.
Burada en güzel örneklerden biri yukarıda geçen Âli İmran Suresi 31. âyettir.
Bu âyette Allah Resulü Muhammed(as) a "Allah'ı sevmenin yolunun Resul'e yani indirilen vahiy'den geçtiğini" buyrulmuşken, Şia ve Ehli Sünnet âlimleri âyette geçen "bana tâbi olunuz ki" kelimesini,
Resul'den yani vahiy'den ayırarak,
Nebi (as)dan iki asır sonra toplanan uydurma rivayetlere götürmüşlerdir.
Halbuki vahiy ile Resul'ün arasında bulunan sistemi bilmiş olsalardı belki böyle ölümcül bir hataya düşmeyeceklerdi.
Yani Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimlerinin en büyük günahları Allah Resulü'nü indirilen vahiy'den koparmaları olmuştur.
İşte burada sistem paramparça olmuş, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yok olmuş sonuç olarak son vahyin akıbeti de diğer kitaplara benzemiş, Kur'an anlaşılmaz bir metin olmuştur.
Ve böylece sorunlar büyüdükçe büyümüş, ümmet rivayetin karanlığına mahkum olmuştur.
(3.YAZI)
MESELA,
Kur'an'ın en önemli kavramlarından olan tebliğ kavramı sadece "Resuller" bağlamında kullanılmıştır.
Çünkü Allah'ın indirdiği vahyi yani ilâhi emir ve yasakları insanlara okuyan ve duyuran bir kişi (elçi) olması gerekir.
Aslında bu görev yani "risalet" görevi Allah'ın yüce makam ve mertebesinden sonra en şerefli bir makam ve mertebe, en önemli ve itibârlı bir görevdir.
Dolayısıyla vahiy Resul'ün dilinde hayat bulur. Resulü değerli kılan tek şey Allah tarafından indirilen vahiydir.
"De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim.
( Şu var ki) bana ilâhınızın, tek bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa(o güne iman ediyorsa) salih amel yapsın ve Rabbine ibadette hiç kimseyi şirk koşmasın"
( Kehf, 110)
İndirilen vahyin insanlara ulaşması için bundan daha sağlıklı ve ideal bir yol yoktur.
Çünkü Resul(as) ın güzel ahlakı, fazileti, edebi, mimik hareket ve canlı örnekliğiyle ilk muhataplar için vahiy'den daha etkili bir özelliğe sahiptir.
Bunun en büyük sebebi, vahyin yazının gücüne değil de, sözün gücüne dayanmasından kaynaklanmaktadır.
Yazıya geçirilmiş kütüphaneler dolusu Kur'an'ın gücü, Kur'an'ı anlatan bir kişi kadar etkili olamaz.
Dolayısıyla Resul olmadan vahiy, din, iman diye bir şey olmaz.
MESELA
İttiba kavramına bir bakalım.
ittiba kavramının sistemine bir göz attığımızda
"Resül" ile "vahyin" arasında bir farkın olmadığını göreceğiz.
KUR'AN'A TÂBİ OLMA
"Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun.
O'nu bırakıp da başka dostların (evliya) peşinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
( Araf, 3)
"Şüphesiz bu (Kur'an) benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun.
Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"
( Enam, 153)
"İşte bu (Kur'an) bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin"
( Enam, 155)
Yukarıdaki âyetlerde açık olarak Kur'an'a uyulması emredilirken, şu âyetlerde Resul'e "ittiba" edilmesi emredilmektedir.
RESUL'E TÂBİ OLMA
",,,,,Öyleyse Allah'a ve ümmi Nebi olan Resulü'ne- ki o, Allah'a ve onun sözlerine İnanır- iman edin ve O'na tâbi olun ki hidayet bulasınız"
(Araf, 158)
"(Ey Resul! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın"
( Âli İmran, 31)
Bu sistemin kuruluşu ile ilgili birçok âyet vardır. İşte Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin cehaletleri burada ortaya çıkıyor.
Onlar âyetteki Resul kavramlarına "Nebi" veya "Muhammed" anlamı yükledikleriniden dolayı onun adına iftira edilen Emevi- Abbasi uydurmalarına tâbi olmayı Allah'ın Resulü'ne uymak olarak anlamışlardır.
Özellikle Osmanlı devrinin âlimleri Resûl ve Nebi kavramları yerine Şia'dan aldıkları farsça "peygamber" kelimesini sürekli olarak kullandıkları için
Kur'an'daki Nebi ve Resul sistemi darmadağın olup artık Kur'an tamamen anlaşılmaz bir metin haline sokulmuştur.
Burada en güzel örneklerden biri yukarıda geçen Âli İmran Suresi 31. âyettir.
Bu âyette Allah Resulü Muhammed(as) a "Allah'ı sevmenin yolunun Resul'e yani indirilen vahiy'den geçtiğini" buyrulmuşken, Şia ve Ehli Sünnet âlimleri âyette geçen "bana tâbi olunuz ki" kelimesini,
Resul'den yani vahiy'den ayırarak,
Nebi (as)dan iki asır sonra toplanan uydurma rivayetlere götürmüşlerdir.
Halbuki vahiy ile Resul'ün arasında bulunan sistemi bilmiş olsalardı belki böyle ölümcül bir hataya düşmeyeceklerdi.
Yani Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimlerinin en büyük günahları Allah Resulü'nü indirilen vahiy'den koparmaları olmuştur.
İşte burada sistem paramparça olmuş, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü yok olmuş sonuç olarak son vahyin akıbeti de diğer kitaplara benzemiş, Kur'an anlaşılmaz bir metin olmuştur.
Ve böylece sorunlar büyüdükçe büyümüş, ümmet rivayetin karanlığına mahkum olmuştur.
KUR'AN'I İLK OLARAK DİNLEYEN NE ANLAR? Kur'an'ı Mübin'i ilk olarak dinleyen, Kuran'ı araştırmaya başlayan biri ilk önce çok ibadet etmek, taharet,
suların tadı, rengi, kokusu, kuyu suları, durgun sular, kıbleye karşı ayak uzatmama ve kıbleye karşı abdest bozmama,
bol bol namaz kılma, Hac ve Umre ile günah çıkarma, çok çok salavat çekme gibi ibadetlerle mi karşılaşır?
İlk olarak dinleyen akıllı bir kişinin Kur'an'dan anlayacağı şey nedir?
İhtişamlı camiler inşa etmek, çok zikir çekme, kabir azabı, resim olan eve meleklerin girmeyeceği,
cünüp dolaşmanın haram olduğu, cemaatle namaz kılmanın fazileti, kıbleye karşı ayak uzatmanın günah olduğu,
Mescid-i haramda namaz kılmanın ne kadar üstün olduğu,
İsa'nın nuzulü, Mehdi'nin zuhuru, cünüp dolaşmanın caiz olmadığı, kaza namazı kılmanın şart olduğu, dinden dönenin öldürüleceği, üç aylarda oruç tutma, kutsal geceleri ihya etme,
sahabelerin fazileti, ölülere Kur'an okumanın sevap olduğu,
kiyamet alametleri, evliyanın faziletleri gibi şeylerle mi karşılaşır?
Kur'an'ı ilk olarak dinleyen vicdan ve insaf sahibi bir kişi, Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin hiç değer vermedikleri şeylerle karşılaşır.
Şimdi ilk defa Kur'an'ı dinleyen cinlerin nasıl bir tepki gösterdiklerine bakalım.
(Ey Resul! ) De ki:
Cinlerden bir topluluğun (Benim okuduğum Kur'an'ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur:
Gerçekten biz, doğru yola ileten harikulâde muhteşem bir Kur'an dinledik ve ona iman ettik. Artık kimseyi Rabbimize asla şirk koşmayacağız"
(Cin, 1, 2)
"Hani cinlerden bir topluluğu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik.
Kur'an'ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine) "susun" demişler,
Kur'an'ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi.
"Ey Kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri tasdik eden, hakka ve sırat-ı müstakime ileten bir kitap dinledik"
"Ey Kavmimiz! Allah'ın davetçisine tâbi olun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun"
(Ahkaf, 29, 30, 31)
Kur'an'ı ilk olarak dinleyen cinler Allah'a şirk koşulmasının büyük bir vebal ve lanetlik bir inanç olduğunu anlamışlar.
Allah hiç bir toplumu içki içmekten, zina yapmaktan, namaz kılmamaktan, Hac ve Umre yapmamaktan, oruç tutmamaktan ve cami inşa etmemekten dolayı yok etmez.
Allah bir memleketi şirk, zulüm, kibir ve ğurur, adaletsizlik ve sosyal dengesizlikten dolayı yok eder.
"Onlara bir zulmetmedik, fakat, onlar kendilerine zulmettiler.
Rabb'inin azap emir geldiğinde, Allah'a bırakıp da taptıkları İlahları, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanları artırmaktan başka bir işe yaramadı.
"Rabbin, zulüm eden memleketleri (onların halkını) yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle şiddetlidir. Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir"
(Hud, 101, 102)
İstisnasız Kur'an hangi şeye değer vermişse, Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri mutlaka o şeye değer vermemişlerdir.
Allah'ın kitabı neye önem vermemişse, Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri o şey uğrunda hayatlarını çürütmüş ve boş yere zamanlarını israf etmişlerdir.
suların tadı, rengi, kokusu, kuyu suları, durgun sular, kıbleye karşı ayak uzatmama ve kıbleye karşı abdest bozmama,
bol bol namaz kılma, Hac ve Umre ile günah çıkarma, çok çok salavat çekme gibi ibadetlerle mi karşılaşır?
İlk olarak dinleyen akıllı bir kişinin Kur'an'dan anlayacağı şey nedir?
İhtişamlı camiler inşa etmek, çok zikir çekme, kabir azabı, resim olan eve meleklerin girmeyeceği,
cünüp dolaşmanın haram olduğu, cemaatle namaz kılmanın fazileti, kıbleye karşı ayak uzatmanın günah olduğu,
Mescid-i haramda namaz kılmanın ne kadar üstün olduğu,
İsa'nın nuzulü, Mehdi'nin zuhuru, cünüp dolaşmanın caiz olmadığı, kaza namazı kılmanın şart olduğu, dinden dönenin öldürüleceği, üç aylarda oruç tutma, kutsal geceleri ihya etme,
sahabelerin fazileti, ölülere Kur'an okumanın sevap olduğu,
kiyamet alametleri, evliyanın faziletleri gibi şeylerle mi karşılaşır?
Kur'an'ı ilk olarak dinleyen vicdan ve insaf sahibi bir kişi, Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin hiç değer vermedikleri şeylerle karşılaşır.
Şimdi ilk defa Kur'an'ı dinleyen cinlerin nasıl bir tepki gösterdiklerine bakalım.
(Ey Resul! ) De ki:
Cinlerden bir topluluğun (Benim okuduğum Kur'an'ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur:
Gerçekten biz, doğru yola ileten harikulâde muhteşem bir Kur'an dinledik ve ona iman ettik. Artık kimseyi Rabbimize asla şirk koşmayacağız"
(Cin, 1, 2)
"Hani cinlerden bir topluluğu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik.
Kur'an'ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine) "susun" demişler,
Kur'an'ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi.
"Ey Kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri tasdik eden, hakka ve sırat-ı müstakime ileten bir kitap dinledik"
"Ey Kavmimiz! Allah'ın davetçisine tâbi olun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun"
(Ahkaf, 29, 30, 31)
Kur'an'ı ilk olarak dinleyen cinler Allah'a şirk koşulmasının büyük bir vebal ve lanetlik bir inanç olduğunu anlamışlar.
Allah hiç bir toplumu içki içmekten, zina yapmaktan, namaz kılmamaktan, Hac ve Umre yapmamaktan, oruç tutmamaktan ve cami inşa etmemekten dolayı yok etmez.
Allah bir memleketi şirk, zulüm, kibir ve ğurur, adaletsizlik ve sosyal dengesizlikten dolayı yok eder.
"Onlara bir zulmetmedik, fakat, onlar kendilerine zulmettiler.
Rabb'inin azap emir geldiğinde, Allah'a bırakıp da taptıkları İlahları, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanları artırmaktan başka bir işe yaramadı.
"Rabbin, zulüm eden memleketleri (onların halkını) yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle şiddetlidir. Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir"
(Hud, 101, 102)
İstisnasız Kur'an hangi şeye değer vermişse, Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri mutlaka o şeye değer vermemişlerdir.
Allah'ın kitabı neye önem vermemişse, Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri o şey uğrunda hayatlarını çürütmüş ve boş yere zamanlarını israf etmişlerdir.
23 Mayıs 2018 Çarşamba
KUR'AN'DA ALLAH, RESUL VE VAHİY BAĞLAMINDA KULLANILAN KAVRAMLAR
(2.YAZI)
Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan kavramlardan bir tanesi de "tasdik" "doğrulama" kavramıdır.
Yani vahiy ile Resul bir bütünün iki parçası gibidir.
Hayatta olduğu sürece "Beşer Resul" canlı Kuran'dır.
"Beşer Resul" vefat ettikten sonra onu sadece "Kur'an Resul" temsil etmektedir.
Dolayısıyla son vahyin tebliğ edicisi Muhammed (as) ve bütün Allah elçilerini temsil eden tek kaynak Kur'an'dır.
Allah'ın elçilerini gerçek olarak anlamak için Kur'an'dan başka gidilebilecek bir kaynak bulunmamaktadır.
"Yoksa O'ndan başka birtakım ilahlar mı edindiler?
De ki: Haydi delillerinizi getirin! İşte benimle beraber olanların kitabı(Kur'an) ve benden öncekilerin kitabı (Kur'an),
Hayır, onların çoğu gerçeği bilmiyorlar. Bu yüzden de yüz çeviriyorlar"
( Enbiya, 24)
TASDİK
"De ki: Allah doğruyu buyurmuştur. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrahim'in (Hanif- Tevhid- İslam) dinine uyunuz.
O, müşriklerden değildi"
( Âli İmran,95)
",,,,, Bu, Rahman'ın vâdettiğidir. Resuller gerçekten doğruyu söylemişler ( sadekal mürselin)
( Yasin, 52)
"Hayır! O, gerçeği getird ve "Resulleri" de doğruladı (saddekal mursel'in)
( Saffat, 37)
"Doğruyu (vahyi) getiren (Resul) ve onu tasdik edenler var ya, işte kötülükten korunanlar onlardır"
( Zümer, 33)
"Ondan önce de bir rahmet ve rehber olarak Musa'nın kitabı vardır. Bu (Kur'an)da, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş, (kendinden önce kitapları) doğrulayıcı(musaddik) bir kitaptır"
(Ahkaf, 12)
DAVET:
Aslında dâvet Resul'ün dilinde hayat bulan vahye dolayısıyla Allah'ın yoluna yani Allah'a olacaktır.
Vahiy ile Resul arasında bir fark yoktur.
Resul sadece Allah'tan indirilen vahyi insanları ulaştırır.
Resul vahyin beyni, ruhu ve kalbidir.
Bu yüzden Resul olan kişinin davetine icabet edenler vahye, dolayısıyla Allah'ın çağrısına yani Allah'a gelmiş olacaklar.
Kur'an'da kurulan mükemmel sistem bu şekilde işliyor.
MESELA
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah ve Resulü'ne uyun,,,,"
(Enfal, 24)
"Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler"
( Nur, 48)
(Ey Resul!) De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı ortaklardan tenzih ederim ve ben müşriklerden değilim"
(Yusuf, 10)8
(Ey Resul!) Sen, Rabb'inin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et,,,,"
( Nahl,125)
"Ey kavmim! Bu ne hal? Ben sizi kurtuluşa davet ediyorum, siz beni ateşe davet ediyorsunuz.
Siz beni Allah'ı inkar etmeye ve hiç tanımadığım nesneleri ona ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, aziz ve çok bağışlayan Allah'a dâvet ediyorum"
(Mümin, 41-42)
Dolayısıyla Allah'ın elçileri vahiy'le Allah'ın yoluna davet ettikleri için onların çağrısına uyanlar
Allah'ın çağrısına uymuş olacaklardır.
"Onlara, Allah'ın indirdiğine gelin denildiği vakit, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (din) bize yeter derler.
Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?"
( Maide, 104)
Yukarıdaki âyete dikkatle bakıldığı zaman "vahiy" ile " Resul"ün aynı şeyi temsil ettikleri görülür.
Dolayısıyla Allah'ın elçilerini Kur'an'dan ayırmak onları başka yerde aramak ve başka kaynaklarla değerlendirmek korkunç bir cinayet, açık bir cehalet ve tam bir küfürdür.
Allah'ın Resulleri Kur'an'dan başka hiçbir kaynakla değerlendirme altına alınamazlar.
Yukarıdaki âyet Allah, vahiy ve Muhammed'e yani iki otoriteye çağırmıyor.
Vahyi dillendiren Resul'e davet ediyor.
Çünkü elçiler sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler.
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
Yukarıda geçen Maide süresi 104.âyette "Resul'e gelmekten" maksadın vahiy olduğuna delil şu ayettir.
"Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun" denildiğinde: Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler. Ya şeytan, onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!"
( Lokman, 21)
Maide 104 ile Lokman Suresi 21. âyet birbirlerine çok benziyorlar.
Maide 104 "Onlara, Allah'ın indirdiğine ve Resul'e gelin" diye başlarken, Lokman 21. âyet "Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun" denildiğinde diye başlıyor.
Aynı şekilde Bakara 89. âyet "Allah katından onlara bir "kitap" geldiğinde,,," diye başlarken, Bakara 101. âyet "Allah tarafından kendilerine bir "Resul" geldiğinde,,," diye başlamaktadır.
Bakara 170. âyet de şöyledir.
"Onlara: Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar,
"Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler"
Kur'an'da "Resûl" kavramının geçtiği bütün âyetlerde aklımıza gelecek tek şey vahiy olmalıdır.
Yani Kur'an'ın dininde ve dilinde Mekke ve Medine'de yaşayan vatandaş Muhammed ile Nebi olan Muhammed ve Allah'ın Resulü Muhammed (as) farklı kimlikleri temsil etmektedirler.
MESELA
Kur'an hiç bir yerinde "Nebi'ler göndermeden azap etmeyiz" diye bir âyet bulunmaz.
Bütün âyetlerde "Resul göndermeden azap etmeyiz" olarak geçer.
Çünkü "Vahiy" ile "Resul"ün arasında bir fark yoktur.
Yani insanlar Allah'a "Bize Resul gelmedi, biz elçi görmedik, uyarılmadık" diyemezler.
Onlara şöyle cevap verilecektir.
"Beşer Resul görmediniz ise, ona gönderilen kitap Resulü gördünüz" aralarında ne fark vardır?
Yani vahyi insanlara okuyan, âyetleri tebliğ eden ve onlara ilâhi emirleri ulaştıran Resul göndermeden Allah ne dünyada ne de âhirette azap edecek değildir.
Resul tamamen vahyi temsil ediyor.
"Yerine göre müjdeleyici ve sakındırıcı olarak Resuller(Rüsülen) gönderdik ki insanların Resuller'den sonra(ba'derrüsül) Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın"
(Nisa, 165)
",,,, Biz bir Resûl(Resülen) göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz"
( İsra, 15)
" Biz hiçbir memleketi, (vahiy ile) öğüt vermek üzere gönderdiğimiz uyarıcıları (Resulleri) olmadan yok etmemişizdir"
( Şuara, 208, 209)
" Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü "Resülen) memleketlerin merkezine göndermedikçe o memleketleri helak edici değildir"
( Kasas, 59)
(2.YAZI)
Kur'an'da Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılan kavramlardan bir tanesi de "tasdik" "doğrulama" kavramıdır.
Yani vahiy ile Resul bir bütünün iki parçası gibidir.
Hayatta olduğu sürece "Beşer Resul" canlı Kuran'dır.
"Beşer Resul" vefat ettikten sonra onu sadece "Kur'an Resul" temsil etmektedir.
Dolayısıyla son vahyin tebliğ edicisi Muhammed (as) ve bütün Allah elçilerini temsil eden tek kaynak Kur'an'dır.
Allah'ın elçilerini gerçek olarak anlamak için Kur'an'dan başka gidilebilecek bir kaynak bulunmamaktadır.
"Yoksa O'ndan başka birtakım ilahlar mı edindiler?
De ki: Haydi delillerinizi getirin! İşte benimle beraber olanların kitabı(Kur'an) ve benden öncekilerin kitabı (Kur'an),
Hayır, onların çoğu gerçeği bilmiyorlar. Bu yüzden de yüz çeviriyorlar"
( Enbiya, 24)
TASDİK
"De ki: Allah doğruyu buyurmuştur. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrahim'in (Hanif- Tevhid- İslam) dinine uyunuz.
O, müşriklerden değildi"
( Âli İmran,95)
",,,,, Bu, Rahman'ın vâdettiğidir. Resuller gerçekten doğruyu söylemişler ( sadekal mürselin)
( Yasin, 52)
"Hayır! O, gerçeği getird ve "Resulleri" de doğruladı (saddekal mursel'in)
( Saffat, 37)
"Doğruyu (vahyi) getiren (Resul) ve onu tasdik edenler var ya, işte kötülükten korunanlar onlardır"
( Zümer, 33)
"Ondan önce de bir rahmet ve rehber olarak Musa'nın kitabı vardır. Bu (Kur'an)da, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş, (kendinden önce kitapları) doğrulayıcı(musaddik) bir kitaptır"
(Ahkaf, 12)
DAVET:
Aslında dâvet Resul'ün dilinde hayat bulan vahye dolayısıyla Allah'ın yoluna yani Allah'a olacaktır.
Vahiy ile Resul arasında bir fark yoktur.
Resul sadece Allah'tan indirilen vahyi insanları ulaştırır.
Resul vahyin beyni, ruhu ve kalbidir.
Bu yüzden Resul olan kişinin davetine icabet edenler vahye, dolayısıyla Allah'ın çağrısına yani Allah'a gelmiş olacaklar.
Kur'an'da kurulan mükemmel sistem bu şekilde işliyor.
MESELA
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah ve Resulü'ne uyun,,,,"
(Enfal, 24)
"Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler"
( Nur, 48)
(Ey Resul!) De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı ortaklardan tenzih ederim ve ben müşriklerden değilim"
(Yusuf, 10)8
(Ey Resul!) Sen, Rabb'inin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et,,,,"
( Nahl,125)
"Ey kavmim! Bu ne hal? Ben sizi kurtuluşa davet ediyorum, siz beni ateşe davet ediyorsunuz.
Siz beni Allah'ı inkar etmeye ve hiç tanımadığım nesneleri ona ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, aziz ve çok bağışlayan Allah'a dâvet ediyorum"
(Mümin, 41-42)
Dolayısıyla Allah'ın elçileri vahiy'le Allah'ın yoluna davet ettikleri için onların çağrısına uyanlar
Allah'ın çağrısına uymuş olacaklardır.
"Onlara, Allah'ın indirdiğine gelin denildiği vakit, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (din) bize yeter derler.
Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?"
( Maide, 104)
Yukarıdaki âyete dikkatle bakıldığı zaman "vahiy" ile " Resul"ün aynı şeyi temsil ettikleri görülür.
Dolayısıyla Allah'ın elçilerini Kur'an'dan ayırmak onları başka yerde aramak ve başka kaynaklarla değerlendirmek korkunç bir cinayet, açık bir cehalet ve tam bir küfürdür.
Allah'ın Resulleri Kur'an'dan başka hiçbir kaynakla değerlendirme altına alınamazlar.
Yukarıdaki âyet Allah, vahiy ve Muhammed'e yani iki otoriteye çağırmıyor.
Vahyi dillendiren Resul'e davet ediyor.
Çünkü elçiler sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ ederler.
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
Yukarıda geçen Maide süresi 104.âyette "Resul'e gelmekten" maksadın vahiy olduğuna delil şu ayettir.
"Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun" denildiğinde: Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler. Ya şeytan, onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!"
( Lokman, 21)
Maide 104 ile Lokman Suresi 21. âyet birbirlerine çok benziyorlar.
Maide 104 "Onlara, Allah'ın indirdiğine ve Resul'e gelin" diye başlarken, Lokman 21. âyet "Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun" denildiğinde diye başlıyor.
Aynı şekilde Bakara 89. âyet "Allah katından onlara bir "kitap" geldiğinde,,," diye başlarken, Bakara 101. âyet "Allah tarafından kendilerine bir "Resul" geldiğinde,,," diye başlamaktadır.
Bakara 170. âyet de şöyledir.
"Onlara: Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar,
"Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler"
Kur'an'da "Resûl" kavramının geçtiği bütün âyetlerde aklımıza gelecek tek şey vahiy olmalıdır.
Yani Kur'an'ın dininde ve dilinde Mekke ve Medine'de yaşayan vatandaş Muhammed ile Nebi olan Muhammed ve Allah'ın Resulü Muhammed (as) farklı kimlikleri temsil etmektedirler.
MESELA
Kur'an hiç bir yerinde "Nebi'ler göndermeden azap etmeyiz" diye bir âyet bulunmaz.
Bütün âyetlerde "Resul göndermeden azap etmeyiz" olarak geçer.
Çünkü "Vahiy" ile "Resul"ün arasında bir fark yoktur.
Yani insanlar Allah'a "Bize Resul gelmedi, biz elçi görmedik, uyarılmadık" diyemezler.
Onlara şöyle cevap verilecektir.
"Beşer Resul görmediniz ise, ona gönderilen kitap Resulü gördünüz" aralarında ne fark vardır?
Yani vahyi insanlara okuyan, âyetleri tebliğ eden ve onlara ilâhi emirleri ulaştıran Resul göndermeden Allah ne dünyada ne de âhirette azap edecek değildir.
Resul tamamen vahyi temsil ediyor.
"Yerine göre müjdeleyici ve sakındırıcı olarak Resuller(Rüsülen) gönderdik ki insanların Resuller'den sonra(ba'derrüsül) Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın"
(Nisa, 165)
",,,, Biz bir Resûl(Resülen) göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz"
( İsra, 15)
" Biz hiçbir memleketi, (vahiy ile) öğüt vermek üzere gönderdiğimiz uyarıcıları (Resulleri) olmadan yok etmemişizdir"
( Şuara, 208, 209)
" Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü "Resülen) memleketlerin merkezine göndermedikçe o memleketleri helak edici değildir"
( Kasas, 59)
21 Mayıs 2018 Pazartesi
KUR'AN'DA ALLAH, RESUL VE VAHİY BAĞLAMINDA KULLANILAN KAVRAMLAR:
(1.YAZI)
Allah'ın izni ve inayetiyle yeni bir yazı dizisine başlıyoruz.
Konu: "Allah, Resul ve vahiy bağlamında kullanılan kavramlar"
Bu konu o kadar önemli ki,
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları açık olarak ortaya koymak için böyle bir yazı dizisine ihtiyaç vardı.
Bu yazı dizisinde ortaya koyacağımız ayet-i kerimelerle hadislerin yani
Şia ve Ehli Sünnet dininin uydurma sünnetinin son derece yalan, uydurma, Allah Resulü adına iftira olduğunu, Allah'ın izniyle açık olarak göreceğiz.
Küfür, şikak, İsyan, hak, nur, tebliğ, tekzip, itaat etme, ittiba, helal ve haram kılma, istihza (alay etme) hâdd, tasdik gibi birçok kavramın Allah, Resul ve vahiy bağlamında kullanıldığını yakından göreceğiz.
Söz konusu âyetlerde göreceğimiz gerçekleri şöyle sıralamak mümkündür.
1-) Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak insanları bağlamaz.
2-) insanlar ahirette sadece vahiy'den sorumlu tutulacaklardır.
3-) Din Allah tarafından daha Allah Resulü hayatta iken tamamlanmıştır.
4-) Din tamamen Allah'a özel kılınmalı ve orijinal olarak yaşanması gerekir.
5-) Dinin üzerine hiç kimsenin hiç bir şey ekleme ve çıkarma yetkisi yoktur.
6-) Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynaklar yani mezhep ve fırkalar bölücülük ve parçalanmayı temsil etmektedirler.
7-) Allah'ın tüm elçileri sadece ve sadece kendilerine iletilmiş olan vahyi tebliğ etmişlerdir.
8-)Allah Resulü Muhammed (as) bile sadece Allah'ın kitabına tâbi olmuştur.
9-) Mezheplerin Kur'an, Allah Resulü ve Tevhid dini olan İslam ile yakından ve uzaktan hiçbir ilişkileri yoktur.
İlk yazıda "tekzip" "yalanlama" kavramını ele alacağız.
Gerçekten de Kur'an'a baktığımızda bu ele aldığımız kavramların üzerinde o kadar durulmuş ki, biz ayetlerde yoğun olarak işlenen bu kavramlarla
Şia ve Ehli Sünnet ilim adamlarının vahiy'den nasıl yüz çevirdiklerini, Kur'an'ı tekzib ettiklerini, hakikatının
üzerine nasıl perde çektiklerini, vahyi nasıl gözardı ettiklerini,
Allah'ın elçilerini vahiy'den nasıl kopardıklarını, bundan dolayı
hidayete bedel olarak sapıklık ve küfrü nasıl satın aldıklarını, hiçbir zaman Kur'an'a değer vermediklerini yüzlerce yerde işlenen âyetlerle göreceğiz.
TEKZİB (YALANLAMA)
Tekzib (yalanlama) kavramı yüzlerce âyette sadece Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
(Bakara- 39, 87; Âli İmran- 11, 137, 184; Mâide- 10, 70, 86, 102; Enam- 5, 11, 21, 33, 34, 39, 49, 57, 66; Araf- 36, 37, 64, 72, 136, 147, 182; Tevbe- 90 Yunus- 17, 95;
Kehf- 15, 57; Hac- 42, 43, 44;
Müminün, 26, 44- Furkan- 35,36;
Şuara- 105- 117, 123, 139, 160, 176, 189;
Neml- 84; Ankebut- 18, 68;
Rum- 10, 16;
Sebe- 45;
Fatır- 4, 25; Yasin- 14, 15; Sa'd- 4, 5, 12, 13, 14; Zümer- 32, 59; Mümin- 5, 23, 24, 36, 70;
Kaf- 5, 12, 13, 14; Kamer- 9, 18, 23, 33, 42; Rahman- 13, 16, 18, 21, 23, 25, 28, 30, 32, 34, 36, 38, 40, 42, 45, 47, 49, 51, 53, 55, 57, 59, 61, 63, 65, 67, 69, 71, 73, 75, 77;
Rahman Suresi 31âyette bulunan "Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz" Allah'ın kelamından maksadın "insanların kendilerinde,
çevrelerinde Rahmân ve Rahim olan Allah'ın verdiği nimetler, indirdiği vahiy ve gönderdiği elçiler, tevhid, adalet, sağlık, cennet gibi birçok nimeti içine almaktadır"
Cuma- 5; Münafıkun- 1; Teğabun, 10; Mülk, 9; Kalem- 7,8,9, 44;
Hakka- 48, 49; Şuara- 12, 105, 123, 139, 141, 160, 176, 186;
Mürselat- 15, 19, 24, 28, 34, 37, 40, 45, 47, 49, 50; Nebe- 28
BİR KAÇ ÖRNEK
"İnkar edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince,,,"
(Bakara, 39)
"Ey Resul! Eğer seni yalanlıyorlarsa,,,"
"Eyke halkı ve Tübbâ kavmi de. Bütün bunların hepsi Resulleri yalanladılar da azabım gerçekleşti"
(Kaf, 14)
"Nuh kavmi de Resulleri yalanladılar"
(Şuara, 105)
"Sonunda, Allah'ın âyetlerini yalan sayarak,,,"
(Rum, 10)
",,,,Böyle iken, Resullerimi yalanladılar,,,"
(Sebe, 45)
"Kiyamet gününde Allah hakkında yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün.Kibirlenenlerin kalacağı yer cehennem değil midir?
(Zümer, 60)
"Andolsun ki senden önceki Resuller de yalanlamışlardı,,,,,"
(En'am, 34)
"Âyetlerimizi yalanlayanlara ve büyüklenip onlardan yüz çevirenler var ya,,,"
(Âraf, 36)
(1.YAZI)
Allah'ın izni ve inayetiyle yeni bir yazı dizisine başlıyoruz.
Konu: "Allah, Resul ve vahiy bağlamında kullanılan kavramlar"
Bu konu o kadar önemli ki,
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları açık olarak ortaya koymak için böyle bir yazı dizisine ihtiyaç vardı.
Bu yazı dizisinde ortaya koyacağımız ayet-i kerimelerle hadislerin yani
Şia ve Ehli Sünnet dininin uydurma sünnetinin son derece yalan, uydurma, Allah Resulü adına iftira olduğunu, Allah'ın izniyle açık olarak göreceğiz.
Küfür, şikak, İsyan, hak, nur, tebliğ, tekzip, itaat etme, ittiba, helal ve haram kılma, istihza (alay etme) hâdd, tasdik gibi birçok kavramın Allah, Resul ve vahiy bağlamında kullanıldığını yakından göreceğiz.
Söz konusu âyetlerde göreceğimiz gerçekleri şöyle sıralamak mümkündür.
1-) Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak insanları bağlamaz.
2-) insanlar ahirette sadece vahiy'den sorumlu tutulacaklardır.
3-) Din Allah tarafından daha Allah Resulü hayatta iken tamamlanmıştır.
4-) Din tamamen Allah'a özel kılınmalı ve orijinal olarak yaşanması gerekir.
5-) Dinin üzerine hiç kimsenin hiç bir şey ekleme ve çıkarma yetkisi yoktur.
6-) Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynaklar yani mezhep ve fırkalar bölücülük ve parçalanmayı temsil etmektedirler.
7-) Allah'ın tüm elçileri sadece ve sadece kendilerine iletilmiş olan vahyi tebliğ etmişlerdir.
8-)Allah Resulü Muhammed (as) bile sadece Allah'ın kitabına tâbi olmuştur.
9-) Mezheplerin Kur'an, Allah Resulü ve Tevhid dini olan İslam ile yakından ve uzaktan hiçbir ilişkileri yoktur.
İlk yazıda "tekzip" "yalanlama" kavramını ele alacağız.
Gerçekten de Kur'an'a baktığımızda bu ele aldığımız kavramların üzerinde o kadar durulmuş ki, biz ayetlerde yoğun olarak işlenen bu kavramlarla
Şia ve Ehli Sünnet ilim adamlarının vahiy'den nasıl yüz çevirdiklerini, Kur'an'ı tekzib ettiklerini, hakikatının
üzerine nasıl perde çektiklerini, vahyi nasıl gözardı ettiklerini,
Allah'ın elçilerini vahiy'den nasıl kopardıklarını, bundan dolayı
hidayete bedel olarak sapıklık ve küfrü nasıl satın aldıklarını, hiçbir zaman Kur'an'a değer vermediklerini yüzlerce yerde işlenen âyetlerle göreceğiz.
TEKZİB (YALANLAMA)
Tekzib (yalanlama) kavramı yüzlerce âyette sadece Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullanılmıştır.
(Bakara- 39, 87; Âli İmran- 11, 137, 184; Mâide- 10, 70, 86, 102; Enam- 5, 11, 21, 33, 34, 39, 49, 57, 66; Araf- 36, 37, 64, 72, 136, 147, 182; Tevbe- 90 Yunus- 17, 95;
Kehf- 15, 57; Hac- 42, 43, 44;
Müminün, 26, 44- Furkan- 35,36;
Şuara- 105- 117, 123, 139, 160, 176, 189;
Neml- 84; Ankebut- 18, 68;
Rum- 10, 16;
Sebe- 45;
Fatır- 4, 25; Yasin- 14, 15; Sa'd- 4, 5, 12, 13, 14; Zümer- 32, 59; Mümin- 5, 23, 24, 36, 70;
Kaf- 5, 12, 13, 14; Kamer- 9, 18, 23, 33, 42; Rahman- 13, 16, 18, 21, 23, 25, 28, 30, 32, 34, 36, 38, 40, 42, 45, 47, 49, 51, 53, 55, 57, 59, 61, 63, 65, 67, 69, 71, 73, 75, 77;
Rahman Suresi 31âyette bulunan "Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz" Allah'ın kelamından maksadın "insanların kendilerinde,
çevrelerinde Rahmân ve Rahim olan Allah'ın verdiği nimetler, indirdiği vahiy ve gönderdiği elçiler, tevhid, adalet, sağlık, cennet gibi birçok nimeti içine almaktadır"
Cuma- 5; Münafıkun- 1; Teğabun, 10; Mülk, 9; Kalem- 7,8,9, 44;
Hakka- 48, 49; Şuara- 12, 105, 123, 139, 141, 160, 176, 186;
Mürselat- 15, 19, 24, 28, 34, 37, 40, 45, 47, 49, 50; Nebe- 28
BİR KAÇ ÖRNEK
"İnkar edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince,,,"
(Bakara, 39)
"Ey Resul! Eğer seni yalanlıyorlarsa,,,"
"Eyke halkı ve Tübbâ kavmi de. Bütün bunların hepsi Resulleri yalanladılar da azabım gerçekleşti"
(Kaf, 14)
"Nuh kavmi de Resulleri yalanladılar"
(Şuara, 105)
"Sonunda, Allah'ın âyetlerini yalan sayarak,,,"
(Rum, 10)
",,,,Böyle iken, Resullerimi yalanladılar,,,"
(Sebe, 45)
"Kiyamet gününde Allah hakkında yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün.Kibirlenenlerin kalacağı yer cehennem değil midir?
(Zümer, 60)
"Andolsun ki senden önceki Resuller de yalanlamışlardı,,,,,"
(En'am, 34)
"Âyetlerimizi yalanlayanlara ve büyüklenip onlardan yüz çevirenler var ya,,,"
(Âraf, 36)
KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN:
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(25.YAZI)
Dünya İslam âlimler konseyi başkanı Yusuf El- kardavi aynen şunları söylemektedir.
"Söylediğin bu husus, kıyas ve ta'lili (hükmün gerekçesine itibarı)
inkar eden Zahiri mezhebinden Davut ve İbn Hazm'dan,
İslam fıkıh tarihinde Rey ekolü diye bilinen Ebu Hanife ile eshabına kadar bütün mezhepler için geçerlidir.
"Dolayısıyla Rey ekolünün imamı Ebu Hanife'nin mezhebi hiçbir zaman hadislerden yüz çevirmemiştir.
Ekolün diğer imamları da daima hadisleri delil olarak kullanmışlar ve hükümlerini hadislerin üzerine bina etmişlerdir"
"Hanefi mezhebinin birçok kitabında görüleceği gibi fıkhi meselelerin birçoğu hadislere dayanmıştır"
"Hadislerle dolu bir hazine olan Merğinani'nin el- Hidaye kitabı ile Hanefi muhakkik ve müctehid Kemaluddin İbn Humam'ın kitaba yazdığı "Fethul Kadir" adlı şerhi üzerinde düşünmemiz yeterlidir"
(a. g. e- s.61- 62)
SONUÇ OLARAK :
Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve âlimleri dinlerini uydurma rivayetler ve bu rivayetlerden çıkan ictihatların
üzerine kurduklarından dolayı sürekli olarak bu ilimle(fıkıh) uğraşmış Kur'an'a gitme ve ondan hüküm çıkarma akıllarına gelmemiştir.
Dolayısıyla bu cahil mezhepçilerin tek kaynakları Emevi- Abbasi devletleri döneminde uydurulan hadisler olmuştur.
Cahil mezhepçilere göre Kur'an anayasa konumunda, hadisler ise onu açıklayıp yorumlayan kanun ve yönetmelikler pozisyonundadır.
Ehli Sünnet'in âlimlerine ve mezhep imamlarına göre Kur'an mucmeldir yani açık ve anlaşılır bir kitap değildir.
Şia'ya göre ise herkes Kur'an'ı kendi inanç ve mezhebine uygun olarak yorumlayabileceğinden, gerçek anlamını sadece 12 imam bilir.
Özellikle mehdi-i muntazar gelecek ve işte o zaman Kur'an'ın hakiki manasını ortaya çıkaracaktır
Kur'an'sız mezhepçilere göre din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyenler yani hadisleri din ve hüküm olarak almayanlar sapıktır"
(Suyuti, Miftâhu-l Cenne, s. 35, 36)
Atalarının dinini tek kaynak olarak kabul eden Kur'an cahilleri şunu iddia ediyorlar.
"Allah'ın dinini ve şeriatın hükümlerini tam anlamıyla bilen bir Müslüman, mevcut uygulamalara karşı çıkarak hadislerin delil oluşunu inkar edemez"
"İslam'ın yalnızca Kur'an'dan ibaret olduğunu söyleyemez"
Çünkü şeriattaki hükümlerin çoğu sünnet (hadislerle) sabit olmuştur.
Kur'an'daki hükümler ise genellikle mücmel ve külli gaideler şeklindedir.
( Sünneti Anlamada Yöntem, Sünnet'in Teşrii Değeri, Prof.Dr.Yusuf El-Kardavi s. 83)
Yani bu cahiller, Kur'an'ın anlaşılır, detaylı, kolay ve yeterli bir kitap olduğu yüzlerce âyet ortaya koymasına rağmen bu iftarıyı hâlâ yapıyorlar.
Kur'an'sız ahmaklara göre,
"Bir kimse "Biz ancak Kur'an'da bulduğumuzu alırız" derse, ümmetin icmaı ile kafir olur" Dolayısıyla bu sözü söyleyen, kanı ve malı helal olan bir kafirdir, müşriktir"
(Sünnet Araştırmalarına Giriş, Sünneti Anlamada Yöntem, Sünnet'in Teşrii Değeri Prof. Dr. Yusuf El- Kardavi, s. 84)
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(25.YAZI)
Dünya İslam âlimler konseyi başkanı Yusuf El- kardavi aynen şunları söylemektedir.
"Söylediğin bu husus, kıyas ve ta'lili (hükmün gerekçesine itibarı)
inkar eden Zahiri mezhebinden Davut ve İbn Hazm'dan,
İslam fıkıh tarihinde Rey ekolü diye bilinen Ebu Hanife ile eshabına kadar bütün mezhepler için geçerlidir.
"Dolayısıyla Rey ekolünün imamı Ebu Hanife'nin mezhebi hiçbir zaman hadislerden yüz çevirmemiştir.
Ekolün diğer imamları da daima hadisleri delil olarak kullanmışlar ve hükümlerini hadislerin üzerine bina etmişlerdir"
"Hanefi mezhebinin birçok kitabında görüleceği gibi fıkhi meselelerin birçoğu hadislere dayanmıştır"
"Hadislerle dolu bir hazine olan Merğinani'nin el- Hidaye kitabı ile Hanefi muhakkik ve müctehid Kemaluddin İbn Humam'ın kitaba yazdığı "Fethul Kadir" adlı şerhi üzerinde düşünmemiz yeterlidir"
(a. g. e- s.61- 62)
SONUÇ OLARAK :
Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve âlimleri dinlerini uydurma rivayetler ve bu rivayetlerden çıkan ictihatların
üzerine kurduklarından dolayı sürekli olarak bu ilimle(fıkıh) uğraşmış Kur'an'a gitme ve ondan hüküm çıkarma akıllarına gelmemiştir.
Dolayısıyla bu cahil mezhepçilerin tek kaynakları Emevi- Abbasi devletleri döneminde uydurulan hadisler olmuştur.
Cahil mezhepçilere göre Kur'an anayasa konumunda, hadisler ise onu açıklayıp yorumlayan kanun ve yönetmelikler pozisyonundadır.
Ehli Sünnet'in âlimlerine ve mezhep imamlarına göre Kur'an mucmeldir yani açık ve anlaşılır bir kitap değildir.
Şia'ya göre ise herkes Kur'an'ı kendi inanç ve mezhebine uygun olarak yorumlayabileceğinden, gerçek anlamını sadece 12 imam bilir.
Özellikle mehdi-i muntazar gelecek ve işte o zaman Kur'an'ın hakiki manasını ortaya çıkaracaktır
Kur'an'sız mezhepçilere göre din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak kabul etmeyenler yani hadisleri din ve hüküm olarak almayanlar sapıktır"
(Suyuti, Miftâhu-l Cenne, s. 35, 36)
Atalarının dinini tek kaynak olarak kabul eden Kur'an cahilleri şunu iddia ediyorlar.
"Allah'ın dinini ve şeriatın hükümlerini tam anlamıyla bilen bir Müslüman, mevcut uygulamalara karşı çıkarak hadislerin delil oluşunu inkar edemez"
"İslam'ın yalnızca Kur'an'dan ibaret olduğunu söyleyemez"
Çünkü şeriattaki hükümlerin çoğu sünnet (hadislerle) sabit olmuştur.
Kur'an'daki hükümler ise genellikle mücmel ve külli gaideler şeklindedir.
( Sünneti Anlamada Yöntem, Sünnet'in Teşrii Değeri, Prof.Dr.Yusuf El-Kardavi s. 83)
Yani bu cahiller, Kur'an'ın anlaşılır, detaylı, kolay ve yeterli bir kitap olduğu yüzlerce âyet ortaya koymasına rağmen bu iftarıyı hâlâ yapıyorlar.
Kur'an'sız ahmaklara göre,
"Bir kimse "Biz ancak Kur'an'da bulduğumuzu alırız" derse, ümmetin icmaı ile kafir olur" Dolayısıyla bu sözü söyleyen, kanı ve malı helal olan bir kafirdir, müşriktir"
(Sünnet Araştırmalarına Giriş, Sünneti Anlamada Yöntem, Sünnet'in Teşrii Değeri Prof. Dr. Yusuf El- Kardavi, s. 84)
KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN:
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(24. YAZI)
Ehli Sünnet'in en çok değer verdiği muhaddislerden olan Tirmizi, Nebi (as ) adına şöyle uydurma bir rivayeti kitab'ına almıştır.
Nebi (as) buyurmuş ki,
"Dikkatli olun! Koltuğuna yaslanmış bir adama benden bir hadis ulaştığında belki de o şöyle söyleyecektir:
"Aramızda Allah'ın kitab'ı var.
Onda helal bulduğumuzu helal! haram bulduğumuzu da haram sayarız. Oysa Nebi'nizin haram kıldığı da tıpkı Allah'ın haram kıldığı gibidir"
(Tirmizi, ilim- No: 2664)
Nebi (as) adına iftira eden bir başka rivayet şöyledir.
"Kendisine benim emrettiğim ya da yasakladığım herhangi bir emir geldiğinde sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak şöyle söylediğini görmeyeyim:
Bilmiyoruz, biz Allah'ın kitabında bulduğumuza uyarız"
(Müsned, 6, 8; Ebu Davud, sünne 6, No: 4605; Tirmizi, ilim 10, No: 2663 )
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'a karşı olan cehaletlerinden dolayı
Nebi (a.s) adına iftira edilen hadisleri Allah'ın kitabından sonra ikinci kaynak olarak kabul etmişlerdir.
Aslında onlar her ne kadar hadisler için dinde ikinci kaynak diyorlarsa da, Kur'an'ı bilmediklerinden ve onunla ilgilenmediklerinden dolayı
dinlerini tamamen uydurma rivayetler ve bu rivayetlerin çözümü ve açıklaması olan fıkıh ilmi üzerine bina etmişlerdir.
Yani Şia ve Ehli Sünnet'in kaynaklarını bilen yarı ümmi bir vatandaş bile dinlerinin Kur'an ile hiçbir ilişkisinin olmadığını açık olarak görecektir.
Ehli Sünnet'in âlimlerine göre Nebi (a.s) hadislerine başvurulması ve onun Kur'an'la birlikte şer-i hükümler için kaynak olarak alınması hususunda Ashab-ı Kiram İcma etmiştir.
"Şüphe edilemez bir gerçektir ki Ehl-i Sünnet mezheplerinde,
fıkıh konularındaki hükümlerin çocu sünnetle (hadislerle) sabit olmuştur.
(Sünneti Anlamada Yöntem, Sünnet'in Teşrii Değeri, Prof.Dr. Yusuf El- Kardavi, s. 61)
Yukarıdaki cümlede görüldüğü gibi
Ehl-i Sünnet mezheplerinde din tamamen uydurma ve yalan rivayetlerin üzerine bina edildiği itiraf edilmiştir.
Fıkıh kitaplarını incelenenler için bu acı gerçek bütün açıklığıyla görünür.
Bakın Dünya İslam âlimler birliğinin başkanı olan Prof. Dr.Yusuf El Kardavi bu konuda ne söylüyor.
"Şayet fıkıh kültürümüzdeki sünnetlerle (hadislerle) onlardan doğan, onlardan alınarak detaylandırılmış hükümleri bir an için ortadan kaldıracak olursak, elimizde fıkıh (din) denilecek bir şey kalmaz!
"Bundan dolayıdır ki, Kur'an'dan sonra ikinci delil olması itibariyle Sünnet (hadis) bahsi, gerek bütün fıkıh usulü
(din) kitaplarında ve gerekse bütün ehl-i sünnet mezhepleri nezdinde oldukça geniş ve uzun bir konudur.
Bu sahalarda çalışanların da bildiği gibi, bu kaynaklarda sünnet konusu; onun delil oluşu, sabit oluşu,
kabul şartları, delâleti, Sünnet'in (hadislerin) kısımları vb. konuları içermektedir"
(Sünneti Anlamada Yöntem, Sünnet'in Teşrii Değeri Yusuf el-Kardavi, s.61)
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(24. YAZI)
Ehli Sünnet'in en çok değer verdiği muhaddislerden olan Tirmizi, Nebi (as ) adına şöyle uydurma bir rivayeti kitab'ına almıştır.
Nebi (as) buyurmuş ki,
"Dikkatli olun! Koltuğuna yaslanmış bir adama benden bir hadis ulaştığında belki de o şöyle söyleyecektir:
"Aramızda Allah'ın kitab'ı var.
Onda helal bulduğumuzu helal! haram bulduğumuzu da haram sayarız. Oysa Nebi'nizin haram kıldığı da tıpkı Allah'ın haram kıldığı gibidir"
(Tirmizi, ilim- No: 2664)
Nebi (as) adına iftira eden bir başka rivayet şöyledir.
"Kendisine benim emrettiğim ya da yasakladığım herhangi bir emir geldiğinde sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak şöyle söylediğini görmeyeyim:
Bilmiyoruz, biz Allah'ın kitabında bulduğumuza uyarız"
(Müsned, 6, 8; Ebu Davud, sünne 6, No: 4605; Tirmizi, ilim 10, No: 2663 )
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'a karşı olan cehaletlerinden dolayı
Nebi (a.s) adına iftira edilen hadisleri Allah'ın kitabından sonra ikinci kaynak olarak kabul etmişlerdir.
Aslında onlar her ne kadar hadisler için dinde ikinci kaynak diyorlarsa da, Kur'an'ı bilmediklerinden ve onunla ilgilenmediklerinden dolayı
dinlerini tamamen uydurma rivayetler ve bu rivayetlerin çözümü ve açıklaması olan fıkıh ilmi üzerine bina etmişlerdir.
Yani Şia ve Ehli Sünnet'in kaynaklarını bilen yarı ümmi bir vatandaş bile dinlerinin Kur'an ile hiçbir ilişkisinin olmadığını açık olarak görecektir.
Ehli Sünnet'in âlimlerine göre Nebi (a.s) hadislerine başvurulması ve onun Kur'an'la birlikte şer-i hükümler için kaynak olarak alınması hususunda Ashab-ı Kiram İcma etmiştir.
"Şüphe edilemez bir gerçektir ki Ehl-i Sünnet mezheplerinde,
fıkıh konularındaki hükümlerin çocu sünnetle (hadislerle) sabit olmuştur.
(Sünneti Anlamada Yöntem, Sünnet'in Teşrii Değeri, Prof.Dr. Yusuf El- Kardavi, s. 61)
Yukarıdaki cümlede görüldüğü gibi
Ehl-i Sünnet mezheplerinde din tamamen uydurma ve yalan rivayetlerin üzerine bina edildiği itiraf edilmiştir.
Fıkıh kitaplarını incelenenler için bu acı gerçek bütün açıklığıyla görünür.
Bakın Dünya İslam âlimler birliğinin başkanı olan Prof. Dr.Yusuf El Kardavi bu konuda ne söylüyor.
"Şayet fıkıh kültürümüzdeki sünnetlerle (hadislerle) onlardan doğan, onlardan alınarak detaylandırılmış hükümleri bir an için ortadan kaldıracak olursak, elimizde fıkıh (din) denilecek bir şey kalmaz!
"Bundan dolayıdır ki, Kur'an'dan sonra ikinci delil olması itibariyle Sünnet (hadis) bahsi, gerek bütün fıkıh usulü
(din) kitaplarında ve gerekse bütün ehl-i sünnet mezhepleri nezdinde oldukça geniş ve uzun bir konudur.
Bu sahalarda çalışanların da bildiği gibi, bu kaynaklarda sünnet konusu; onun delil oluşu, sabit oluşu,
kabul şartları, delâleti, Sünnet'in (hadislerin) kısımları vb. konuları içermektedir"
(Sünneti Anlamada Yöntem, Sünnet'in Teşrii Değeri Yusuf el-Kardavi, s.61)
ORİJİNAL İLE SAHTE BİR OLUR MU?
"Şimdi (düşünün bakalım), yüz üstü sürünerek yürüyen mi varılacak yere daha iyi erişir, yoksa doğru yolda düzgün olarak yürüyen mi?
(Mülk, 22)
Usta bir ressam yapmış olduğu resmin bozulmasını veya ikinci bir elin ona karışmasını kabul etmez.
Bir saat atölyesinin el yapımı, orijinal, değerli olarak imal ettiği emek mahsulu bir saatin markasının veya parçalarının değiştirilmesine sahibi veya ustası asla razı olmaz.
Veya ünlü bir mimarın tamamen taş ve mermerden oyma el işçiliği ile inşa ettiği muhteşem sanat eserinin herhangi bir boya ile boyanmasını veya fayans gibi yapay malzemelerle kaplanmasını hiçbir zaman istemez.
Usta bir aşçının yapmış olduğu bir kazan yemeğin içine bir damla olsun yabancı bir maddenin veya bir necasetin karışmasını arzu etmez.
Veya bir devlet başkanının işine ve hükmüne başkasının karışmasını istemez.
Aynen bunun gibi yüce Allah'da indirmiş olduğu dinin temiz, hanif, saf, sade, orijinal ve organik olarak yani kendisinden indiği gibi yaşanmasını ister.
İşte bu yüzden birçok âyette isimlendirmeden boyasına, inancından ameline kadar Allah kendi dinini tamamlamış ki, başkasının eli ona karışmasın.
Din Allah'tan geldiği gibi orijinal olarak yaşansın.
"Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"
( Bakara, 42)
"O daima diri olandır, O'ndan başka ilah yoktur. O halde dinde ihlaslı ve samimi olarak sadece ona dua edin.
Her türlü hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur"
(Mümin, 65)
"De ki: Bana, dini yalnız Allah'a özel kılarak kulluk etmem emrolundu. Bana Müslümanların (muvahhidlerin) ilki olmam emrolundu"
(Zümer, 11, 12)
İşte Şia ve Ehli Sünnet'in âlimleri ve muhaddisleri dinde rivayet ve içtihatlarıyla dinde orijinal, saf, temiz bir şey bırakmamışlardır.
Yani İbrahim (as) ın hanif dinine her türlü kötülüğü yaptılar. Allah'ın kitabına iltifat etmediler.
Allah'ı yalancılıkla suçlar gibi vahiy'den yüz çevirdiler.
Hakikatinin üstünü örterek onu inkar ettiler.
Ona her türlü batılı karıştırdılar.
ismini bile kendilerine uygun görmediler.
Ona asla kulak asmadılar.
Onu dinlemediler.
Onu dile getirenleri düşman bellediler.
Halbuki Allah indirmiş olduğu vahye ihanet edilmemesi ile ilgili olarak yüzlerce âyette onları uyardı.
Bütün bu gerçeklere rağmen bu ihaneti ona yaptılar.
Şia ve Ehli Sünnet'in rivayet dini uydurma, sanal, hormonlu, kimyasal, zehirli ve ölümcül bir dindir.
Bir din değil âdeta ölümcül bir silahtır.
Dolayısıyla Allah tarafından indirilen, ilâhi zâtın iradesine bağlı tamamen rahmet ve hidayet olan bir sistem ile insan tarafından uydurulan bir sistem arasında ne kadar büyük farkın olacağını anlamak gerekir.
Kur'an baştan sona kadar yüzlerce âyette din ve hüküm olarak kendisinden başka hiçbir sözün olmadığını anlatır.
Bu ayetleri ancak kör ve sağır olanlar görmez, ve duymazlar.
"Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar"
( Furkan, 73)
"Şimdi (düşünün bakalım), yüz üstü sürünerek yürüyen mi varılacak yere daha iyi erişir, yoksa doğru yolda düzgün olarak yürüyen mi?
(Mülk, 22)
Usta bir ressam yapmış olduğu resmin bozulmasını veya ikinci bir elin ona karışmasını kabul etmez.
Bir saat atölyesinin el yapımı, orijinal, değerli olarak imal ettiği emek mahsulu bir saatin markasının veya parçalarının değiştirilmesine sahibi veya ustası asla razı olmaz.
Veya ünlü bir mimarın tamamen taş ve mermerden oyma el işçiliği ile inşa ettiği muhteşem sanat eserinin herhangi bir boya ile boyanmasını veya fayans gibi yapay malzemelerle kaplanmasını hiçbir zaman istemez.
Usta bir aşçının yapmış olduğu bir kazan yemeğin içine bir damla olsun yabancı bir maddenin veya bir necasetin karışmasını arzu etmez.
Veya bir devlet başkanının işine ve hükmüne başkasının karışmasını istemez.
Aynen bunun gibi yüce Allah'da indirmiş olduğu dinin temiz, hanif, saf, sade, orijinal ve organik olarak yani kendisinden indiği gibi yaşanmasını ister.
İşte bu yüzden birçok âyette isimlendirmeden boyasına, inancından ameline kadar Allah kendi dinini tamamlamış ki, başkasının eli ona karışmasın.
Din Allah'tan geldiği gibi orijinal olarak yaşansın.
"Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"
( Bakara, 42)
"O daima diri olandır, O'ndan başka ilah yoktur. O halde dinde ihlaslı ve samimi olarak sadece ona dua edin.
Her türlü hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur"
(Mümin, 65)
"De ki: Bana, dini yalnız Allah'a özel kılarak kulluk etmem emrolundu. Bana Müslümanların (muvahhidlerin) ilki olmam emrolundu"
(Zümer, 11, 12)
İşte Şia ve Ehli Sünnet'in âlimleri ve muhaddisleri dinde rivayet ve içtihatlarıyla dinde orijinal, saf, temiz bir şey bırakmamışlardır.
Yani İbrahim (as) ın hanif dinine her türlü kötülüğü yaptılar. Allah'ın kitabına iltifat etmediler.
Allah'ı yalancılıkla suçlar gibi vahiy'den yüz çevirdiler.
Hakikatinin üstünü örterek onu inkar ettiler.
Ona her türlü batılı karıştırdılar.
ismini bile kendilerine uygun görmediler.
Ona asla kulak asmadılar.
Onu dinlemediler.
Onu dile getirenleri düşman bellediler.
Halbuki Allah indirmiş olduğu vahye ihanet edilmemesi ile ilgili olarak yüzlerce âyette onları uyardı.
Bütün bu gerçeklere rağmen bu ihaneti ona yaptılar.
Şia ve Ehli Sünnet'in rivayet dini uydurma, sanal, hormonlu, kimyasal, zehirli ve ölümcül bir dindir.
Bir din değil âdeta ölümcül bir silahtır.
Dolayısıyla Allah tarafından indirilen, ilâhi zâtın iradesine bağlı tamamen rahmet ve hidayet olan bir sistem ile insan tarafından uydurulan bir sistem arasında ne kadar büyük farkın olacağını anlamak gerekir.
Kur'an baştan sona kadar yüzlerce âyette din ve hüküm olarak kendisinden başka hiçbir sözün olmadığını anlatır.
Bu ayetleri ancak kör ve sağır olanlar görmez, ve duymazlar.
"Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar"
( Furkan, 73)
17 Mayıs 2018 Perşembe
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(15.YAZI)
ÖRNEK 81:
ÂLİ İmran suresi" Hiçbir beşerin, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve Nübüvvet vermesinden sonra (kalkıp) insanlara:
Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir.
Bilakis (şöyle demesi gerekir) okutmakta ve öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca Rabbe halis Kullar olunuz"
ÂLİ İmran 79. âyetinde bulunan "tuallimunel kitébe) "öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca" kelimesini,
Ebu Amir "te'lemune" "bilmiş olduğunuz kitap uyarınca" olarak okumuştur.
ÖRNEK 82:
ÂLİ İmran suresi "Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takva sahiplerini çok iyi bilir"
115. âyetinde bulunan "vemé yef'alu min hayrin felen yükferuhu" kelimelerini, Ebu Amir "vemé tef'alu min hayrin felen tükferühu" "yaptığınız hiçbir hayır karşılıksız bırakmayacaktır" olarak okumuştur.
ÖRNEK 83:
ÂLİ İmran suresi "Nice Nebi'ler vardı ki, beraberinde birçok
Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar
Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik göstermediler, boyun eğmediler, Allah sabredenleri sever"
146. âyetinde bulunan "kâtele" "savaştılar" kelimesini, Ebu Amir "kutile" öldürüldüler" olarak okumuştur.
ÖRNEK 84:
Enfal suresi
"Onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve cihad için savunma gücü hazırlayın, onunla
Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınız ve onlardan başka sizin bilmediğiniz Allah'ın bildiği düşmanları korkutursunuz,,,"
60. ayetinde bulunan "turhibune" "korkutursunuz" kelimesini,
Ebu Amir "yurhibune" "korkuturlar" olarak okumuştur.
Bu okuyuşta savunma gücünün ne kadar caydırıcı olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Yani o hazırlayacağınız savunma gücü sayesinde düşmanlarınızı korkutmuş olursunuz.
ÖRNEK 85:
Tevbe Suresi
"Binasına Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır.
Yoksa yapısını yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi?
Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez" 109. âyetinde bulunan "essese" "kuran, bina eden" kelimesini,
Nâfi "üssise" "(Allah) tarafından kurulan, bina edilen" olarak okumuştur.
ÖRNEK 86:
Tevbe suresi "Haram ayları) ertelemek, sadece kefillikte İleri gitmektir. Çünkü onunla, kafir olanlar saptırılır" 37. ayetinde bulunan "yudallu" "saptırılır" kelimesini, Nâfi "yudillu" "saptırır" olarak okumuştur.
O zaman âyet şöyle olur.
(Haram ayları) ertelemek, sadece kafirlikte İleri gitmektir. Çünkü kafir olanlar onunla saptırırlar,,,"
Bu okuyuş âyetin bütününe daha uygun düşüyor.
ÖRNEK 87: Âli İmran suresi
"Allah, kendilerine kitap verilenlerden (âlimlerden) "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız,
onu gizlemiyeceksiniz" diyerek söz almıştı" 187. âyetinde bulunan "letubeyyinunnehu" "onu açıklayacaksınız" ile "velé tektümünehu" "onu gizlemiyeceksiniz"
kelimelerini, Nâfi "leyubeyyinunnehu" onu açıklayacaklarına" ile "velé yektümünehu" "onu gizlemiyeceklerine" diyerek söz almıştır" olarak okumuştur.
(15.YAZI)
ÖRNEK 81:
ÂLİ İmran suresi" Hiçbir beşerin, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve Nübüvvet vermesinden sonra (kalkıp) insanlara:
Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir.
Bilakis (şöyle demesi gerekir) okutmakta ve öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca Rabbe halis Kullar olunuz"
ÂLİ İmran 79. âyetinde bulunan "tuallimunel kitébe) "öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca" kelimesini,
Ebu Amir "te'lemune" "bilmiş olduğunuz kitap uyarınca" olarak okumuştur.
ÖRNEK 82:
ÂLİ İmran suresi "Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takva sahiplerini çok iyi bilir"
115. âyetinde bulunan "vemé yef'alu min hayrin felen yükferuhu" kelimelerini, Ebu Amir "vemé tef'alu min hayrin felen tükferühu" "yaptığınız hiçbir hayır karşılıksız bırakmayacaktır" olarak okumuştur.
ÖRNEK 83:
ÂLİ İmran suresi "Nice Nebi'ler vardı ki, beraberinde birçok
Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar
Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik göstermediler, boyun eğmediler, Allah sabredenleri sever"
146. âyetinde bulunan "kâtele" "savaştılar" kelimesini, Ebu Amir "kutile" öldürüldüler" olarak okumuştur.
ÖRNEK 84:
Enfal suresi
"Onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve cihad için savunma gücü hazırlayın, onunla
Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınız ve onlardan başka sizin bilmediğiniz Allah'ın bildiği düşmanları korkutursunuz,,,"
60. ayetinde bulunan "turhibune" "korkutursunuz" kelimesini,
Ebu Amir "yurhibune" "korkuturlar" olarak okumuştur.
Bu okuyuşta savunma gücünün ne kadar caydırıcı olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Yani o hazırlayacağınız savunma gücü sayesinde düşmanlarınızı korkutmuş olursunuz.
ÖRNEK 85:
Tevbe Suresi
"Binasına Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır.
Yoksa yapısını yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi?
Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez" 109. âyetinde bulunan "essese" "kuran, bina eden" kelimesini,
Nâfi "üssise" "(Allah) tarafından kurulan, bina edilen" olarak okumuştur.
ÖRNEK 86:
Tevbe suresi "Haram ayları) ertelemek, sadece kefillikte İleri gitmektir. Çünkü onunla, kafir olanlar saptırılır" 37. ayetinde bulunan "yudallu" "saptırılır" kelimesini, Nâfi "yudillu" "saptırır" olarak okumuştur.
O zaman âyet şöyle olur.
(Haram ayları) ertelemek, sadece kafirlikte İleri gitmektir. Çünkü kafir olanlar onunla saptırırlar,,,"
Bu okuyuş âyetin bütününe daha uygun düşüyor.
ÖRNEK 87: Âli İmran suresi
"Allah, kendilerine kitap verilenlerden (âlimlerden) "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız,
onu gizlemiyeceksiniz" diyerek söz almıştı" 187. âyetinde bulunan "letubeyyinunnehu" "onu açıklayacaksınız" ile "velé tektümünehu" "onu gizlemiyeceksiniz"
kelimelerini, Nâfi "leyubeyyinunnehu" onu açıklayacaklarına" ile "velé yektümünehu" "onu gizlemiyeceklerine" diyerek söz almıştır" olarak okumuştur.
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(17. YAZI)
ÖRNEK 96
Mürselat süresi
"O, saray gibi kocaman kıvılcım saçar. Her bir kıvılcım sanki sarı deve gibidir"
33. âyetinde bulunan "ciméletun sufr" "sarı deve" kelimesini,
Ebu Amir "cimélétun sufr" "sarı develer" yani çoğul olarak okumuştur.
ÖRNEK 97:
Nahl suresi
"Allah'ı bırakıp da taptıkları (İlahları, evliya, Şeyh, Gavs) hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır"
20. âyetinde bulunan
"yed'une" "taptıkları" kelimesini, Nâfi "ted'une" (Ey Müşrikler!) "taptıklarınız" olarak okumuştur.
ÖRNEK 98:
Nahl suresi "Sonra kıyamet gününde (Allah) onları rezil eder ve der ki:
Kendileri hakkında (Müminlere) düşman kesildiğiniz ortaklarım nerede? 27. âyetinde bulunan
"tüşekkune fihim" "kendileri hakkında (müminlere) düşman kesildiğiniz" kelimesini, Nâfi "tüşekkuni fihim" "onlar (İlahlarınız ve evliyanız) için bana düşman kesildiğiniz" olarak okumuştur.
Yani burada âyet şöyle bir anlam kazanıyor.
"Kendileri için bana düşman kesildiğiniz uydurma İlahlarınız ve rableriniz hani nerede?
ÖRNEK 99:
Nahl Süresi
(Ey Elçi! Sen, onların hidayete ermelerine çok düşkünlük göstersen de bil ki Allah, sapan kimseyi hidayete erdirmez.
Onların yardımcıları da yoktur" 37. âyetinde bulunan "lé yehdi" "hidayete erdirmez" kelimesini,
Nâfi "lé yuhde" "hidayete yol vermez, hidayet buldurmaz, hidayet'in yollarını göstermez" olarak okumuştur.
ÖRNEK 99:
Sebe Süresi
",,,,Dilesek onları yere batırırız, ya da üzerlerine gökten kütleler düşürürüz"
9. âyetinde bulunan "kisefen" "parçalar" kelimesini, Nâfi "kisfen" "bir kütle, parça" yani tekil olarak okumuştur.
ÖRNEK 100:
Enam süresi "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur,,,,,"
159. âyetinde bulunan "ferreku dinehum vekénu şiye'a"
dinlerini parça parça grupları ayrılanlar" "ferreku" kelimesini,
Kisai "féraku" "Dinlerinden uzaklaşarak, gerçek dinlerini terkederek parça parça olup gruplara ayrılanlar" olarak okumuştur.
ÖRNEK 101:
Sa'd süresi "işte, hesap günü için size vâdolunan şeyler bunlardır" 53. âyetinde bulunan "tuaduna" "size vâdolunan" kelimesini, Ebu Amir "yuadune" "onlara vâdolunan" olarak okumuştur.
ÖRNEK 102:
Sa'd süresi
"İblis, senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlasa erdirilmiş kulların bir yana, hepsini mutlaka azdıracağım, dedi " 83. âyetinde bulunan
"muhlasin" "ihlasa erdirilmiş" kelimesini, Ebu Amir "muhlisin" "ihlasa ermiş" olarak okumuştur.
Kur'an'da geçen bütün "muhlasin" "ihlasa erdirilmiş" kelimelerini Ebu Âmir "muhlisin" "ihlasa ermiş" olarak okumuştur.
Ebu Amir'in bu okuyuşu Kur'an'ın bağlam ve bütününe daha uygundur.
Çünkü bu dünya bir imtihan dünyasıdır.
Allah vahiy'siz, vahiy'den bağımsız direkt olarak hiç kimseyi ihlasa erdirmez.
Herkes kendi çaba, takva, çalışma, tefekkür, aklını kullanarak, güzel ahlak ile ihlasa erer. İmtihan sırrının gereği budur.
Yüzlerce âyet bu okuyuşun daha doğru olduğunu onaylar.
(17. YAZI)
ÖRNEK 96
Mürselat süresi
"O, saray gibi kocaman kıvılcım saçar. Her bir kıvılcım sanki sarı deve gibidir"
33. âyetinde bulunan "ciméletun sufr" "sarı deve" kelimesini,
Ebu Amir "cimélétun sufr" "sarı develer" yani çoğul olarak okumuştur.
ÖRNEK 97:
Nahl suresi
"Allah'ı bırakıp da taptıkları (İlahları, evliya, Şeyh, Gavs) hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır"
20. âyetinde bulunan
"yed'une" "taptıkları" kelimesini, Nâfi "ted'une" (Ey Müşrikler!) "taptıklarınız" olarak okumuştur.
ÖRNEK 98:
Nahl suresi "Sonra kıyamet gününde (Allah) onları rezil eder ve der ki:
Kendileri hakkında (Müminlere) düşman kesildiğiniz ortaklarım nerede? 27. âyetinde bulunan
"tüşekkune fihim" "kendileri hakkında (müminlere) düşman kesildiğiniz" kelimesini, Nâfi "tüşekkuni fihim" "onlar (İlahlarınız ve evliyanız) için bana düşman kesildiğiniz" olarak okumuştur.
Yani burada âyet şöyle bir anlam kazanıyor.
"Kendileri için bana düşman kesildiğiniz uydurma İlahlarınız ve rableriniz hani nerede?
ÖRNEK 99:
Nahl Süresi
(Ey Elçi! Sen, onların hidayete ermelerine çok düşkünlük göstersen de bil ki Allah, sapan kimseyi hidayete erdirmez.
Onların yardımcıları da yoktur" 37. âyetinde bulunan "lé yehdi" "hidayete erdirmez" kelimesini,
Nâfi "lé yuhde" "hidayete yol vermez, hidayet buldurmaz, hidayet'in yollarını göstermez" olarak okumuştur.
ÖRNEK 99:
Sebe Süresi
",,,,Dilesek onları yere batırırız, ya da üzerlerine gökten kütleler düşürürüz"
9. âyetinde bulunan "kisefen" "parçalar" kelimesini, Nâfi "kisfen" "bir kütle, parça" yani tekil olarak okumuştur.
ÖRNEK 100:
Enam süresi "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur,,,,,"
159. âyetinde bulunan "ferreku dinehum vekénu şiye'a"
dinlerini parça parça grupları ayrılanlar" "ferreku" kelimesini,
Kisai "féraku" "Dinlerinden uzaklaşarak, gerçek dinlerini terkederek parça parça olup gruplara ayrılanlar" olarak okumuştur.
ÖRNEK 101:
Sa'd süresi "işte, hesap günü için size vâdolunan şeyler bunlardır" 53. âyetinde bulunan "tuaduna" "size vâdolunan" kelimesini, Ebu Amir "yuadune" "onlara vâdolunan" olarak okumuştur.
ÖRNEK 102:
Sa'd süresi
"İblis, senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlasa erdirilmiş kulların bir yana, hepsini mutlaka azdıracağım, dedi " 83. âyetinde bulunan
"muhlasin" "ihlasa erdirilmiş" kelimesini, Ebu Amir "muhlisin" "ihlasa ermiş" olarak okumuştur.
Kur'an'da geçen bütün "muhlasin" "ihlasa erdirilmiş" kelimelerini Ebu Âmir "muhlisin" "ihlasa ermiş" olarak okumuştur.
Ebu Amir'in bu okuyuşu Kur'an'ın bağlam ve bütününe daha uygundur.
Çünkü bu dünya bir imtihan dünyasıdır.
Allah vahiy'siz, vahiy'den bağımsız direkt olarak hiç kimseyi ihlasa erdirmez.
Herkes kendi çaba, takva, çalışma, tefekkür, aklını kullanarak, güzel ahlak ile ihlasa erer. İmtihan sırrının gereği budur.
Yüzlerce âyet bu okuyuşun daha doğru olduğunu onaylar.
ASIL SUÇ KİMDE?
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Ey iman edenler!
Siz kendinize dikkat edin. Siz hidayette olduktan sonra sapkınlık içinde olan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı haber verecektir"
( Maide, 105)
Yahudilerin ataları olan İsrailoğulları Allah'ın kitabına göre Nebi ve Resul'lerini öldüren, kâfir, gaddar ve zalim kimselerdi.
İsrailoğulları Allah'ın elçilerine en büyük ızdırap ve işkenceyi çektirmişlerdi.
"Bir zaman Musa kavmine:
Ey kavmim!
Benim, Allah'ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz? demişti.
Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı. Allah fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez"
(Saf, 5)
"Hatırla ki, Meryem oğlu İsa :
Ey İsrailoğulları!
Ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmet adında bir Resulü de müjdeleyici olarak geldim, demişti.
Fakat o, kendilerine açık deliller getirince: Bu apaçık bir sihirdir, dediler" "İslam'a(Tevhid'e)çağrıldığı halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir. Allah Zalimler topluluğunu doğru yola iletmez"
(Saf, 6,7)
"Ey iman edenler! Sizde Musa'ya eziyet eden(İsrailoğulları) gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah'ın yanında şerefli bir konuma sahipti"
(Ahzab, 69)
Şu andaki Yahudilerin ataları olan İsrailoğulları Allah'a bile hakaret etmekten çekinmeyen bir ahlaka sahip idiler.
"Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların bu dediklerini, haksız yere Nebileri öldürülmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı!"
(Âli İmran, 181)
"Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılıklıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez"
(Âli İmran, 182)
"Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır(Allah cimridir) dediler. Dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lanet olasılar! Bilakis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir.
Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü artırır. Aralarına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin soktuk.
Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa( fitne uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde sadece bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez"
( Maide, 64)
Allah'ın indirmiş olduğu vahye ihanet eden bir millet olduklarını onlarca âyette Kur'an haber vermektedir.
Peki, ataları Allah'a bile hakaret etmekten çekinmeyen, O'nun Tevhid dinini bozan, kendilerine indirilen vahye ihanet eden, Nebi ve Resullerini öldürenlerin çocuklarının size merhamet etmesini nasıl beklersiniz?
O halde asıl suç kimdedir?
Aslında asıl suç, israiloğullarının çocukları olan günümüz kafir ve zalim Yahudilerin değil, asıl suç Şia ve Ehli Sünnet ilim adamlarının ihanetlerinde gizlidir.
Allah Kur'an'da onlarca ayette "vahiyden ayrılmamayı ve sadece ona sığınmayı
"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sığının, (ondan ayrılarak ) parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.
Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve onun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.
Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarındayken oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
( Ali İmran, 103)
"Allah ve Resulü'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir"
(Enfal, 46)
buyurduğu halde,
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri dinlerini paramparça ederek fırka ve mezheplere ayrılmış son vahyin ümmetini birbirine düşman yaparak Allah Resulü ile bütün bağları koparmışlardır.
Aslında ihanet Allah rasûlü'nün vefatından itibaren başlamış, Emevi ve Abbasilerle birlikte zirveye çıkmıştır.
İster inanın ister inanmayın,
Allah Resulü'nün vefatından günümüze kadar dökülen Müslüman kanının %95'inin müsebbibi Şia ve Ehli Sünnetin kendi aralarında olan fitne ve savaşlardan kaynaklanmıştır.
Sadece %5 müslüman kanı gayri müslimler tarafından akıtılmıştır.
Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri ve devletleri birbirlerinden nefret ettiklerinin yüzde biri kadar Yahudi ve Hristiyanlardan nefret etmezler.
Mesela Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Küvet, Mısır,
Katar ve Ürdün gibi alçaklar çok rahat bir şekilde İslam düşmanı ABD ve İsrail ile bir araya gelebilirken,
İran ile bir araya gelmek akıllarına bile gelmez, hayal bile etmezler.
Şimdi Yahudi ve Hristiyanların vahdet ve dirliğine, Müslümanların perişanlığına ve dağılmışlığına bakın.
Bakın da, Şia ve Ehli Sünnet'in Kur'an gibi bir kitaba ihanet etmelerinin sonuçlarını görün.
SUÇ KİMDEDİR?
Bu sorunu cevabını Hac 31. âyet muhteşem bir şekilde vermektedir.
Evet Hac süresi 31. âyet olayı bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir.
Şia ve Ehli Sünnet ilim adamlarının ümmeti nasıl şirk ve hurafe karanlınlığına mahkum ettiklerini ve akbabalara yem yaptıklarını açık seçik göstermektedir.
Suç israiloğullarının torunları olan Yahudilerde değil, asıl suç Kur'an düşmanı Şii ve Sünni yönetici ve ilim adamlarındadır.
"Şüphesiz ki Allah insanlara hiç bir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler"
(Yunus, 44)
Çok ilginç, israiloğullarının çocukları Nebilerin vahiy yolundan saptıkları için insanlığa zulmediyorlar, biz de vahiy'den saptığımız için her türlü zulüm ve karanlığa Allah bizi mahkum etmiştir.
SUÇ BİZDEDİR
Suçu başka yerde arayıp kendimizi kandırmayalım.
Kitabımıza ve özümüze dönelim.
Sizce kutsal Mekke'nin Suud ailesinde olması mı daha ağır bir kahır ve ızdırap verici bir işkencedir.
Yoksa Amerika ve İsrail'in elinde olması mı?
Yoksa ağır bir soru mu oldu?
İnsan hayatından daha değerli hiçbir şey yoktur.
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Ey iman edenler!
Siz kendinize dikkat edin. Siz hidayette olduktan sonra sapkınlık içinde olan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı haber verecektir"
( Maide, 105)
Yahudilerin ataları olan İsrailoğulları Allah'ın kitabına göre Nebi ve Resul'lerini öldüren, kâfir, gaddar ve zalim kimselerdi.
İsrailoğulları Allah'ın elçilerine en büyük ızdırap ve işkenceyi çektirmişlerdi.
"Bir zaman Musa kavmine:
Ey kavmim!
Benim, Allah'ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz? demişti.
Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı. Allah fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez"
(Saf, 5)
"Hatırla ki, Meryem oğlu İsa :
Ey İsrailoğulları!
Ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmet adında bir Resulü de müjdeleyici olarak geldim, demişti.
Fakat o, kendilerine açık deliller getirince: Bu apaçık bir sihirdir, dediler" "İslam'a(Tevhid'e)çağrıldığı halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir. Allah Zalimler topluluğunu doğru yola iletmez"
(Saf, 6,7)
"Ey iman edenler! Sizde Musa'ya eziyet eden(İsrailoğulları) gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah'ın yanında şerefli bir konuma sahipti"
(Ahzab, 69)
Şu andaki Yahudilerin ataları olan İsrailoğulları Allah'a bile hakaret etmekten çekinmeyen bir ahlaka sahip idiler.
"Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların bu dediklerini, haksız yere Nebileri öldürülmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı!"
(Âli İmran, 181)
"Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılıklıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez"
(Âli İmran, 182)
"Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır(Allah cimridir) dediler. Dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lanet olasılar! Bilakis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir.
Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü artırır. Aralarına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin soktuk.
Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa( fitne uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde sadece bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez"
( Maide, 64)
Allah'ın indirmiş olduğu vahye ihanet eden bir millet olduklarını onlarca âyette Kur'an haber vermektedir.
Peki, ataları Allah'a bile hakaret etmekten çekinmeyen, O'nun Tevhid dinini bozan, kendilerine indirilen vahye ihanet eden, Nebi ve Resullerini öldürenlerin çocuklarının size merhamet etmesini nasıl beklersiniz?
O halde asıl suç kimdedir?
Aslında asıl suç, israiloğullarının çocukları olan günümüz kafir ve zalim Yahudilerin değil, asıl suç Şia ve Ehli Sünnet ilim adamlarının ihanetlerinde gizlidir.
Allah Kur'an'da onlarca ayette "vahiyden ayrılmamayı ve sadece ona sığınmayı
"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sığının, (ondan ayrılarak ) parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.
Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve onun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.
Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarındayken oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
( Ali İmran, 103)
"Allah ve Resulü'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir"
(Enfal, 46)
buyurduğu halde,
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri dinlerini paramparça ederek fırka ve mezheplere ayrılmış son vahyin ümmetini birbirine düşman yaparak Allah Resulü ile bütün bağları koparmışlardır.
Aslında ihanet Allah rasûlü'nün vefatından itibaren başlamış, Emevi ve Abbasilerle birlikte zirveye çıkmıştır.
İster inanın ister inanmayın,
Allah Resulü'nün vefatından günümüze kadar dökülen Müslüman kanının %95'inin müsebbibi Şia ve Ehli Sünnetin kendi aralarında olan fitne ve savaşlardan kaynaklanmıştır.
Sadece %5 müslüman kanı gayri müslimler tarafından akıtılmıştır.
Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri ve devletleri birbirlerinden nefret ettiklerinin yüzde biri kadar Yahudi ve Hristiyanlardan nefret etmezler.
Mesela Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Küvet, Mısır,
Katar ve Ürdün gibi alçaklar çok rahat bir şekilde İslam düşmanı ABD ve İsrail ile bir araya gelebilirken,
İran ile bir araya gelmek akıllarına bile gelmez, hayal bile etmezler.
Şimdi Yahudi ve Hristiyanların vahdet ve dirliğine, Müslümanların perişanlığına ve dağılmışlığına bakın.
Bakın da, Şia ve Ehli Sünnet'in Kur'an gibi bir kitaba ihanet etmelerinin sonuçlarını görün.
SUÇ KİMDEDİR?
Bu sorunu cevabını Hac 31. âyet muhteşem bir şekilde vermektedir.
Evet Hac süresi 31. âyet olayı bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir.
Şia ve Ehli Sünnet ilim adamlarının ümmeti nasıl şirk ve hurafe karanlınlığına mahkum ettiklerini ve akbabalara yem yaptıklarını açık seçik göstermektedir.
Suç israiloğullarının torunları olan Yahudilerde değil, asıl suç Kur'an düşmanı Şii ve Sünni yönetici ve ilim adamlarındadır.
"Şüphesiz ki Allah insanlara hiç bir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler"
(Yunus, 44)
Çok ilginç, israiloğullarının çocukları Nebilerin vahiy yolundan saptıkları için insanlığa zulmediyorlar, biz de vahiy'den saptığımız için her türlü zulüm ve karanlığa Allah bizi mahkum etmiştir.
SUÇ BİZDEDİR
Suçu başka yerde arayıp kendimizi kandırmayalım.
Kitabımıza ve özümüze dönelim.
Sizce kutsal Mekke'nin Suud ailesinde olması mı daha ağır bir kahır ve ızdırap verici bir işkencedir.
Yoksa Amerika ve İsrail'in elinde olması mı?
Yoksa ağır bir soru mu oldu?
İnsan hayatından daha değerli hiçbir şey yoktur.
HER PARTİ FETÖ İLE MÜCADELE EDECEĞİNİ AÇIKLAMAK ZORUNDADIR.
Dünyada Fetö gibi tehlikeli ve karanlık bir örgüt gelmemiştir ve Allah en doğrusunu bilir ki, dine ve millete karşı böyle hain bir terör örgütü gelmeyecektir.
Kur'an'ın ortaya koymuş olduğu bütün itikadi ve ahlaki ilkelere aykırı hareket eden bir örgüt ile karşı karşıyayız.
Kur'an'da ortaya konulan elçilerin hayatına ve davet metodlarına tamamen aykırı hareket eden bu insanlık düşmanı,
yobaz, alçak, müşrik ve hurafeci örgütle mücadele etmek Allah'a ve Resul'üne iman eden her özgürlük aşığının boynunda bir görevdir.
Son derece tehlikeli olan bu örgütün başarıya ulaşmaması için Kur'an'a iman eden herkesin mücadele etmesi gerekir.
Dolayısıyla Fetö ile mücadele edeceğini açık olarak söyleyemeyen partilere destek olmaktan kaçınmak gerekir.
Siyasi partilerin liderleri kendi çıkar ve kariyerlerini din ve millet menfaatinin üstünde tutabilir ve fetö'nün ne kadar tehlikeli ve karanlık bir örgüt olduğunun farkında olmayabilirler.
Ben şunu iddia ediyorum, hiçbir siyasi parti, teşkilat ve siyasi kişilik fetö'nün milyonda biri kadar tehlikeli ve zararlı olamaz.
İşte bundan dolayı fetö'yü siyasi bir partiye ve siyasi bir kişiliğe tercih edenler son derece cahil, akmak, ve hain kimselerdir.
Bunlar o kadar aptallar ki, eğer Fetö 15 Temmuz askeri darbe girişiminde başarılı olsaydı,
ülkenin binlerce yıl bu örgütün elinden kurtulması ve özgürlüğüne kavuşması mümkün değildi.
Tüm kötülükleri bünyesinde barındırdığı ve mehdiyetçi bir yapıya sahip olduğu için hiçbir terör örgütü fetö kadar gözü kapalı katil olamaz.
Geçmişte ne olmuşsa olmuş, Allah rahmet eylesin Erbakan Hoca haricinde bütün hükümetlerin iyi niyete binaen bu örgüte yardımları olmuştur.
Önemli olan bundan sonraki zamanlarda bu insanlık düşmanı alçaklarla ölesiye mücadele etmektir.
Feto'nun PKK, el-Kaide, Boko Haram ve Daiş'ten hiçbir farkı yoktur.
Hatta fetö Allah, Resul, din ve iman ile aldattığı için bütün terör örgütlerinin hepsinden daha kalleş ve daha sinsi bir düşmandır.
Çünkü dünyada uydurma dinden daha vahşi daha tehlikeli, katliamcı, ve ölümcül bir silah icat edilmemiştir.
Uydurma din silahı medeniyetleri etkiler, insanların ruhlarını esir alır,
genç ve dinamik nesillerı yıkıma uğratarak toplumda bir çürümeye ve yozlaşmaya sebep olur.
Asırlarca kan dökmeye devam eder, acı ve ızdıraplara yol açar.
İşte bu son derece tehlikeli uydurma din silahını şimdiye kadar fetö gibi hiç kimse programlı ve kapsamlı bir şekilde kullanmamıştır.
Fetö ile mücadele edeceğini açıkça söyleyemeyen siyasi liderler ister istemez fetö'nün şantaj ve baskısı altında kalmış olabilirler.
Arkadaşlar! Fetö, Allah ve din düşmanı olan bir örgüttür.
Fetö'ye karşı savaşanlar bir siyasi partinin veya bir siyasetçi kişiliğin yandaşı olmakla suçlanamazlar.
Feto ile mücadele etmek Allah ve Resul, din ve millet, özgürlük ve adalet için bir ölüm kalım meselesidir.
Fetö'yü diline almaktan kaçınan veya 15 Temmuz askeri darbe girişimine "planlı" diyen siyasi liderler gerçekten beni hayretler içinde bırakıyorlar.
Bazı siyasi parti liderleri ve Cumhurbaşkanı adayları neden fetö'nün yaptığı hiçbir kötülüğü görmüyorlar?
Bu körlük, bu ahlak, bu korkaklık ve bu sessizliğin nedenini gerçekten ben çok merak ediyorum.
Dünyada Fetö gibi tehlikeli ve karanlık bir örgüt gelmemiştir ve Allah en doğrusunu bilir ki, dine ve millete karşı böyle hain bir terör örgütü gelmeyecektir.
Kur'an'ın ortaya koymuş olduğu bütün itikadi ve ahlaki ilkelere aykırı hareket eden bir örgüt ile karşı karşıyayız.
Kur'an'da ortaya konulan elçilerin hayatına ve davet metodlarına tamamen aykırı hareket eden bu insanlık düşmanı,
yobaz, alçak, müşrik ve hurafeci örgütle mücadele etmek Allah'a ve Resul'üne iman eden her özgürlük aşığının boynunda bir görevdir.
Son derece tehlikeli olan bu örgütün başarıya ulaşmaması için Kur'an'a iman eden herkesin mücadele etmesi gerekir.
Dolayısıyla Fetö ile mücadele edeceğini açık olarak söyleyemeyen partilere destek olmaktan kaçınmak gerekir.
Siyasi partilerin liderleri kendi çıkar ve kariyerlerini din ve millet menfaatinin üstünde tutabilir ve fetö'nün ne kadar tehlikeli ve karanlık bir örgüt olduğunun farkında olmayabilirler.
Ben şunu iddia ediyorum, hiçbir siyasi parti, teşkilat ve siyasi kişilik fetö'nün milyonda biri kadar tehlikeli ve zararlı olamaz.
İşte bundan dolayı fetö'yü siyasi bir partiye ve siyasi bir kişiliğe tercih edenler son derece cahil, akmak, ve hain kimselerdir.
Bunlar o kadar aptallar ki, eğer Fetö 15 Temmuz askeri darbe girişiminde başarılı olsaydı,
ülkenin binlerce yıl bu örgütün elinden kurtulması ve özgürlüğüne kavuşması mümkün değildi.
Tüm kötülükleri bünyesinde barındırdığı ve mehdiyetçi bir yapıya sahip olduğu için hiçbir terör örgütü fetö kadar gözü kapalı katil olamaz.
Geçmişte ne olmuşsa olmuş, Allah rahmet eylesin Erbakan Hoca haricinde bütün hükümetlerin iyi niyete binaen bu örgüte yardımları olmuştur.
Önemli olan bundan sonraki zamanlarda bu insanlık düşmanı alçaklarla ölesiye mücadele etmektir.
Feto'nun PKK, el-Kaide, Boko Haram ve Daiş'ten hiçbir farkı yoktur.
Hatta fetö Allah, Resul, din ve iman ile aldattığı için bütün terör örgütlerinin hepsinden daha kalleş ve daha sinsi bir düşmandır.
Çünkü dünyada uydurma dinden daha vahşi daha tehlikeli, katliamcı, ve ölümcül bir silah icat edilmemiştir.
Uydurma din silahı medeniyetleri etkiler, insanların ruhlarını esir alır,
genç ve dinamik nesillerı yıkıma uğratarak toplumda bir çürümeye ve yozlaşmaya sebep olur.
Asırlarca kan dökmeye devam eder, acı ve ızdıraplara yol açar.
İşte bu son derece tehlikeli uydurma din silahını şimdiye kadar fetö gibi hiç kimse programlı ve kapsamlı bir şekilde kullanmamıştır.
Fetö ile mücadele edeceğini açıkça söyleyemeyen siyasi liderler ister istemez fetö'nün şantaj ve baskısı altında kalmış olabilirler.
Arkadaşlar! Fetö, Allah ve din düşmanı olan bir örgüttür.
Fetö'ye karşı savaşanlar bir siyasi partinin veya bir siyasetçi kişiliğin yandaşı olmakla suçlanamazlar.
Feto ile mücadele etmek Allah ve Resul, din ve millet, özgürlük ve adalet için bir ölüm kalım meselesidir.
Fetö'yü diline almaktan kaçınan veya 15 Temmuz askeri darbe girişimine "planlı" diyen siyasi liderler gerçekten beni hayretler içinde bırakıyorlar.
Bazı siyasi parti liderleri ve Cumhurbaşkanı adayları neden fetö'nün yaptığı hiçbir kötülüğü görmüyorlar?
Bu körlük, bu ahlak, bu korkaklık ve bu sessizliğin nedenini gerçekten ben çok merak ediyorum.
KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN:
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(23. YAZI)
Şia ve Ehli Sünnet ilim adamlarına göre Nebi (as) ın hadislerinde asla bir batıl içermez.
Onlara göre
"ister kavli (söz) ister fiili (eylem) isterse takriri ( onay vermesi, yapılan bir şeye ses çıkarmaması)
olsun hiç bir şey fark etmez.
Yüce Allah Nebi (as) ı bütün olumsuzluklardan korumuştur.
(Sünnet Araştırmalarına Giriş, Sünneti Anlamada Yöntem, Prof. Dr .Yusuf El kardavi, s. 51)
Özellikle Ehli Sünnet'in akılsız ve Kur'an cahili
muhaddisleri şöyle bir rivayet naklederler. Abdullah b. Amr b. As.(ra) Nebi (as) dan işittiği her şeyi yazıyordu.
Ashab ona Nebi (as) da bir beşer olarak kızgınlık ve hoşnutluk hallerinde konuşan bir insan iken,
O'ndan işittiğin her şeyi yazıyorsun öyle mi? diyerek bunu yasakladılar.
Bunun üzerine Abdullah Nebi (aleyhisselam) a sordu.
O da, ağzına işaret ederek şöyle buyurdu:
"Yaz! Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz"
( Müsned, 2, 162-- Ebu Davud, ilim 3'te sahih bir isnatla rivayet edilmiştir.
(Sünneti Anlamada Yöntem, Prof. Dr. Yusuf El kardavi s 51)
Halbuki bir çok âyette Nebi (as) yapmış olduğu hatalardan dolayı Allah tarafından uyarılmıştır.
Ancak Resul (as) kendisine indirilen vahyi tebliğ etmekle memur olduğundan dolayı vahye ihanet etmez, vahyi insanlara ulaştırmada hata yapmaz.
Fakat Nübüvvet özel bir hayat olduğu için Nebi olan kişi hata eder.
MESELA,
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, Müşrikler için af dilemek ne Nebi'ye yaraşır ne de iman edenlere"
( Tevbe, 113)
"Ey Nebi! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir"
( Tahrim, 1)
"Ey Nebi! Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır"
( Ahzab, 1)
Yine Ehli Sünnet'in Kur'an'sız muhaddisleri ve âlimleri Nebi (as) ın şöyle dediğini naklederler. "Dikkat ediniz, bana kitap (Kur'an) ve onunla birlikte bir misli daha verildi"
( Ebu Davud, Sünen, 6-- Beyhaki, Sünen, 9, 332) İşte ehli sünnet âlimleri bu ahmakça uydurmalara iman ettikleri için Kur'an'ı "vahyi metlüv" (namazda okunan vahiy) hadisleri de "vahyi gayri metluv" (namazda okunmayan vahiy) olarak isimlendirmişlerdir.
Şia'ya göre dünyada ve ahirette kurtuluşa ermenin tek yolu "Ehli beyt Medresesi" ehli sünnet'e göre ise "ashabın medresesinden" geçiyor.
Her iki fırka bu iddiaları ile alakalı yüzlerce hadis uydurmuşlardır.
Bu Kur'an'sız cahiller Kur'an ehli muvahhidleri sindirip susturmak için
Nebi (as) adına iftira ederek şöyle alçak bir rivayet daha uydurdular.
"Dikkat edin!
Bana kitab (Kur'an) ve onunla birlikte bir benzeri daha verildi.
Dikkat edin!
Bana Kur'an ve bir benzeri verildi.
Dikkatli olun! Karnı tok bir adamın koltuğuna yaslanarak şöyle söylemesi yakındır:
"Siz Kur'an'a sarılın. Onda helal bulduğunuzu helal, haram bulduğunuzu da haram kılın"
(Müsned, 4, 130-131, Ebu Davud Sünne, 6, hadis no 4604)
Demek ki, her zaman olduğu gibi bu Kur'an cahili ahmakların uydurmalarına karşı gelen Kur'an ehli muvahhidler varmış.
Bu müşrik hurafecilerde onları karalamak ve susturmak için Nebi
(as) ın adını kullanarak onun karizmatik kişiliğinden yararlanarak böyle basit ve ahmakça rivayetler uydurdular.
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(23. YAZI)
Şia ve Ehli Sünnet ilim adamlarına göre Nebi (as) ın hadislerinde asla bir batıl içermez.
Onlara göre
"ister kavli (söz) ister fiili (eylem) isterse takriri ( onay vermesi, yapılan bir şeye ses çıkarmaması)
olsun hiç bir şey fark etmez.
Yüce Allah Nebi (as) ı bütün olumsuzluklardan korumuştur.
(Sünnet Araştırmalarına Giriş, Sünneti Anlamada Yöntem, Prof. Dr .Yusuf El kardavi, s. 51)
Özellikle Ehli Sünnet'in akılsız ve Kur'an cahili
muhaddisleri şöyle bir rivayet naklederler. Abdullah b. Amr b. As.(ra) Nebi (as) dan işittiği her şeyi yazıyordu.
Ashab ona Nebi (as) da bir beşer olarak kızgınlık ve hoşnutluk hallerinde konuşan bir insan iken,
O'ndan işittiğin her şeyi yazıyorsun öyle mi? diyerek bunu yasakladılar.
Bunun üzerine Abdullah Nebi (aleyhisselam) a sordu.
O da, ağzına işaret ederek şöyle buyurdu:
"Yaz! Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz"
( Müsned, 2, 162-- Ebu Davud, ilim 3'te sahih bir isnatla rivayet edilmiştir.
(Sünneti Anlamada Yöntem, Prof. Dr. Yusuf El kardavi s 51)
Halbuki bir çok âyette Nebi (as) yapmış olduğu hatalardan dolayı Allah tarafından uyarılmıştır.
Ancak Resul (as) kendisine indirilen vahyi tebliğ etmekle memur olduğundan dolayı vahye ihanet etmez, vahyi insanlara ulaştırmada hata yapmaz.
Fakat Nübüvvet özel bir hayat olduğu için Nebi olan kişi hata eder.
MESELA,
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, Müşrikler için af dilemek ne Nebi'ye yaraşır ne de iman edenlere"
( Tevbe, 113)
"Ey Nebi! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir"
( Tahrim, 1)
"Ey Nebi! Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır"
( Ahzab, 1)
Yine Ehli Sünnet'in Kur'an'sız muhaddisleri ve âlimleri Nebi (as) ın şöyle dediğini naklederler. "Dikkat ediniz, bana kitap (Kur'an) ve onunla birlikte bir misli daha verildi"
( Ebu Davud, Sünen, 6-- Beyhaki, Sünen, 9, 332) İşte ehli sünnet âlimleri bu ahmakça uydurmalara iman ettikleri için Kur'an'ı "vahyi metlüv" (namazda okunan vahiy) hadisleri de "vahyi gayri metluv" (namazda okunmayan vahiy) olarak isimlendirmişlerdir.
Şia'ya göre dünyada ve ahirette kurtuluşa ermenin tek yolu "Ehli beyt Medresesi" ehli sünnet'e göre ise "ashabın medresesinden" geçiyor.
Her iki fırka bu iddiaları ile alakalı yüzlerce hadis uydurmuşlardır.
Bu Kur'an'sız cahiller Kur'an ehli muvahhidleri sindirip susturmak için
Nebi (as) adına iftira ederek şöyle alçak bir rivayet daha uydurdular.
"Dikkat edin!
Bana kitab (Kur'an) ve onunla birlikte bir benzeri daha verildi.
Dikkat edin!
Bana Kur'an ve bir benzeri verildi.
Dikkatli olun! Karnı tok bir adamın koltuğuna yaslanarak şöyle söylemesi yakındır:
"Siz Kur'an'a sarılın. Onda helal bulduğunuzu helal, haram bulduğunuzu da haram kılın"
(Müsned, 4, 130-131, Ebu Davud Sünne, 6, hadis no 4604)
Demek ki, her zaman olduğu gibi bu Kur'an cahili ahmakların uydurmalarına karşı gelen Kur'an ehli muvahhidler varmış.
Bu müşrik hurafecilerde onları karalamak ve susturmak için Nebi
(as) ın adını kullanarak onun karizmatik kişiliğinden yararlanarak böyle basit ve ahmakça rivayetler uydurdular.
15 Mayıs 2018 Salı
KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN:
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(22. YAZI)
TAKLİT : Hayvanların boynuna takılan, yullardan alınmış bir kelimedir.
"Taklit" "gerdanlık" anlamına gelmektedir.
Yani yularını başkasının eline verip güdülen bir varlık gibi,
aklı kullanmadan, tefekkür etmeden ve hiçbir sorgulama yapmadan
onun peşinden giden, hatta onun binlerce sene evvel yaptığının aynısını yapan bir kişiye "mukallit" yani "taklitçi" denir.
Bu ahlak ve inanca göre başkasına ait itikad, fikir, söz ve hareketlerin doğruluğunun delilini, gerekçesini, hak ve batıl olup olmadığını araştırmadan aynı şekilde kabul etme anlamına gelmektedir.
Kur'an'ı Mübin birçok âyetinde atalarını körü körüne taklit edenleri şiddetli bir şekilde kınamakta ve hidayet'in ataların uydurma dinini taklit etmede değil,
Allah tarafından "inzal" indirilmiş vahiy dininde olduğunu açık olarak ortaya koymaktadır.
",,,,,de ki: Ben Allah'ın indirdiği kitaba iman ederim,,,,,"(Şura, 15)
"Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler,,,,"
(Bakara, 4)
"De ki: Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve tüm Nebi'lere Rableri tarafından verilenlere iman ettik.
Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz"
(Bakara, 84)
Evet hidayet kesin olarak Allah tarafından indirilen vahiy dininde aranması gerekir.
İŞTE SİZE MUHTEŞEM BİR ÂYET
"(Ey Resul!) De ki: Eğer haktan saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. EĞER HİDAYETİ BULURSAM, BU DA RABBİMİN BANA VAHYETTİĞİ KUR'AN SAYESİNDEDİR"
(Sebe, 50)
Allah'ın indirdiği vahyin haricinde hidayet arayanlar sapıklığın bataklığında kalmaya mahkumdur.
İŞTE AYETLER
"Onlara (müşriklere):
"Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola (dine) uyarız derler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?"
(Bakara, 170)
(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple akıllarını kullanmazlar"
(Bakara, 171)
"Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Resul'e gelin" denildiği vakit, babalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler.
Ya ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?"
( Maide, 104)
"Onlara "Allah'ın indirdiğine uyun" denildiğinde: Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler. Ya şeytan, onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse?"
( Lokman, 21)
"Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı tutunuyorlar?
Hayır! Sadece, biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk,
biz de onların izinde gidiyoruz" derler.
Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi.
(Elçileri) Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( yine mi bana uymazsınız)? deyince, dediler ki:
Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi(Tevhid'i) inkar ediyoruz.
Biz de onlardan İntikam aldık. Bak, yalanlayanların sonu nasıl oldu"
(Zuhruf, 21, 22, 23, 24, 25)
Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri atalarının uydurma dinini taklit etmektedir.
Yoksa bu âyetler gibi yüzlerce âyet boşuna indirilmemiştir.
Bu âyetlerin güncellenmesi kesinlikle Şia ve Ehli Sünnet'in uydurma atalar dinidir.
Ancak buradaki "Atalardan" maksadın "din ataları" ve "din önderleri" olduğu unutulmamalıdır.
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(22. YAZI)
TAKLİT : Hayvanların boynuna takılan, yullardan alınmış bir kelimedir.
"Taklit" "gerdanlık" anlamına gelmektedir.
Yani yularını başkasının eline verip güdülen bir varlık gibi,
aklı kullanmadan, tefekkür etmeden ve hiçbir sorgulama yapmadan
onun peşinden giden, hatta onun binlerce sene evvel yaptığının aynısını yapan bir kişiye "mukallit" yani "taklitçi" denir.
Bu ahlak ve inanca göre başkasına ait itikad, fikir, söz ve hareketlerin doğruluğunun delilini, gerekçesini, hak ve batıl olup olmadığını araştırmadan aynı şekilde kabul etme anlamına gelmektedir.
Kur'an'ı Mübin birçok âyetinde atalarını körü körüne taklit edenleri şiddetli bir şekilde kınamakta ve hidayet'in ataların uydurma dinini taklit etmede değil,
Allah tarafından "inzal" indirilmiş vahiy dininde olduğunu açık olarak ortaya koymaktadır.
",,,,,de ki: Ben Allah'ın indirdiği kitaba iman ederim,,,,,"(Şura, 15)
"Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler,,,,"
(Bakara, 4)
"De ki: Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve tüm Nebi'lere Rableri tarafından verilenlere iman ettik.
Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz"
(Bakara, 84)
Evet hidayet kesin olarak Allah tarafından indirilen vahiy dininde aranması gerekir.
İŞTE SİZE MUHTEŞEM BİR ÂYET
"(Ey Resul!) De ki: Eğer haktan saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. EĞER HİDAYETİ BULURSAM, BU DA RABBİMİN BANA VAHYETTİĞİ KUR'AN SAYESİNDEDİR"
(Sebe, 50)
Allah'ın indirdiği vahyin haricinde hidayet arayanlar sapıklığın bataklığında kalmaya mahkumdur.
İŞTE AYETLER
"Onlara (müşriklere):
"Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola (dine) uyarız derler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?"
(Bakara, 170)
(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple akıllarını kullanmazlar"
(Bakara, 171)
"Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Resul'e gelin" denildiği vakit, babalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler.
Ya ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?"
( Maide, 104)
"Onlara "Allah'ın indirdiğine uyun" denildiğinde: Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler. Ya şeytan, onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse?"
( Lokman, 21)
"Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı tutunuyorlar?
Hayır! Sadece, biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk,
biz de onların izinde gidiyoruz" derler.
Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi.
(Elçileri) Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( yine mi bana uymazsınız)? deyince, dediler ki:
Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi(Tevhid'i) inkar ediyoruz.
Biz de onlardan İntikam aldık. Bak, yalanlayanların sonu nasıl oldu"
(Zuhruf, 21, 22, 23, 24, 25)
Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri atalarının uydurma dinini taklit etmektedir.
Yoksa bu âyetler gibi yüzlerce âyet boşuna indirilmemiştir.
Bu âyetlerin güncellenmesi kesinlikle Şia ve Ehli Sünnet'in uydurma atalar dinidir.
Ancak buradaki "Atalardan" maksadın "din ataları" ve "din önderleri" olduğu unutulmamalıdır.
ASIL SUÇ KİMDE?
Yahudilerin ataları olan İsrailoğulları Allah'ın kitabına göre Nebi ve Resul'lerini öldüren, kâfir, gaddar ve zalim kimselerdi.
İsrailoğulları Allah'ın elçilerine en büyük ızdırap ve işkenceyi çektirmişlerdi.
"Bir zaman Musa kavmine:
Ey kavmim!
Benim, Allah'ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz? demişti.
Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı. Allah fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez"
(Saf, 5)
"Hatırla ki, Meryem oğlu İsa :
Ey İsrailoğulları!
Ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmet adında bir Resulü de müjdeleyici olarak geldim, demişti.
Fakat o, kendilerine açık deliller getirince: Bu apaçık bir sihirdir, dediler" "İslam'a(Tevhid'e)çağrıldığı halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir. Allah Zalimler topluluğunu doğru yola iletmez"
(Saf, 6,7)
"Ey iman edenler! Sizde Musa'ya eziyet eden(İsrailoğulları) gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah'ın yanında şerefli bir konuma sahipti"
(Ahzab, 69)
Şu andaki Yahudilerin ataları olan İsrailoğulları Allah'a bile hakaret etmekten çekinmeyen bir ahlaka sahip idiler.
"Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların bu dediklerini, haksız yere Nebileri öldürülmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı!"
(Âli İmran, 181)
"Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılıklıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez"
(Âli İmran, 182)
"Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır(Allah cimridir) dediler. Dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lanet olasılar! Bilakis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir.
Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü artırır. Aralarına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin soktuk.
Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa( fitne uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde sadece bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez"
( Maide, 64)
Allah'ın indirmiş olduğu vahye ihanet eden bir millet olduklarını onlarca âyette Kur'an haber vermektedir.
Peki, ataları Allah'a bile hakaret etmekten çekinmeyen, O'nun Tevhid dinini bozan, kendilerine indirilen vahye ihanet eden, Nebi ve Resullerini öldürenlerin çocuklarının size merhamet etmesini nasıl beklersiniz?
O halde asıl suç kimdedir?
Aslında asıl suç, israiloğullarının çocukları olan günümüz kafir ve zalim Yahudilerin değil, asıl suç Şia ve Ehli Sünnet ilim adamlarının ihanetlerinde gizlidir.
Allah Kur'an'da onlarca ayette "vahiyden ayrılmamayı ve sadece ona sığınmayı
"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sığının, (ondan ayrılarak ) parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.
Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve onun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.
Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarındayken oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
( Ali İmran, 103)
"Allah ve Resulü'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir"
(Enfal, 46)
buyurduğu halde,
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri dinlerini paramparça ederek fırka ve mezheplere ayrılmış son vahyin ümmetini birbirine düşman yaparak Allah Resulü ile bütün bağları koparmışlardır.
Aslında ihanet Allah rasûlü'nün vefatından itibaren başlamış, Emevi ve Abbasilerle birlikte zirveye çıkmıştır.
İster inanın ister inanmayın,
Allah Resulü'nün vefatından günümüze kadar dökülen Müslüman kanının %95'inin müsebbibi Şia ve Ehli Sünnetin kendi aralarında olan fitne ve savaşlardan kaynaklanmıştır.
Sadece %5 müslüman kanı gayri müslimler tarafından akıtılmıştır.
Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri ve devletleri birbirlerinden nefret ettiklerinin yüzde biri kadar Yahudi ve Hristiyanlardan nefret etmezler.
Mesela Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Küvet, Mısır,
Katar ve Ürdün gibi alçaklar çok rahat bir şekilde İslam düşmanı ABD ve İsrail ile bir araya gelebilirken,
İran ile bir araya gelmek akıllarına bile gelmez, hayal bile etmezler.
Şimdi Yahudi ve Hristiyanların vahdet ve dirliğine, Müslümanların perişanlığına ve dağılmışlığına bakın.
Bakın da, Şia ve Ehli Sünnet'in Kur'an gibi bir kitaba ihanet etmelerinin sonuçlarını görün.
SUÇ KİMDEDİR?
Bu sorunu cevabını Hac 31. âyet muhteşem bir şekilde vermektedir.
Evet Hac süresi 31. âyet olayı bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir.
Şia ve Ehli Sünnet ilim adamlarının ümmeti nasıl şirk ve hurafe karanlınlığına mahkum ettiklerini ve akbabalara yem yaptıklarını açık seçik göstermektedir.
Suç israiloğullarının torunları olan Yahudilerde değil, asıl suç Kur'an düşmanı Şii ve Sünni yönetici ve ilim adamlarındadır.
"Şüphesiz ki Allah insanlara hiç bir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler"
Çok ilginç, israiloğullarının çocukları Nebilerin vahiy yolundan saptıkları için insanlığa zulmediyorlar, biz de vahiy'den saptığımız için her türlü zulüm ve karanlığa Allah bizi mahkum etmiştir.
(Yunus, 44)
SUÇ BİZDEDİR
Suçu başka yerde arayıp kendimizi kandırmayalım.
Kitabımıza ve özümüze dönelim.
Sizce kutsal Mekke'nin Suud ailesinde olması mı daha ağır bir kahır ve ızdırap verici bir işkencedir.
Yoksa Amerika ve İsrail'in elinde olması mı?
Yoksa ağır bir soru mu oldu?
İnsan hayatından daha değerli hiçbir şey yoktur.
Yahudilerin ataları olan İsrailoğulları Allah'ın kitabına göre Nebi ve Resul'lerini öldüren, kâfir, gaddar ve zalim kimselerdi.
İsrailoğulları Allah'ın elçilerine en büyük ızdırap ve işkenceyi çektirmişlerdi.
"Bir zaman Musa kavmine:
Ey kavmim!
Benim, Allah'ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz? demişti.
Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı. Allah fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez"
(Saf, 5)
"Hatırla ki, Meryem oğlu İsa :
Ey İsrailoğulları!
Ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmet adında bir Resulü de müjdeleyici olarak geldim, demişti.
Fakat o, kendilerine açık deliller getirince: Bu apaçık bir sihirdir, dediler" "İslam'a(Tevhid'e)çağrıldığı halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir. Allah Zalimler topluluğunu doğru yola iletmez"
(Saf, 6,7)
"Ey iman edenler! Sizde Musa'ya eziyet eden(İsrailoğulları) gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah'ın yanında şerefli bir konuma sahipti"
(Ahzab, 69)
Şu andaki Yahudilerin ataları olan İsrailoğulları Allah'a bile hakaret etmekten çekinmeyen bir ahlaka sahip idiler.
"Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların bu dediklerini, haksız yere Nebileri öldürülmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı!"
(Âli İmran, 181)
"Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılıklıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez"
(Âli İmran, 182)
"Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır(Allah cimridir) dediler. Dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lanet olasılar! Bilakis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir.
Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü artırır. Aralarına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin soktuk.
Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa( fitne uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde sadece bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez"
( Maide, 64)
Allah'ın indirmiş olduğu vahye ihanet eden bir millet olduklarını onlarca âyette Kur'an haber vermektedir.
Peki, ataları Allah'a bile hakaret etmekten çekinmeyen, O'nun Tevhid dinini bozan, kendilerine indirilen vahye ihanet eden, Nebi ve Resullerini öldürenlerin çocuklarının size merhamet etmesini nasıl beklersiniz?
O halde asıl suç kimdedir?
Aslında asıl suç, israiloğullarının çocukları olan günümüz kafir ve zalim Yahudilerin değil, asıl suç Şia ve Ehli Sünnet ilim adamlarının ihanetlerinde gizlidir.
Allah Kur'an'da onlarca ayette "vahiyden ayrılmamayı ve sadece ona sığınmayı
"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sığının, (ondan ayrılarak ) parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.
Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve onun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.
Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarındayken oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
( Ali İmran, 103)
"Allah ve Resulü'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir"
(Enfal, 46)
buyurduğu halde,
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri dinlerini paramparça ederek fırka ve mezheplere ayrılmış son vahyin ümmetini birbirine düşman yaparak Allah Resulü ile bütün bağları koparmışlardır.
Aslında ihanet Allah rasûlü'nün vefatından itibaren başlamış, Emevi ve Abbasilerle birlikte zirveye çıkmıştır.
İster inanın ister inanmayın,
Allah Resulü'nün vefatından günümüze kadar dökülen Müslüman kanının %95'inin müsebbibi Şia ve Ehli Sünnetin kendi aralarında olan fitne ve savaşlardan kaynaklanmıştır.
Sadece %5 müslüman kanı gayri müslimler tarafından akıtılmıştır.
Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri ve devletleri birbirlerinden nefret ettiklerinin yüzde biri kadar Yahudi ve Hristiyanlardan nefret etmezler.
Mesela Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Küvet, Mısır,
Katar ve Ürdün gibi alçaklar çok rahat bir şekilde İslam düşmanı ABD ve İsrail ile bir araya gelebilirken,
İran ile bir araya gelmek akıllarına bile gelmez, hayal bile etmezler.
Şimdi Yahudi ve Hristiyanların vahdet ve dirliğine, Müslümanların perişanlığına ve dağılmışlığına bakın.
Bakın da, Şia ve Ehli Sünnet'in Kur'an gibi bir kitaba ihanet etmelerinin sonuçlarını görün.
SUÇ KİMDEDİR?
Bu sorunu cevabını Hac 31. âyet muhteşem bir şekilde vermektedir.
Evet Hac süresi 31. âyet olayı bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir.
Şia ve Ehli Sünnet ilim adamlarının ümmeti nasıl şirk ve hurafe karanlınlığına mahkum ettiklerini ve akbabalara yem yaptıklarını açık seçik göstermektedir.
Suç israiloğullarının torunları olan Yahudilerde değil, asıl suç Kur'an düşmanı Şii ve Sünni yönetici ve ilim adamlarındadır.
"Şüphesiz ki Allah insanlara hiç bir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler"
Çok ilginç, israiloğullarının çocukları Nebilerin vahiy yolundan saptıkları için insanlığa zulmediyorlar, biz de vahiy'den saptığımız için her türlü zulüm ve karanlığa Allah bizi mahkum etmiştir.
(Yunus, 44)
SUÇ BİZDEDİR
Suçu başka yerde arayıp kendimizi kandırmayalım.
Kitabımıza ve özümüze dönelim.
Sizce kutsal Mekke'nin Suud ailesinde olması mı daha ağır bir kahır ve ızdırap verici bir işkencedir.
Yoksa Amerika ve İsrail'in elinde olması mı?
Yoksa ağır bir soru mu oldu?
İnsan hayatından daha değerli hiçbir şey yoktur.
KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN:
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(21. YAZI)
Kur'an'a göre Resul'üllük (elçilik) dinin yani sadece indirilen vahyin tebliğ edilip en güzel şekilde temsil edilmesi için son derece önemli ve şerefli bir makamdır.
Hz Adem'den itibaren gönderilen bütün elçilerin tek görevi, ilave ve değişiklik yapmadan, olduğu gibi Allah'ın mesajlarını insanlara ulaştırmak olmuştur.
Yani Resuller indirilen vahiy sayesinde değerlidirler, elçiler değerlerini indirilen vahiy'den alırlar.
Allah'ın elçileri vazifeleri gereği kendilerine indirilen dinin gerçeklerini insanlara anlatırken asla onların üzerinde zorlama ve baskı kuramazlar.
RESULLER SADECE VAHYİ TEBLİĞ EDERLER.
"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) KUR'AN'an İLE UYAR.
Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"
(Enam, 51)
"Biz, onlara vaad ettiğimiz (azabın) bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce seni vefat ettirsek de SANA ANCAK ALLAH'IN EMİRLERİNİ TEBLİĞ ETMEK DÜŞER. Hesap yalnız bize aittir"
(Ra'd, 40 )
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. TEHDİDİMDEN KORKANLARA KUR'AN'LA ÖĞÜT VER"
(Kaf, 45)
"Sen bizi ilahlarımızdan ayırmak için mi bize geldin?
Haydi doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir, dediler.
Resul dedi ki: Bilgi ancak Allah'ın katındadır. BEN SİZE, BANA GÖNDERİLEN VAHYİ DUYURUYORUM. Fakat sizin cahil bir kavim olduğunuzu görüyorum"
( Ahkaf, 22-23)
"Ona gökten bir hazine indirilmeli, veya onunla beraber bir melek gelmeli değil miydi! demelerinden ötürü
( Ey Resul!) neredeyse sana vahyettiğimizin bir kısmını insanlara ulaştırmaktan vazgeçeceksin. Gönlün de çok daralıyor. ( İYİ BİL Kİ) SEN ANCAK (VAHİY İLE) BİR UYARICISIN. Allah ise her şeye vekildir"
( Hud, 12)
"(Ey Resul!) DE Kİ: BEN, SADECE, VAHİY İLE SİZİ İKAZ EDİYORUM. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45 )
"RESUL'E DÜŞEN GÖREV ANCAK (VAHYİ) TEBLİĞ ETMEKTEN İBARETTİR"
( Maide, 99)
",,,RESULLERİN ÜZERİNE AÇIK SEÇİK TEBLİĞDEN BAŞKA BİR ŞEY DÜŞER Mİ?
(Nahl, 35 )
"Resullerin görevi, sadece vahyi tebliğ etmektir, âyetleri duyurmaktır, vahye tâbi olmaktır" şeklindeki ifadelerden hareket ederek Allah Resulü'nün görevinin sadece vahyi tebliğ etmekle sınırlandırmak
Kur'an'ın emirlerine en uygun yol ve inanç olmaktadır.
Zira söz konusu onlarca âyetin bağlam ve bütünlüğüne bakıldığında, bu ifadelerin Resullere karşı çıkan müşriklere yönelik elçileri teselli etmek amacıyla görevlerinin İslam'ı insanlara zorla kabul ettirmek değil, sadece vahiy'le
Allah'ın emir ve yasaklarını duyurmak ve ilan etmek amacıyla kullanıldığı görülecektir.
Yani Allah'ın elçileri bir anlamda
"Biz sadece vahiy'le inanmış olduğunuz Allah'ın âyetlerini ulaştırıyoruz, artık onlara uyup uymamak size kalmış iştir.
Eğer vahyi dinler, onu dikkate alıp kendinize çeki düzen verip, tevhidi kabul ederseniz, kendinizi kurtarmış olursunuz, aksi takdirde çok büyük bir yıkım ve azap ile karşı karşıya kalacaksınız"
demektedirler.
Bu konuda şu âyetler muhteşemdir.
"De ki: Ey insanlar!
Size Rabbinizden hak ( Kur'an) gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse ancak kendisi için gelecektir.
Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine apacaktır.
Ben sizin üzerinize vekil değilim (Sadece tebliğ etmekle memurum) (Resulüm!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret.
O hakimlerin en hayırlısıdır"
( Yunus, 108, 109)
Yani Elçin'in yalanlanması kendi söylem ve ahlakı ile alakalı değildir.
Tamamen kendisine indirilen vahiy ile alakalıdır.
LÜTFEN ŞU ÂYETE İYİCE DİKKAT EDİN
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmek de olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar"
( En'am, 33)
Yukarıdaki âyet elçilerin sadece vahyi tebliğ ettiklerine dair en güzel bir örnektir. Eğer Resul vahiy'den bağımsız olarak bir şey söylemiş olsaydı Allah ",,,Onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar" demezdi.
Çünkü Resul makam ve mertebesiyle Allah'ın âyetlerini tebliğ etmek ile vahiy'den bağımsız olarak Nebi ve Muhammed (as) ın sözleri birbirinden farklı şeylerdir.
İşte bundan dolayı "tebliğ, tebyin, tekzib, tasdik, İsyan, şikak, örneklik, kesin itaat ve ittiba, küfür, helal ve haram gibi kavramlar her zaman "Resul" bağlamında geçmesi "Resûl" kavramının vahiy'le eşit bir misyon olduğunu gösteriyor.
Yani Resullük ile vahiy bir bütünün iki parçası hükmündedir.
Dolayısıyla vahyin uyarılarını ciddiye almayan müşrikler karşısında elçilerin yapabilecekleri tek şey sadece vahyi tebliğ etmek, Allah'ın ayetlerini beyan, yani duyurmak ve açık olarak ilan etmektir.
Bütün bu Kur'ani gerçeklere rağmen Şia ve Ehli Sünnet âlimleri, bağlayıcılık açısından farklılıklar arz eden sünneti (hadisleri) hiçbir ayrım yapmaksızın din ve hüküm olarak kabul etmişlerdir.
Dolayısıyla uydurma dinin mezhep âlimleri!!bu anlayıştan hareketle Nebi (aleyhisselam)ın neyi nasıl yapmışsa onu aynen taklit etmenin sünnet olduğuna iman etmektedirler.
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(21. YAZI)
Kur'an'a göre Resul'üllük (elçilik) dinin yani sadece indirilen vahyin tebliğ edilip en güzel şekilde temsil edilmesi için son derece önemli ve şerefli bir makamdır.
Hz Adem'den itibaren gönderilen bütün elçilerin tek görevi, ilave ve değişiklik yapmadan, olduğu gibi Allah'ın mesajlarını insanlara ulaştırmak olmuştur.
Yani Resuller indirilen vahiy sayesinde değerlidirler, elçiler değerlerini indirilen vahiy'den alırlar.
Allah'ın elçileri vazifeleri gereği kendilerine indirilen dinin gerçeklerini insanlara anlatırken asla onların üzerinde zorlama ve baskı kuramazlar.
RESULLER SADECE VAHYİ TEBLİĞ EDERLER.
"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) KUR'AN'an İLE UYAR.
Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"
(Enam, 51)
"Biz, onlara vaad ettiğimiz (azabın) bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce seni vefat ettirsek de SANA ANCAK ALLAH'IN EMİRLERİNİ TEBLİĞ ETMEK DÜŞER. Hesap yalnız bize aittir"
(Ra'd, 40 )
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. TEHDİDİMDEN KORKANLARA KUR'AN'LA ÖĞÜT VER"
(Kaf, 45)
"Sen bizi ilahlarımızdan ayırmak için mi bize geldin?
Haydi doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir, dediler.
Resul dedi ki: Bilgi ancak Allah'ın katındadır. BEN SİZE, BANA GÖNDERİLEN VAHYİ DUYURUYORUM. Fakat sizin cahil bir kavim olduğunuzu görüyorum"
( Ahkaf, 22-23)
"Ona gökten bir hazine indirilmeli, veya onunla beraber bir melek gelmeli değil miydi! demelerinden ötürü
( Ey Resul!) neredeyse sana vahyettiğimizin bir kısmını insanlara ulaştırmaktan vazgeçeceksin. Gönlün de çok daralıyor. ( İYİ BİL Kİ) SEN ANCAK (VAHİY İLE) BİR UYARICISIN. Allah ise her şeye vekildir"
( Hud, 12)
"(Ey Resul!) DE Kİ: BEN, SADECE, VAHİY İLE SİZİ İKAZ EDİYORUM. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45 )
"RESUL'E DÜŞEN GÖREV ANCAK (VAHYİ) TEBLİĞ ETMEKTEN İBARETTİR"
( Maide, 99)
",,,RESULLERİN ÜZERİNE AÇIK SEÇİK TEBLİĞDEN BAŞKA BİR ŞEY DÜŞER Mİ?
(Nahl, 35 )
"Resullerin görevi, sadece vahyi tebliğ etmektir, âyetleri duyurmaktır, vahye tâbi olmaktır" şeklindeki ifadelerden hareket ederek Allah Resulü'nün görevinin sadece vahyi tebliğ etmekle sınırlandırmak
Kur'an'ın emirlerine en uygun yol ve inanç olmaktadır.
Zira söz konusu onlarca âyetin bağlam ve bütünlüğüne bakıldığında, bu ifadelerin Resullere karşı çıkan müşriklere yönelik elçileri teselli etmek amacıyla görevlerinin İslam'ı insanlara zorla kabul ettirmek değil, sadece vahiy'le
Allah'ın emir ve yasaklarını duyurmak ve ilan etmek amacıyla kullanıldığı görülecektir.
Yani Allah'ın elçileri bir anlamda
"Biz sadece vahiy'le inanmış olduğunuz Allah'ın âyetlerini ulaştırıyoruz, artık onlara uyup uymamak size kalmış iştir.
Eğer vahyi dinler, onu dikkate alıp kendinize çeki düzen verip, tevhidi kabul ederseniz, kendinizi kurtarmış olursunuz, aksi takdirde çok büyük bir yıkım ve azap ile karşı karşıya kalacaksınız"
demektedirler.
Bu konuda şu âyetler muhteşemdir.
"De ki: Ey insanlar!
Size Rabbinizden hak ( Kur'an) gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse ancak kendisi için gelecektir.
Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine apacaktır.
Ben sizin üzerinize vekil değilim (Sadece tebliğ etmekle memurum) (Resulüm!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret.
O hakimlerin en hayırlısıdır"
( Yunus, 108, 109)
Yani Elçin'in yalanlanması kendi söylem ve ahlakı ile alakalı değildir.
Tamamen kendisine indirilen vahiy ile alakalıdır.
LÜTFEN ŞU ÂYETE İYİCE DİKKAT EDİN
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmek de olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar"
( En'am, 33)
Yukarıdaki âyet elçilerin sadece vahyi tebliğ ettiklerine dair en güzel bir örnektir. Eğer Resul vahiy'den bağımsız olarak bir şey söylemiş olsaydı Allah ",,,Onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar" demezdi.
Çünkü Resul makam ve mertebesiyle Allah'ın âyetlerini tebliğ etmek ile vahiy'den bağımsız olarak Nebi ve Muhammed (as) ın sözleri birbirinden farklı şeylerdir.
İşte bundan dolayı "tebliğ, tebyin, tekzib, tasdik, İsyan, şikak, örneklik, kesin itaat ve ittiba, küfür, helal ve haram gibi kavramlar her zaman "Resul" bağlamında geçmesi "Resûl" kavramının vahiy'le eşit bir misyon olduğunu gösteriyor.
Yani Resullük ile vahiy bir bütünün iki parçası hükmündedir.
Dolayısıyla vahyin uyarılarını ciddiye almayan müşrikler karşısında elçilerin yapabilecekleri tek şey sadece vahyi tebliğ etmek, Allah'ın ayetlerini beyan, yani duyurmak ve açık olarak ilan etmektir.
Bütün bu Kur'ani gerçeklere rağmen Şia ve Ehli Sünnet âlimleri, bağlayıcılık açısından farklılıklar arz eden sünneti (hadisleri) hiçbir ayrım yapmaksızın din ve hüküm olarak kabul etmişlerdir.
Dolayısıyla uydurma dinin mezhep âlimleri!!bu anlayıştan hareketle Nebi (aleyhisselam)ın neyi nasıl yapmışsa onu aynen taklit etmenin sünnet olduğuna iman etmektedirler.
12 Mayıs 2018 Cumartesi
KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN: ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(19.YAZI)
Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin Allah'ın kitabına düşman olmalarının cehaletten sonra en önemli sebebi, Kur'an'ın hizip, tefrika, bölünme ve mezheplere olan düşmanlığından kaynaklanıyor.
Yani kur'an parçalanma ve dağınıklığa son derece düşman olduğu için onlar da Kur'an'a düşman oluyorlar.
Müşrikler için de aynı şeyleri söylemek mümkündür.
Kur'an müşriklere büyük bir nefret ile bakar, haliyle müşrikler de Kur'an'a karşı kin ve nefret duyacaklardır.
Müşriklerin Kur'an ehli muvahhidlere olan düşmanlıkları bundan kaynaklanmaktadır.
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri araştırmacı olmadıklarından dolayı hiçbir zaman doğruyu bulamazlar.
Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve âlimleri kadim kavimlerin ilâh ve evliyasını temsil etmektedirler.
Nebi (aleyhisselam) bir devlet başkanı, bir komutan, bir lider, bir idareci olarak, doğruya yönlendirici olduğu sürece ona karşı gelinmemesi gerekir.
Çünkü Muhammed (as) Nebi'lik makam ve mertebesinde yani Nübüvvet kimliğiyle hata edebilir.
MESELA,
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar müşriklere için af dilemek ne Nebi'ye yaraşır ne de iman edenlere"
(Tevbe, 113)
Yukarıdaki âyette Nebi'nin müşrik akrabalarına dua ettiği anlaşılmaktadır.
Şia ve Ehli Sünnet'in cahil dincilerine göre hadis ve sünnet, Kur'an'ın hayata bir açılımı olarak anlaşılmalıdır.
Halbuki yüzlerce âyette sadece Allah Resulü Muhammed (aleyhisselam) değil, bütün elçilerin tek bir görevlerinin olduğunu görüyoruz.
O da Allah tarafından indirilen vahyi insanlara tebliğ etmek, Allah'ın emirlerini insanlara ulaştırmak, âyetleri beyan etmek yani onları ilan ederek okumaktır.
Kur'an'ın yüzlerce âyetine göre Resullerin başka bir görevleri yoktur.
(Kehf- 1,2,3; İbrahim- 1; Enam- 51, 19, 71; Enbiya- 45; Kaf- 45 )
"(Ey Resul!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın.
Onlar Rahmânı inkar ediyorlar.
De ki: O benim Rabbim'dir. O'ndan başka ilah yoktur.
Sadece ona tevekkül ettim ve dönüş sadece onadır.
Eğer okunan bir kitapla dağlar yürütülseydi veya onunla yer parçalansaydı, yahut onunla ölüler konuşturulsaydı
o Kitap yine bu Kuran olacaktı,,,,"
(Ra'd, 30, 31)
Ancak Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin yapacakları ilk iş "Nebi" ile "Resul"ün" arasında bulunan farkları çözmek olacaktır.
Tabi eğer gerçekten Allah'ın kitabı kitabına İman ediyor ve ona değer veriyorlarsa.
Fakat ben şahsen Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin bu ümmeti cehaletin karanlıklarından çıkarma gibi bir niyetlerinin olmadığına inanıyorum.
Birer ilâh ve masum olarak ümmi halka dayattıkları atalarının gerçekte
Kur'an cahili olduklarını, çok kötü bir şekilde yanıldıklarını ve hatta ettiklerini nasıl kabul edecekler.
Bu gerçekten kendileri sapan ve saptıranlar için çok müşkil bir durumdur.
Çünkü Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Allah Resulü'nü Kur'an'dan kopararak en karanlık bir cehaleti, en büyük bir cinayeti ve açık bir küfrü işlemişlerdir.
Allah Resulü'nün vahiy sayesinde değerli olduğunu ve bütün ilişkisinin Kur'an ile endeksli olduğunu bilmeyen mezheblerin cahil uleması bakın ne diyorlar?
",,,,,Ashabına kazandırdığı sevgi ve beşeri iletişim, çeşitli vasıtalarla nesilden nesile aktarılarak bugünlere kadar ulaşmış, her nesil de bunlardan payına düşen nasibi almıştır.
Bu vasıtalardan en önemlisi, hiç şüphesiz ki hadis rivayetidir.
Hadisler, bir taraftan Kur'an'da bulunan hukuka ve ahlaka ilişkin hükümler açıklayarak tamamlayan yegâne kaynaktırlar, bir taraftan da Allah Resulü'nün
(onlar "peygamber" diyorlar)
günlük hayat ve uygulamalarında ortaya koymuş olduğu örnek davranışları bize nakleden belgelerdir.
Eğer Allah Resulü (onlar "peygamber" diyorlar) bir şeyi söylemiş, yapmış ya da bir davranışı onaylamışsa benzer durumlarda karşılaştığımız zaman bize ne yapacağımızı gösteren güvenilir bir rehberimizin var olduğundan emin olabiliriz. (Hadis ve Sünnet anlayışımız, s. 19)
Bu Kur'an'sız cahillere birkaç soru soracak olursak ne cevap verecekler?
1-) Kur'an niçin indirilmiştir?
2-) Din, Resul (aleyhisselam) daha hayatta iken indirilen vahiy'le Allah tarafından tamamlanmadı mı?
3-) Allah Resulü insanları Kur'an'dan başka bir şeyle uyarması söz konusu mu?
4-) Allah Resulü'nün kendisi bile Kur'an'dan başka bir şeye uyma veya Kur'an'dan başka bir inanç sistemi ve amel ortaya koyma yetkisi var mı?
5-) Dinin Allah'a özgü kılınması gerekmez mi?
Bu gibi sorulara Kur'an'sız cahillerin doyurucu bir cevap vermeleri mümkün değildir.
Çünkü bütün bu soruların cevapları en ince ayrıntısına kadar Kur'an'da kesin hükme bağlanmıştır.
1-)Din Allah tarafından indirilen vahiy ile tamamlamıştır.
(Maide, 3, En'am, 114)
2-) Allah Resulü insanları sadece Kur'an ile uyarmıştır.
( Kaf, 45, -Enbiya, 45- Enam- 19, 51, 70) 3-)insanlar sadece vahiy'den sorumlu tutulmuşlardır.
(Zuhruf- 43, 44)
4-) Din ve hüküm olarak Kur'an yeterli bir kaynaktır.
( Ankebut- 50, 50)
5-) Din ve hüküm olarak Allah'ın âyetlerinden ve hadisinden başka bir kitaba iman edilmez.
( Casiye- 6; Mürselat, 50)
Allah Resulü dinin Allah'a özgü kılınması gerektiğini en iyi bilen kişi olduğu için vahiy'den başka bir şeye uyamaz ve Kur'an'dan başka bir şeyi tebliğ edemez.
(En'am, 106; Yunus, 109; Ahkaf 9; Yunus, 15)
(19.YAZI)
Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin Allah'ın kitabına düşman olmalarının cehaletten sonra en önemli sebebi, Kur'an'ın hizip, tefrika, bölünme ve mezheplere olan düşmanlığından kaynaklanıyor.
Yani kur'an parçalanma ve dağınıklığa son derece düşman olduğu için onlar da Kur'an'a düşman oluyorlar.
Müşrikler için de aynı şeyleri söylemek mümkündür.
Kur'an müşriklere büyük bir nefret ile bakar, haliyle müşrikler de Kur'an'a karşı kin ve nefret duyacaklardır.
Müşriklerin Kur'an ehli muvahhidlere olan düşmanlıkları bundan kaynaklanmaktadır.
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri araştırmacı olmadıklarından dolayı hiçbir zaman doğruyu bulamazlar.
Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve âlimleri kadim kavimlerin ilâh ve evliyasını temsil etmektedirler.
Nebi (aleyhisselam) bir devlet başkanı, bir komutan, bir lider, bir idareci olarak, doğruya yönlendirici olduğu sürece ona karşı gelinmemesi gerekir.
Çünkü Muhammed (as) Nebi'lik makam ve mertebesinde yani Nübüvvet kimliğiyle hata edebilir.
MESELA,
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar müşriklere için af dilemek ne Nebi'ye yaraşır ne de iman edenlere"
(Tevbe, 113)
Yukarıdaki âyette Nebi'nin müşrik akrabalarına dua ettiği anlaşılmaktadır.
Şia ve Ehli Sünnet'in cahil dincilerine göre hadis ve sünnet, Kur'an'ın hayata bir açılımı olarak anlaşılmalıdır.
Halbuki yüzlerce âyette sadece Allah Resulü Muhammed (aleyhisselam) değil, bütün elçilerin tek bir görevlerinin olduğunu görüyoruz.
O da Allah tarafından indirilen vahyi insanlara tebliğ etmek, Allah'ın emirlerini insanlara ulaştırmak, âyetleri beyan etmek yani onları ilan ederek okumaktır.
Kur'an'ın yüzlerce âyetine göre Resullerin başka bir görevleri yoktur.
(Kehf- 1,2,3; İbrahim- 1; Enam- 51, 19, 71; Enbiya- 45; Kaf- 45 )
"(Ey Resul!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın.
Onlar Rahmânı inkar ediyorlar.
De ki: O benim Rabbim'dir. O'ndan başka ilah yoktur.
Sadece ona tevekkül ettim ve dönüş sadece onadır.
Eğer okunan bir kitapla dağlar yürütülseydi veya onunla yer parçalansaydı, yahut onunla ölüler konuşturulsaydı
o Kitap yine bu Kuran olacaktı,,,,"
(Ra'd, 30, 31)
Ancak Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin yapacakları ilk iş "Nebi" ile "Resul"ün" arasında bulunan farkları çözmek olacaktır.
Tabi eğer gerçekten Allah'ın kitabı kitabına İman ediyor ve ona değer veriyorlarsa.
Fakat ben şahsen Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin bu ümmeti cehaletin karanlıklarından çıkarma gibi bir niyetlerinin olmadığına inanıyorum.
Birer ilâh ve masum olarak ümmi halka dayattıkları atalarının gerçekte
Kur'an cahili olduklarını, çok kötü bir şekilde yanıldıklarını ve hatta ettiklerini nasıl kabul edecekler.
Bu gerçekten kendileri sapan ve saptıranlar için çok müşkil bir durumdur.
Çünkü Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Allah Resulü'nü Kur'an'dan kopararak en karanlık bir cehaleti, en büyük bir cinayeti ve açık bir küfrü işlemişlerdir.
Allah Resulü'nün vahiy sayesinde değerli olduğunu ve bütün ilişkisinin Kur'an ile endeksli olduğunu bilmeyen mezheblerin cahil uleması bakın ne diyorlar?
",,,,,Ashabına kazandırdığı sevgi ve beşeri iletişim, çeşitli vasıtalarla nesilden nesile aktarılarak bugünlere kadar ulaşmış, her nesil de bunlardan payına düşen nasibi almıştır.
Bu vasıtalardan en önemlisi, hiç şüphesiz ki hadis rivayetidir.
Hadisler, bir taraftan Kur'an'da bulunan hukuka ve ahlaka ilişkin hükümler açıklayarak tamamlayan yegâne kaynaktırlar, bir taraftan da Allah Resulü'nün
(onlar "peygamber" diyorlar)
günlük hayat ve uygulamalarında ortaya koymuş olduğu örnek davranışları bize nakleden belgelerdir.
Eğer Allah Resulü (onlar "peygamber" diyorlar) bir şeyi söylemiş, yapmış ya da bir davranışı onaylamışsa benzer durumlarda karşılaştığımız zaman bize ne yapacağımızı gösteren güvenilir bir rehberimizin var olduğundan emin olabiliriz. (Hadis ve Sünnet anlayışımız, s. 19)
Bu Kur'an'sız cahillere birkaç soru soracak olursak ne cevap verecekler?
1-) Kur'an niçin indirilmiştir?
2-) Din, Resul (aleyhisselam) daha hayatta iken indirilen vahiy'le Allah tarafından tamamlanmadı mı?
3-) Allah Resulü insanları Kur'an'dan başka bir şeyle uyarması söz konusu mu?
4-) Allah Resulü'nün kendisi bile Kur'an'dan başka bir şeye uyma veya Kur'an'dan başka bir inanç sistemi ve amel ortaya koyma yetkisi var mı?
5-) Dinin Allah'a özgü kılınması gerekmez mi?
Bu gibi sorulara Kur'an'sız cahillerin doyurucu bir cevap vermeleri mümkün değildir.
Çünkü bütün bu soruların cevapları en ince ayrıntısına kadar Kur'an'da kesin hükme bağlanmıştır.
1-)Din Allah tarafından indirilen vahiy ile tamamlamıştır.
(Maide, 3, En'am, 114)
2-) Allah Resulü insanları sadece Kur'an ile uyarmıştır.
( Kaf, 45, -Enbiya, 45- Enam- 19, 51, 70) 3-)insanlar sadece vahiy'den sorumlu tutulmuşlardır.
(Zuhruf- 43, 44)
4-) Din ve hüküm olarak Kur'an yeterli bir kaynaktır.
( Ankebut- 50, 50)
5-) Din ve hüküm olarak Allah'ın âyetlerinden ve hadisinden başka bir kitaba iman edilmez.
( Casiye- 6; Mürselat, 50)
Allah Resulü dinin Allah'a özgü kılınması gerektiğini en iyi bilen kişi olduğu için vahiy'den başka bir şeye uyamaz ve Kur'an'dan başka bir şeyi tebliğ edemez.
(En'am, 106; Yunus, 109; Ahkaf 9; Yunus, 15)
FRANSIZLARIN İSTEKLERİ GERÇEKÇİ DEĞİL, PSİKOLOJİK BİR SAVAŞTIR.
300 Fransız yazar ve siyasetçinin şiddet ve Yahudi düşmanlığı
yaydığı iddiası ile Kur'an'ı Mübin'den bu âyetlerin çıkarılması talebine karşı birçok kınamalar yapılmaktadır.
Gayri müslimlerin Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü,
kendi içinde bir çözümü ve sisteminin olduğunu nereden bilsinler.
Aslında Kur'an'ın hiçbir şiddet içermediğini, saf hidayet ve insanlar için bir rahmet olduğunu Kur'an'ı araştıran insaf ve vicdan sahibi herkes görecektir.
Böyle absürt bir şey istemekle yani Kur'an'dan âyetler çıkarmanın mümkün olmadığını Fransızlar de biliyorlar.
Sadece psikolojik bir savaş başlatmak için böyle ahmakça ve alçakça bir şey ortaya atmışlardır.
Fakat biz müslüman olduğunu iddia edenler Kur'an'ın güzel ahlakını ve ilmini ortaya koyacak bir örneklik gösterebildik mi?
Bu konuda esas mesele şudur.
Kur'an Allah tarafından indirildiği, din Allah tarafından tamamlandığı,
yüzlerce âyette din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak olamayacağı,
Allah Resulü Muhammed (Aleyhisselam) ın görevinin yalnız indirilen vahyi tebliğ etmek olduğu ve yalnız vahye tâbi olduğu,
Allah'ın hükmünde hiç kimseyi ortak yapmayacağı,
Kur'an'ın, insanların din, ahlak, ve hidayetleri için yeterli olduğu, Kur'an'ın,
Allah tarafından hem tefsir, hem tafsil, hem tasrif,
hem de tebyin edilip detaylandırıldığı, hiçbir kaynağı referans olarak göstermediği halde, sizin ve atalarınız ve
din adamlarınız Kur'an'ın tamamını reddedip
Emevi ve Abbasilerin uydurma rivayetlerini dinde tek kaynak kabul edip üzerilerine bir din inşa etmelerine niye hiç bir ses çıkarmıyorsunuz?
ESAS GERÇEK OLAN BUDUR
Allah'a yemin ediyorum.
Fransız siyasetçi ve yazarlarının bizden istedikleri şey Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin Kur'an'a yaptıkları hakaret ve ihanetlerin yanında çok basit kalır.
Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve âlimlerinin Allah'ın kitabına yaptıkları kötülüklerin yanında Fransızların istekleri şey çok hafif bir istek olarak görülebilir.
Şia ve Ehli Sünnet müçtehid ve âlimlerinin Kur'an'a yaptıkları hakaretler gayri müslimlere bir şey deme hakkımızı yok etmiştir.
Yoksa Kur'an'ın inmiş olduğu coğrafya ve indiği toplum yapısı yüzünden Kur'an'da şiddet içeren âyetlerin var olması kaçınılmaz bir olaydır.
Bu âyetlerin kandırılmış ve vahyin yolundan engellenmiş saf ve ümmi halkla hiçbir alakası yoktur.
Kur'an'ın saldırısı gerçeği gizleyen, din satan, Allah ile aldatan alçak ilim adamları ve kibirli bürokrasinin elit tabakasıdır.
Tam on üç sene Allah Resulü'ne ve vahye karşı yalan ve iftira üreten Mekkeli müşriklerine Kur'an ne desin?
Kur'an sanal bir hayata değil, gerçek bir hayatta takdim edilmiştir.
İlahlarına ve evliyaya hakaret olarak telakki edilen ayetleri müşriklerin yüzüne okumak onlara çok ağır geliyordu.
Dünyaya tapan, dini rant ederek ümmi halkın malını yiyen alçak Yahudi din adamlarının aleyhine inen yüzlerce âyeti, gerçek hayatta onlara karşı okumak ve onlarla mücadele etmek kolay bir iş değildi.
İncil'de de Yahudi ilim adamlarını dini rant ettiklerinden dolayı kötüleyen birçok ayet vardır.
Aslında Kur'an'ın, "Yahudi, ehli kitap ve Nasara" kelimelerini kullanması ümmi halkla alakalı bir şey değildir.
Kur'an'ın bu kavramları sık sık kullanması ilim adamlarıyla ilgilidir.
Allah yolundan engellenmiş, aldatılmış, hak ve hidayet yerine şirk ve batıl gösterilmiş ümmi halk ne yapsın.
Dolayısıyla ümmi olan bireylerin yani Müslüman, Yahudi, Hristiyan cemaatin arasında bir fark yoktur.
Güzel ahlak sahibi, yardımsever ve ayırım yapmadan insanlar için artı bir değer ortaya koyan kim olursa olsun üstündür, saygı ve hürmete layıktır.
İnsanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen ve Allah'ın dosdoğru yolunu yamuk gösteren din adamları alçaktır.
300 Fransız yazar ve siyasetçinin şiddet ve Yahudi düşmanlığı
yaydığı iddiası ile Kur'an'ı Mübin'den bu âyetlerin çıkarılması talebine karşı birçok kınamalar yapılmaktadır.
Gayri müslimlerin Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü,
kendi içinde bir çözümü ve sisteminin olduğunu nereden bilsinler.
Aslında Kur'an'ın hiçbir şiddet içermediğini, saf hidayet ve insanlar için bir rahmet olduğunu Kur'an'ı araştıran insaf ve vicdan sahibi herkes görecektir.
Böyle absürt bir şey istemekle yani Kur'an'dan âyetler çıkarmanın mümkün olmadığını Fransızlar de biliyorlar.
Sadece psikolojik bir savaş başlatmak için böyle ahmakça ve alçakça bir şey ortaya atmışlardır.
Fakat biz müslüman olduğunu iddia edenler Kur'an'ın güzel ahlakını ve ilmini ortaya koyacak bir örneklik gösterebildik mi?
Bu konuda esas mesele şudur.
Kur'an Allah tarafından indirildiği, din Allah tarafından tamamlandığı,
yüzlerce âyette din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynak olamayacağı,
Allah Resulü Muhammed (Aleyhisselam) ın görevinin yalnız indirilen vahyi tebliğ etmek olduğu ve yalnız vahye tâbi olduğu,
Allah'ın hükmünde hiç kimseyi ortak yapmayacağı,
Kur'an'ın, insanların din, ahlak, ve hidayetleri için yeterli olduğu, Kur'an'ın,
Allah tarafından hem tefsir, hem tafsil, hem tasrif,
hem de tebyin edilip detaylandırıldığı, hiçbir kaynağı referans olarak göstermediği halde, sizin ve atalarınız ve
din adamlarınız Kur'an'ın tamamını reddedip
Emevi ve Abbasilerin uydurma rivayetlerini dinde tek kaynak kabul edip üzerilerine bir din inşa etmelerine niye hiç bir ses çıkarmıyorsunuz?
ESAS GERÇEK OLAN BUDUR
Allah'a yemin ediyorum.
Fransız siyasetçi ve yazarlarının bizden istedikleri şey Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin Kur'an'a yaptıkları hakaret ve ihanetlerin yanında çok basit kalır.
Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve âlimlerinin Allah'ın kitabına yaptıkları kötülüklerin yanında Fransızların istekleri şey çok hafif bir istek olarak görülebilir.
Şia ve Ehli Sünnet müçtehid ve âlimlerinin Kur'an'a yaptıkları hakaretler gayri müslimlere bir şey deme hakkımızı yok etmiştir.
Yoksa Kur'an'ın inmiş olduğu coğrafya ve indiği toplum yapısı yüzünden Kur'an'da şiddet içeren âyetlerin var olması kaçınılmaz bir olaydır.
Bu âyetlerin kandırılmış ve vahyin yolundan engellenmiş saf ve ümmi halkla hiçbir alakası yoktur.
Kur'an'ın saldırısı gerçeği gizleyen, din satan, Allah ile aldatan alçak ilim adamları ve kibirli bürokrasinin elit tabakasıdır.
Tam on üç sene Allah Resulü'ne ve vahye karşı yalan ve iftira üreten Mekkeli müşriklerine Kur'an ne desin?
Kur'an sanal bir hayata değil, gerçek bir hayatta takdim edilmiştir.
İlahlarına ve evliyaya hakaret olarak telakki edilen ayetleri müşriklerin yüzüne okumak onlara çok ağır geliyordu.
Dünyaya tapan, dini rant ederek ümmi halkın malını yiyen alçak Yahudi din adamlarının aleyhine inen yüzlerce âyeti, gerçek hayatta onlara karşı okumak ve onlarla mücadele etmek kolay bir iş değildi.
İncil'de de Yahudi ilim adamlarını dini rant ettiklerinden dolayı kötüleyen birçok ayet vardır.
Aslında Kur'an'ın, "Yahudi, ehli kitap ve Nasara" kelimelerini kullanması ümmi halkla alakalı bir şey değildir.
Kur'an'ın bu kavramları sık sık kullanması ilim adamlarıyla ilgilidir.
Allah yolundan engellenmiş, aldatılmış, hak ve hidayet yerine şirk ve batıl gösterilmiş ümmi halk ne yapsın.
Dolayısıyla ümmi olan bireylerin yani Müslüman, Yahudi, Hristiyan cemaatin arasında bir fark yoktur.
Güzel ahlak sahibi, yardımsever ve ayırım yapmadan insanlar için artı bir değer ortaya koyan kim olursa olsun üstündür, saygı ve hürmete layıktır.
İnsanları Allah'ın hidayet yolundan engelleyen ve Allah'ın dosdoğru yolunu yamuk gösteren din adamları alçaktır.
KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN:
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(20. YAZI)
Şii ve Sünni âlimler Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmediklerinden dolayı Kur'an'ın kavramlarından hiçbir tanesini doğru olarak anlayamamışlardır.
Bu Kur'an'sız cahillerin anlayamadıkları ve tahrif ettikleri önemli kavramlardan biride "beyan" kavramıdır.
Bu kavramı korkunç derecede tahrif ederek uydurma hadislerine çok geniş bir alan açmışlardır.
Yani bu akılsız ve Kur'an'sız cahillere göre Resülüllah (aleyhisselam) a Kur'an'ı "beyan etme" yani detaylandırma ve açıklama yetkisi verilmiştir.
Halbuki "beyan" kavramı Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne götürüldüğünde çözülmesi en kolayı kavramlardan biridir.
Daha bu basit kavramı anlayamamış cahil müctehidlere!!! dinin önemli meselelerini nasıl kabul ettireceğiz?
Kur'an'da bulunan "bayan" kavramı (Nahl, 44) Allah Resulü'nün Kur'an'ı detaylandırma ve açıklama yani tefsir etme anlamında kullanılmış değildir.
Kur'an'ı Mübin'in âyetlerinde bulunan "beyan" kavramı vahyi açığa çıkarma yani onu okuma ve duyurma, tebliğ etme ve ilan etme anlamında kullanılmıştır.
Çünkü Kur'an, yüce Allah tarafından açıklanmış ve en ince detayına kadar ortaya konmuş bir kitaptır.
Nebi (aleyhisselam) Allah tarafından indirilen vahye bir kelime bile olsa açıklama ve detaylandırma yapamaz.
İŞTE KONUYLA ALAKALI ÂYETLER.
"Bu Kur'an, bütün insanlara bir beyan'dır.(açıklamadır) takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür"
(ÂLİ İmran, 138)
"Elif. Lam.Ra (Bu sana vahyedilen) hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra da detaylandırılmış bir kitaptır. Allah'tan başkasına kul olmayasınız diye,,,,"(Hud, 1,2)
",,,, Ayrıca bu kitabı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
(Nahl, 89)
",,,,Bu Kur'an uydurabilecek bir hadis değildir.
Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır. İman eden bir toplum için bir rahmet ve bir hidayettir"
(Yusuf, 111)
"Eğer (Muhammed) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı. Elbette onu kıskıvrak yakalardık.
Sonra onun can damarını koparırdık. (onu yaşatmazdık) Hiçbiriniz de buna mani olamazdınız. Doğrusu o Kur'an takva sahipleri için bir öğüttür.
İçinizde onu yalan sayanlar bulunduğunu şüphesiz bilmekteyiz.
Muhakkak o kafirler için bir iç yarasıdır. Ve o, gerçekten kat'i bilginin ta kendisidir. O halde, Rabbinin adını yüceltip noksan sıfatlardan tenzih et"
(Hakka, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52)
Kur'an din ve hüküm olarak kendinden başka hiçbir kaynağı referans olarak vermez, hiçbir kitaba gönderme yapmaz.
Tam aksine kendinden başka bütün kaynakları reddeder.
Ancak vahiy Resul'ün dilinde hayat bulduğu için yani Allah tarafından indirilen vahiy Resul'e geldiği ve bu vahyi Resul olan kişi dillendirdiği için ona itaat Allah'a itaat etmek gibi kabul edilmiştir.( Nisa, 80)
Kur'an'ın hiç bir âyetinde vahiy'den bağımsız olarak Nebi ve Muhammed'e itaat etme emredilmemiştir.
İtaat sadece Allah'a, vahye ve Resul'e yapılacaktır
Aynı şekilde "tekzib, tasdik, tebliğ, küfür, helal ve haram kılma, şikak, İsyan, gibi birçok kavram Resul bağlamında kullanılmıştır.
Fakat Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'a önyargı ile yaklaştıkları için bu gerçekleri onlara kabul ettirmek son derece zor bir olaydır.
Şu cehalete Lütfen bir dikkat edin, Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri nasıl açık bir şirk'in ve küfrün içine yuvalanmışlardır.
Onlara göre: "Artık bundan sonra Resulullah'ın söyleyip yaptıkları Kur'an'dan ayrı düşünülmemeli ve bunlar (hadisler) Kur'an'ın bir parçası olarak değerlendirilmelidir.
Zira Kur'an ve peygamber (hadisler- sünnet) ikilisi âdeta birbirine et ile tırnak gibi bağlanmıştır.
Bunları birbirinden ayırdığımız zaman hem dinin gerçek anlamını kavrayamayız hem de dosdoğru yolu bulamayız.
Kur'an'ı Peygamberimizden ayrı düşünürsek çıkmaz sokakta dolaşır dururuz ve hiçbir yere varamayız.
Kitap, Nebi olmadıktan sonra kürekçisi olmayan bir kayık gibidir.
Bu kayıkla acemi yolcular hayat denizinde ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar gitmek istedikleri yere varamazlarlar.
Her zaman olduğu gibi bugün de insan, İslam'ın idrakine ancak, Kur'an'ı Hz. Peygamber ve Hz. Peygamberi de Kur'an vasıtasıyla kavrayarak ulaşabilir"
(Hadis ve Sünnet anlayışımız.s.49, 50) Prof. Dr.Kadir Gürler)
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(20. YAZI)
Şii ve Sünni âlimler Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmediklerinden dolayı Kur'an'ın kavramlarından hiçbir tanesini doğru olarak anlayamamışlardır.
Bu Kur'an'sız cahillerin anlayamadıkları ve tahrif ettikleri önemli kavramlardan biride "beyan" kavramıdır.
Bu kavramı korkunç derecede tahrif ederek uydurma hadislerine çok geniş bir alan açmışlardır.
Yani bu akılsız ve Kur'an'sız cahillere göre Resülüllah (aleyhisselam) a Kur'an'ı "beyan etme" yani detaylandırma ve açıklama yetkisi verilmiştir.
Halbuki "beyan" kavramı Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne götürüldüğünde çözülmesi en kolayı kavramlardan biridir.
Daha bu basit kavramı anlayamamış cahil müctehidlere!!! dinin önemli meselelerini nasıl kabul ettireceğiz?
Kur'an'da bulunan "bayan" kavramı (Nahl, 44) Allah Resulü'nün Kur'an'ı detaylandırma ve açıklama yani tefsir etme anlamında kullanılmış değildir.
Kur'an'ı Mübin'in âyetlerinde bulunan "beyan" kavramı vahyi açığa çıkarma yani onu okuma ve duyurma, tebliğ etme ve ilan etme anlamında kullanılmıştır.
Çünkü Kur'an, yüce Allah tarafından açıklanmış ve en ince detayına kadar ortaya konmuş bir kitaptır.
Nebi (aleyhisselam) Allah tarafından indirilen vahye bir kelime bile olsa açıklama ve detaylandırma yapamaz.
İŞTE KONUYLA ALAKALI ÂYETLER.
"Bu Kur'an, bütün insanlara bir beyan'dır.(açıklamadır) takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür"
(ÂLİ İmran, 138)
"Elif. Lam.Ra (Bu sana vahyedilen) hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra da detaylandırılmış bir kitaptır. Allah'tan başkasına kul olmayasınız diye,,,,"(Hud, 1,2)
",,,, Ayrıca bu kitabı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
(Nahl, 89)
",,,,Bu Kur'an uydurabilecek bir hadis değildir.
Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır. İman eden bir toplum için bir rahmet ve bir hidayettir"
(Yusuf, 111)
"Eğer (Muhammed) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı. Elbette onu kıskıvrak yakalardık.
Sonra onun can damarını koparırdık. (onu yaşatmazdık) Hiçbiriniz de buna mani olamazdınız. Doğrusu o Kur'an takva sahipleri için bir öğüttür.
İçinizde onu yalan sayanlar bulunduğunu şüphesiz bilmekteyiz.
Muhakkak o kafirler için bir iç yarasıdır. Ve o, gerçekten kat'i bilginin ta kendisidir. O halde, Rabbinin adını yüceltip noksan sıfatlardan tenzih et"
(Hakka, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52)
Kur'an din ve hüküm olarak kendinden başka hiçbir kaynağı referans olarak vermez, hiçbir kitaba gönderme yapmaz.
Tam aksine kendinden başka bütün kaynakları reddeder.
Ancak vahiy Resul'ün dilinde hayat bulduğu için yani Allah tarafından indirilen vahiy Resul'e geldiği ve bu vahyi Resul olan kişi dillendirdiği için ona itaat Allah'a itaat etmek gibi kabul edilmiştir.( Nisa, 80)
Kur'an'ın hiç bir âyetinde vahiy'den bağımsız olarak Nebi ve Muhammed'e itaat etme emredilmemiştir.
İtaat sadece Allah'a, vahye ve Resul'e yapılacaktır
Aynı şekilde "tekzib, tasdik, tebliğ, küfür, helal ve haram kılma, şikak, İsyan, gibi birçok kavram Resul bağlamında kullanılmıştır.
Fakat Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'a önyargı ile yaklaştıkları için bu gerçekleri onlara kabul ettirmek son derece zor bir olaydır.
Şu cehalete Lütfen bir dikkat edin, Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri nasıl açık bir şirk'in ve küfrün içine yuvalanmışlardır.
Onlara göre: "Artık bundan sonra Resulullah'ın söyleyip yaptıkları Kur'an'dan ayrı düşünülmemeli ve bunlar (hadisler) Kur'an'ın bir parçası olarak değerlendirilmelidir.
Zira Kur'an ve peygamber (hadisler- sünnet) ikilisi âdeta birbirine et ile tırnak gibi bağlanmıştır.
Bunları birbirinden ayırdığımız zaman hem dinin gerçek anlamını kavrayamayız hem de dosdoğru yolu bulamayız.
Kur'an'ı Peygamberimizden ayrı düşünürsek çıkmaz sokakta dolaşır dururuz ve hiçbir yere varamayız.
Kitap, Nebi olmadıktan sonra kürekçisi olmayan bir kayık gibidir.
Bu kayıkla acemi yolcular hayat denizinde ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar gitmek istedikleri yere varamazlarlar.
Her zaman olduğu gibi bugün de insan, İslam'ın idrakine ancak, Kur'an'ı Hz. Peygamber ve Hz. Peygamberi de Kur'an vasıtasıyla kavrayarak ulaşabilir"
(Hadis ve Sünnet anlayışımız.s.49, 50) Prof. Dr.Kadir Gürler)
KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN:
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(21. YAZI)
Kur'an'a göre Resul'üllük (elçilik) dinin yani sadece indirilen vahyin tebliğ edilip en güzel şekilde temsil edilmesi için son derece önemli ve şerefli bir makamdır.
Hz Adem'den itibaren gönderilen bütün elçilerin tek görevi, ilave ve değişiklik yapmadan, olduğu gibi Allah'ın mesajlarını insanlara ulaştırmak olmuştur.
Yani Resuller indirilen vahiy sayesinde değerlidirler, elçiler değerlerini indirilen vahiy'den alırlar.
Allah'ın elçileri vazifeleri gereği kendilerine indirilen dinin gerçeklerini insanlara anlatırken asla onların üzerinde zorlama ve baskı kuramazlar.
RESULLER SADECE VAHYİ TEBLİĞ EDERLER.
"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) KUR'AN'an İLE UYAR.
Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"
(Enam, 51)
"Biz, onlara vaad ettiğimiz (azabın) bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce seni vefat ettirsek de SANA ANCAK ALLAH'IN EMİRLERİNİ TEBLİĞ ETMEK DÜŞER. Hesap yalnız bize aittir"
(Ra'd, 40 )
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. TEHDİDİMDEN KORKANLARA KUR'AN'LA ÖĞÜT VER"
(Kaf, 45)
"Sen bizi ilahlarımızdan ayırmak için mi bize geldin?
Haydi doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir, dediler.
Resul dedi ki: Bilgi ancak Allah'ın katındadır. BEN SİZE, BANA GÖNDERİLEN VAHYİ DUYURUYORUM. Fakat sizin cahil bir kavim olduğunuzu görüyorum"
( Ahkaf, 22-23)
"Ona gökten bir hazine indirilmeli, veya onunla beraber bir melek gelmeli değil miydi! demelerinden ötürü
( Ey Resul!) neredeyse sana vahyettiğimizin bir kısmını insanlara ulaştırmaktan vazgeçeceksin. Gönlün de çok daralıyor. ( İYİ BİL Kİ) SEN ANCAK (VAHİY İLE) BİR UYARICISIN. Allah ise her şeye vekildir"
( Hud, 12)
"(Ey Resul!) DE Kİ: BEN, SADECE, VAHİY İLE SİZİ İKAZ EDİYORUM. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45 )
"RESUL'E DÜŞEN GÖREV ANCAK (VAHYİ) TEBLİĞ ETMEKTEN İBARETTİR"
( Maide, 99)
",,,RESULLERİN ÜZERİNE AÇIK SEÇİK TEBLİĞDEN BAŞKA BİR ŞEY DÜŞER Mİ?
(Nahl, 35 )
"Resullerin görevi, sadece vahyi tebliğ etmektir, âyetleri duyurmaktır, vahye tâbi olmaktır" şeklindeki ifadelerden hareket ederek Allah Resulü'nün görevinin sadece vahyi tebliğ etmekle sınırlandırmak
Kur'an'ın emirlerine en uygun yol ve inanç olmaktadır.
Zira söz konusu onlarca âyetin bağlam ve bütünlüğüne bakıldığında, bu ifadelerin Resullere karşı çıkan müşriklere yönelik elçileri teselli etmek amacıyla görevlerinin İslam'ı insanlara zorla kabul ettirmek değil, sadece vahiy'le
Allah'ın emir ve yasaklarını duyurmak ve ilan etmek amacıyla kullanıldığı görülecektir.
Yani Allah'ın elçileri bir anlamda
"Biz sadece vahiy'le inanmış olduğunuz Allah'ın âyetlerini ulaştırıyoruz, artık onlara uyup uymamak size kalmış iştir.
Eğer vahyi dinler, onu dikkate alıp kendinize çeki düzen verip, tevhidi kabul ederseniz, kendinizi kurtarmış olursunuz, aksi takdirde çok büyük bir yıkım ve azap ile karşı karşıya kalacaksınız"
demektedirler.
Bu konuda şu âyetler muhteşemdir.
"De ki: Ey insanlar!
Size Rabbinizden hak ( Kur'an) gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse ancak kendisi için gelecektir.
Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine apacaktır.
Ben sizin üzerinize vekil değilim (Sadece tebliğ etmekle memurum) (Resulüm!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret.
O hakimlerin en hayırlısıdır"
( Yunus, 108, 109)
Yani Elçin'in yalanlanması kendi söylem ve ahlakı ile alakalı değildir.
Tamamen kendisine indirilen vahiy ile alakalıdır.
LÜTFEN ŞU ÂYETE İYİCE DİKKAT EDİN
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmek de olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar"
( En'am, 33)
Yukarıdaki âyet elçilerin sadece vahyi tebliğ ettiklerine dair en güzel bir örnektir. Eğer Resul vahiy'den bağımsız olarak bir şey söylemiş olsaydı Allah ",,,Onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar" demezdi.
Çünkü Resul makam ve mertebesiyle Allah'ın âyetlerini tebliğ etmek ile vahiy'den bağımsız olarak Nebi ve Muhammed (as) ın sözleri birbirinden farklı şeylerdir.
İşte bundan dolayı "tebliğ, tebyin, tekzib, tasdik, İsyan, şikak, örneklik, kesin itaat ve ittiba, küfür, helal ve haram gibi kavramlar her zaman "Resul" bağlamında geçmesi "Resûl" kavramının vahiy'le eşit bir misyon olduğunu gösteriyor.
Yani Resullük ile vahiy bir bütünün iki parçası hükmündedir.
Dolayısıyla vahyin uyarılarını ciddiye almayan müşrikler karşısında elçilerin yapabilecekleri tek şey sadece vahyi tebliğ etmek, Allah'ın ayetlerini beyan, yani duyurmak ve açık olarak ilan etmektir.
Bütün bu Kur'ani gerçeklere rağmen Şia ve Ehli Sünnet âlimleri, bağlayıcılık açısından farklılıklar arz eden sünneti (hadisleri) hiçbir ayrım yapmaksızın din ve hüküm olarak kabul etmişlerdir.
Dolayısıyla uydurma dinin mezhep âlimleri!!bu anlayıştan hareketle Nebi (aleyhisselam)ın neyi nasıl yapmışsa onu aynen taklit etmenin sünnet olduğuna iman etmektedirler.
ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(21. YAZI)
Kur'an'a göre Resul'üllük (elçilik) dinin yani sadece indirilen vahyin tebliğ edilip en güzel şekilde temsil edilmesi için son derece önemli ve şerefli bir makamdır.
Hz Adem'den itibaren gönderilen bütün elçilerin tek görevi, ilave ve değişiklik yapmadan, olduğu gibi Allah'ın mesajlarını insanlara ulaştırmak olmuştur.
Yani Resuller indirilen vahiy sayesinde değerlidirler, elçiler değerlerini indirilen vahiy'den alırlar.
Allah'ın elçileri vazifeleri gereği kendilerine indirilen dinin gerçeklerini insanlara anlatırken asla onların üzerinde zorlama ve baskı kuramazlar.
RESULLER SADECE VAHYİ TEBLİĞ EDERLER.
"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) KUR'AN'an İLE UYAR.
Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"
(Enam, 51)
"Biz, onlara vaad ettiğimiz (azabın) bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce seni vefat ettirsek de SANA ANCAK ALLAH'IN EMİRLERİNİ TEBLİĞ ETMEK DÜŞER. Hesap yalnız bize aittir"
(Ra'd, 40 )
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. TEHDİDİMDEN KORKANLARA KUR'AN'LA ÖĞÜT VER"
(Kaf, 45)
"Sen bizi ilahlarımızdan ayırmak için mi bize geldin?
Haydi doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir, dediler.
Resul dedi ki: Bilgi ancak Allah'ın katındadır. BEN SİZE, BANA GÖNDERİLEN VAHYİ DUYURUYORUM. Fakat sizin cahil bir kavim olduğunuzu görüyorum"
( Ahkaf, 22-23)
"Ona gökten bir hazine indirilmeli, veya onunla beraber bir melek gelmeli değil miydi! demelerinden ötürü
( Ey Resul!) neredeyse sana vahyettiğimizin bir kısmını insanlara ulaştırmaktan vazgeçeceksin. Gönlün de çok daralıyor. ( İYİ BİL Kİ) SEN ANCAK (VAHİY İLE) BİR UYARICISIN. Allah ise her şeye vekildir"
( Hud, 12)
"(Ey Resul!) DE Kİ: BEN, SADECE, VAHİY İLE SİZİ İKAZ EDİYORUM. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45 )
"RESUL'E DÜŞEN GÖREV ANCAK (VAHYİ) TEBLİĞ ETMEKTEN İBARETTİR"
( Maide, 99)
",,,RESULLERİN ÜZERİNE AÇIK SEÇİK TEBLİĞDEN BAŞKA BİR ŞEY DÜŞER Mİ?
(Nahl, 35 )
"Resullerin görevi, sadece vahyi tebliğ etmektir, âyetleri duyurmaktır, vahye tâbi olmaktır" şeklindeki ifadelerden hareket ederek Allah Resulü'nün görevinin sadece vahyi tebliğ etmekle sınırlandırmak
Kur'an'ın emirlerine en uygun yol ve inanç olmaktadır.
Zira söz konusu onlarca âyetin bağlam ve bütünlüğüne bakıldığında, bu ifadelerin Resullere karşı çıkan müşriklere yönelik elçileri teselli etmek amacıyla görevlerinin İslam'ı insanlara zorla kabul ettirmek değil, sadece vahiy'le
Allah'ın emir ve yasaklarını duyurmak ve ilan etmek amacıyla kullanıldığı görülecektir.
Yani Allah'ın elçileri bir anlamda
"Biz sadece vahiy'le inanmış olduğunuz Allah'ın âyetlerini ulaştırıyoruz, artık onlara uyup uymamak size kalmış iştir.
Eğer vahyi dinler, onu dikkate alıp kendinize çeki düzen verip, tevhidi kabul ederseniz, kendinizi kurtarmış olursunuz, aksi takdirde çok büyük bir yıkım ve azap ile karşı karşıya kalacaksınız"
demektedirler.
Bu konuda şu âyetler muhteşemdir.
"De ki: Ey insanlar!
Size Rabbinizden hak ( Kur'an) gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse ancak kendisi için gelecektir.
Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine apacaktır.
Ben sizin üzerinize vekil değilim (Sadece tebliğ etmekle memurum) (Resulüm!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret.
O hakimlerin en hayırlısıdır"
( Yunus, 108, 109)
Yani Elçin'in yalanlanması kendi söylem ve ahlakı ile alakalı değildir.
Tamamen kendisine indirilen vahiy ile alakalıdır.
LÜTFEN ŞU ÂYETE İYİCE DİKKAT EDİN
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmek de olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar"
( En'am, 33)
Yukarıdaki âyet elçilerin sadece vahyi tebliğ ettiklerine dair en güzel bir örnektir. Eğer Resul vahiy'den bağımsız olarak bir şey söylemiş olsaydı Allah ",,,Onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar" demezdi.
Çünkü Resul makam ve mertebesiyle Allah'ın âyetlerini tebliğ etmek ile vahiy'den bağımsız olarak Nebi ve Muhammed (as) ın sözleri birbirinden farklı şeylerdir.
İşte bundan dolayı "tebliğ, tebyin, tekzib, tasdik, İsyan, şikak, örneklik, kesin itaat ve ittiba, küfür, helal ve haram gibi kavramlar her zaman "Resul" bağlamında geçmesi "Resûl" kavramının vahiy'le eşit bir misyon olduğunu gösteriyor.
Yani Resullük ile vahiy bir bütünün iki parçası hükmündedir.
Dolayısıyla vahyin uyarılarını ciddiye almayan müşrikler karşısında elçilerin yapabilecekleri tek şey sadece vahyi tebliğ etmek, Allah'ın ayetlerini beyan, yani duyurmak ve açık olarak ilan etmektir.
Bütün bu Kur'ani gerçeklere rağmen Şia ve Ehli Sünnet âlimleri, bağlayıcılık açısından farklılıklar arz eden sünneti (hadisleri) hiçbir ayrım yapmaksızın din ve hüküm olarak kabul etmişlerdir.
Dolayısıyla uydurma dinin mezhep âlimleri!!bu anlayıştan hareketle Nebi (aleyhisselam)ın neyi nasıl yapmışsa onu aynen taklit etmenin sünnet olduğuna iman etmektedirler.
8 Mayıs 2018 Salı
KUR'AN'A GÖRE İKİ BATIL DİN: ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
(17. YAZI)
Şiilik ve Sünnilik'te Emevi-Abbasi imalatı hurafe ve yalan hadisler (Sünnet) Kur'an'ın hayata bir açılımı olarak anlaşılmıştır.
Çünkü Kur'an'sız âlimler uydurulan rivayetleri Resul'ün dilinden yazılmış ve aktarılmış gerçek bir din olarak kabul etmişlerdir.
Böyle olunca, onlara göre
Nebi ( as) ın Kur'an'a aykırı bir söz söylemesi, bir hüküm vermesi, ya da bir davranışta bulunması mümkün olmaz.
Yani kendisinden iki üç asır sonra uydurulan binlerce hadisi Allah Resulü'nün söylediğine ve ondan gelmiş gerçek bir din olarak kabul eden birisi için artık Kur'an'ın bir anlamı ve önemi kalmamaktadır.
Çünkü onlara göre hadisler Kur'an'ın pratik hayata aktarılması olarak kabul edilmiştir.
Dolayısıyla uydurma rivayetleri Nebi (aleyhisselam)dan gelmiş olduğuna inanan birisi için artık Kur'an'a gitmenin bir önemi kalmıyor.
İşte bundan dolayı Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri büyük bir vebal altına girerek uydurma ve yalan olan hadislerin Kur'an'a uygun olup olmadığına bakmadan bütününü sünnet olarak benimsemişlerdir.
Çünkü hadisler onları Kur'an'a gitmekten engellemiştir.
Yani uydurulmuş hadis ilimlerine bulaşan biri için artık Kur'an'ın hidayetini bulması mümkün değildir.
Çünkü meleklerin tertemiz elleriyle indirilmiş olan Allah'ın kitabı Kur'an, kirli bir zeminde yalan ve şirk ile bir arada kalamaz.
Şia ve Ehli Sünnet imamlarının ve âlimlerinin yanında en sorunlu olan şey,
Kur'an'da geçen bütün "Resul" kavramlarını Kur'an'dan ayırıp Allah Resulü'nden sonra uydurulan rivayetlere gitmeleri ve onları dinde en büyük dayanak yapmaları olmuştur.
Yani Şia ve Ehli Sünnet âlimlerine göre hadislere (sünnete) inanmak iman esaslarından biridir.
Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'dan bağımsız olarak asırlar sonra uydurulan hadislerden çıkarılan emir, nehiy, haber, helal ve haramlara inanmayı Allah'ın Resulü'ne iman etmekle eşdeğer olarak görmüşlerdir.
Yani Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an âyetlerinde geçen "Allah'a itaat edin" ve "kitaptan" maksadın "Kur'an" "hikmet" ve "Resul'e itaat etmekten" kastın hadisler olduğuna inanmaktadırlar.
Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimleri "Nebi" ile "Resul'ün" arasında bulunan farkları çözmeden bu sorundan ve uydurma Emevi- Abbasi ile kadim İran dininden asla kurtulamayacaklardır.
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri o kadar cahil ve ahmak kimseler ki, kendisinden iki üç asır sonra uydurulan yalan ve hurafelere inanmayı Allah Resulü'ne itaat etme ile aynı anlama geldiğine inanmaktadırlar.
MESELA,
Şia ve Ehli Sünnet'in hadis ve fıkıh kaynaklarını açın Allah Resulü'ne itaat etmekten maksadın hadisleri tartışmasız kabul etmek ve onlara iman etmenin kast edildiğini hemen göreceksiniz.
Şia ve Ehli Sünnet âlimlerine göre hadislere karşı gelmek Allah Resulü'ne karşı gelmek anlamına gelmektedir.
Aşağı yukarı İslam tarihinin ilk yıllarından bugüne kadar hadislerin yani sünnetin!!! bir delil ve kaynak olduğunu ortaya koymayan bir eser olmamıştır.
Yani onlara göre Allah'a itaatten kasdedilen Allah'ın gönderdiği kitaba yani Kuran'a, Kur'an'ın emir ve yasaklarına itaat etme, Resulüne itaatten maksadın ise sağlığında bizzat kendisine, onun emir ve yasaklarına, vefatından sonra da sünnetine yani hadislere itaat anlamındadır.
Yine Nebi'nin hüküm ve kararlarına boyun eğmek, sağlığında kendisinin Kur'an'dan bağımsız olarak çeşitli konularda verdiği üküm ve kararlara itaat etmek,
vefatından sonra ise benzer konular karşısında Nebi'nin ortaya koyduğu çözümleri esas almak anlamına gelir.
Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet müctehid ve âlimlerine göre sünnete (hadislere) uymak sağlığında bizzat Allah Resulü'nün kendisine itaat ve boyun eğmekle olduğu gibi,
bugün için sünnete uymak sünneti bize aktaran hadisler aracılığıyla gelen Nebi'nin mesajını iyi anlamakla mümkündür.
Gerek Allah'a itaat ile Resulü'ne itaatin yan yana zikredildiği âyetler gerekse sadece Resul'e itaatten,
onun hüküm ve kararlarına boyun eğmenin gerekliliğinden bahseden âyetler bugüne kadar bütün Şia ve Ehli Sünnet âlimleri tarafından hep bu şekilde yorumlamıştır.
Ve sünnetin (hadislerin) İslam'da en önemli delil oluşu bu tür yaklaşımlarla temellendirilmeye çalışılmıştır.
(17. YAZI)
Şiilik ve Sünnilik'te Emevi-Abbasi imalatı hurafe ve yalan hadisler (Sünnet) Kur'an'ın hayata bir açılımı olarak anlaşılmıştır.
Çünkü Kur'an'sız âlimler uydurulan rivayetleri Resul'ün dilinden yazılmış ve aktarılmış gerçek bir din olarak kabul etmişlerdir.
Böyle olunca, onlara göre
Nebi ( as) ın Kur'an'a aykırı bir söz söylemesi, bir hüküm vermesi, ya da bir davranışta bulunması mümkün olmaz.
Yani kendisinden iki üç asır sonra uydurulan binlerce hadisi Allah Resulü'nün söylediğine ve ondan gelmiş gerçek bir din olarak kabul eden birisi için artık Kur'an'ın bir anlamı ve önemi kalmamaktadır.
Çünkü onlara göre hadisler Kur'an'ın pratik hayata aktarılması olarak kabul edilmiştir.
Dolayısıyla uydurma rivayetleri Nebi (aleyhisselam)dan gelmiş olduğuna inanan birisi için artık Kur'an'a gitmenin bir önemi kalmıyor.
İşte bundan dolayı Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimleri büyük bir vebal altına girerek uydurma ve yalan olan hadislerin Kur'an'a uygun olup olmadığına bakmadan bütününü sünnet olarak benimsemişlerdir.
Çünkü hadisler onları Kur'an'a gitmekten engellemiştir.
Yani uydurulmuş hadis ilimlerine bulaşan biri için artık Kur'an'ın hidayetini bulması mümkün değildir.
Çünkü meleklerin tertemiz elleriyle indirilmiş olan Allah'ın kitabı Kur'an, kirli bir zeminde yalan ve şirk ile bir arada kalamaz.
Şia ve Ehli Sünnet imamlarının ve âlimlerinin yanında en sorunlu olan şey,
Kur'an'da geçen bütün "Resul" kavramlarını Kur'an'dan ayırıp Allah Resulü'nden sonra uydurulan rivayetlere gitmeleri ve onları dinde en büyük dayanak yapmaları olmuştur.
Yani Şia ve Ehli Sünnet âlimlerine göre hadislere (sünnete) inanmak iman esaslarından biridir.
Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'dan bağımsız olarak asırlar sonra uydurulan hadislerden çıkarılan emir, nehiy, haber, helal ve haramlara inanmayı Allah'ın Resulü'ne iman etmekle eşdeğer olarak görmüşlerdir.
Yani Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an âyetlerinde geçen "Allah'a itaat edin" ve "kitaptan" maksadın "Kur'an" "hikmet" ve "Resul'e itaat etmekten" kastın hadisler olduğuna inanmaktadırlar.
Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet âlimleri "Nebi" ile "Resul'ün" arasında bulunan farkları çözmeden bu sorundan ve uydurma Emevi- Abbasi ile kadim İran dininden asla kurtulamayacaklardır.
Şia ve Ehli Sünnet âlimleri o kadar cahil ve ahmak kimseler ki, kendisinden iki üç asır sonra uydurulan yalan ve hurafelere inanmayı Allah Resulü'ne itaat etme ile aynı anlama geldiğine inanmaktadırlar.
MESELA,
Şia ve Ehli Sünnet'in hadis ve fıkıh kaynaklarını açın Allah Resulü'ne itaat etmekten maksadın hadisleri tartışmasız kabul etmek ve onlara iman etmenin kast edildiğini hemen göreceksiniz.
Şia ve Ehli Sünnet âlimlerine göre hadislere karşı gelmek Allah Resulü'ne karşı gelmek anlamına gelmektedir.
Aşağı yukarı İslam tarihinin ilk yıllarından bugüne kadar hadislerin yani sünnetin!!! bir delil ve kaynak olduğunu ortaya koymayan bir eser olmamıştır.
Yani onlara göre Allah'a itaatten kasdedilen Allah'ın gönderdiği kitaba yani Kuran'a, Kur'an'ın emir ve yasaklarına itaat etme, Resulüne itaatten maksadın ise sağlığında bizzat kendisine, onun emir ve yasaklarına, vefatından sonra da sünnetine yani hadislere itaat anlamındadır.
Yine Nebi'nin hüküm ve kararlarına boyun eğmek, sağlığında kendisinin Kur'an'dan bağımsız olarak çeşitli konularda verdiği üküm ve kararlara itaat etmek,
vefatından sonra ise benzer konular karşısında Nebi'nin ortaya koyduğu çözümleri esas almak anlamına gelir.
Dolayısıyla Şia ve Ehli Sünnet müctehid ve âlimlerine göre sünnete (hadislere) uymak sağlığında bizzat Allah Resulü'nün kendisine itaat ve boyun eğmekle olduğu gibi,
bugün için sünnete uymak sünneti bize aktaran hadisler aracılığıyla gelen Nebi'nin mesajını iyi anlamakla mümkündür.
Gerek Allah'a itaat ile Resulü'ne itaatin yan yana zikredildiği âyetler gerekse sadece Resul'e itaatten,
onun hüküm ve kararlarına boyun eğmenin gerekliliğinden bahseden âyetler bugüne kadar bütün Şia ve Ehli Sünnet âlimleri tarafından hep bu şekilde yorumlamıştır.
Ve sünnetin (hadislerin) İslam'da en önemli delil oluşu bu tür yaklaşımlarla temellendirilmeye çalışılmıştır.
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(16.YAZI)
ÖRNEK 88:
Zümer suresi "O küfredenler, bölük bölük halinde cehenneme sürülür.
Nihayet oraya geldiklerinde kapıları açılır,,,," 71.âyetinde bulunan "futihet" "açılır" kelimesini, Nâfi "futtihet" yani "te" harfini şeddeli (Allah tarafından)
"açtırılır" olarak okumuştur.
Aynı şekilde 73. âyette cennet için bulunan "futihet" "açılır" kelimesini Nâfi "futtihet" "açtırılır" olarak okumuştur.
ÖRNEK 89:
Mümin suresi "inkar edenlerin cehennem ehli olduklarına dair Rabbinin sözü böylece gerçek oldu" 6. âyetinde bulunan "kelimetü" lafzını, Nâfi kelimétühü" "sözleri" yani çoğul olarak olmuştur.
ÖRNEK 90:
Mümin suresi "Allah, adaletle hükmeder O'nu bırakıp taptıkları ise hiçbir şeye hükmedemezler" 20.âyetinde bulunan "yed'une" "kulluk ettikleri, yalvardıkları" kelimesini, Nâfi "ted'une" "kulluk ettikleriniz, yalvardıklarınız" olarak okumuştur.
ÖRNEK 91:
Mümin suresi "Firavun: Bırakın beni, dedi. Musa'yı öldüreyim, (kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın!
Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, "ev" "yahut" yeryüzünde fesad (anarşi) çıkaracağından korkuyorum" 26. âyetinde bulunan "ev" lafzını, Nâfi "ve" olarak okumuştur.
O zaman mana şöyle oluyor.
",,,,,,,dininizi değiştireceğinden ve yeryüzünde fesad (anarşi) çıkaracağından korkuyorum" ÖRNEK 92:
Mümin suresi ",,,,Böylece Firavun'a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı,,," 37. âyetinde bulunan "ve sudde" "saptırıldı" kelimesini, Nâfi "ve sadde" (Firavun kavmini) saptırdı olarak okumuştur.
O zaman âyetteki cümlenin manası şöyle oluyor.
"Böylece Firavun'a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve bu sebepten dolayı milletini yoldan saptırdı"
ÖRNEK 93:
Cin suresi "kim Rabbinin zikrinden(Kur'an'dan) yüz çevirirse (Rabbin) onu gitgide artan çetin bir azaba uğratır"
17. âyetinde bulunan "yeslükhü" "uğratır" kelimesini, Ebu Amir "neslükhü" "uğratırız" olarak okumuştur.
ÖRNEK 94:
Kıyamet suresi "Hayır! Doğrusu siz, çarçabuk geçeni (dünya hayatını ve nimetlerini) seviyor, ahireti bırakıyorsunuz"
20 ve 21. âyetlerinde bulunan "tuhibbune" "seviyorsunuz" ve "tezerune" bırakıyorsunuz" kelimelerini,
Ebu Amir "yuhibbune " "seviyorlar" ve "yezerune" "bırakıyorlar" olarak okumuştur.
O zaman âyetin manası şöyle olacaktır.
" Hayır!
Doğrusu onlar çarçabuk geçen dünya hayatını seviyorlar âhireti bırakıyorlar"
ÖRNEK 95:
İnsan Suresi "Sizler (hidayeti) istemedikçe Allah dilemez (iradenizi ipotek altına alarak zorla hidayete yönlendirmez"
30. âyetinde bulunan "vemé teşéune" "istemedikçe" kelimesini,
(16.YAZI)
ÖRNEK 88:
Zümer suresi "O küfredenler, bölük bölük halinde cehenneme sürülür.
Nihayet oraya geldiklerinde kapıları açılır,,,," 71.âyetinde bulunan "futihet" "açılır" kelimesini, Nâfi "futtihet" yani "te" harfini şeddeli (Allah tarafından)
"açtırılır" olarak okumuştur.
Aynı şekilde 73. âyette cennet için bulunan "futihet" "açılır" kelimesini Nâfi "futtihet" "açtırılır" olarak okumuştur.
ÖRNEK 89:
Mümin suresi "inkar edenlerin cehennem ehli olduklarına dair Rabbinin sözü böylece gerçek oldu" 6. âyetinde bulunan "kelimetü" lafzını, Nâfi kelimétühü" "sözleri" yani çoğul olarak olmuştur.
ÖRNEK 90:
Mümin suresi "Allah, adaletle hükmeder O'nu bırakıp taptıkları ise hiçbir şeye hükmedemezler" 20.âyetinde bulunan "yed'une" "kulluk ettikleri, yalvardıkları" kelimesini, Nâfi "ted'une" "kulluk ettikleriniz, yalvardıklarınız" olarak okumuştur.
ÖRNEK 91:
Mümin suresi "Firavun: Bırakın beni, dedi. Musa'yı öldüreyim, (kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın!
Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, "ev" "yahut" yeryüzünde fesad (anarşi) çıkaracağından korkuyorum" 26. âyetinde bulunan "ev" lafzını, Nâfi "ve" olarak okumuştur.
O zaman mana şöyle oluyor.
",,,,,,,dininizi değiştireceğinden ve yeryüzünde fesad (anarşi) çıkaracağından korkuyorum" ÖRNEK 92:
Mümin suresi ",,,,Böylece Firavun'a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı,,," 37. âyetinde bulunan "ve sudde" "saptırıldı" kelimesini, Nâfi "ve sadde" (Firavun kavmini) saptırdı olarak okumuştur.
O zaman âyetteki cümlenin manası şöyle oluyor.
"Böylece Firavun'a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve bu sebepten dolayı milletini yoldan saptırdı"
ÖRNEK 93:
Cin suresi "kim Rabbinin zikrinden(Kur'an'dan) yüz çevirirse (Rabbin) onu gitgide artan çetin bir azaba uğratır"
17. âyetinde bulunan "yeslükhü" "uğratır" kelimesini, Ebu Amir "neslükhü" "uğratırız" olarak okumuştur.
ÖRNEK 94:
Kıyamet suresi "Hayır! Doğrusu siz, çarçabuk geçeni (dünya hayatını ve nimetlerini) seviyor, ahireti bırakıyorsunuz"
20 ve 21. âyetlerinde bulunan "tuhibbune" "seviyorsunuz" ve "tezerune" bırakıyorsunuz" kelimelerini,
Ebu Amir "yuhibbune " "seviyorlar" ve "yezerune" "bırakıyorlar" olarak okumuştur.
O zaman âyetin manası şöyle olacaktır.
" Hayır!
Doğrusu onlar çarçabuk geçen dünya hayatını seviyorlar âhireti bırakıyorlar"
ÖRNEK 95:
İnsan Suresi "Sizler (hidayeti) istemedikçe Allah dilemez (iradenizi ipotek altına alarak zorla hidayete yönlendirmez"
30. âyetinde bulunan "vemé teşéune" "istemedikçe" kelimesini,
Ebu amir "vemé yeşéune" "onlar istemedikçe" olarak okumuştur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)