KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLERLE ATALARIN UYDURMA DİNİNE BAĞLI MUKALLİTLER BİR ARAYA GELEMEZLER
(9.YAZI)
"VAHYİ GAYRİ METLÜV" MESELESİ.(1)
Ehli sünnet ve Şia "Nebi ( Aleyhisselam) eşlerinden Hz. Hafsa'ya bir sır söyledi. O ise sırrı bir diğer şahsa ifşa etti. Nebi ( Aleyhisselam) bu sırrın eşi tarafından ifşa edildiğini öğrenince ondan bir açıklama istedi. Eşi, Nebi ( Aleyhisselam) a bu sırrın ifşa edildiğini kimden öğrendiğini sordu. Nebi ( Aleyhisselam),bunun Allah tarafından haber verildiği şekilde karşılık verdi. Bu olay Kur'an'ı Mübin'de şu âyetle haber veriliyor.
"Nebi, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Nebi'ye açıklayınca, Nebi bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Nebi bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Nebi : Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi"
(Tahrim, 3)
Yukarıdaki ayette geçen "Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi" ifadesi, söz konusu sırrın ifşa edildiğini Nebi ( Aleyhisselam) a Allah tarafından haber verildiğini gösteriyor. Bu haber verme olayı Kur'an'ı Mübin'in hiç bir yerinde geçmez. Dolayısıyla bu âyet, Allah Resulü'nün Kur'an'da yer alan vahiy dışında Allah'tan başka vahiy aldığının da bir göstergesidir"
Kur'an ehli muvahhidler her ne kadar
"Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın ümmeti bağlamadığını, ümmetin sadece vahiy'den sorumlu bulunduğunu" delilleriyle ilgili onlarca âyeti detaylı olarak ortaya koysalar da sıra mukallit mezhepçilere geldiğinde,uydurma hadis dinlerine alan açabilmek ve rivayet dininin meşru bir yol olduğunu göstermek için hiç alakası olmayan bu gibi deliller getirmeye çalışıyorlar.
Bu durum Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin hiç bir zaman Allah'ın kitabına itibar etmediğini açık olarak gösteriyor.
Öncelikle Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin mezheplerinde "vahyi gayri metlüv" inancıyla ne kasdedildiğini anlamaya çalışalım.
"Allah Resulü'ne genel olarak tatbikatta ortaya çıkan bazı konularda hüküm ve karar yetkisi verildiği gibi, Kur'an'da olmayan hususlarda ona haram ve helal koyma yetkisi de verilmiştir"
(Hayrettin Karaman, "Kur'an'ın Hz. Peygamber'in sünnetine verdiği değer, sünnetin Dindeki yeri, tartışmalı ilmi toplantılar dizisi, s, 68, Ensar yayınları)
(Devam Edecek)
28 Ağustos 2017 Pazartesi
KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLERLE ATALARIN UYDURMA DİNİNE BAĞLI MUKALLİTLER BİR ARAYA GELEMEZLER (10. YAZI)
"VAHYİ GAYRİ METLÜV" MESELESİ: (2)
Ehli sünnet ve Şia alimlerinin anlayışına göre dinde hükümlerin kaynağı "vahyi metlüv" ve "vahyi gayri metlüv" olmak üzere ikidir.
"Vahyi metlüv" "Okunan vahiy" demektir. Namazda okunduğu için Kur'an âyetlerine "Vahyi Metlüv" denmiştir.
Namazda okunmadığı halde aynen Kur'an âyetleri gibi insanları bağlayıcı farzlar, hükümler, haramlar ve helaller bildiren diğer vahiylere de "Gayri Metlüv Vahiy" yani "Okunmayan Vahiy" adı verilmiştir.
Aslında İslam tarihine baktığımızda Ehli sünnet ve Şia âlimlerinin itikadi ve ameli olarak bütün konuları "vahyi gayri metlüv" üzerine bina ettiklerini görürüz.
Şia ve Ehli sünnet âlimleri hiç bir zaman Kur'an'a itibar etmediler, onların Kur'an, Kur'an demeleri sadece ümmeti aldatmak içindir.
Onların hayatlarını sözde Kur'an özde vahyi gayri metlüv şekillendirmiştir.
Ehli sünnet ve Şia âlimleri Nebi (Aleyhisselam) a Kur'an dışında hükümler verildiğinin bir delili olarak Tahrim suresinin 3.âyetini gösterirler. Oysa ki daha ilk bakışta bu ayetin "gayri metlüv" vahye işaret etmediğinin anlaşılması gerekirdi. Çünkü ayette şöyle bir ifade geçiyor:
",,,,O da onun birazını eşine anlattı, birazını da anlatmaktan vazgeçti....."( Tahrim, 3)
Eğer bu ayette geçen olay, Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin iddia ettiği gibi "gayri metluv vahiy" olayına bir örnek olsaydı Nebi ( Aleyhisselam)'ın birazını anlatmaktan vazgeçmesi mümkün olur muydu?
Bir elçinin kendisine gelen vahyi insanlara tebliğ etmemesi olacak bir şey midir?
Allah Resulü'nün kendisine gelen vahyi insanlara bildirmemesi büyük bir suçtur.
Yüce Allah şöyle buyurur.
" Ey Resul! Rabbin'den sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez"( Maide, 67)
Tahrim suresinde anlatılan olayda ise Nebi (Aleyhisselam) ın kendisine gelen haberin sadece bir kısmını anlatıp kalanını gizliyor.
Zaten bu olay bir aile meselesi olduğu ve aile içinde gizli kalması için ayette hep "Nebi" kavramı kullanılmıştır.
Bu olay, tüm insanlık için bağlayıcı olduğu iddia edilen "gayri metlüv vahye" nasıl örnek olabilir? Bu örneğin baştan sona kadar hatalı olduğu çok açıktır.
Ancak vahiy konusunu Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde, Allah'ın tarif ettiği şekilde anlamamış zihinlerin böyle çok basit hatalara düşmeleri normaldir.
Onlar bir şekilde iddialarındaki çelişkiyi görseler bile kafa karışıklığı ve bilgi kirliliği içerisinde bocalamaktan kendilerini kurtarmayı başaralamazlar.
Bu kafa karışıklığını gidermenin tek yolu "vahiy" meselesini ayetler arası ilişkileri kurarak konuları saf bir şekilde anlamaktan geçer.
(Devam Edecek)
"VAHYİ GAYRİ METLÜV" MESELESİ: (2)
Ehli sünnet ve Şia alimlerinin anlayışına göre dinde hükümlerin kaynağı "vahyi metlüv" ve "vahyi gayri metlüv" olmak üzere ikidir.
"Vahyi metlüv" "Okunan vahiy" demektir. Namazda okunduğu için Kur'an âyetlerine "Vahyi Metlüv" denmiştir.
Namazda okunmadığı halde aynen Kur'an âyetleri gibi insanları bağlayıcı farzlar, hükümler, haramlar ve helaller bildiren diğer vahiylere de "Gayri Metlüv Vahiy" yani "Okunmayan Vahiy" adı verilmiştir.
Aslında İslam tarihine baktığımızda Ehli sünnet ve Şia âlimlerinin itikadi ve ameli olarak bütün konuları "vahyi gayri metlüv" üzerine bina ettiklerini görürüz.
Şia ve Ehli sünnet âlimleri hiç bir zaman Kur'an'a itibar etmediler, onların Kur'an, Kur'an demeleri sadece ümmeti aldatmak içindir.
Onların hayatlarını sözde Kur'an özde vahyi gayri metlüv şekillendirmiştir.
Ehli sünnet ve Şia âlimleri Nebi (Aleyhisselam) a Kur'an dışında hükümler verildiğinin bir delili olarak Tahrim suresinin 3.âyetini gösterirler. Oysa ki daha ilk bakışta bu ayetin "gayri metlüv" vahye işaret etmediğinin anlaşılması gerekirdi. Çünkü ayette şöyle bir ifade geçiyor:
",,,,O da onun birazını eşine anlattı, birazını da anlatmaktan vazgeçti....."( Tahrim, 3)
Eğer bu ayette geçen olay, Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin iddia ettiği gibi "gayri metluv vahiy" olayına bir örnek olsaydı Nebi ( Aleyhisselam)'ın birazını anlatmaktan vazgeçmesi mümkün olur muydu?
Bir elçinin kendisine gelen vahyi insanlara tebliğ etmemesi olacak bir şey midir?
Allah Resulü'nün kendisine gelen vahyi insanlara bildirmemesi büyük bir suçtur.
Yüce Allah şöyle buyurur.
" Ey Resul! Rabbin'den sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez"( Maide, 67)
Tahrim suresinde anlatılan olayda ise Nebi (Aleyhisselam) ın kendisine gelen haberin sadece bir kısmını anlatıp kalanını gizliyor.
Zaten bu olay bir aile meselesi olduğu ve aile içinde gizli kalması için ayette hep "Nebi" kavramı kullanılmıştır.
Bu olay, tüm insanlık için bağlayıcı olduğu iddia edilen "gayri metlüv vahye" nasıl örnek olabilir? Bu örneğin baştan sona kadar hatalı olduğu çok açıktır.
Ancak vahiy konusunu Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü içinde, Allah'ın tarif ettiği şekilde anlamamış zihinlerin böyle çok basit hatalara düşmeleri normaldir.
Onlar bir şekilde iddialarındaki çelişkiyi görseler bile kafa karışıklığı ve bilgi kirliliği içerisinde bocalamaktan kendilerini kurtarmayı başaralamazlar.
Bu kafa karışıklığını gidermenin tek yolu "vahiy" meselesini ayetler arası ilişkileri kurarak konuları saf bir şekilde anlamaktan geçer.
(Devam Edecek)
24 Ağustos 2017 Perşembe
KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLERLE ATALARIN UYDURMA DİNİNE BAĞLI MUKALLİTLER BİR ARAYA GELEMEZLER
(8.YAZI)
Ben her zaman Ehli sünnet ve Şia'nın Kur'an'da manasını değiştirmedikleri ayet bırakmamışlardır diyorum.
Hemde manası en açık ve net olan,manası en basit ve kolay olan âyetlerin manasını tahrif etmişlerdir.
Hatta tek manası olan, başka bir manaya gelmesi mümkün olmayan âyetlerin mealini bozmuşlardır.
Yani muteşabih değil, muhkem olan, tek anlamı bulunan âyetleri tahrif etmişlerdir.
Bunu yapmalarının bir çok sebepleri vardır.
İslam karşısında mağlup olduklarından dolayı düşmanlık diyebilirsiniz.
Cehalet ve yobazlık, akılsızlık ve mantıksızlık olarak adlandırabilirsiniz.
Kur'an ilminden ve tevhid ahlakından uzak olduklarını söyleyebilirsiniz.
Ancak bunun en büyük sebebi uydurma hadis dinlerini meşru göstermek için bu korkunç cinayeti işlemişlerdir.
Manasını tahrif ettikleri âyetlerden bir tanesi de
şudur.
",,,,,Resul ( Elçi) size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun, çünkü Allah'ın azabı çetindir"
(Haşr, 7)
Şia ve Ehli sünnet alimleri o derece cahiller ki
Resul ( Elçi) ile Nebi'nin arasında bulunan farkı bilmediklerinden dolayı bu âyette geçen "Resul" kavramını es geçerek, bu meali apaçık olan âyete şöyle bir mana vermişlerdir.
"Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının,,,"
Yani onların anlayışlarına göre uydurma rivayetlerle kendilerine intikal etmiş bütün hadisler "peygamberden" gelen vahiy mesabesinde bulunan emirlerdir.
Dolayısıyla onlara göre "peygamber heva ve hevesine göre konuşmayacağı, Kuran'ı tefsir etme görevi de olduğu için" artık Allah Resulü adına yalan ve iftira olan bütün rivayetler Kur'an'a paralel hatta ondan daha önemli bir din olmuşlardır.
Halbuki yukarıda söz konusu edilen Haşr süresinin 7. Âyetininin gerçek meali şöyledir.
"Resul( Elçi) (Allah tarafından kendisine indirileni size tebliğ ettiği için) o size ne verdiyse alın, size (Elçi sıfatıyla) neyi yasakladıysa ondan da sakının" demektir.
Yani âyetin manasını esas belirleyici unsur Allah'ı temsil makamında bulunan "Resul"( Elçi) kavramıdır.
Resul ( Elçi) kavramına "peygamber" kelimesi ile mana verilince Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, Kur'an'ın çözümü, Kur'an'ın sistemi darmadağın oluyor.
Dolayısıyla benim Kur'an ehli muvahhidlerden ricam Kur'an'ın manasını korkunç bir şekilde bozan, anlamını tahrif eden, anlaşılmasını son derece zorlaştıran en tehlikeli kelime olan "peygamber" kelimesini kullanmamalarıdır.
İşte Şia ve Ehli sünnetin sözde âlimleri "Resul" ibaresinin hangi anlama geldiğini bilmediklerinden dolayı Allah Resulü'nden asırlar sonra uydurulan bütün hadisleri ondan gelmiş ilâhi vahiy olarak kabul etmişlerdir.
Cehaletin böylesi ancak tahsil ile elde edilir.
Allah'a yemin ediyorum tahsil haricinde böyle bir cehalet elde edilmez.
Onların tahsil ettikleri tek şey Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerle oluşturulan İlahların ve evliyaların şirk dinidir.
(8.YAZI)
Ben her zaman Ehli sünnet ve Şia'nın Kur'an'da manasını değiştirmedikleri ayet bırakmamışlardır diyorum.
Hemde manası en açık ve net olan,manası en basit ve kolay olan âyetlerin manasını tahrif etmişlerdir.
Hatta tek manası olan, başka bir manaya gelmesi mümkün olmayan âyetlerin mealini bozmuşlardır.
Yani muteşabih değil, muhkem olan, tek anlamı bulunan âyetleri tahrif etmişlerdir.
Bunu yapmalarının bir çok sebepleri vardır.
İslam karşısında mağlup olduklarından dolayı düşmanlık diyebilirsiniz.
Cehalet ve yobazlık, akılsızlık ve mantıksızlık olarak adlandırabilirsiniz.
Kur'an ilminden ve tevhid ahlakından uzak olduklarını söyleyebilirsiniz.
Ancak bunun en büyük sebebi uydurma hadis dinlerini meşru göstermek için bu korkunç cinayeti işlemişlerdir.
Manasını tahrif ettikleri âyetlerden bir tanesi de
şudur.
",,,,,Resul ( Elçi) size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun, çünkü Allah'ın azabı çetindir"
(Haşr, 7)
Şia ve Ehli sünnet alimleri o derece cahiller ki
Resul ( Elçi) ile Nebi'nin arasında bulunan farkı bilmediklerinden dolayı bu âyette geçen "Resul" kavramını es geçerek, bu meali apaçık olan âyete şöyle bir mana vermişlerdir.
"Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının,,,"
Yani onların anlayışlarına göre uydurma rivayetlerle kendilerine intikal etmiş bütün hadisler "peygamberden" gelen vahiy mesabesinde bulunan emirlerdir.
Dolayısıyla onlara göre "peygamber heva ve hevesine göre konuşmayacağı, Kuran'ı tefsir etme görevi de olduğu için" artık Allah Resulü adına yalan ve iftira olan bütün rivayetler Kur'an'a paralel hatta ondan daha önemli bir din olmuşlardır.
Halbuki yukarıda söz konusu edilen Haşr süresinin 7. Âyetininin gerçek meali şöyledir.
"Resul( Elçi) (Allah tarafından kendisine indirileni size tebliğ ettiği için) o size ne verdiyse alın, size (Elçi sıfatıyla) neyi yasakladıysa ondan da sakının" demektir.
Yani âyetin manasını esas belirleyici unsur Allah'ı temsil makamında bulunan "Resul"( Elçi) kavramıdır.
Resul ( Elçi) kavramına "peygamber" kelimesi ile mana verilince Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, Kur'an'ın çözümü, Kur'an'ın sistemi darmadağın oluyor.
Dolayısıyla benim Kur'an ehli muvahhidlerden ricam Kur'an'ın manasını korkunç bir şekilde bozan, anlamını tahrif eden, anlaşılmasını son derece zorlaştıran en tehlikeli kelime olan "peygamber" kelimesini kullanmamalarıdır.
İşte Şia ve Ehli sünnetin sözde âlimleri "Resul" ibaresinin hangi anlama geldiğini bilmediklerinden dolayı Allah Resulü'nden asırlar sonra uydurulan bütün hadisleri ondan gelmiş ilâhi vahiy olarak kabul etmişlerdir.
Cehaletin böylesi ancak tahsil ile elde edilir.
Allah'a yemin ediyorum tahsil haricinde böyle bir cehalet elde edilmez.
Onların tahsil ettikleri tek şey Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerle oluşturulan İlahların ve evliyaların şirk dinidir.
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ:
(39.YAZI)
Kur'an'a baktığımızda Allah'a itaat etme emrinin geçtiği bütün âyetlerde mutlaka Resüle'de itaat etme emrinin var olduğu, fakat buna karşı çok ilginçtir Resüle itaat etme emrinin bulunduğu bazı âyetlerde Allah'a itaat emrinden söz edilmediği görülmektedir.
MESELA,
"Salatı ikame edin, zekatı verin, RESÜL'E itaat edin ki Merhamet göresiniz"
(Nur, 56)
Allah'a itaatin mutlak olarak emredildiği tüm âyetlerde istisnasız Resül'e ( Elçiye) de itaatin emredildiği halde Resül'e itaati emreden bazı âyetlerde Allah'a itaatten bahsedilmemesi, Resül(Elçi) olan kişinin, Allah'ın âyetlerini tebliğ ettiğinden dolayıdır.
Yani Resul ( Elçi) Allah'ı temsil makamında olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir.
Çünkü Allah insanlarla elçi vasıtasıyla konuşur. Bunu başka bir yolu yoktur.
Allah ( cc) emirlerini seçmiş olduğu elçiler aracılığıyla insanlara iletir.
Dolayısıyla Elçiyi hidayete ulaştıran vahiy'dir, ancak Resul olmadan da vahiy, kitap, din, iman, İslam diye bir şey olmaz.
İşte bu yüzden elçiler çok önemlidir.
Elçilerin önemi Allah tarafından indirilen orijinal vahiy sayesindedir.
Bundan dolayı Allah Elçisini vahiy'den koparıp beşeri uydurma rivayetlerle oluşturulan İlahların ve evliyaların şirk dinine götürmek ve onu oradan değerlendirmek Allah Resulü'ne büyük bir küfür ve hakaret olmuştur.
Allah'ın Elçilerini değerli, dokunulmaz ve eleştirilmez kılan tek şey Allah tarafından kendilerine indirilen vahiy'dir.
Allah Resulü'nün rivayetlerle hiçbir alakası yoktur.
Elçiyi rivayetlerle tanımak ve onu Buhari'nin, Müslim'in, Tirmizi'nin, Ebu Davud'un, İbni Mace'nin, Nesai'nin, Ahmet bin Hanbel'in Sünenin'den, İmamı Malik'in Muvatta'sından tanımak ve onu rivayetlerden yola çıkarak değerlendirmek açık bir cehalet, sapıklık, iftira, hezeyan, ahmaklık ve dinde kaos girdapının tam merkezine girmek olacaktır.
Zaten dindeki ihtilaf ve ayrımcılık, fitne ve fesad'ın en büyük sebebi budur.
ARKADAŞLAR!
ALLAH RESULÜ'NÜ KUR'AN'DAN KOPARIP BEŞERİ UYDURMALARA GÖTÜREMEZSİNİZ.
Bu yetkiyi size kim verdi?
Allah yüzlerce ayette boşuna mı "Resülüllahi" "Allah'ın Resulü" "Rüsülilléhi" Allah'ın Elçilileri"
"Resulihi" " Onun Elçisi" buyuruyor.
ARKADAŞ! Allah'ın Resulünü Kur'andan koparmak dinin temeline dinamit yerleştirmekten daha beterdir.
Dolayısıyla Kur'an âyetlerinde geçen Resul ( Elçi) ibaresini vahiy olarak anlamak gerekir.
Vahiy ile Elçiler arasında bir fark yoktur.
Elçi konuşan Kur'andır, elçi olmadığı zaman onu sadece vahiy temsil eder.
Yani Allah Resulü'nü tanımak için vahiy'den başka hiçbir yol yoktur.
Bu meseleyi Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin kafasına yerleştirinceye kadar anlatmaya devam edeceğiz.
"Elçiye itaat eden Allah'a itaat etmiş olur,,,"
(Nisa, 80)
Siz Allah'ın Elçilerini anlamak ve tanımak istiyor musunuz?
İŞTE KUR'AN,
(39.YAZI)
Kur'an'a baktığımızda Allah'a itaat etme emrinin geçtiği bütün âyetlerde mutlaka Resüle'de itaat etme emrinin var olduğu, fakat buna karşı çok ilginçtir Resüle itaat etme emrinin bulunduğu bazı âyetlerde Allah'a itaat emrinden söz edilmediği görülmektedir.
MESELA,
"Salatı ikame edin, zekatı verin, RESÜL'E itaat edin ki Merhamet göresiniz"
(Nur, 56)
Allah'a itaatin mutlak olarak emredildiği tüm âyetlerde istisnasız Resül'e ( Elçiye) de itaatin emredildiği halde Resül'e itaati emreden bazı âyetlerde Allah'a itaatten bahsedilmemesi, Resül(Elçi) olan kişinin, Allah'ın âyetlerini tebliğ ettiğinden dolayıdır.
Yani Resul ( Elçi) Allah'ı temsil makamında olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir.
Çünkü Allah insanlarla elçi vasıtasıyla konuşur. Bunu başka bir yolu yoktur.
Allah ( cc) emirlerini seçmiş olduğu elçiler aracılığıyla insanlara iletir.
Dolayısıyla Elçiyi hidayete ulaştıran vahiy'dir, ancak Resul olmadan da vahiy, kitap, din, iman, İslam diye bir şey olmaz.
İşte bu yüzden elçiler çok önemlidir.
Elçilerin önemi Allah tarafından indirilen orijinal vahiy sayesindedir.
Bundan dolayı Allah Elçisini vahiy'den koparıp beşeri uydurma rivayetlerle oluşturulan İlahların ve evliyaların şirk dinine götürmek ve onu oradan değerlendirmek Allah Resulü'ne büyük bir küfür ve hakaret olmuştur.
Allah'ın Elçilerini değerli, dokunulmaz ve eleştirilmez kılan tek şey Allah tarafından kendilerine indirilen vahiy'dir.
Allah Resulü'nün rivayetlerle hiçbir alakası yoktur.
Elçiyi rivayetlerle tanımak ve onu Buhari'nin, Müslim'in, Tirmizi'nin, Ebu Davud'un, İbni Mace'nin, Nesai'nin, Ahmet bin Hanbel'in Sünenin'den, İmamı Malik'in Muvatta'sından tanımak ve onu rivayetlerden yola çıkarak değerlendirmek açık bir cehalet, sapıklık, iftira, hezeyan, ahmaklık ve dinde kaos girdapının tam merkezine girmek olacaktır.
Zaten dindeki ihtilaf ve ayrımcılık, fitne ve fesad'ın en büyük sebebi budur.
ARKADAŞLAR!
ALLAH RESULÜ'NÜ KUR'AN'DAN KOPARIP BEŞERİ UYDURMALARA GÖTÜREMEZSİNİZ.
Bu yetkiyi size kim verdi?
Allah yüzlerce ayette boşuna mı "Resülüllahi" "Allah'ın Resulü" "Rüsülilléhi" Allah'ın Elçilileri"
"Resulihi" " Onun Elçisi" buyuruyor.
ARKADAŞ! Allah'ın Resulünü Kur'andan koparmak dinin temeline dinamit yerleştirmekten daha beterdir.
Dolayısıyla Kur'an âyetlerinde geçen Resul ( Elçi) ibaresini vahiy olarak anlamak gerekir.
Vahiy ile Elçiler arasında bir fark yoktur.
Elçi konuşan Kur'andır, elçi olmadığı zaman onu sadece vahiy temsil eder.
Yani Allah Resulü'nü tanımak için vahiy'den başka hiçbir yol yoktur.
Bu meseleyi Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin kafasına yerleştirinceye kadar anlatmaya devam edeceğiz.
"Elçiye itaat eden Allah'a itaat etmiş olur,,,"
(Nisa, 80)
Siz Allah'ın Elçilerini anlamak ve tanımak istiyor musunuz?
İŞTE KUR'AN,
YETER ARTIK, ALLAH'TAN KORKUN.
Devletin, vatandaşını maddi ve manevi olarak etkileyecek sahtekarlığa karşı koruma görevi yok mudur?
Bunu gerçekten öğrenmek istediğimden dolayı soruyorum.
Diyanet İşleri başkanlığının görevi nedir?
Neden bu din tüccarlarına karşı hiçbir şey yapmıyor.
Halbuki diyanet İşleri başkanlığının kuruluş amacı
"Din konusunda vatandaşları doğru bilgilerle aydınlatmak" değil mi?
Biz, Diyanet işleri başkanlığı Kur'an'ı ve Allah Resulü'nü temsil etsin demiyoruz.
Zaten böyle bir şey de mümkün değildir.
En azından Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin ilkeleri olan "Kur'an, sünnet, icma ve kıyas-ı fukahâ" ya göre görevini yerine getirsin
Madem dininizin birinci kaynağı Kur'an'dır.
O halde size soruyorum,
Dini rant ve menfaat aracı olarak kullanmak, Ümmi insanları Allah ile aldatmak, Allah Resulü'nü dünya hayatına âlet etmek,uydurma ve hurafe rivayetlerle Allah Resulü'ne hakaret etmek, din satarak dünyalık elde etmek" Kur'an'da ve sünnette var mı?
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de ne buyuruyor.
",,,,,Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın,,,"
(Bakara, 41)
"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, İşte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir.
Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır"
(Bakara, 174)
Yani şarlatan din tüccarı kalkmış, "Allah Resulü'nün sözde kılını yıkamış su satıyor, Allah Resulü'nün uydurma ayakkabısını pazarlıyor, kabir azabına dayanıklı kefen satıyor,
Kur'an ilmine ve hikmetine aykırı saçma sapan "dua ve salavat kitaplarını" hiç bir denetime takılmadan dağıtıyor.
Kur'an tarafından koruma altına alınmış olmasına rağmen ahmakça uydurulmuş rivayetlerlerle Allah Resulü'nün şahsiyetine hakaretler ediyor.
Allah'ı, O'nun Elçisini, Dini, imanı, kitabı ve bütün mukaddes değerleri istismar ederek milleti aldatıyor.
Kur'an gibi bir değere sahip olan ümmete yirmi birinci asırda orta çağ karanlığını ve cehaletini satarak yobaz ve gerici bir neslin ortaya çıkması için çalıyor.
Hurafe ve ahmakça hikayeler anlatarak ümmetin aklı ile alay ediyor.
Yani bu orta çağ karanlığından gelmiş olan kapkara cahile dur demek için daha ne bekleniyor.
Bu milleti aldatmak ve saptırmak için daha ne yapsın?
Ben bu hurafecilere karşı kanuni veya kaba kuvvet kullanılsın demiyorum.
Sizin diyanetinizin, İlahiyatçılarınızın bu yalancılara karşı söyleyecek bir sözleri, ortaya koyacak bir bilgileri mevcut değil mi ?
Allah Resulü ve temsil ettiği vahiy bizim anamızdan, çoluk çocuğumuzdan daha değerli değil mi?
Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) sizin tahtınızdan, makam ve mertebenizden, dünya saltanatınızdan daha şerefli bir değer taşımıyor mu?
İzzet ve şeref tümüyle Allah ve Resulü'nün yanında bulunmuyor mu?
Allah'ın ve Resulü'nün rızası sahip olduğunuz refah ve geçici dünya hayatından daha üstün değil mi?
Devletin, vatandaşını maddi ve manevi olarak etkileyecek sahtekarlığa karşı koruma görevi yok mudur?
Bunu gerçekten öğrenmek istediğimden dolayı soruyorum.
Diyanet İşleri başkanlığının görevi nedir?
Neden bu din tüccarlarına karşı hiçbir şey yapmıyor.
Halbuki diyanet İşleri başkanlığının kuruluş amacı
"Din konusunda vatandaşları doğru bilgilerle aydınlatmak" değil mi?
Biz, Diyanet işleri başkanlığı Kur'an'ı ve Allah Resulü'nü temsil etsin demiyoruz.
Zaten böyle bir şey de mümkün değildir.
En azından Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin ilkeleri olan "Kur'an, sünnet, icma ve kıyas-ı fukahâ" ya göre görevini yerine getirsin
Madem dininizin birinci kaynağı Kur'an'dır.
O halde size soruyorum,
Dini rant ve menfaat aracı olarak kullanmak, Ümmi insanları Allah ile aldatmak, Allah Resulü'nü dünya hayatına âlet etmek,uydurma ve hurafe rivayetlerle Allah Resulü'ne hakaret etmek, din satarak dünyalık elde etmek" Kur'an'da ve sünnette var mı?
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de ne buyuruyor.
",,,,,Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın,,,"
(Bakara, 41)
"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, İşte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir.
Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır"
(Bakara, 174)
Yani şarlatan din tüccarı kalkmış, "Allah Resulü'nün sözde kılını yıkamış su satıyor, Allah Resulü'nün uydurma ayakkabısını pazarlıyor, kabir azabına dayanıklı kefen satıyor,
Kur'an ilmine ve hikmetine aykırı saçma sapan "dua ve salavat kitaplarını" hiç bir denetime takılmadan dağıtıyor.
Kur'an tarafından koruma altına alınmış olmasına rağmen ahmakça uydurulmuş rivayetlerlerle Allah Resulü'nün şahsiyetine hakaretler ediyor.
Allah'ı, O'nun Elçisini, Dini, imanı, kitabı ve bütün mukaddes değerleri istismar ederek milleti aldatıyor.
Kur'an gibi bir değere sahip olan ümmete yirmi birinci asırda orta çağ karanlığını ve cehaletini satarak yobaz ve gerici bir neslin ortaya çıkması için çalıyor.
Hurafe ve ahmakça hikayeler anlatarak ümmetin aklı ile alay ediyor.
Yani bu orta çağ karanlığından gelmiş olan kapkara cahile dur demek için daha ne bekleniyor.
Bu milleti aldatmak ve saptırmak için daha ne yapsın?
Ben bu hurafecilere karşı kanuni veya kaba kuvvet kullanılsın demiyorum.
Sizin diyanetinizin, İlahiyatçılarınızın bu yalancılara karşı söyleyecek bir sözleri, ortaya koyacak bir bilgileri mevcut değil mi ?
Allah Resulü ve temsil ettiği vahiy bizim anamızdan, çoluk çocuğumuzdan daha değerli değil mi?
Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) sizin tahtınızdan, makam ve mertebenizden, dünya saltanatınızdan daha şerefli bir değer taşımıyor mu?
İzzet ve şeref tümüyle Allah ve Resulü'nün yanında bulunmuyor mu?
Allah'ın ve Resulü'nün rızası sahip olduğunuz refah ve geçici dünya hayatından daha üstün değil mi?
KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLERLE ATALARIN UYDURMA DİNİNE BAĞLI MUKALLİTLER BİR ARAYA GELEMEZLER
(7.YAZI)
Şia ve Ehli sünnet alimleri uydurma dinin rivayetlerine yani hadislere alan açmak ve yol vermek için manasını değiştirdikleri âyetlerden bir tanesi Nahl süresi 44. âyetidir.
"Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik"
Şia ve Ehli sünnet âlimleri yani müfessirleri ve muhaddisleri Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne kör,
Kur'an'ın sistemine sağır,
Kur'an'ın hikmetine dilsiz ve duygusuz bir şekilde onlarca âyete rağmen söz konusu âyette geçen "açıklaman" kelimesini "tefsir etmen" olarak yorumlamışlardır.
Yani Ehli sünnet ve Şia'nın âlimlerine göre kendisinden asırlar sonra Allah Resulü adına yalan ve iftira edilen hadisler Kur'an'ın tefsiri sayılırlar.
Peki gerçekte yukarıdaki ayette bulunan "litubeyyine" " açıklaman" kelimesi, "tefsir etme"
anlamına yoksa "duyurma, tebliğ etme, ilan etme, onu okuma ve dile getirme" anlamında mı kullanılmıştır.
Bu konu Kur'an'da çözülecek çok kolay bir konudur. Çünkü bununla ilgili onlarca ayet mevcuttur.
Yani âyette geçen "açıklaman" kelimesi "tefsir etme" anlamında değil, "duyurma, tebliğ etme, ilan etme, onu okuma ve dile getirme" anlamında kullanılmıştır.
Kur'an'ın bir çok âyetinde vahyin Allah tarafından gönderildiği gibi Allah tarafından açıklanıp detaylandırıldığı ortaya konmuştur.
",,,,Ayrıca bu KİTAB'I da SANA, HERŞEY için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
(Nahl, 89)
"Andolsun onların ( geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. ( Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır), iman eden millet için bir rahmet ve bir hidayettir"
( Yusuf, 111)
"Elif. Lam. RA. (Bu sana indirilen) hikmet sahibi ( ve) her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri muhkem kılınmış, sonrada detaylandırılmış bir kitaptır"
(Hud, 1) "Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, ( onunkarşılığında) sana daha doğrusunu ve daha açığını getirmeyelim tefsiran"
(Furkan, 33)
Dolayısıyla
Ey Ehli sünnet ve Şia'nın Kur'an cahilleri!
Elçinin görevi sadece vahyi tebliğ etmek, onu okumak, muhataba ulaştırmak ve vahiy ile ikaz etmektir. Elçilerin vahyi tefsir etmek gibi bir görevleri yoktur.
Allah'ın Elçileri indirilen vahye bir şey ekleyip içinden bir şey çıkaramazlar.
Onlar vahyi geldiği gibi aktarmak zorundadırlar.
Bu kadar Kur'an düşmanı ve kara cahil olmayın.
(7.YAZI)
Şia ve Ehli sünnet alimleri uydurma dinin rivayetlerine yani hadislere alan açmak ve yol vermek için manasını değiştirdikleri âyetlerden bir tanesi Nahl süresi 44. âyetidir.
"Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik"
Şia ve Ehli sünnet âlimleri yani müfessirleri ve muhaddisleri Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne kör,
Kur'an'ın sistemine sağır,
Kur'an'ın hikmetine dilsiz ve duygusuz bir şekilde onlarca âyete rağmen söz konusu âyette geçen "açıklaman" kelimesini "tefsir etmen" olarak yorumlamışlardır.
Yani Ehli sünnet ve Şia'nın âlimlerine göre kendisinden asırlar sonra Allah Resulü adına yalan ve iftira edilen hadisler Kur'an'ın tefsiri sayılırlar.
Peki gerçekte yukarıdaki ayette bulunan "litubeyyine" " açıklaman" kelimesi, "tefsir etme"
anlamına yoksa "duyurma, tebliğ etme, ilan etme, onu okuma ve dile getirme" anlamında mı kullanılmıştır.
Bu konu Kur'an'da çözülecek çok kolay bir konudur. Çünkü bununla ilgili onlarca ayet mevcuttur.
Yani âyette geçen "açıklaman" kelimesi "tefsir etme" anlamında değil, "duyurma, tebliğ etme, ilan etme, onu okuma ve dile getirme" anlamında kullanılmıştır.
Kur'an'ın bir çok âyetinde vahyin Allah tarafından gönderildiği gibi Allah tarafından açıklanıp detaylandırıldığı ortaya konmuştur.
",,,,Ayrıca bu KİTAB'I da SANA, HERŞEY için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
(Nahl, 89)
"Andolsun onların ( geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. ( Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır), iman eden millet için bir rahmet ve bir hidayettir"
( Yusuf, 111)
"Elif. Lam. RA. (Bu sana indirilen) hikmet sahibi ( ve) her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri muhkem kılınmış, sonrada detaylandırılmış bir kitaptır"
(Hud, 1) "Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, ( onunkarşılığında) sana daha doğrusunu ve daha açığını getirmeyelim tefsiran"
(Furkan, 33)
Dolayısıyla
Ey Ehli sünnet ve Şia'nın Kur'an cahilleri!
Elçinin görevi sadece vahyi tebliğ etmek, onu okumak, muhataba ulaştırmak ve vahiy ile ikaz etmektir. Elçilerin vahyi tefsir etmek gibi bir görevleri yoktur.
Allah'ın Elçileri indirilen vahye bir şey ekleyip içinden bir şey çıkaramazlar.
Onlar vahyi geldiği gibi aktarmak zorundadırlar.
Bu kadar Kur'an düşmanı ve kara cahil olmayın.
KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLERLE ATALARIN UYDURMA DİNİNE BAĞLI MUKALLİTLER BİR ARAYA GELEMEZLER
(6.YAZI)
Ehli sünnet ve Şia âlimlerinin manasını bozdukları âyetlerden bir tanesi de şu ayettir.
Bu âyeti örnek göstererek hadisleri dini bir kaynak ve Allah Resulü'nün hayatına örnek metinler olarak kullanıyorlar.
"Andolsun ki, Resulullah, sizin için Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir"
( Ahzab, 21)
İster inanın ister inanmayın, Şia ve Ehli sünnet alimleri bu ayeti tamamen tahrif ederek şöyle yormlamışlardır.
"Andolsun ki, (Hadislerde anlatılan) Resulullah, sizin için Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnektir"
Bu akılsız ve kara cahiller Resülüllah'tan asırlar sonra Kur'an'dan kopuk olarak ona iftira edilen rivayetleri onun örnekliğini gösteren kaynaklar olarak görmüşlerdir.
Peki bu ayette gerçek olarak anlatılmak istenen hakikat nedir?
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, Kur'an'ın çözümü, Kur'an'ın sistemi ne buyuruyor?
Elçiye itaatten maksadın Allah'ın elçisine gönderdiği mesaj olan Kur'an'a uymak olduğu kesindir.
Kur'an'da aktarıldığı gibi Resulullah'ın da bizim için örnek olduğu (Ahzab, 21) fakat Resulullah (Aleyhisselam)a dair bilgiler için tek geçerli ve yeterli kaynağın Kur'an'ı Mübin olduğunu da kesin olarak söyleyebiliriz.
MESELA,
Mumtehine suresi 4. Ayette "İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için güzel bir örnek vardır.
Onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah ile beraber taptıklarınızdan uzağız. Sizi inkâr ediyoruz.
Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve kin baş göstermiştir,,,,,"
Şimdi bu âyet İbrahim (Aleyhisselam)'ın örnekliğini geleneklerin ve ona atfedilen sözlerin arasından seçeceğimizi mi söylüyor?
Kesinlikle hayır, bu ayet öyle söylemiyor.
Âyette anlatılmak istenen Hz İbrahim (Aleyhisselam)'ın davranışlarının, tevhid mücadelesinin ve ahlakının Kur'an'da açıklanan şeklinin inananlar için örnek olduğu ve inananlarının onun örneğinde olduğu gibi hareket etmeleri gerektiğidir.
Allah Elçisi Muhammed (Aleyhisselam) ın'da bu âyette iman edenlere (Ahzab, 21) örnek gösterilmesi bu şekildedir.
Yoksa Kur'an haricinde bulunan hiçbir eserde anlatılan bilgilerden örneklik çıkarılamaz ve onlardan Allah Resulü örnek alınamaz.
En akılsız akmak kişi bilir ki Resulullah (aleyhisselam) dan yüzlerce yıl sonra uydurulan ve bir çok iftira içeren hadislerle Elçi örnek alınamaz.
Örnekli Kur'an'daki Elçinin tevhid, ihlas, iman ahlak ve hayatıdır.
(6.YAZI)
Ehli sünnet ve Şia âlimlerinin manasını bozdukları âyetlerden bir tanesi de şu ayettir.
Bu âyeti örnek göstererek hadisleri dini bir kaynak ve Allah Resulü'nün hayatına örnek metinler olarak kullanıyorlar.
"Andolsun ki, Resulullah, sizin için Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir"
( Ahzab, 21)
İster inanın ister inanmayın, Şia ve Ehli sünnet alimleri bu ayeti tamamen tahrif ederek şöyle yormlamışlardır.
"Andolsun ki, (Hadislerde anlatılan) Resulullah, sizin için Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnektir"
Bu akılsız ve kara cahiller Resülüllah'tan asırlar sonra Kur'an'dan kopuk olarak ona iftira edilen rivayetleri onun örnekliğini gösteren kaynaklar olarak görmüşlerdir.
Peki bu ayette gerçek olarak anlatılmak istenen hakikat nedir?
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, Kur'an'ın çözümü, Kur'an'ın sistemi ne buyuruyor?
Elçiye itaatten maksadın Allah'ın elçisine gönderdiği mesaj olan Kur'an'a uymak olduğu kesindir.
Kur'an'da aktarıldığı gibi Resulullah'ın da bizim için örnek olduğu (Ahzab, 21) fakat Resulullah (Aleyhisselam)a dair bilgiler için tek geçerli ve yeterli kaynağın Kur'an'ı Mübin olduğunu da kesin olarak söyleyebiliriz.
MESELA,
Mumtehine suresi 4. Ayette "İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için güzel bir örnek vardır.
Onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah ile beraber taptıklarınızdan uzağız. Sizi inkâr ediyoruz.
Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve kin baş göstermiştir,,,,,"
Şimdi bu âyet İbrahim (Aleyhisselam)'ın örnekliğini geleneklerin ve ona atfedilen sözlerin arasından seçeceğimizi mi söylüyor?
Kesinlikle hayır, bu ayet öyle söylemiyor.
Âyette anlatılmak istenen Hz İbrahim (Aleyhisselam)'ın davranışlarının, tevhid mücadelesinin ve ahlakının Kur'an'da açıklanan şeklinin inananlar için örnek olduğu ve inananlarının onun örneğinde olduğu gibi hareket etmeleri gerektiğidir.
Allah Elçisi Muhammed (Aleyhisselam) ın'da bu âyette iman edenlere (Ahzab, 21) örnek gösterilmesi bu şekildedir.
Yoksa Kur'an haricinde bulunan hiçbir eserde anlatılan bilgilerden örneklik çıkarılamaz ve onlardan Allah Resulü örnek alınamaz.
En akılsız akmak kişi bilir ki Resulullah (aleyhisselam) dan yüzlerce yıl sonra uydurulan ve bir çok iftira içeren hadislerle Elçi örnek alınamaz.
Örnekli Kur'an'daki Elçinin tevhid, ihlas, iman ahlak ve hayatıdır.
KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLERLE ATALARIN UYDURMA DİNİNE BAĞLI MUKALLİTLER BİR ARAYA GELEMEZLER
(5.YAZI)
Kur,an'ı önemsemeyen,onun anlaşılmasını engelleyen, onun yerine uydurulmuş dine tâbi olan mukallit mezhepçilerin ikinci argümanları ve Kur'an'dan kaçış bahaneleri Necm suresi 3.ve 4. ayetleridir.
Mukallit cahiller bu iki ayeti şöyle anlıyorlar. "Allah Resulü (aleyhisselam)ın hadisleri de birer vahiy'dir.
Çünkü o hevasından konuşmaz.
Dolayısıyla ondan rivayet edilen bütün hadisler de Kur'an gibi Allah'tan gelmiş vahiy gibidir. Onları kabul etmeyen Resulullahı reddetmiş olacağından dolayı dinden çıkmış olur.
CEVAP:
Peki, Necm suresi 3.ve 4.âyetleri gerçek olarak hangi anlama geliyor.
Daha önceki yazılarımızda Ehli sünnet ve şia âlimlerinin Kur'an'dan hiçbir şey anlamadıklarını yazmıştık.
Hatta Şia ve Ehli sünnet alimlerinin Yahudi ve Hristiyan din adamlarından daha bozuk bir din oluşturduklarını da sürekli söylüyoruz.
Şia ve Ehli sünnet âlimleri Kur'an'da manasını bozmadıkları bir kavram bırakmadılar.
Şimdi Ehli sünnet ve
Şia alimlerinin şu karanlık üstüne karanlık cehaletlerine bir göz atalım. Necm suresinin ilk ayetlerinde geçen
"O, kendi heva ve arzusuna göre nutuk atmaz (konuşmaz) onun bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir"
mealindeki ayetler delil gösterilerek (Hiç alakası olmadığı halde)
Şia ve Ehli sünnet âlimleri tarafından Allah Resulü'nden asırlar sonra uydurulan hadislerinde vahiy mahsulü olduğu iddia edilmiştir.
Oysa bu ayetlerde "vahiy ürünü" olduğu bildirilen sözler
Muhammed (Aleyhisselam)"den sonra onun adına iftira edilen sözleri (hadisleri) değil Resul'ün okuduğu, Allah indinde gelen Allah'ın sözleridir.
Yani onun Allah'tan getirdiği Kur'an âyetleridir, Allah tarafından indirilen vahiydir.
Bu kadar basit ve kolay anlaşılması gereken ayetler nasıl başka bir şekle sokulup çarpıtılır? Mekke müşrikleri iftira ederek Muhammed ( Aleyhisselam) ın
Resul olarak okuduğu sözlerin Allah'ın âyetleri (Allah'tan aldığı vahiy'ler) olmadığını ve bunları kendisinin uydurduğunu (heva ve hevesi ile söylediğini) iddia ettiler.
İşte Mekke müşriklerinin bu iddiaları ile alakalı bu âyetlere benzer bir çok ayet nazil olmuştur.
MESELA
"Yoksa, "Onu (Kur'an'ı) kendisi uydurdu" mu diyorlar?
De ki:
Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi yardıma çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on süre getirin"
(Hud, 13)
"Yoksa, Onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar?
De ki :
Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzun yettiklerini çağırın da hep beraber onun benzeri bir süre getirin"
(Yunus,38)
İşte müşriklerin bu iddialarına cevap olarak Necm suresinin ilgili on beş ayeti nazil olmuştur.
Şimdi Şia ve ehli sünnet âlimlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını anladınız mı?
Ehli sünnet ve Şia dini İnsanın düşünmesini engelleyen, aklı dumura uğratan, statik, durağan iki batıl dindir.
Akıllı ve Muvahhid bir Müslüman elinden geldiği kadar inancını, aklını, zihnini Ehli sünnet ve Şia'nın dininin karanlığından korumaya çalışır.
(5.YAZI)
Kur,an'ı önemsemeyen,onun anlaşılmasını engelleyen, onun yerine uydurulmuş dine tâbi olan mukallit mezhepçilerin ikinci argümanları ve Kur'an'dan kaçış bahaneleri Necm suresi 3.ve 4. ayetleridir.
Mukallit cahiller bu iki ayeti şöyle anlıyorlar. "Allah Resulü (aleyhisselam)ın hadisleri de birer vahiy'dir.
Çünkü o hevasından konuşmaz.
Dolayısıyla ondan rivayet edilen bütün hadisler de Kur'an gibi Allah'tan gelmiş vahiy gibidir. Onları kabul etmeyen Resulullahı reddetmiş olacağından dolayı dinden çıkmış olur.
CEVAP:
Peki, Necm suresi 3.ve 4.âyetleri gerçek olarak hangi anlama geliyor.
Daha önceki yazılarımızda Ehli sünnet ve şia âlimlerinin Kur'an'dan hiçbir şey anlamadıklarını yazmıştık.
Hatta Şia ve Ehli sünnet alimlerinin Yahudi ve Hristiyan din adamlarından daha bozuk bir din oluşturduklarını da sürekli söylüyoruz.
Şia ve Ehli sünnet âlimleri Kur'an'da manasını bozmadıkları bir kavram bırakmadılar.
Şimdi Ehli sünnet ve
Şia alimlerinin şu karanlık üstüne karanlık cehaletlerine bir göz atalım. Necm suresinin ilk ayetlerinde geçen
"O, kendi heva ve arzusuna göre nutuk atmaz (konuşmaz) onun bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir"
mealindeki ayetler delil gösterilerek (Hiç alakası olmadığı halde)
Şia ve Ehli sünnet âlimleri tarafından Allah Resulü'nden asırlar sonra uydurulan hadislerinde vahiy mahsulü olduğu iddia edilmiştir.
Oysa bu ayetlerde "vahiy ürünü" olduğu bildirilen sözler
Muhammed (Aleyhisselam)"den sonra onun adına iftira edilen sözleri (hadisleri) değil Resul'ün okuduğu, Allah indinde gelen Allah'ın sözleridir.
Yani onun Allah'tan getirdiği Kur'an âyetleridir, Allah tarafından indirilen vahiydir.
Bu kadar basit ve kolay anlaşılması gereken ayetler nasıl başka bir şekle sokulup çarpıtılır? Mekke müşrikleri iftira ederek Muhammed ( Aleyhisselam) ın
Resul olarak okuduğu sözlerin Allah'ın âyetleri (Allah'tan aldığı vahiy'ler) olmadığını ve bunları kendisinin uydurduğunu (heva ve hevesi ile söylediğini) iddia ettiler.
İşte Mekke müşriklerinin bu iddiaları ile alakalı bu âyetlere benzer bir çok ayet nazil olmuştur.
MESELA
"Yoksa, "Onu (Kur'an'ı) kendisi uydurdu" mu diyorlar?
De ki:
Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi yardıma çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on süre getirin"
(Hud, 13)
"Yoksa, Onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar?
De ki :
Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzun yettiklerini çağırın da hep beraber onun benzeri bir süre getirin"
(Yunus,38)
İşte müşriklerin bu iddialarına cevap olarak Necm suresinin ilgili on beş ayeti nazil olmuştur.
Şimdi Şia ve ehli sünnet âlimlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını anladınız mı?
Ehli sünnet ve Şia dini İnsanın düşünmesini engelleyen, aklı dumura uğratan, statik, durağan iki batıl dindir.
Akıllı ve Muvahhid bir Müslüman elinden geldiği kadar inancını, aklını, zihnini Ehli sünnet ve Şia'nın dininin karanlığından korumaya çalışır.
KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLERLE ATALARIN UYDURMA DİNİNE BAĞLI MUKALLİTLER BİR ARAYA GELEMEZLER
(4.YAZI)
Allah Resulü'nün dönemindeki müşriklerle günümüzün müşrikleri arasında aleyhimize görünen tek bir şey vardır.
Yani Allah Resulü'nün dönemi daha zor ve çetin olmakla beraber Mekke müşriklerinin atalarından kendilerine intikal etmiş bir kitapları bulunmuyordu.
"Yoksa size ait bir kitap varda, (bu batıl inançları ve fikirleri)ondan mı okuyorsunuz?
(Kalem, 37)
Fakat bizim başımıza musallat olan müşriklerin atalarından intikal eden yüzlerce hadis ve fıkıh kitapları vardır.
Bizim tek dezavantajımız budur.
Şimdi gelelim Kur'an'ı anlamak istemeyen mezhepçi müşriklerin argümanlarına:
1)"Allah ve Resulüne itaat edin"
Bu Kur'an'ı anlamayan cahillere göre Allah'ı Kur'an, Resulü de hadisler temsil etmektedir.
Hadisleri inkar eden Allah Resulü'nün sözlerini inkar etmiş olur.
Dolayısıyla Allah Resulü'nün düşmanı bir kafir olur.
CEVAP:
Kur'an'ın hiç bir ayetinde Nebi'ye ve Muhammed'e itaat edin diye bir emir bulunmaz.
Dolayısıyla Resul'ün görevi vahyi tebliğ etmek olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir.
Elçi konuşan Kur'andır. Elçiyi hidayete ulaştıran vahiy'dir, ancak Resul olmadan da vahiy hayat bulamaz.
Vahiy elçinin dilinde hayat bulur. Elçi olmazsa vahiy diye bir şey olmaz.
Elçiyi değerli kılan şey vahiy'dir.
Elçi kendisine Allah'tan indirilen vahiy sayesinde değerlidir.
Bundan dolayı Nebi ile Resul arasında bulunan farkı bilmeyen mukallit mezhepçilere hadislerin Allah Resulü'nü temsil etmediklerini anlatmak oldukça zor görünüyor.
Çünkü Nebi ile Resulün arasında bulunan fark gibi Kur'an'ın bir çok konusu hâlâ atalarının dinine bağlı olan hurafecilere kapalıdır.
Uydurma dinlerine körü körüne bağlılıklarından dolayı mukallitler hiçbir zaman Kur'an'ı anlamayacaklardır.
Rahman ve rahim olan Allah şöyle buyuruyor. "Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır!
Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir"
(Kehf,57)
Kur'an'ın çok ilginç bir ahlak vardır.
MESELA
Kur'an'ı Mübin kendisi ile beraber bir kaynak kabul etmediği için, kendisini din ve hüküm olarak tek müracaat edilecek kaynak kabul etmeyenlere kendisini kapatır.
İster inanın ister inanmayın Ehli sünnet(Diyanet, Cemaat, Tarikatlar) ve Şia istedikleri kadar Kur'anı okusunlar hiçbir zaman onu anlayamayacaklardır.
Bu mümkün değildir.
Dillerinden aşağıya bir şey intikal etmeyecektir.
Bu Kur'an'ın en önemli kanunu ve sünnetidir ve onun sünnetinde ve kanununda hiç bir zaman değişme olmaz.
Şia ve Ehli sünnet alimleri maalesef Kur'an'ın bütün kavramlarını tahrif ettikleri gibi Kur'an'ın en önemli kavramı olan "Resul"( Elçi) kavramını da tahrif etmişlerdir.
Resul kavramı tahrif edilince onu Kur'an'dan koparmalları ve ona başka anlamlar yüklemeleri kolaylaşmış oldu.
Aslında Şia ve Ehli sünnetin cinayet ve küfürlerini anlatmakla bitiremeyiz.
Dolayısıyla Şia ve Ehli sünnet alimleri Kur'an'ın en önemli kavramı olan Resûl kavramını anlayamamışlardır.
Allah aşkına söyleyin, Kur'an'ın en önemli kavramı olan " Resul" ibaresinin hangi anlama geldiğini bilmeyenlerle neyi oturup konuşacaksınız.
Bundan dolayı mukallit mezhepçiler eğer Kur'an'a iman ediyorlarsa Kur'an'daki kavramları yine Kur'an'ın kendisinden çözmeye çalışmaları gerekir.
Yani aydınlıkta kaybettiklerini karanlıkta arama ahmaklığına düşmeyeceklerdir.
Kuran'da geçen bir kavrama yine kendisinden başka hiç bir kaynak sağlıklı bir açıklama getiremez.
Yani bir kavram Kur'an'da geçiyorsa onun gerçek çözümünü başka bir kaynakta bulamazsınız.
Dinde en büyük yıkım "Nebi" ile "Resul" kavramlarında olmuştur.
Bu iki kavramın tahrif edilmesi dinin tamamen değişmesini beraberinde getirmiştir.
Allah Resulün'den sonra ilk cinayet "Resül" kavramlarını hadislerle Kur'an'dan koparmaları olmuştur.
İkinci büyük cinayet ise İran'ın fethinden sonra "Nebi" ve "Resul" kavramları yerine kullanılmaya başlanan "Peygamber" kelimesi ile olmuştur.
(4.YAZI)
Allah Resulü'nün dönemindeki müşriklerle günümüzün müşrikleri arasında aleyhimize görünen tek bir şey vardır.
Yani Allah Resulü'nün dönemi daha zor ve çetin olmakla beraber Mekke müşriklerinin atalarından kendilerine intikal etmiş bir kitapları bulunmuyordu.
"Yoksa size ait bir kitap varda, (bu batıl inançları ve fikirleri)ondan mı okuyorsunuz?
(Kalem, 37)
Fakat bizim başımıza musallat olan müşriklerin atalarından intikal eden yüzlerce hadis ve fıkıh kitapları vardır.
Bizim tek dezavantajımız budur.
Şimdi gelelim Kur'an'ı anlamak istemeyen mezhepçi müşriklerin argümanlarına:
1)"Allah ve Resulüne itaat edin"
Bu Kur'an'ı anlamayan cahillere göre Allah'ı Kur'an, Resulü de hadisler temsil etmektedir.
Hadisleri inkar eden Allah Resulü'nün sözlerini inkar etmiş olur.
Dolayısıyla Allah Resulü'nün düşmanı bir kafir olur.
CEVAP:
Kur'an'ın hiç bir ayetinde Nebi'ye ve Muhammed'e itaat edin diye bir emir bulunmaz.
Dolayısıyla Resul'ün görevi vahyi tebliğ etmek olduğu için ona itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir.
Elçi konuşan Kur'andır. Elçiyi hidayete ulaştıran vahiy'dir, ancak Resul olmadan da vahiy hayat bulamaz.
Vahiy elçinin dilinde hayat bulur. Elçi olmazsa vahiy diye bir şey olmaz.
Elçiyi değerli kılan şey vahiy'dir.
Elçi kendisine Allah'tan indirilen vahiy sayesinde değerlidir.
Bundan dolayı Nebi ile Resul arasında bulunan farkı bilmeyen mukallit mezhepçilere hadislerin Allah Resulü'nü temsil etmediklerini anlatmak oldukça zor görünüyor.
Çünkü Nebi ile Resulün arasında bulunan fark gibi Kur'an'ın bir çok konusu hâlâ atalarının dinine bağlı olan hurafecilere kapalıdır.
Uydurma dinlerine körü körüne bağlılıklarından dolayı mukallitler hiçbir zaman Kur'an'ı anlamayacaklardır.
Rahman ve rahim olan Allah şöyle buyuruyor. "Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır!
Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir"
(Kehf,57)
Kur'an'ın çok ilginç bir ahlak vardır.
MESELA
Kur'an'ı Mübin kendisi ile beraber bir kaynak kabul etmediği için, kendisini din ve hüküm olarak tek müracaat edilecek kaynak kabul etmeyenlere kendisini kapatır.
İster inanın ister inanmayın Ehli sünnet(Diyanet, Cemaat, Tarikatlar) ve Şia istedikleri kadar Kur'anı okusunlar hiçbir zaman onu anlayamayacaklardır.
Bu mümkün değildir.
Dillerinden aşağıya bir şey intikal etmeyecektir.
Bu Kur'an'ın en önemli kanunu ve sünnetidir ve onun sünnetinde ve kanununda hiç bir zaman değişme olmaz.
Şia ve Ehli sünnet alimleri maalesef Kur'an'ın bütün kavramlarını tahrif ettikleri gibi Kur'an'ın en önemli kavramı olan "Resul"( Elçi) kavramını da tahrif etmişlerdir.
Resul kavramı tahrif edilince onu Kur'an'dan koparmalları ve ona başka anlamlar yüklemeleri kolaylaşmış oldu.
Aslında Şia ve Ehli sünnetin cinayet ve küfürlerini anlatmakla bitiremeyiz.
Dolayısıyla Şia ve Ehli sünnet alimleri Kur'an'ın en önemli kavramı olan Resûl kavramını anlayamamışlardır.
Allah aşkına söyleyin, Kur'an'ın en önemli kavramı olan " Resul" ibaresinin hangi anlama geldiğini bilmeyenlerle neyi oturup konuşacaksınız.
Bundan dolayı mukallit mezhepçiler eğer Kur'an'a iman ediyorlarsa Kur'an'daki kavramları yine Kur'an'ın kendisinden çözmeye çalışmaları gerekir.
Yani aydınlıkta kaybettiklerini karanlıkta arama ahmaklığına düşmeyeceklerdir.
Kuran'da geçen bir kavrama yine kendisinden başka hiç bir kaynak sağlıklı bir açıklama getiremez.
Yani bir kavram Kur'an'da geçiyorsa onun gerçek çözümünü başka bir kaynakta bulamazsınız.
Dinde en büyük yıkım "Nebi" ile "Resul" kavramlarında olmuştur.
Bu iki kavramın tahrif edilmesi dinin tamamen değişmesini beraberinde getirmiştir.
Allah Resulün'den sonra ilk cinayet "Resül" kavramlarını hadislerle Kur'an'dan koparmaları olmuştur.
İkinci büyük cinayet ise İran'ın fethinden sonra "Nebi" ve "Resul" kavramları yerine kullanılmaya başlanan "Peygamber" kelimesi ile olmuştur.
ŞİA VE EHLİ SÜNNET SÖZDE ÂLİMLERİNİN EN BÜYÜK BAŞARISI!
Şu soru çok önemlidir.
Dünya hayatında müntesiplerine huzur ve mutluluk vermeyen bir din, ahirette nasıl Allah'ın rızasına nail edecek ve cennete götürecektir?
Evet nasıl?
Lütfen uydurma din mensuplarına bu soruyu sorun.
Bu soruya cevap vermek zorundalar.
Aydınlık olmayınca karanlık olacağı, iman bulunmayınca küfür ortaya çıkacağı, tevhid akidesi takip edilmeyence şirkin rehber olacağı, dinde ihlas ve samimiyet olmayınca nifak tohumları ekileceği gibi,
eğer kendini müslüman olarak kabul eden bir ümmet ve millet ciddi ciddi Kur'an'ı anlama ve onu tanıma, üzerinde düşünme ve onu akletme ile bir çalışması olmuyorsa, o zaman Allah o ümmet ve milleti boş ve abes işler peşinde koşmaya mahkum eder.
Eğer Allah'ın bir hidayet ve rahmet kaynağı olarak inzal ettiği Kur'an zihin ve fikirleri işgal etmezse o boşluğu Buharinin, Müslim'in, Tirmizi'nin,Ebu Davud'un anlamsız ve cehalet dolu eserleri dolduracaktır.
Eğer Kur'an'ın ilmi ve hikmeti, ahlakı ve hidayeti olmazsa mezheplerin kaos ve tefrika, anlayış ve içtihatları, hiç bir faydası olmayan ağır yük ve esaret zincirleri bu ümmetin boyunu eğecek belini bükecektir.
Eğer vahyin aydınlığı ve fazileti olmazsa, Said Nursi'nin, İbrahim Hakkı'nın Celaleddin Rumi'nin Muhittin Arabi'nin, Beyazıt'ı Bestami'nin saçma sapan hurafeleri algıları işgal edilecektir.
Eğer inzal edilen dinin merhamet ve mağfireti olmazsa tarikatın yobaz ve ahmakça inançları her köşeyi kaplayacaktır.
Eğer Kur'an'ın ilmi olmazsa, heva ve hevesin zulüm ve karanlığı her yeri sarmalayacaktır.
Eğer Kur'an'ın anlaşılması olmazsa müziği, çalgısı, ahengi, notası, güftesi ve eğlencesi ibadet haline gelecektir.
Eğer Kur'an'ın tertili, tilaveti ve kıraatı yok edilirse, onun uydurma tecvidi, sanatı,sesi ve hangi anlama geldiğı bilinmeyen sedası hayata hakim olacaktır.
Yani anlayacağınız, Ehli sünnet ve Şia'nın sözde alimleri ve muhaddisleri Allah'ın kitabının anlaşılmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmışlar.
İnsanları Allah'ın yolundan saptırmak için her yolu demişlerdir.
Gerçekten bugün Yirmi birinci asır bilim ve teknoloji çağında dâhi Kur'an'ın müslümanlar tarafından anlaşılmaması Şia ve Ehli sünnet alimlerinin gerçekleştirdikleri büyük bir başarıdır.
"Dünya hayatını âhirete tercih edenler, Allah yolundan (Kur'an'dan) alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar haktan uzak bir sapıklık içindedirler"
(İbrahim, 3)
"İnkâr edenler: Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki (anlaşılmasını)bastırırsınız, dediler"
(Fussilet, 26)
SORU:
ALLAH TARAFINDAN İNDİRİLEN TAM AYDINLIK VE SAF HİDAYET OLAN BİR DİNİ NASIL KAOS VE KARGAŞANIN KAYNAĞI HALİNE GETİRDİLER?
CEVAP:
ALLAH RESULÜ'NÜ KUR'AN'DAN KOPARIP, UYDURMA RİVAYETLERLE OLUŞTURULAN İLAHLARIN VE EVLİYALARIN ŞİRK DİNİ İLE.
Şu soru çok önemlidir.
Dünya hayatında müntesiplerine huzur ve mutluluk vermeyen bir din, ahirette nasıl Allah'ın rızasına nail edecek ve cennete götürecektir?
Evet nasıl?
Lütfen uydurma din mensuplarına bu soruyu sorun.
Bu soruya cevap vermek zorundalar.
Aydınlık olmayınca karanlık olacağı, iman bulunmayınca küfür ortaya çıkacağı, tevhid akidesi takip edilmeyence şirkin rehber olacağı, dinde ihlas ve samimiyet olmayınca nifak tohumları ekileceği gibi,
eğer kendini müslüman olarak kabul eden bir ümmet ve millet ciddi ciddi Kur'an'ı anlama ve onu tanıma, üzerinde düşünme ve onu akletme ile bir çalışması olmuyorsa, o zaman Allah o ümmet ve milleti boş ve abes işler peşinde koşmaya mahkum eder.
Eğer Allah'ın bir hidayet ve rahmet kaynağı olarak inzal ettiği Kur'an zihin ve fikirleri işgal etmezse o boşluğu Buharinin, Müslim'in, Tirmizi'nin,Ebu Davud'un anlamsız ve cehalet dolu eserleri dolduracaktır.
Eğer Kur'an'ın ilmi ve hikmeti, ahlakı ve hidayeti olmazsa mezheplerin kaos ve tefrika, anlayış ve içtihatları, hiç bir faydası olmayan ağır yük ve esaret zincirleri bu ümmetin boyunu eğecek belini bükecektir.
Eğer vahyin aydınlığı ve fazileti olmazsa, Said Nursi'nin, İbrahim Hakkı'nın Celaleddin Rumi'nin Muhittin Arabi'nin, Beyazıt'ı Bestami'nin saçma sapan hurafeleri algıları işgal edilecektir.
Eğer inzal edilen dinin merhamet ve mağfireti olmazsa tarikatın yobaz ve ahmakça inançları her köşeyi kaplayacaktır.
Eğer Kur'an'ın ilmi olmazsa, heva ve hevesin zulüm ve karanlığı her yeri sarmalayacaktır.
Eğer Kur'an'ın anlaşılması olmazsa müziği, çalgısı, ahengi, notası, güftesi ve eğlencesi ibadet haline gelecektir.
Eğer Kur'an'ın tertili, tilaveti ve kıraatı yok edilirse, onun uydurma tecvidi, sanatı,sesi ve hangi anlama geldiğı bilinmeyen sedası hayata hakim olacaktır.
Yani anlayacağınız, Ehli sünnet ve Şia'nın sözde alimleri ve muhaddisleri Allah'ın kitabının anlaşılmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmışlar.
İnsanları Allah'ın yolundan saptırmak için her yolu demişlerdir.
Gerçekten bugün Yirmi birinci asır bilim ve teknoloji çağında dâhi Kur'an'ın müslümanlar tarafından anlaşılmaması Şia ve Ehli sünnet alimlerinin gerçekleştirdikleri büyük bir başarıdır.
"Dünya hayatını âhirete tercih edenler, Allah yolundan (Kur'an'dan) alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar haktan uzak bir sapıklık içindedirler"
(İbrahim, 3)
"İnkâr edenler: Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki (anlaşılmasını)bastırırsınız, dediler"
(Fussilet, 26)
SORU:
ALLAH TARAFINDAN İNDİRİLEN TAM AYDINLIK VE SAF HİDAYET OLAN BİR DİNİ NASIL KAOS VE KARGAŞANIN KAYNAĞI HALİNE GETİRDİLER?
CEVAP:
ALLAH RESULÜ'NÜ KUR'AN'DAN KOPARIP, UYDURMA RİVAYETLERLE OLUŞTURULAN İLAHLARIN VE EVLİYALARIN ŞİRK DİNİ İLE.
KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLERLE ATALARIN UYDURMA DİNİNE BAĞLI MUKALLİTLER BİR ARAYA GELEMEZLER
(3.YAZI)
Yani Allah Resulü ile Mekke'li müşriklerin yapmış oldukları münazara sanal bir âlemde yapılmıyordu.
Karşınızda size hakaret eden adamı silemiyor, ona engel koyamıyordunuz.
Dolayısıyla Mekke ve Medine'nin sert ortamını bilmeyen günümüz insanları bazı Kur'an ayetlerini çok sert bulabilirler.
Mekke müşriklerinin dinlerine olan aşırı bağlılıkları,
Medine'ye Allah Resulü ile münazaraya gelen Hıristiyanların küfür ve inatları,
Medineli Yahudilerinin kendilerini Araplardan üstün görmeleri, kibir ve gururları, hakaret ve Allah Resulü'nü yalanlamaları Kur'an ayetleri üzerinde sert söylemlere sebep oluyordu.
Yani şimdi siz hanif bir müslüman olarak sadece Kur'an okuyor, yalnız Kur'an'a iman ediyor ve tek Kur'an'dan beslenen biri olarak ataların uydurma dinine bağlı olarak yaşayan Cübbeli Ahmet,
Nihat Hatipoğlu, Tuğrul İnançer, Fatih Çıtlak, Cevat Akşit, Ramazan Ayvalı, Diyanet işleri başkanlığı, Osman Ünlü, İhsan şenocak, Ebubekir sifil,
Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Mustafa Karataş,
Ömer Döngeloğlu, Yusuf Kavaklı gibi Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul etmeyenler ve dinin Allah tarafından tamamlandığına inanmayanlarla bir kasabada her gün karşı karşıya geldiğinizi bir düşünün.
Allah'a yemin ediyorum, yukarıda saydığım şahsiyetler Allah Resulü'nün döneminde Mekke ve Medine'de yaşamış olsalardı haklarında en az iki bin âyet nazil olurdu.
Bugün biz Kur'an'ı Mübin'i tek kaynak olarak kabul eden muvahhidler Ataların dinine uyanlarla gerçek bir dünyada karşı karşıya gelmiyoruz.
Gelmiş olsak bile bizim yol değiştirme ve onlarla karşı karşıya gelmeme imkanımız vardır. Biz münazaradan kaçabiliriz
Fakat Allah Resulü kendisine indirilen vahyi tebliğ etmek, gelen âyetleri herkese okumak ve duyurmak zorundaydı.
Allah Resulü'nün bir kenara çekilmek gibi bir alternatifi bulunmuyordu.
Aslında ben sözü şuraya getireceğim.
Mekke müşrikleri inançlarını ve ataların dinini korumaya çalıştıkları gibi 1400 seneden beri Kur'an karşısında alternatif, uydurma, paralel bir din çıkaran Ehli sünnet ve Şia'da kendilerine göre bazı argümanlar geliştirerek uydurma rivayetlerle oluşturulan dinlerini korumaya çalışıyorlar.
Allah'ın izniyle Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, vahyin hikmeti ( çözümü) ve Kur'an'ın sistemi ile bu uydurma dinleri gibi yalan yanlış olarak ortaya koydukları argümanlara cevap vereceğiz.
(3.YAZI)
Yani Allah Resulü ile Mekke'li müşriklerin yapmış oldukları münazara sanal bir âlemde yapılmıyordu.
Karşınızda size hakaret eden adamı silemiyor, ona engel koyamıyordunuz.
Dolayısıyla Mekke ve Medine'nin sert ortamını bilmeyen günümüz insanları bazı Kur'an ayetlerini çok sert bulabilirler.
Mekke müşriklerinin dinlerine olan aşırı bağlılıkları,
Medine'ye Allah Resulü ile münazaraya gelen Hıristiyanların küfür ve inatları,
Medineli Yahudilerinin kendilerini Araplardan üstün görmeleri, kibir ve gururları, hakaret ve Allah Resulü'nü yalanlamaları Kur'an ayetleri üzerinde sert söylemlere sebep oluyordu.
Yani şimdi siz hanif bir müslüman olarak sadece Kur'an okuyor, yalnız Kur'an'a iman ediyor ve tek Kur'an'dan beslenen biri olarak ataların uydurma dinine bağlı olarak yaşayan Cübbeli Ahmet,
Nihat Hatipoğlu, Tuğrul İnançer, Fatih Çıtlak, Cevat Akşit, Ramazan Ayvalı, Diyanet işleri başkanlığı, Osman Ünlü, İhsan şenocak, Ebubekir sifil,
Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Mustafa Karataş,
Ömer Döngeloğlu, Yusuf Kavaklı gibi Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul etmeyenler ve dinin Allah tarafından tamamlandığına inanmayanlarla bir kasabada her gün karşı karşıya geldiğinizi bir düşünün.
Allah'a yemin ediyorum, yukarıda saydığım şahsiyetler Allah Resulü'nün döneminde Mekke ve Medine'de yaşamış olsalardı haklarında en az iki bin âyet nazil olurdu.
Bugün biz Kur'an'ı Mübin'i tek kaynak olarak kabul eden muvahhidler Ataların dinine uyanlarla gerçek bir dünyada karşı karşıya gelmiyoruz.
Gelmiş olsak bile bizim yol değiştirme ve onlarla karşı karşıya gelmeme imkanımız vardır. Biz münazaradan kaçabiliriz
Fakat Allah Resulü kendisine indirilen vahyi tebliğ etmek, gelen âyetleri herkese okumak ve duyurmak zorundaydı.
Allah Resulü'nün bir kenara çekilmek gibi bir alternatifi bulunmuyordu.
Aslında ben sözü şuraya getireceğim.
Mekke müşrikleri inançlarını ve ataların dinini korumaya çalıştıkları gibi 1400 seneden beri Kur'an karşısında alternatif, uydurma, paralel bir din çıkaran Ehli sünnet ve Şia'da kendilerine göre bazı argümanlar geliştirerek uydurma rivayetlerle oluşturulan dinlerini korumaya çalışıyorlar.
Allah'ın izniyle Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, vahyin hikmeti ( çözümü) ve Kur'an'ın sistemi ile bu uydurma dinleri gibi yalan yanlış olarak ortaya koydukları argümanlara cevap vereceğiz.
AHİRETTE SORULACAK İLK ŞEY ALLAH'IN AYETLERİ OLACAKTIR.
"Sura üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır, birbirlerini de arayıp sormazlar.
"Artık kimlerin (inanç,tevhid ) tartıları ağır basarsa işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir"
"Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir"
(çünkü onlar) ebedi cehennemdedirler"
" Ateş yüzlerini yakar, orada suratları çirkin ve gülünç bir halde bulunurlar"
"Size ayetlerim okunurdu da, siz onları yalanlardınız değil mi?
" Derler ki: Rabbimiz! Azgınlığımız bizi altetti, biz bir sapıklar topluluğu idik"
" Rabbimiz! Bizi buradan çıkar.
Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız"
"Buyurur ki: Alçaldıkça alçalın orada! Bana karşı konuşmayın artık!
" Zira kullarımdan bir zümre: Rabbimiz biz iman ettik, öyleyse bizi affet, bizi acı!
Sen, merhametlilerin en iyisisin demişlerdi"
" İşte siz onları alaya aldınız, sonunda onlar ile alay etmeniz size beni yad etmeyi unutturdu,siz onlara gülüyordunuz"
"Bugün ben onlara, sabrettiklerinin karşılığını verdim, onlar, hakikaten muratlarına erenlerdir"
(Mü'minün, 101,,,111)
"Sura üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır, birbirlerini de arayıp sormazlar.
"Artık kimlerin (inanç,tevhid ) tartıları ağır basarsa işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir"
"Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir"
(çünkü onlar) ebedi cehennemdedirler"
" Ateş yüzlerini yakar, orada suratları çirkin ve gülünç bir halde bulunurlar"
"Size ayetlerim okunurdu da, siz onları yalanlardınız değil mi?
" Derler ki: Rabbimiz! Azgınlığımız bizi altetti, biz bir sapıklar topluluğu idik"
" Rabbimiz! Bizi buradan çıkar.
Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız"
"Buyurur ki: Alçaldıkça alçalın orada! Bana karşı konuşmayın artık!
" Zira kullarımdan bir zümre: Rabbimiz biz iman ettik, öyleyse bizi affet, bizi acı!
Sen, merhametlilerin en iyisisin demişlerdi"
" İşte siz onları alaya aldınız, sonunda onlar ile alay etmeniz size beni yad etmeyi unutturdu,siz onlara gülüyordunuz"
"Bugün ben onlara, sabrettiklerinin karşılığını verdim, onlar, hakikaten muratlarına erenlerdir"
(Mü'minün, 101,,,111)
KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLERLE ATALARIN UYDURMA DİNİNE BAĞLI MUKALLİTLER BİR ARAYA GELEMEZLER.
(2. YAZI)
Bu yazılarımızda uydurulmuş Ehli sünnet ve şia dini ile Allah tarafından indirilmiş din arasındaki kalın duvarları ve zor engelleri görmeye çalışacağız.
Allah Resulü'nün döneminde yani Kur'an'ın ilk nazil olmaya başladığı zamanlarda ilahlarına ve evliyalarına
karşı yaptığı saldırılardan dolayı Mekke müşrikleri de ilahlarını ve evliyalarını dolayısıyla inançlarını koruma
amaçlı olarak Kur'an'a ve Allah resulüne karşı saldırılara başladılar.
Kur'an, batıl ve zulüm olan inançları üzerinde eleştiri olarak yoğun bir baskı kurmaya başlayınca,
Mekke müşrikleri de Kur'an'a ve Allah Resulü'ne karşı hakaret ve iftiralarını artırmaya başladılar.
MESELA, Allah Resulü'ne "Sen Resul (Elçi) değilsin" dediler.
Allah da onlara karşı şöyle cevap verdi
"De ki: Benimle sizin aranızda şahit şahit olarak Allah ve yanında kitabın bilgisi olan (Kur'an ehli muvahhidler) yeter"
(Ra'd, 43)
Mekke müşriklerinin her iftiralarına Kur'an tarafından cevap veriliyordu.
Allah ( cc) hiç bir zaman müşriklere karşı Elçisini tek başına bırakmıyordu.
MESELA,
"Kur'an'ı kendisi uydurdu" diyorlardı.
Allah da Kur'an'da onlara şöyle cevap veriyordu. "De ki: Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi yardıma çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on süre getirin"
(Hud, 13)
MESELA,
"Kur'an'ı ona ancak bir beşer öğretiyor" diyorlardı.
Yine cevaplarını Allah'tan alıyorlardı.
MESELA,
"Sen ancak bir iftiracısın" diyorlardı. Allah ise "onların çoğunun hiçbir şey bilmediklerini" söylüyordu.
(Nahl, 101)
Mekke müşrikleri Allah Resulü'ne "Sen delisin" diyorlardı.
Allah( cc) yine kendisi Kur'an ile cevap veriyordu.
( Ey Mekkeliler! ) Arkadaşınız (Muhammed) deli değildir"(Tekvir, 22) diye cevap veriyordu.
Sürekli hakaret, iftira,istihza ve yalanlama geliyor, her zaman Allah da onların iftiralarına karşılık Allah Resulü'nü teselli ediyor, sabretmesini tavsiye ediyordu.
Bu kavga ve tartışmalar, karşılıklı münazaralar yüzlerce ayette haber verildiği gibi devam edip gidiyordu.
Tam on üç sene Mekke müşrikleri ile gerçek anlamda, hakiki zaman ve zeminde, karşı karşıya, bunlar oluyordu.
Yani sanal alemde değil, gerçek bir hayatta bu olaylar ve tartışmalar gerçekleşiyordu.
Karşı karşıya, yüz yüze, kolay değil tam karşınızda Ebu Cehil ve Velid bin Muğire Allah Resulü'ne hakaretler ediyor, küfrediyor, alay ediyor.
Allah'da onlara cevap veriyor, Resulü'nü teselli ediyordu.
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar SENİ YALANLAMIYORLAR, fakat o zalimler açıkça ALLAH'IN AYETLERİNİ İNKAR EDİYORLAR"
( En'am, 33)
"Andolsun ki senden önceki ELÇİLER de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine karşılık sabrattiler, sonunda yardımımız onlara yetişti.
Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur. Muhakkak ki elçilerin haberlerinden bazısı sana da geldi"
( En'am, 34)
(2. YAZI)
Bu yazılarımızda uydurulmuş Ehli sünnet ve şia dini ile Allah tarafından indirilmiş din arasındaki kalın duvarları ve zor engelleri görmeye çalışacağız.
Allah Resulü'nün döneminde yani Kur'an'ın ilk nazil olmaya başladığı zamanlarda ilahlarına ve evliyalarına
karşı yaptığı saldırılardan dolayı Mekke müşrikleri de ilahlarını ve evliyalarını dolayısıyla inançlarını koruma
amaçlı olarak Kur'an'a ve Allah resulüne karşı saldırılara başladılar.
Kur'an, batıl ve zulüm olan inançları üzerinde eleştiri olarak yoğun bir baskı kurmaya başlayınca,
Mekke müşrikleri de Kur'an'a ve Allah Resulü'ne karşı hakaret ve iftiralarını artırmaya başladılar.
MESELA, Allah Resulü'ne "Sen Resul (Elçi) değilsin" dediler.
Allah da onlara karşı şöyle cevap verdi
"De ki: Benimle sizin aranızda şahit şahit olarak Allah ve yanında kitabın bilgisi olan (Kur'an ehli muvahhidler) yeter"
(Ra'd, 43)
Mekke müşriklerinin her iftiralarına Kur'an tarafından cevap veriliyordu.
Allah ( cc) hiç bir zaman müşriklere karşı Elçisini tek başına bırakmıyordu.
MESELA,
"Kur'an'ı kendisi uydurdu" diyorlardı.
Allah da Kur'an'da onlara şöyle cevap veriyordu. "De ki: Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi yardıma çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on süre getirin"
(Hud, 13)
MESELA,
"Kur'an'ı ona ancak bir beşer öğretiyor" diyorlardı.
Yine cevaplarını Allah'tan alıyorlardı.
MESELA,
"Sen ancak bir iftiracısın" diyorlardı. Allah ise "onların çoğunun hiçbir şey bilmediklerini" söylüyordu.
(Nahl, 101)
Mekke müşrikleri Allah Resulü'ne "Sen delisin" diyorlardı.
Allah( cc) yine kendisi Kur'an ile cevap veriyordu.
( Ey Mekkeliler! ) Arkadaşınız (Muhammed) deli değildir"(Tekvir, 22) diye cevap veriyordu.
Sürekli hakaret, iftira,istihza ve yalanlama geliyor, her zaman Allah da onların iftiralarına karşılık Allah Resulü'nü teselli ediyor, sabretmesini tavsiye ediyordu.
Bu kavga ve tartışmalar, karşılıklı münazaralar yüzlerce ayette haber verildiği gibi devam edip gidiyordu.
Tam on üç sene Mekke müşrikleri ile gerçek anlamda, hakiki zaman ve zeminde, karşı karşıya, bunlar oluyordu.
Yani sanal alemde değil, gerçek bir hayatta bu olaylar ve tartışmalar gerçekleşiyordu.
Karşı karşıya, yüz yüze, kolay değil tam karşınızda Ebu Cehil ve Velid bin Muğire Allah Resulü'ne hakaretler ediyor, küfrediyor, alay ediyor.
Allah'da onlara cevap veriyor, Resulü'nü teselli ediyordu.
"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar SENİ YALANLAMIYORLAR, fakat o zalimler açıkça ALLAH'IN AYETLERİNİ İNKAR EDİYORLAR"
( En'am, 33)
"Andolsun ki senden önceki ELÇİLER de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine karşılık sabrattiler, sonunda yardımımız onlara yetişti.
Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur. Muhakkak ki elçilerin haberlerinden bazısı sana da geldi"
( En'am, 34)
KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLERLE ATALARIN UYDURMA DİNİNE BAĞLI MUKALLİTLER BİR ARAYA GELEMEZLER.
(1.YAZI)
Dinin en temel kavramlarının bile doğru bilinmediği bir dünyada ayrışmaların ve tartışmaların, fırkalaşmaların ve mezhepleşmelerin bu denli yaygınlaşması şaşılacak bir şey değildir.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, Kur'an'ın çözümü, Kur'an'ın sistemi olan hikmetin de ne anlama geldiği bilinmeyince fıkıh usulümüz Kur'an'a uymaktan ziyade kitabına uydurma sahtekarlığına dönüşmüştür.
Uydurulmuş İlahların ve evliyanın şirk dininin yanlış kavramları ve hurafe algılarıyla çürümüş zihinlerle aynı frekansta iletişim kurabilmek imkansız bir olaydır.
İki kişinin değişik dillerle aralarında anlaşmaları imkansızdır.
Eğer bu tartışma alanı din olursa imkansızlık yüz bin kat artacaktır.
Belki de dünya hayatında en zor şey ataların uydurma dinine bağlı olarak yaşayan gelenekçi hurafeciler ile Allah tarafından indirilen orijinal vahiy dinine iman eden muvahhidlerin bir araya gelmesidir.
Bu yüzden insanlık tarihinde hiç bir Allah Elçisi gönderildiği millet ile ortak bir zeminde buluşma imkanını yakalayamamıştır.
Dolayısıyla Allah tarafından indirilen vahiy dini ile uydurulan
Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerle oluşturulan İlahların ve evliyaların şirk dini
hiç bir zaman bir araya gelme ve ikisi arasında ortak bir zeminde buluşma ihtimali doğmayacaktır.
Çünkü indirilen tevhid dini ile uydurulan beşeri din arasında kalın duvarlar, aşılamaz engeller, geçilemez bataklıklar vardır.
"Andolsun, senden önceki ümmetler arasında bir Elçi gönderdik. Onlara bir Elçi gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi"
(Hicr, 10, 11)
"İşte böylece, onlardan öncekilere herhangi bir Elçi geldiğinde hemen: O, bir sihirbazdır veya delidir, dediler. Bunu nesilden nesile birbirlerine vasiyet mi ettiler? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur"
(Zâriyat, 52, 53)
Kur'an bu iki ayrı dünya ve anlayışı şu şekilde ortaya koymaktadır.
"Şimdi (bir düşünün), yüz üstü kapanarak yürüyen mi varılacak yere daha iyi ulaşır, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi?
(Mülk, 22)
Peki, bunlardan hangisi hüsran ve sapıklık içindedir.
Kur'an ehli muvahhidler mi?
Ataların dininden taviz vermeyen gelenekçi mukallitler mi?
Ona da Kur'an cevap versin.
(Ey RESUL! ) De ki: Göklerden ve yerden size rızık veren kimdir? De ki: Allah'tır! O halde biz veya siz, ikimizden biri, ya doğru yol üzerinde veya apaçık bir sapıklık içindedir"
(Sebe, 24)
BAŞKA BİR YOL VAR MI?
(1.YAZI)
Dinin en temel kavramlarının bile doğru bilinmediği bir dünyada ayrışmaların ve tartışmaların, fırkalaşmaların ve mezhepleşmelerin bu denli yaygınlaşması şaşılacak bir şey değildir.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, Kur'an'ın çözümü, Kur'an'ın sistemi olan hikmetin de ne anlama geldiği bilinmeyince fıkıh usulümüz Kur'an'a uymaktan ziyade kitabına uydurma sahtekarlığına dönüşmüştür.
Uydurulmuş İlahların ve evliyanın şirk dininin yanlış kavramları ve hurafe algılarıyla çürümüş zihinlerle aynı frekansta iletişim kurabilmek imkansız bir olaydır.
İki kişinin değişik dillerle aralarında anlaşmaları imkansızdır.
Eğer bu tartışma alanı din olursa imkansızlık yüz bin kat artacaktır.
Belki de dünya hayatında en zor şey ataların uydurma dinine bağlı olarak yaşayan gelenekçi hurafeciler ile Allah tarafından indirilen orijinal vahiy dinine iman eden muvahhidlerin bir araya gelmesidir.
Bu yüzden insanlık tarihinde hiç bir Allah Elçisi gönderildiği millet ile ortak bir zeminde buluşma imkanını yakalayamamıştır.
Dolayısıyla Allah tarafından indirilen vahiy dini ile uydurulan
Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dini ile kadim İran inançlarının taşeronluğunu yapan Şia mezhebinin kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerle oluşturulan İlahların ve evliyaların şirk dini
hiç bir zaman bir araya gelme ve ikisi arasında ortak bir zeminde buluşma ihtimali doğmayacaktır.
Çünkü indirilen tevhid dini ile uydurulan beşeri din arasında kalın duvarlar, aşılamaz engeller, geçilemez bataklıklar vardır.
"Andolsun, senden önceki ümmetler arasında bir Elçi gönderdik. Onlara bir Elçi gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi"
(Hicr, 10, 11)
"İşte böylece, onlardan öncekilere herhangi bir Elçi geldiğinde hemen: O, bir sihirbazdır veya delidir, dediler. Bunu nesilden nesile birbirlerine vasiyet mi ettiler? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur"
(Zâriyat, 52, 53)
Kur'an bu iki ayrı dünya ve anlayışı şu şekilde ortaya koymaktadır.
"Şimdi (bir düşünün), yüz üstü kapanarak yürüyen mi varılacak yere daha iyi ulaşır, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi?
(Mülk, 22)
Peki, bunlardan hangisi hüsran ve sapıklık içindedir.
Kur'an ehli muvahhidler mi?
Ataların dininden taviz vermeyen gelenekçi mukallitler mi?
Ona da Kur'an cevap versin.
(Ey RESUL! ) De ki: Göklerden ve yerden size rızık veren kimdir? De ki: Allah'tır! O halde biz veya siz, ikimizden biri, ya doğru yol üzerinde veya apaçık bir sapıklık içindedir"
(Sebe, 24)
BAŞKA BİR YOL VAR MI?
ALLAH VE RESULÜ ADINA RACON KESMEK
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yaptığı bir konuşmada haklı olarak gücünü kullanan, onun adına konuşan ve ahkam kesen bazı televizyon yorumcularına ve köşe yazarlarına karşı çok sert bir şekilde eleştiri getirerek
"Hiç kimse benim adıma racon kesemez, racon kesilecekse onu ben keserim, ben zaten her şeyi açık açık konuşuyorum açık konuşmayacağım bir şeyi gizli olarak konuşmam" dedi.
Bu konuşma ile alakalı çok değerli Kur'an ehli muvahhid bir dostum dedi ki:
"Hocam, fani bir beşer olan Tayyip Erdoğan bile adının kullanılmasını, gücünün istismar edilmesini kabul etmezken, bütün bu mezhep müçtehitleri nasıl oluyor da Allah ve Resulü adına racon kesiyor, hükümler icad ediyor, helal ve haramlar koyuyorlar"
Gerçekten de ölümlü olan Tayyip Erdoğan bile kendi adını ve gücünü kullanarak onu istismar etmek suretiyle insanları tehdit eden, onları korkutan, hizaya sokmaya çalışan ve istikamet vermeye kalkışanlara karşı bu şekilde sert müdahalede bulunduğuna göre,
Rahman ve Rahim olan Allah her şeyi Kur'an'da açık seçik ortaya koymasına rağmen,
Allah'ı, Allah Resulü'nü kullanarak, helal ve haramlar koyan, yasaklar icad eden, Allah ve Resulu adına uydurma bir din ortaya koyarak Allah adına racon kesen Ehli sünnet ve Şia'nın sözde âlimleri, cemaat liderleri, tarikat şeyhleri nasıl bir tehdit ve azapla karşı karşıya olduklarını biliyorlar mı?
Rahman Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
" Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır. Şüphe yok ki zalimler kurtuluşa ermezler"( En'am, 21)
" Allah'a karşı yalan en uydurandan yahut kendisine hiç bir şey vahiyedilmemişken "Bana da vahyedildi" diyenden daha zalim kim vardır? (Enam, 93)
".... Bilgisizce insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır?
Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez"
( En'am, 144)
" Allah'a iftira eden ya da O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır?...."
( Araf, 37)
" Allah'a karşı yalan uydurandan veya onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır? Bilesiniz ki suçlular asla kurtuluşa eremezler" (Yunus, 17)
" Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır? Onlar (kıyamet gününde) Rablerine arz edilecekler, şahitler de: İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir!
" Onlar ( insanları) Allah'ın yolundan alıkoyan ve onu eğri göstermek isteyenlerdir. Ahireti inkâr edenler de onlardır"( Hud-18, 19)
"Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka ilahlar (hüküm koyucular) edindiler. Bari bu ilahlar konusunda açık bir delil getirseler.( Ne mümkün) Öyleyse Allah hakkında yalan uydurandan daha zalim var mı?
( Kehf, 15)
"Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hak (Kur'an) gelmişken onu yalan sayandan daha zalimi kimdir? Cehennemde kafirlere yer mi yok!( Ankebut, 68)
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yaptığı bir konuşmada haklı olarak gücünü kullanan, onun adına konuşan ve ahkam kesen bazı televizyon yorumcularına ve köşe yazarlarına karşı çok sert bir şekilde eleştiri getirerek
"Hiç kimse benim adıma racon kesemez, racon kesilecekse onu ben keserim, ben zaten her şeyi açık açık konuşuyorum açık konuşmayacağım bir şeyi gizli olarak konuşmam" dedi.
Bu konuşma ile alakalı çok değerli Kur'an ehli muvahhid bir dostum dedi ki:
"Hocam, fani bir beşer olan Tayyip Erdoğan bile adının kullanılmasını, gücünün istismar edilmesini kabul etmezken, bütün bu mezhep müçtehitleri nasıl oluyor da Allah ve Resulü adına racon kesiyor, hükümler icad ediyor, helal ve haramlar koyuyorlar"
Gerçekten de ölümlü olan Tayyip Erdoğan bile kendi adını ve gücünü kullanarak onu istismar etmek suretiyle insanları tehdit eden, onları korkutan, hizaya sokmaya çalışan ve istikamet vermeye kalkışanlara karşı bu şekilde sert müdahalede bulunduğuna göre,
Rahman ve Rahim olan Allah her şeyi Kur'an'da açık seçik ortaya koymasına rağmen,
Allah'ı, Allah Resulü'nü kullanarak, helal ve haramlar koyan, yasaklar icad eden, Allah ve Resulu adına uydurma bir din ortaya koyarak Allah adına racon kesen Ehli sünnet ve Şia'nın sözde âlimleri, cemaat liderleri, tarikat şeyhleri nasıl bir tehdit ve azapla karşı karşıya olduklarını biliyorlar mı?
Rahman Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
" Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır. Şüphe yok ki zalimler kurtuluşa ermezler"( En'am, 21)
" Allah'a karşı yalan en uydurandan yahut kendisine hiç bir şey vahiyedilmemişken "Bana da vahyedildi" diyenden daha zalim kim vardır? (Enam, 93)
".... Bilgisizce insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır?
Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez"
( En'am, 144)
" Allah'a iftira eden ya da O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır?...."
( Araf, 37)
" Allah'a karşı yalan uydurandan veya onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır? Bilesiniz ki suçlular asla kurtuluşa eremezler" (Yunus, 17)
" Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır? Onlar (kıyamet gününde) Rablerine arz edilecekler, şahitler de: İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir!
" Onlar ( insanları) Allah'ın yolundan alıkoyan ve onu eğri göstermek isteyenlerdir. Ahireti inkâr edenler de onlardır"( Hud-18, 19)
"Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka ilahlar (hüküm koyucular) edindiler. Bari bu ilahlar konusunda açık bir delil getirseler.( Ne mümkün) Öyleyse Allah hakkında yalan uydurandan daha zalim var mı?
( Kehf, 15)
"Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hak (Kur'an) gelmişken onu yalan sayandan daha zalimi kimdir? Cehennemde kafirlere yer mi yok!( Ankebut, 68)
14 Ağustos 2017 Pazartesi
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (37.YAZI)
"Eğer biz, bundan ( Kur'an'dan) önce onları bir azapla helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi:
Ey Rabbimiz! Ne olurdu, bize bir Elçi gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık!"
(Taha,134 )
Yukarıdaki ayette bulunan ",,,Ey Rabbimiz! Ne olurdu, bize bir Elçi gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık!"
bölümü çok önemlidir.
Çünkü elçinin görevi sadece ve sadece vahyi tebliğ etmek, onu okumak, muhataba ulaştırmak ve vahiy ile ikaz etmektir.
Elçilerin en önemli görevleri tevhid akidesini yaşamak ve onu toplum hayatına en güzel bir üslupla yerleştirmektir.
"Senden önce hiçbir Resul göndermedik ki ona:
"Benden başka ilah yoktur, şu halde sadece bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım"
( Enbiya, 25)
ALLAH'IN ELÇİLERİ SADECE VAHİY İLE UYARMIŞLARDIR.
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
BÜTÜN ELÇİLER İNSANLARA RAHMET OLARAK GÖNDERİLMİŞLERDİR.
"(Ey RESUL! ) Biz seni âlemlere (insanlara) rahmet olarak gönderdik"(Enbiya, 107)
Kur'anda geçen bütün "âlemler" kelimesi "İnsanlar anlamında kullanılmıştır.
Bütün elçiler insanlara rahmet olarak gönderilmişlerdir.
Mesela, şu anda İbrahim ( Aleyhisselam) ın Kur'an'ı Mübin'de anlatılan tevhid mücadelesi Kur'an ehli muvahhidler için bir güç kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde ve rahmettir.
Dolayısıyla Allah'ın
bütün Elçileri insanlar için bir rahmet ve mutlak bir hidayet rehberidirler.
Yani Allah Elçilerinin arasında ayırım yapmak Allah'ın hududunu çiğnemek,
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne karşı gelmek, vahyin sistemini dağıtmaktır.
Dolayısıyla Allah'ın elçileri arasında ayırım yapmak doğru bir yol ve yöntem, hidayet ve istikamet üzerinde olmak değildir.
Allah'ın elçileri arasında ayırım yapmak güzel ahlaka ve İslami edebe muğayir bir harekettir.
YALANLANMAYAN BİR ELÇİ GELMEMİŞTİR.
(Ey RESUL! )
Eğer onlar seni yalancılıkla suçluyorlarsa (şunu bil ki) onlardan önce Nur'un kavmi, Âd, Semud, İbrahim'in kavmi,
Lut'un kavmi ve medyen halkı da ELÇİLERİ yalancılıkla suçladı. Musa da yalanlanmıştı. İşte ben o kâfirlere süre tanıdım, sonra onları yakaladım.
Benim onları cezalandırmam nasıl oldu gördüler"(Hac, 42, 43, 44)
"Eğer biz, bundan ( Kur'an'dan) önce onları bir azapla helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi:
Ey Rabbimiz! Ne olurdu, bize bir Elçi gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık!"
(Taha,134 )
Yukarıdaki ayette bulunan ",,,Ey Rabbimiz! Ne olurdu, bize bir Elçi gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık!"
bölümü çok önemlidir.
Çünkü elçinin görevi sadece ve sadece vahyi tebliğ etmek, onu okumak, muhataba ulaştırmak ve vahiy ile ikaz etmektir.
Elçilerin en önemli görevleri tevhid akidesini yaşamak ve onu toplum hayatına en güzel bir üslupla yerleştirmektir.
"Senden önce hiçbir Resul göndermedik ki ona:
"Benden başka ilah yoktur, şu halde sadece bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım"
( Enbiya, 25)
ALLAH'IN ELÇİLERİ SADECE VAHİY İLE UYARMIŞLARDIR.
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
BÜTÜN ELÇİLER İNSANLARA RAHMET OLARAK GÖNDERİLMİŞLERDİR.
"(Ey RESUL! ) Biz seni âlemlere (insanlara) rahmet olarak gönderdik"(Enbiya, 107)
Kur'anda geçen bütün "âlemler" kelimesi "İnsanlar anlamında kullanılmıştır.
Bütün elçiler insanlara rahmet olarak gönderilmişlerdir.
Mesela, şu anda İbrahim ( Aleyhisselam) ın Kur'an'ı Mübin'de anlatılan tevhid mücadelesi Kur'an ehli muvahhidler için bir güç kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde ve rahmettir.
Dolayısıyla Allah'ın
bütün Elçileri insanlar için bir rahmet ve mutlak bir hidayet rehberidirler.
Yani Allah Elçilerinin arasında ayırım yapmak Allah'ın hududunu çiğnemek,
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne karşı gelmek, vahyin sistemini dağıtmaktır.
Dolayısıyla Allah'ın elçileri arasında ayırım yapmak doğru bir yol ve yöntem, hidayet ve istikamet üzerinde olmak değildir.
Allah'ın elçileri arasında ayırım yapmak güzel ahlaka ve İslami edebe muğayir bir harekettir.
YALANLANMAYAN BİR ELÇİ GELMEMİŞTİR.
(Ey RESUL! )
Eğer onlar seni yalancılıkla suçluyorlarsa (şunu bil ki) onlardan önce Nur'un kavmi, Âd, Semud, İbrahim'in kavmi,
Lut'un kavmi ve medyen halkı da ELÇİLERİ yalancılıkla suçladı. Musa da yalanlanmıştı. İşte ben o kâfirlere süre tanıdım, sonra onları yakaladım.
Benim onları cezalandırmam nasıl oldu gördüler"(Hac, 42, 43, 44)
İNSANLIK TARİHİNİN İLERİ GELEN MÜŞRİKLERİ:
Aslında iman olmadan şirk olmaz.
Müşrik olabilmek için ilk önce Mü'min olmak gerekir.
"Onların çoğu, ancak şirk koşarak Allah'a iman ederler" (Yusuf, 106)
Elçilerin gönderildiği bütün ülkelerin halkları müşrikti yani bu halkların hepsi Allah'a iman ederlerdi.
Fakat İlahları ve Evliyayı Allah ile kendi aralarında şefaatçi(Yunus, 18) ve Allah'a yakınlaştırıcı
(Zümer, 3) olarak görüyorlardı.
Fakat bir türlü ataların uydurma şirk dinini bırakıp indirilen vahiy dinini kabul etmeye yanaşmıyorlardı.
Dünyada en zor şey ataların uydurma dinine bağlı olan birine vahiy dinini kabul ettirmeye çalışmaktır.
"İndirilen vahiy dini müşriklere son derece ağır gelir"
(Şura, 13)
"Senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızıbir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi"
( Zuhruf, 23)
( Elçileri ) Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( yinemi bana uymazsınız? deyince, dedilerki:
Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi ( Tevhid'i) inkar ediyoruz"
( Zuhruf, 24)
Bu konuda onlarca ayet vardır.
"Onlara ( müşriklere) Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, " Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?"
( Bakara, 170)
Tarihte Allah'ın emrine karşı gelerek ilk şirk koşup doğru yoldan ayrılan iblis olmuştur.
(Kehf, 50)
Aslında iblis hiçbir zaman Allah'a olan imanını kaybetmedi .
iblis'in her cümlesinin ilk kelimesi "Rabbim" dir.
Müşrikler de böyledir, Allah'ın tevhid dinine karşı gelirler ama sabahtan akşama kadar tesbih çekip zikir ederler.
Nuh ( Aleyhisselam) ın kavmi müşrik idi, bütün yalvarlamalarına rağmen Nuh (as) ın oğlu ve hanımı da müşriklerin arasında kalmayı ve boğulmayı tercih ettiler.
Müşriklere karşı tarihin en sert mücadelesini İbrahim ( Aleyhisselam) yapmıştır.
İbrahim ( Aleyhisselam) Tevhid dininin büyük babasıdır.
Bütün çaba ve yoğun dâvetine rağmen İbrahim ( Aleyhisselam) ın babası tevhid dinini kabul etmeye yanaşmadı.
İbrahim gibi bir elçinin babasına duası ve şefaati fayda vermedi.
Hud ( Aleyhisselam) ın kavmi Âd, Salih( Aleyhisselam) ın kavmi, Semud, Şuayb( Aleyhisselam) ın kavmi Eyke halkı müşrik idiler.
Musa ( aleyhisselam) ın kavmi İsrailoğulları büyük korku ve endişeden sonra denizi geçer geçmez şirk damarları harekete geçti.
Başlarında bulunan Hz Harun ( Aleyhisselam) ın bütün engellemelerine rağmen Samirinin altından buzağısına kulluk ettiler. İsrailoğullarının buzağıya tapmaları Musa (aleyhisselam) ı son derece üzmüş ve sinirlendirmişti.
Hz Harun'un saçından ve sakalından tutup sürüklemişti.(Âraf, 150, Tâhâ, 94)
Firavun kendini ilah ve yüce rab ilan etmişti.
Karun ve Haman son ana kadar şirk'ten ayrılmadılar.
Süleyman (Aleyhisselam) a teslim olan Kralliçe Belkıs'in milleti de güneşe tapıyordu.
İsa (Aleyhisselam) dan hemen sonra çağdışı pavlus tevhid akidesini dejenere ederek şirkin egemenliğini kurdu.
Muhammed ( Aleyhisselam) ın kavmi olan Mekke İlahların ve evliyaların uydurma dinine bağlı olarak yaşayan dinlerinden asla taviz vermeyen dindar bir toplum idiler.
İleri gelenleri Ebu Cehil, Allah Resulü'nün amcası Ebu leheb, Halid bin Velid'in babası Velid bin Muğire, As bin Vail idi.
Muhyiddin-i Arabi, Bayezit-i Bestami, Celaleddin-i Rumi, Şemsi Tebriz-i birer tevhid düşmanı hulul inancının misyonerleri idiler.
Bu Kur'an düşmanı hululiyyecileri sevenlerde şirk'ten uzak bir mesafede bulunmuyorlar.
Allah'ın tevhid dininin son ve en büyük temsilcisi olan Kuran'ı es geçerek, insanları Allah'ın yolundan saptıran mezhep müçtehitleri de aynı kategoride değerlendirilmelidir.
Allah'ın tevhid sistemini paramparça eden, insanları aldatan, dini rant ve menfaat aracı olarak kullanan bütün cemaat liderleri müşrik sayılmalıdır.
Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama düşmanı olan bütün tarikat şeyhleri ve müritleri müşriktir.
Aslında iman olmadan şirk olmaz.
Müşrik olabilmek için ilk önce Mü'min olmak gerekir.
"Onların çoğu, ancak şirk koşarak Allah'a iman ederler" (Yusuf, 106)
Elçilerin gönderildiği bütün ülkelerin halkları müşrikti yani bu halkların hepsi Allah'a iman ederlerdi.
Fakat İlahları ve Evliyayı Allah ile kendi aralarında şefaatçi(Yunus, 18) ve Allah'a yakınlaştırıcı
(Zümer, 3) olarak görüyorlardı.
Fakat bir türlü ataların uydurma şirk dinini bırakıp indirilen vahiy dinini kabul etmeye yanaşmıyorlardı.
Dünyada en zor şey ataların uydurma dinine bağlı olan birine vahiy dinini kabul ettirmeye çalışmaktır.
"İndirilen vahiy dini müşriklere son derece ağır gelir"
(Şura, 13)
"Senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: Babalarımızıbir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi"
( Zuhruf, 23)
( Elçileri ) Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem ( yinemi bana uymazsınız? deyince, dedilerki:
Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi ( Tevhid'i) inkar ediyoruz"
( Zuhruf, 24)
Bu konuda onlarca ayet vardır.
"Onlara ( müşriklere) Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, " Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?"
( Bakara, 170)
Tarihte Allah'ın emrine karşı gelerek ilk şirk koşup doğru yoldan ayrılan iblis olmuştur.
(Kehf, 50)
Aslında iblis hiçbir zaman Allah'a olan imanını kaybetmedi .
iblis'in her cümlesinin ilk kelimesi "Rabbim" dir.
Müşrikler de böyledir, Allah'ın tevhid dinine karşı gelirler ama sabahtan akşama kadar tesbih çekip zikir ederler.
Nuh ( Aleyhisselam) ın kavmi müşrik idi, bütün yalvarlamalarına rağmen Nuh (as) ın oğlu ve hanımı da müşriklerin arasında kalmayı ve boğulmayı tercih ettiler.
Müşriklere karşı tarihin en sert mücadelesini İbrahim ( Aleyhisselam) yapmıştır.
İbrahim ( Aleyhisselam) Tevhid dininin büyük babasıdır.
Bütün çaba ve yoğun dâvetine rağmen İbrahim ( Aleyhisselam) ın babası tevhid dinini kabul etmeye yanaşmadı.
İbrahim gibi bir elçinin babasına duası ve şefaati fayda vermedi.
Hud ( Aleyhisselam) ın kavmi Âd, Salih( Aleyhisselam) ın kavmi, Semud, Şuayb( Aleyhisselam) ın kavmi Eyke halkı müşrik idiler.
Musa ( aleyhisselam) ın kavmi İsrailoğulları büyük korku ve endişeden sonra denizi geçer geçmez şirk damarları harekete geçti.
Başlarında bulunan Hz Harun ( Aleyhisselam) ın bütün engellemelerine rağmen Samirinin altından buzağısına kulluk ettiler. İsrailoğullarının buzağıya tapmaları Musa (aleyhisselam) ı son derece üzmüş ve sinirlendirmişti.
Hz Harun'un saçından ve sakalından tutup sürüklemişti.(Âraf, 150, Tâhâ, 94)
Firavun kendini ilah ve yüce rab ilan etmişti.
Karun ve Haman son ana kadar şirk'ten ayrılmadılar.
Süleyman (Aleyhisselam) a teslim olan Kralliçe Belkıs'in milleti de güneşe tapıyordu.
İsa (Aleyhisselam) dan hemen sonra çağdışı pavlus tevhid akidesini dejenere ederek şirkin egemenliğini kurdu.
Muhammed ( Aleyhisselam) ın kavmi olan Mekke İlahların ve evliyaların uydurma dinine bağlı olarak yaşayan dinlerinden asla taviz vermeyen dindar bir toplum idiler.
İleri gelenleri Ebu Cehil, Allah Resulü'nün amcası Ebu leheb, Halid bin Velid'in babası Velid bin Muğire, As bin Vail idi.
Muhyiddin-i Arabi, Bayezit-i Bestami, Celaleddin-i Rumi, Şemsi Tebriz-i birer tevhid düşmanı hulul inancının misyonerleri idiler.
Bu Kur'an düşmanı hululiyyecileri sevenlerde şirk'ten uzak bir mesafede bulunmuyorlar.
Allah'ın tevhid dininin son ve en büyük temsilcisi olan Kuran'ı es geçerek, insanları Allah'ın yolundan saptıran mezhep müçtehitleri de aynı kategoride değerlendirilmelidir.
Allah'ın tevhid sistemini paramparça eden, insanları aldatan, dini rant ve menfaat aracı olarak kullanan bütün cemaat liderleri müşrik sayılmalıdır.
Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama düşmanı olan bütün tarikat şeyhleri ve müritleri müşriktir.
ŞİA VE EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİNİN!!! EN BÜYÜK GÜNAHLARI NEDİR?
Muvahhid bir arkadaş
"Sia ve Ehli sünnet âlimlerinin! en büyük günahları "Hakkı batıl ile karıştırmalarıdır, bile bile hakkı gizlemeleridir" derse, buna itiraz edilmez.
Başka bir arkadaş
"Ehli sünnet ve Şia âlimlerinin!!! en büyük günahları
"Dini bir rant ve menfaat aracı olarak kullanmalarıdır" derse, yine doğru söylemiş olur.
Başka bir muvahhidarkadaş
"Doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almalarıdır" derse, yine doğru söylemiş olur.
Kur'an ehli bir muvahhid
"Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin!! en büyük günahları Allah'ın dinini yamuk göstermeleridir" derse, bundan şüphe edilmez.
Bir başka vicdan sahibi
"Ehl-i sünnet ve Şia âlimlerinin!! en büyük günahları
"Allah'ın tevhid dinini paramparça etmeleridir" derse, hiç şüphesiz buda doğrudur.
Kur'an ehli bir muvahhid
"Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin!! en büyük günahları
"Kur'anı terk edilmiş olarak bırakmalarıdır" derse, bu söze de itiraz edilmez.
Şuurlu bir Müslüman
"Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin en büyük günahları Allah'ın dinini oyun ve eğlence edinmeleridir" derse, isabet etmiş olur.
İnsaf sahibi bir Mü'min
"Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin!! en büyük günahları Allah'ın indirdiği kitabı sanat ve musiki haline getirmeleridir"
derse, kim ne diyebilir?
Mümin Kur'an ehli bir muvahhid "Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin!! en büyük günahları Ümmeti Allah ile aldatmalarıdır" derse, buna da eyvallah demek lazım.
Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin!! bu dine yaptıkları kötülükler saymakla bitmez.
Fakat ben
"Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin!! en büyük günahlarının Allah'ın Resulünü Kur'andan koparmaları olmuştur" diyorum.
Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin!! en büyük cinayetleri Allah'ın Elçisini vahiy'den koparıp uydurma ve yalan rivayetlere eklemeleri olmuştur.
Allah'ın insanlara rahmet olarak gönderdiği Allah'ın Resulü,
Uydurma ve ahmaklık dolu hurafeler sayesinde "Barbar, katı yürekli,
merhametsiz, namaz kılanın önünde geçen bir çocuğa beddua eden, namaz kılmayanları tekfir eden, camiye ve cemaate gitmeyenlerin evlerini yakmaya yeltenen, kanını ve bevlini insanlara içiren,
sol elle yemek yiyemeyen bir çocuğa bile beddua edip kötürüm haline getiren" biri olarak ortaya konulmuştur.
Dolayısıyla Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, mâlik, Şia ve Ehli sünnet Allah'ın Resulünü gerçek olarak tanıyamazlar.
Allah Resulü'nün makam ve mertebesini, değer ve kıymetini, şeref ve onurunu sadece Kur'an ehli muvahhidler bilir.
Allah Resulü'nü Kur'an'dan tanımayanlar onu gerçek anlamda idrak edemezler.
Allah Resulü ve diğer Elçilerle alakalı gerçek ve sahih bilgiyi yalnız Kur'an verebilir.
"Kafirler: Sen Resul olarak gönderilmiş bir kimse değilsin, derler.
De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında Kitab-ın bilgisi olan (Kur'an ehli muvahhidler)yeter"
(Ra'd, 43)
Dolayısıyla kim Allah Resulü ile birlikte diğer Elçilerin kadir ve kıymetini bilmek isterse Kur'andan başka gidecek bir kaynağı yoktur.
Sözün özü,
"Miras olarak, Şia ve Ehli sünnet âlimlerinden bu ümmete hurafe ve yalanlardan başka bir şey kalmadı"
Ehl-i sünnet ve Şia, ümmeti kitapsız muhafazakar yaptılar.
Muvahhid bir arkadaş
"Sia ve Ehli sünnet âlimlerinin! en büyük günahları "Hakkı batıl ile karıştırmalarıdır, bile bile hakkı gizlemeleridir" derse, buna itiraz edilmez.
Başka bir arkadaş
"Ehli sünnet ve Şia âlimlerinin!!! en büyük günahları
"Dini bir rant ve menfaat aracı olarak kullanmalarıdır" derse, yine doğru söylemiş olur.
Başka bir muvahhidarkadaş
"Doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almalarıdır" derse, yine doğru söylemiş olur.
Kur'an ehli bir muvahhid
"Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin!! en büyük günahları Allah'ın dinini yamuk göstermeleridir" derse, bundan şüphe edilmez.
Bir başka vicdan sahibi
"Ehl-i sünnet ve Şia âlimlerinin!! en büyük günahları
"Allah'ın tevhid dinini paramparça etmeleridir" derse, hiç şüphesiz buda doğrudur.
Kur'an ehli bir muvahhid
"Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin!! en büyük günahları
"Kur'anı terk edilmiş olarak bırakmalarıdır" derse, bu söze de itiraz edilmez.
Şuurlu bir Müslüman
"Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin en büyük günahları Allah'ın dinini oyun ve eğlence edinmeleridir" derse, isabet etmiş olur.
İnsaf sahibi bir Mü'min
"Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin!! en büyük günahları Allah'ın indirdiği kitabı sanat ve musiki haline getirmeleridir"
derse, kim ne diyebilir?
Mümin Kur'an ehli bir muvahhid "Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin!! en büyük günahları Ümmeti Allah ile aldatmalarıdır" derse, buna da eyvallah demek lazım.
Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin!! bu dine yaptıkları kötülükler saymakla bitmez.
Fakat ben
"Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin!! en büyük günahlarının Allah'ın Resulünü Kur'andan koparmaları olmuştur" diyorum.
Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin!! en büyük cinayetleri Allah'ın Elçisini vahiy'den koparıp uydurma ve yalan rivayetlere eklemeleri olmuştur.
Allah'ın insanlara rahmet olarak gönderdiği Allah'ın Resulü,
Uydurma ve ahmaklık dolu hurafeler sayesinde "Barbar, katı yürekli,
merhametsiz, namaz kılanın önünde geçen bir çocuğa beddua eden, namaz kılmayanları tekfir eden, camiye ve cemaate gitmeyenlerin evlerini yakmaya yeltenen, kanını ve bevlini insanlara içiren,
sol elle yemek yiyemeyen bir çocuğa bile beddua edip kötürüm haline getiren" biri olarak ortaya konulmuştur.
Dolayısıyla Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, mâlik, Şia ve Ehli sünnet Allah'ın Resulünü gerçek olarak tanıyamazlar.
Allah Resulü'nün makam ve mertebesini, değer ve kıymetini, şeref ve onurunu sadece Kur'an ehli muvahhidler bilir.
Allah Resulü'nü Kur'an'dan tanımayanlar onu gerçek anlamda idrak edemezler.
Allah Resulü ve diğer Elçilerle alakalı gerçek ve sahih bilgiyi yalnız Kur'an verebilir.
"Kafirler: Sen Resul olarak gönderilmiş bir kimse değilsin, derler.
De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında Kitab-ın bilgisi olan (Kur'an ehli muvahhidler)yeter"
(Ra'd, 43)
Dolayısıyla kim Allah Resulü ile birlikte diğer Elçilerin kadir ve kıymetini bilmek isterse Kur'andan başka gidecek bir kaynağı yoktur.
Sözün özü,
"Miras olarak, Şia ve Ehli sünnet âlimlerinden bu ümmete hurafe ve yalanlardan başka bir şey kalmadı"
Ehl-i sünnet ve Şia, ümmeti kitapsız muhafazakar yaptılar.
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (38.YAZI)
Elçiler, Allah tarafından indirilen vahiy ile sadece uyarıcı ve müjdeleyici olarak gönderilmişlerdir.
"De ki: Ey insanlar! Ben ancak sizin için apaçık bir uyarıcıyım"
(Hac, 49)
Şu aşağıdaki ayet insanlık tarihinde elçi makam ve mertebesine ulaşmadan
Nebi unvanıyla vefat etmiş şahsiyetlerin varlığına bir delil sayılır.
Yani âyet sadece İsrailoğulları için Resul derecesine yükselmeden Tevrat ile hükmeden Nebilerin var olduğunu gösteriyor.
(Ey RESUL! ) Biz, senden önce hiçbir Resul veyahut Nebi göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda,
şeytan onun dileğine ille de (gayri meşru arzular) katmaya kalkışmasın. Sonra Allah, kendi âyetlerini sağlam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir"
(Hac, 52)
KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLER ALLAH ELÇİLERİNİ TEMSİL EDİYORLAR:
"Âyetlerimiz açık açık kendilerine okunduğunda, kafirlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk sezersin. Onlar,
kendilerine âyetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar.
De ki: Size bundan (bu öfke ve huzursuzluğunuzdan) daha kötüsünü bildireyim mi? Cehennem! Allah, onu kafirlere (ceza olarak) bildirdi. O, ne kötü bir sondur"
(Hac, 72)
Yukarıdaki ayette bulunan "...kendilerine âyetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar.....cümlesi, Kur'an ehli muvahhidlere büyük bir şeref ve onurdur.
TEVHİD DİNİNİN ÖNDERİ, BÜYÜK BABASI VE GENEL KURMAY BAŞKANI İBRAHİM ( ALEYHİSSELAM) DIR.
"Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti, din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi,
babanız İbrahim'in (tevhid) dininde de (böyleydi). Resul'ün size şahit olması, sizinde insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda) gerekse bunda (Kur'an'da) size "Müslümanlar" adını verdi.
Öyle ise salatı ikame edin, zekatı verin ve Allah'a (gönderdiği vahye) sımsıkı sarılın. O, sizin dostunuzdur. Ne güzel dost, ne güzel vekildir"
(Hac, 78)
Dolayısıyla Hz Âdem(Aleyhisselam) dan Hz. Muhammed ( Aleyhisselam) a kadar gelen bütün Allah Elçilerinin getirdikleri dinin adı "tevhid" anlamında "İslam" dır.
Bu ismi bize Allah vermiştir ve bununla ilgili de şöyle buyurmuştur.
"İnsanları Allah'a davet eden, ameli salih işleyen ve "Ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kim vardır?"
(Fussilet, 33)
Bundan dolayı Şiilik, Sünnilik, Hanefilik, Şafiilik, Malikilik, Hanbelilik,
Nakşibendilik, Nurculuk, Süleymancılık gibi parçalanma ve dağılmayı, firkacılık ve mezhepçiliği akla getiren bütün isimlendirmeler fitne, bölücülük, ayrımcılık ve şirktir.
Yukarıdaki iki âyete baktığımızda
"dinler arası diyalog"un da bir ahmaklık olduğunu görüyoruz.
Çünkü Allah tarafından bir tane din gelmiştir.
Bütün elçilere indirilen dinin adı "tevhid" anlamında "İslam" dinidir.
Yani Şiilik ve Sünnilik olmadığı gibi Yahudilik ve Hıristiyanlık da yoktur.
Elçiler, Allah tarafından indirilen vahiy ile sadece uyarıcı ve müjdeleyici olarak gönderilmişlerdir.
"De ki: Ey insanlar! Ben ancak sizin için apaçık bir uyarıcıyım"
(Hac, 49)
Şu aşağıdaki ayet insanlık tarihinde elçi makam ve mertebesine ulaşmadan
Nebi unvanıyla vefat etmiş şahsiyetlerin varlığına bir delil sayılır.
Yani âyet sadece İsrailoğulları için Resul derecesine yükselmeden Tevrat ile hükmeden Nebilerin var olduğunu gösteriyor.
(Ey RESUL! ) Biz, senden önce hiçbir Resul veyahut Nebi göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda,
şeytan onun dileğine ille de (gayri meşru arzular) katmaya kalkışmasın. Sonra Allah, kendi âyetlerini sağlam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir"
(Hac, 52)
KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLER ALLAH ELÇİLERİNİ TEMSİL EDİYORLAR:
"Âyetlerimiz açık açık kendilerine okunduğunda, kafirlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk sezersin. Onlar,
kendilerine âyetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar.
De ki: Size bundan (bu öfke ve huzursuzluğunuzdan) daha kötüsünü bildireyim mi? Cehennem! Allah, onu kafirlere (ceza olarak) bildirdi. O, ne kötü bir sondur"
(Hac, 72)
Yukarıdaki ayette bulunan "...kendilerine âyetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar.....cümlesi, Kur'an ehli muvahhidlere büyük bir şeref ve onurdur.
TEVHİD DİNİNİN ÖNDERİ, BÜYÜK BABASI VE GENEL KURMAY BAŞKANI İBRAHİM ( ALEYHİSSELAM) DIR.
"Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti, din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi,
babanız İbrahim'in (tevhid) dininde de (böyleydi). Resul'ün size şahit olması, sizinde insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda) gerekse bunda (Kur'an'da) size "Müslümanlar" adını verdi.
Öyle ise salatı ikame edin, zekatı verin ve Allah'a (gönderdiği vahye) sımsıkı sarılın. O, sizin dostunuzdur. Ne güzel dost, ne güzel vekildir"
(Hac, 78)
Dolayısıyla Hz Âdem(Aleyhisselam) dan Hz. Muhammed ( Aleyhisselam) a kadar gelen bütün Allah Elçilerinin getirdikleri dinin adı "tevhid" anlamında "İslam" dır.
Bu ismi bize Allah vermiştir ve bununla ilgili de şöyle buyurmuştur.
"İnsanları Allah'a davet eden, ameli salih işleyen ve "Ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kim vardır?"
(Fussilet, 33)
Bundan dolayı Şiilik, Sünnilik, Hanefilik, Şafiilik, Malikilik, Hanbelilik,
Nakşibendilik, Nurculuk, Süleymancılık gibi parçalanma ve dağılmayı, firkacılık ve mezhepçiliği akla getiren bütün isimlendirmeler fitne, bölücülük, ayrımcılık ve şirktir.
Yukarıdaki iki âyete baktığımızda
"dinler arası diyalog"un da bir ahmaklık olduğunu görüyoruz.
Çünkü Allah tarafından bir tane din gelmiştir.
Bütün elçilere indirilen dinin adı "tevhid" anlamında "İslam" dinidir.
Yani Şiilik ve Sünnilik olmadığı gibi Yahudilik ve Hıristiyanlık da yoktur.
9 Ağustos 2017 Çarşamba
CAMİ VE MESCİTLER Mİ?
FAKİR VE YETİMLER Mİ?
Emeviler döneminden itibaren yavaş yavaş Allah'ın kitabı terk edilip onun yerine uydurma rivayetler ve bu
rivayetler önderliğinde içtihatlar ve mezhepler hayatta hakim kılınmaya başlanınca Kur'an'ın değer verdiği
en önemli olan tevhid akidesi, Allah'a şirk koşmama, Allah'ın apaçık âyetlerini gizlememe, hakka batılı karıştırmama, Allah ile Elçilerini birbirinden ayırmama, Allah ve Resulü'ne itaat etme, sadece Kur'an'a bağlı olma, adaletli olma, insan hakları,
Allah yolunda İnfak, emri- bil mar'uf nehyi- anil- mün'ker, güzel ahlak gibi çok önemli değerler yok kabul edilip,
bu önemli değerler yerine Kur'an'da çok az değere sahip olan namaz, oruç, hac ve zekat İslam'ın en önemli
şartları olarak ümmete dayatılınca özellikle de uydurma bir rivayetle namaz dinin direği olarak benimsenince artık öyle bir ahlaksız
Müslümanlık meydana geldi ki, her şey namaz ibadeti üzerine bina edildi.
Buna bağlı olarak milleti aldatma ve gözlerini boyama maksadıyla çok ihtişamlı ve süslü mabetler yapılmaya başlandı.
Aslında Kur'an'a baktığımızda insan hakları, güzel ahlak, Allah yolunda cihad ve İnfak etmenin yanında camilerin imar edilmesi çok az bir yer alır.
Kur'an İslam'ın'da esas olan Kur'an ilminden ve Tevhid ahlakından uzak kuru ve ruhsuz muhabbetler inşa etmek değil,
ana babaya iyilik etmek, fakirleri ve kimsesizleri korumak ve kollamak, yetimleri barındırmak, özgürlüğü için çalışanlara yardım yapmak, borçlulara destek olmak, yakın akraba ve komşulara yardım yani infak yapılması siddetle tavsiye edilmiştir.
Dolayısıyla Kur'an'ı İslam'ın'da esas olan İtikatta tevhid, amelde İnfak etmektir.
Bu önemli iki meziyet ve fazilet kimde bulunursa Allah'ın izin ve şefaatiyle, merhamet ve mağfiretiyle cennete girer.
Dolayısıyla uydurma dinin dayattığı ibadetler yerine Kur'an İslam'ın'da önem verilen ibadetlere ağırlık vermek gerekir.
Türkiye'deki bütün cami ve mescitler bir tane muhacir ve yetimin gözyaşına değer değildir. Cami ve mescitlerin halı ve mermerlerine paranızı israf etmeyin.
Şu da bir gerçektir namaz ibadeti ile alakalı hadis kitaplarında geçen bütün rivayetler yalandır.
Kur'an ehli muvahhidlere tavsiyem, cami ve mescitlere yapacağınız yardımlarınızı ihtiyaç sahiplerine ve fakir öğrencilere yapın.
Kur'an'da ne varsa gerçektir, Kuran'da olmayan şey yalandır, hurafedir, iftiradır.
(Ey Müşrikler) Siz Hacılara su vermeyi ve Mescidi Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Halbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah Zalimler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Tevbe, 19)
FAKİR VE YETİMLER Mİ?
Emeviler döneminden itibaren yavaş yavaş Allah'ın kitabı terk edilip onun yerine uydurma rivayetler ve bu
rivayetler önderliğinde içtihatlar ve mezhepler hayatta hakim kılınmaya başlanınca Kur'an'ın değer verdiği
en önemli olan tevhid akidesi, Allah'a şirk koşmama, Allah'ın apaçık âyetlerini gizlememe, hakka batılı karıştırmama, Allah ile Elçilerini birbirinden ayırmama, Allah ve Resulü'ne itaat etme, sadece Kur'an'a bağlı olma, adaletli olma, insan hakları,
Allah yolunda İnfak, emri- bil mar'uf nehyi- anil- mün'ker, güzel ahlak gibi çok önemli değerler yok kabul edilip,
bu önemli değerler yerine Kur'an'da çok az değere sahip olan namaz, oruç, hac ve zekat İslam'ın en önemli
şartları olarak ümmete dayatılınca özellikle de uydurma bir rivayetle namaz dinin direği olarak benimsenince artık öyle bir ahlaksız
Müslümanlık meydana geldi ki, her şey namaz ibadeti üzerine bina edildi.
Buna bağlı olarak milleti aldatma ve gözlerini boyama maksadıyla çok ihtişamlı ve süslü mabetler yapılmaya başlandı.
Aslında Kur'an'a baktığımızda insan hakları, güzel ahlak, Allah yolunda cihad ve İnfak etmenin yanında camilerin imar edilmesi çok az bir yer alır.
Kur'an İslam'ın'da esas olan Kur'an ilminden ve Tevhid ahlakından uzak kuru ve ruhsuz muhabbetler inşa etmek değil,
ana babaya iyilik etmek, fakirleri ve kimsesizleri korumak ve kollamak, yetimleri barındırmak, özgürlüğü için çalışanlara yardım yapmak, borçlulara destek olmak, yakın akraba ve komşulara yardım yani infak yapılması siddetle tavsiye edilmiştir.
Dolayısıyla Kur'an'ı İslam'ın'da esas olan İtikatta tevhid, amelde İnfak etmektir.
Bu önemli iki meziyet ve fazilet kimde bulunursa Allah'ın izin ve şefaatiyle, merhamet ve mağfiretiyle cennete girer.
Dolayısıyla uydurma dinin dayattığı ibadetler yerine Kur'an İslam'ın'da önem verilen ibadetlere ağırlık vermek gerekir.
Türkiye'deki bütün cami ve mescitler bir tane muhacir ve yetimin gözyaşına değer değildir. Cami ve mescitlerin halı ve mermerlerine paranızı israf etmeyin.
Şu da bir gerçektir namaz ibadeti ile alakalı hadis kitaplarında geçen bütün rivayetler yalandır.
Kur'an ehli muvahhidlere tavsiyem, cami ve mescitlere yapacağınız yardımlarınızı ihtiyaç sahiplerine ve fakir öğrencilere yapın.
Kur'an'da ne varsa gerçektir, Kuran'da olmayan şey yalandır, hurafedir, iftiradır.
(Ey Müşrikler) Siz Hacılara su vermeyi ve Mescidi Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Halbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah Zalimler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Tevbe, 19)
6 Ağustos 2017 Pazar
BİR İNSAN NASIL BU KADAR DÜŞÜK BİR KALİTEYE SAHİP OLABİLİR?
Allah ezeli ve ebedi ilminin tecellisi olarak bir sistem dahilinde indirilen Kur'an'a baktığımızda neredeyse insanlık tarihinde gelmiş geçmiş bütün inançları anlatır.
İblis'in nasıl şeytan olduğu, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed
( Aleyhimusselam) ın kavimleri ile nasıl mücadele ettiklerini,
Davud ve oğlu Süleyman ( Aleyhimesselam) ın tevhid mücadelesi,
Meryem oğlu İsa Mesih ve Annesinin çektikleri eziyet ve iftiralar.
Ashab-ı Kehf'in tevhid akidesini en lüks ve konforlu hayata tercih etmeleri,
Musa ( aleyhisselam) a iman eden sihirbazların takva ve ihlasları,
Hz Musa(Aleyhisselam) ın kavmi olan israiloğullarından çektiği işkence ve izdırapların haddi hesabı yok.
Hud ( Aleyhisselam) ın kavmi Âd kavmi ile gerçekleşen tevhid mücadelesi.
Hz Musa'yı ölüm pahasına müdafaa eden kahraman Mü'min,
Zekeriya ve oğlu Yahya ( Aleyhimesselam) ın tevhid mücadelesi,
Hz Lut ( Aleyhisselam) ın ahlaksız kavmini güzel ahlak ve edebe daveti.
Salih ( Aleyhisselam) ın Semud kavmini tevhid akidesine davet etmesi.
Yakub ( Aleyhisselam) ın çocukları ile imtihanı,ihlas ve takvası, sabır ve tevekkülü, Yusuf ( Aleyhisselam) ın şahsiyetinden, edebinden ve tevhid ahlakından tablolar sunulması.
Firavun, Karun, Haman ve Samirinin nasıl müşrik oldukları.
Firavun'un kahraman ve muvahhid hanımının çektiği işkence ve şehadeti.
Hz Musa'ya iman eden sihirbazların takva ve ihlasları,
Yasin süresinde Allah'ın elçilerine destek olduğundan dolayı şehit edilen muvahhid kahraman.
Yani insanlık tarihinde her zaman ve zeminde elçiler tarafından yapılan tevhid mücadelesi ve kavimlerin inanç ve ahlakları Kur'anda geniş bir yelpazede anlatılır.
Her kavmin kendine ait bir inanç ve ahlakı mevcuttu.
Allah'a ve Resulüne iftira edenden, İlahlara ve Evliyaya tapanına, ahlaksızlık ve ticarette sahtekarlık yapanına kadar çok çeşitli inanç ve fikirleri vardı.
Fakat bugün cübbeli Ahmet'in sahip olduğu dini dinlediğimiz zaman ahmaklık ve kalitesizlik bakımından tarihin bütün kavimlerini geride bıraktığını görüyoruz.
Allah ve Resulü ile aldatmadan tutun, İlahlara ve Evliyaya tapmaya, Allah Resulü'ne hakaret ve iftiraya, sahtekarlık ve yolsuzluğa kadar her türlü batıl inanç, küfür, şirk, münafıklık, yalan ve hurafe mevcuttur.
Dünyanın en rezil ve ahmakça hikayelerini anlattığı halde Kur'an ehli muvahhidler hariç hiç kimse ona karşı gelme cesaretini göstermemektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinde yolsuzluk ve hırsızlık, yobazlık ve soysuzluk, soygun ve aldatma yapmak isteyen bir cemaat ve tarika kursun yeter.
Bu ülkede milleti aldatmanın ve ülkeyi soymanın en kolay ve kestirme yolu budur.
Emek, sermaye, vergi, yorulma ve uğraşma istemeyen bir yoldur.
Uzaktan kumanda ile binlerce oya sahip oldukları için Devletin istihbarat ve dini temsil eden resmi kurumununda da müdahale etme gücü yok.
Şia ve Ehli sünnet mezheplerinde kaliteli insan kabul görmediği için,biraz tasavvuf bilgisi ve ahmak olan bir şeyhin kuracağı tarikatta bir yıl içinde kendisine tapacak binlerce müridi olmazsa gelsin benden hesap sorsun.
Çünkü tarikat için Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama yoktur.
Uzun zamandır düşünüyorum kalitesizlik ve ahmaklık cübbeli Ahmet'te mi yoksa dininde mi? diye.
Sonra dünyanın hiçbir yerinde böyle ahlaksız bir dinin olacağına ihtimal vermedim.
Kalitesizlik cübbeli'nin kendisinde ve ona kayıtsız şartsız itaat eden cemaatinde olduğunu anladım.
Yalan, uydurma, iftira, hezeyan, ahmaklık, hurafe, cehalet, sapıklık, Allah Resulü'ne hakaret ve dini rant yapma dahil adamda her rezillik ve fırıldaklık diz boyu.
Ebu Cehil, Ebu leheb, Velid bin Muğire, As bin Vail, Samiri'yi arar hale geldik.
Tarihin hiç bir dönemde hiçbir müşrik kavimde böyle bir kalitesizlik olmamıştır.
Allah ezeli ve ebedi ilminin tecellisi olarak bir sistem dahilinde indirilen Kur'an'a baktığımızda neredeyse insanlık tarihinde gelmiş geçmiş bütün inançları anlatır.
İblis'in nasıl şeytan olduğu, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed
( Aleyhimusselam) ın kavimleri ile nasıl mücadele ettiklerini,
Davud ve oğlu Süleyman ( Aleyhimesselam) ın tevhid mücadelesi,
Meryem oğlu İsa Mesih ve Annesinin çektikleri eziyet ve iftiralar.
Ashab-ı Kehf'in tevhid akidesini en lüks ve konforlu hayata tercih etmeleri,
Musa ( aleyhisselam) a iman eden sihirbazların takva ve ihlasları,
Hz Musa(Aleyhisselam) ın kavmi olan israiloğullarından çektiği işkence ve izdırapların haddi hesabı yok.
Hud ( Aleyhisselam) ın kavmi Âd kavmi ile gerçekleşen tevhid mücadelesi.
Hz Musa'yı ölüm pahasına müdafaa eden kahraman Mü'min,
Zekeriya ve oğlu Yahya ( Aleyhimesselam) ın tevhid mücadelesi,
Hz Lut ( Aleyhisselam) ın ahlaksız kavmini güzel ahlak ve edebe daveti.
Salih ( Aleyhisselam) ın Semud kavmini tevhid akidesine davet etmesi.
Yakub ( Aleyhisselam) ın çocukları ile imtihanı,ihlas ve takvası, sabır ve tevekkülü, Yusuf ( Aleyhisselam) ın şahsiyetinden, edebinden ve tevhid ahlakından tablolar sunulması.
Firavun, Karun, Haman ve Samirinin nasıl müşrik oldukları.
Firavun'un kahraman ve muvahhid hanımının çektiği işkence ve şehadeti.
Hz Musa'ya iman eden sihirbazların takva ve ihlasları,
Yasin süresinde Allah'ın elçilerine destek olduğundan dolayı şehit edilen muvahhid kahraman.
Yani insanlık tarihinde her zaman ve zeminde elçiler tarafından yapılan tevhid mücadelesi ve kavimlerin inanç ve ahlakları Kur'anda geniş bir yelpazede anlatılır.
Her kavmin kendine ait bir inanç ve ahlakı mevcuttu.
Allah'a ve Resulüne iftira edenden, İlahlara ve Evliyaya tapanına, ahlaksızlık ve ticarette sahtekarlık yapanına kadar çok çeşitli inanç ve fikirleri vardı.
Fakat bugün cübbeli Ahmet'in sahip olduğu dini dinlediğimiz zaman ahmaklık ve kalitesizlik bakımından tarihin bütün kavimlerini geride bıraktığını görüyoruz.
Allah ve Resulü ile aldatmadan tutun, İlahlara ve Evliyaya tapmaya, Allah Resulü'ne hakaret ve iftiraya, sahtekarlık ve yolsuzluğa kadar her türlü batıl inanç, küfür, şirk, münafıklık, yalan ve hurafe mevcuttur.
Dünyanın en rezil ve ahmakça hikayelerini anlattığı halde Kur'an ehli muvahhidler hariç hiç kimse ona karşı gelme cesaretini göstermemektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinde yolsuzluk ve hırsızlık, yobazlık ve soysuzluk, soygun ve aldatma yapmak isteyen bir cemaat ve tarika kursun yeter.
Bu ülkede milleti aldatmanın ve ülkeyi soymanın en kolay ve kestirme yolu budur.
Emek, sermaye, vergi, yorulma ve uğraşma istemeyen bir yoldur.
Uzaktan kumanda ile binlerce oya sahip oldukları için Devletin istihbarat ve dini temsil eden resmi kurumununda da müdahale etme gücü yok.
Şia ve Ehli sünnet mezheplerinde kaliteli insan kabul görmediği için,biraz tasavvuf bilgisi ve ahmak olan bir şeyhin kuracağı tarikatta bir yıl içinde kendisine tapacak binlerce müridi olmazsa gelsin benden hesap sorsun.
Çünkü tarikat için Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama yoktur.
Uzun zamandır düşünüyorum kalitesizlik ve ahmaklık cübbeli Ahmet'te mi yoksa dininde mi? diye.
Sonra dünyanın hiçbir yerinde böyle ahlaksız bir dinin olacağına ihtimal vermedim.
Kalitesizlik cübbeli'nin kendisinde ve ona kayıtsız şartsız itaat eden cemaatinde olduğunu anladım.
Yalan, uydurma, iftira, hezeyan, ahmaklık, hurafe, cehalet, sapıklık, Allah Resulü'ne hakaret ve dini rant yapma dahil adamda her rezillik ve fırıldaklık diz boyu.
Ebu Cehil, Ebu leheb, Velid bin Muğire, As bin Vail, Samiri'yi arar hale geldik.
Tarihin hiç bir dönemde hiçbir müşrik kavimde böyle bir kalitesizlik olmamıştır.
5 Ağustos 2017 Cumartesi
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI VE MEHMET GÖRMEZ:
Bir diyanet mensubu olarak Mehmet Görmez Diyanet İşleri Başkanı olduğu zaman bende de bir heyecan meydana gelmişti.
Şöyle düşünmüştüm,
Prof olan Mehmet Görmez Diyanet İşleri Başkanlığında bir yenilenmeye gidecek, hurafe ve yalan rivayetlerin karanlığından yavaş yavaş Kur'an'ın aydınlığına bir mesafe alınacak diye sevinmiştim.
Fakat kısa bir zaman sonra Diyanet'in başına kim geçerse geçsin hiçbir şeyin değişmeyeceğini anladım.
Çünkü 1400 yıldan beri Muaviye, Yezid, Emeviler ve Abbasiler'den gelen uydurma dinini sorgulamak Mehmet Görmez gibi bir hadisçinin yapacağı bir şey olamazdı.
Binlerce rivayet ve fıkıh eseri ile hayata tam olarak egemen olmuş, binlerce sözde ilim adamı ile dini ve içtimai hayata hakim kılınmış bir dini sorgulamak
Kur'an ilminden ve tevhid ahlakından uzak olanların yapacağı bir şey değildi.
Cübbeli Ahmet'in Mehmet Görmez'e karşı gelmesinin sebebi ise Kur'an ehli olmasından dolayı değil,
tarikatlara biraz mesafeli durduğu ve bazı absürt hurafelere karşı gelmesinden dolayıdır.
Cübbeli Ahmet, mensub olduğu uydurma şirk dininin bir rivayetine karşı gelene bile düşman olur.
Herhangi bir konuda uydurma şirk dininin en cahil adamı olan cübbeli Ahmet'i ölçü alan kişide akıl yoktur.
Kur'an ehli arkadaşların paylaşımlarını görüyorum,
diyorlar ki,
Prof Dr Mehmet Okuyan Diyanet İşleri Başkanı olsun.
Mehmet Okuyan değil,
bu Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetlerinin kölesi olmuş sistemde Hz.Ebubekir veya Hz Ömer
Diyanet'in başına geçseler yapacakları hiç bir olamaz.
Çünkü Ehli sünnet dini buna asla müsaade etmez.
Ayrıca ben yıllardır Mehmet Okuyan'ı dinliyorum daha zihniyetinin hangi merkezde olduğunu anlayamadım.
Mehmet Okuyan Diyanet İşleri Başkanı olsun diyenlere gülüyorum.
Şunu da anlayamıyorum,
Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin en fanatik bir kurumu olan Diyanet işleri başkanlığı, Kur'an ve Tevhid adına ne zamandan beri meşruiyet alanı kazandı?
Allah'tan korkun,
Kur'an ehli muvahhidler nazarında Diyanet işleri başkanlığı ne zaman önemli bir kurum hüviyeti aldı?
Diyanet İşleri başkanlığı Kur'an ve hikmet, akıl ve tefekkür adına ne zamandan beri meşruiyet alanını hak etti?
Ben şahsen Diyanet İşleri başkanlığınına ve Mehmet Görmez'e
övgüler dizenleri Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden mahrum oldukları için arkadaşlıktan çıkarmayı düşünüyorum.
Bir diyanet mensubu olarak Mehmet Görmez Diyanet İşleri Başkanı olduğu zaman bende de bir heyecan meydana gelmişti.
Şöyle düşünmüştüm,
Prof olan Mehmet Görmez Diyanet İşleri Başkanlığında bir yenilenmeye gidecek, hurafe ve yalan rivayetlerin karanlığından yavaş yavaş Kur'an'ın aydınlığına bir mesafe alınacak diye sevinmiştim.
Fakat kısa bir zaman sonra Diyanet'in başına kim geçerse geçsin hiçbir şeyin değişmeyeceğini anladım.
Çünkü 1400 yıldan beri Muaviye, Yezid, Emeviler ve Abbasiler'den gelen uydurma dinini sorgulamak Mehmet Görmez gibi bir hadisçinin yapacağı bir şey olamazdı.
Binlerce rivayet ve fıkıh eseri ile hayata tam olarak egemen olmuş, binlerce sözde ilim adamı ile dini ve içtimai hayata hakim kılınmış bir dini sorgulamak
Kur'an ilminden ve tevhid ahlakından uzak olanların yapacağı bir şey değildi.
Cübbeli Ahmet'in Mehmet Görmez'e karşı gelmesinin sebebi ise Kur'an ehli olmasından dolayı değil,
tarikatlara biraz mesafeli durduğu ve bazı absürt hurafelere karşı gelmesinden dolayıdır.
Cübbeli Ahmet, mensub olduğu uydurma şirk dininin bir rivayetine karşı gelene bile düşman olur.
Herhangi bir konuda uydurma şirk dininin en cahil adamı olan cübbeli Ahmet'i ölçü alan kişide akıl yoktur.
Kur'an ehli arkadaşların paylaşımlarını görüyorum,
diyorlar ki,
Prof Dr Mehmet Okuyan Diyanet İşleri Başkanı olsun.
Mehmet Okuyan değil,
bu Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin rivayetlerinin kölesi olmuş sistemde Hz.Ebubekir veya Hz Ömer
Diyanet'in başına geçseler yapacakları hiç bir olamaz.
Çünkü Ehli sünnet dini buna asla müsaade etmez.
Ayrıca ben yıllardır Mehmet Okuyan'ı dinliyorum daha zihniyetinin hangi merkezde olduğunu anlayamadım.
Mehmet Okuyan Diyanet İşleri Başkanı olsun diyenlere gülüyorum.
Şunu da anlayamıyorum,
Emevi Abbasi imalatı hurafe Ehli sünnet dininin en fanatik bir kurumu olan Diyanet işleri başkanlığı, Kur'an ve Tevhid adına ne zamandan beri meşruiyet alanı kazandı?
Allah'tan korkun,
Kur'an ehli muvahhidler nazarında Diyanet işleri başkanlığı ne zaman önemli bir kurum hüviyeti aldı?
Diyanet İşleri başkanlığı Kur'an ve hikmet, akıl ve tefekkür adına ne zamandan beri meşruiyet alanını hak etti?
Ben şahsen Diyanet İşleri başkanlığınına ve Mehmet Görmez'e
övgüler dizenleri Kur'an, ilim, hikmet, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden mahrum oldukları için arkadaşlıktan çıkarmayı düşünüyorum.
KALİTEMİZ NİYE ÇOK DÜŞÜKTÜR?
Allah'ın muhterem elçileri değerlerini Allah'ın kendilerine indirdiği Vahiy'den alırlar.
Dolayısıyla insanı güzel ahlak sahibi kılan ve kalite kazandıran tek şey Allah'tan indirilen vahiy'dir.
Eğer inanç ve ahlak Allah ve Elçilerinin ahlakını temsil eden vahiy'den alınmış olsaydı toplum ve cemiyet büyük bir ahlak ve üstün bir karaktere sahip olacaktı.
Uydurma ve hurafe bir din ve hüküm insanlara güzel ahlak, doğru bir karakter ve üstün kalite kazandırmaz.
Yani Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni mace, mâlik, Şafii ve Hanbeli'den, Said Nursi'den, Celaleddin-i Rumi'den, Beyazıt'i Bestami'den,
Muhyiddin-i Arabi'den, F Gülen'e, Adıyaman Gavs'ına, Şeyh Mahmud'a, Cübbeli Ahmet'e, Nihat Hatipoğlu,
Tuğrul inançer, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Mustafa Karataş, Cevat akşit, Ömer Döngeloğlu, Yusuf Kavaklı,
Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, İhsan şenocak, Osman ünlü, Ramazan ayvalı,
Vehbi Güler ve benzerlerine gelecek ilim ve ahlakta en ufak bir kalite elde edilebilir mi?
İşte bu yüzden İslam alemi
Kur'an ve Allah Elçilerinin ahlakından son derece uzak olduğu için her türlü sefalet ve cehalet içinde kıvranıp duruyor.
Uydurma ve hurafe dinde bir sistem ve düzen olmadığı için saf ve temiz bir toplum meydana getirmiyor.
Mesela, takiyye uygulayan bir tarikat, Cemaat ve kurumdan idealist ve kahraman bir neslin çıkması mümkün mü?
Bir toplum inanç, fikir ve ahlakında ilmi olarak bir sistem bulunmuyorsa ondan fazilet sahibi, özgür insanların yetişmesi asla mümkün olmayacaktır.
İşte bu yüzden Allah tarafından indirilen orijinal dinde bir bağlam ve bütünlük bir sistem ve şeffaflık mevcuttur.
Allah tarafından indirilen vahiy dini kargaşa ve karmaşayı kaldırmayacak bir saflığa ve sadeliğe sahiptir.
Allah'ın muhterem elçileri değerlerini Allah'ın kendilerine indirdiği Vahiy'den alırlar.
Dolayısıyla insanı güzel ahlak sahibi kılan ve kalite kazandıran tek şey Allah'tan indirilen vahiy'dir.
Eğer inanç ve ahlak Allah ve Elçilerinin ahlakını temsil eden vahiy'den alınmış olsaydı toplum ve cemiyet büyük bir ahlak ve üstün bir karaktere sahip olacaktı.
Uydurma ve hurafe bir din ve hüküm insanlara güzel ahlak, doğru bir karakter ve üstün kalite kazandırmaz.
Yani Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni mace, mâlik, Şafii ve Hanbeli'den, Said Nursi'den, Celaleddin-i Rumi'den, Beyazıt'i Bestami'den,
Muhyiddin-i Arabi'den, F Gülen'e, Adıyaman Gavs'ına, Şeyh Mahmud'a, Cübbeli Ahmet'e, Nihat Hatipoğlu,
Tuğrul inançer, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Mustafa Karataş, Cevat akşit, Ömer Döngeloğlu, Yusuf Kavaklı,
Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan, Nurettin Yıldız, İhsan şenocak, Osman ünlü, Ramazan ayvalı,
Vehbi Güler ve benzerlerine gelecek ilim ve ahlakta en ufak bir kalite elde edilebilir mi?
İşte bu yüzden İslam alemi
Kur'an ve Allah Elçilerinin ahlakından son derece uzak olduğu için her türlü sefalet ve cehalet içinde kıvranıp duruyor.
Uydurma ve hurafe dinde bir sistem ve düzen olmadığı için saf ve temiz bir toplum meydana getirmiyor.
Mesela, takiyye uygulayan bir tarikat, Cemaat ve kurumdan idealist ve kahraman bir neslin çıkması mümkün mü?
Bir toplum inanç, fikir ve ahlakında ilmi olarak bir sistem bulunmuyorsa ondan fazilet sahibi, özgür insanların yetişmesi asla mümkün olmayacaktır.
İşte bu yüzden Allah tarafından indirilen orijinal dinde bir bağlam ve bütünlük bir sistem ve şeffaflık mevcuttur.
Allah tarafından indirilen vahiy dini kargaşa ve karmaşayı kaldırmayacak bir saflığa ve sadeliğe sahiptir.
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ
(36. YAZI)
"Andolsun ki, onlara kendilerinden elçi (Resülün) geldi de onu yalanladılar. Onlar zulmederlerken azap onları yakalayıverdi"
(Nahl, 113)
Demek oluyor ki, Elçileri( Allah'tan indirilen vahyi ) yalanlamak büyük bir zulüm ve azap olarak karşımıza çıkıyor.
Kur'anda onlarca ayette yalanlama kelimeleri hep Elçiler için kullanılmıştır.
Nebiler için yalanlama kelimesi kullanılmaz.
Kur'anda bulunan "Elçileri yalanlamak'tan" maksat, "kendilerine indirileni vahyi kabul etmediler" anlamına gelmektedir.
Çünkü Allah Elçilerinin görevi Allah'tan indirilen vahyi tebliğ etmektir.
"İbrahim, gerçekten Hakka yönelen, Allah'a itaat eden bir önder idi, Allah'a şirk koşanlardan değildi"
(Nahl, 120)
"Sonra da sana: "Doğru yola yönelerek İbrahim'in dinine uy!
O müşriklerden değildi" diye vahyettik"
(Nahl, 123)
Şia ve Ehli sünnetin sözde alimleri Kur'an'a inanmadıkları için bütün inanç ve fikirleri Kur'an'a aykırı olarak şekillendi.
Mesela, bir çok ayette
İbrahim (Aleyhisselam)'ın üstünlüğüne ve önderliğine vurgu yapıldığı halde Şia ve Ehli sünnetin
sözde âlimleri hiç Allah'tan korkmadan ve utanmadan Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) ı İbrahim (Aleyhisselam) dan üstün olarak kabul etmişlerdir.
Halbuki İbrahim (Aleyhisselam) Tevhid dininin önderi, büyük babası ve genel kurmay başkanıdır.
Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) ı İbrahim
(Aleyhisselam) dan üstün görmek hem yalan hemde büyük bir terbiyesizliktir.
(İbrahim)
Allah'ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah, onu seçmiş ve doğru yola iletmişt"
"Ona dünyada güzellik verdik. Muhakkak ki o, ahirette de salihlerdendir"
(Nahl, 121, 122)
"Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur, kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü üstlenmez. Biz, bir Elçi (Resülen) göndermedikçe (kimseye) azap etmeyiz"
(İsra, 15)
Kur'an'ın sisteminde bütün âyetlerde "Elçileri göndermeden azap etmeyiz" buyrulmuştur.
Hiçbir zaman "Nebileri göndermeden azap etmeyiz" diye bir şey yoktur.
Bunun tek sebebi elçinin görevinin sadece vahyi tebliğ etmek olduğu içindir.
Aslında onlar Allah Elçisini yalanlamakla Allah'ı yalanlamış oldular. Çünkü yalanlanan mesajı gönderen Allah'tır.
Lütfen şu âyete iyice dikkat edin "Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz.
Aslında onlar SENİ YALANLAMIYORLAR, fakat o zalimler açıkça ALLAH'IN'ın AYETLERİNİ İNKAR EDİYORLAR"
( En'am, 33)
Dolayısıyla Nebi ile Resulün arasında bulunan fark çözülmedikçe uydurma rivayetlerle oluşturulan İlahların ve evliyaların şirk kabusunun ne kadar karanlık olduğu anlaşılmayacaktır.
(36. YAZI)
"Andolsun ki, onlara kendilerinden elçi (Resülün) geldi de onu yalanladılar. Onlar zulmederlerken azap onları yakalayıverdi"
(Nahl, 113)
Demek oluyor ki, Elçileri( Allah'tan indirilen vahyi ) yalanlamak büyük bir zulüm ve azap olarak karşımıza çıkıyor.
Kur'anda onlarca ayette yalanlama kelimeleri hep Elçiler için kullanılmıştır.
Nebiler için yalanlama kelimesi kullanılmaz.
Kur'anda bulunan "Elçileri yalanlamak'tan" maksat, "kendilerine indirileni vahyi kabul etmediler" anlamına gelmektedir.
Çünkü Allah Elçilerinin görevi Allah'tan indirilen vahyi tebliğ etmektir.
"İbrahim, gerçekten Hakka yönelen, Allah'a itaat eden bir önder idi, Allah'a şirk koşanlardan değildi"
(Nahl, 120)
"Sonra da sana: "Doğru yola yönelerek İbrahim'in dinine uy!
O müşriklerden değildi" diye vahyettik"
(Nahl, 123)
Şia ve Ehli sünnetin sözde alimleri Kur'an'a inanmadıkları için bütün inanç ve fikirleri Kur'an'a aykırı olarak şekillendi.
Mesela, bir çok ayette
İbrahim (Aleyhisselam)'ın üstünlüğüne ve önderliğine vurgu yapıldığı halde Şia ve Ehli sünnetin
sözde âlimleri hiç Allah'tan korkmadan ve utanmadan Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) ı İbrahim (Aleyhisselam) dan üstün olarak kabul etmişlerdir.
Halbuki İbrahim (Aleyhisselam) Tevhid dininin önderi, büyük babası ve genel kurmay başkanıdır.
Allah Resulü Muhammed ( Aleyhisselam) ı İbrahim
(Aleyhisselam) dan üstün görmek hem yalan hemde büyük bir terbiyesizliktir.
(İbrahim)
Allah'ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah, onu seçmiş ve doğru yola iletmişt"
"Ona dünyada güzellik verdik. Muhakkak ki o, ahirette de salihlerdendir"
(Nahl, 121, 122)
"Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur, kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü üstlenmez. Biz, bir Elçi (Resülen) göndermedikçe (kimseye) azap etmeyiz"
(İsra, 15)
Kur'an'ın sisteminde bütün âyetlerde "Elçileri göndermeden azap etmeyiz" buyrulmuştur.
Hiçbir zaman "Nebileri göndermeden azap etmeyiz" diye bir şey yoktur.
Bunun tek sebebi elçinin görevinin sadece vahyi tebliğ etmek olduğu içindir.
Aslında onlar Allah Elçisini yalanlamakla Allah'ı yalanlamış oldular. Çünkü yalanlanan mesajı gönderen Allah'tır.
Lütfen şu âyete iyice dikkat edin "Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz.
Aslında onlar SENİ YALANLAMIYORLAR, fakat o zalimler açıkça ALLAH'IN'ın AYETLERİNİ İNKAR EDİYORLAR"
( En'am, 33)
Dolayısıyla Nebi ile Resulün arasında bulunan fark çözülmedikçe uydurma rivayetlerle oluşturulan İlahların ve evliyaların şirk kabusunun ne kadar karanlık olduğu anlaşılmayacaktır.
AÇIK VE NET OLARAK SÖYLÜYORUM:
Kur'an'da yasak ve haram olmasına karşılık bir insan bir tarikata mensub olacağına, bir şeyhe mürit olacağına,
tasavvuf ve tarikatların ön gördüğü inanç ve kuralları yerine getireceğine hayatı boyunca içki içsin, kumar oynasın daha az günah kazanmış olur.
Bir kişi hayatı boyunca hiç oruç tutmasa hiç bir zaman namaz kılmasa bir kişinin söylediği şirk cümlesi kadar günah işlemiş olmaz.
MESELA,
"Azrail bizim efendi hazretlerine geldi, efendi hazretleri Azrail'e "git şimdi ben gelmek istemiyorum"
veya "yarın ahirette azap melekleri birini yakalayıp götürürlerken
"Ben Nakşibendi tarikatının Hâlidi kolundanım derse onu derhal serbest bırakırlar" demek.
Çünkü ahirette affedilmeyecek tek günah Allah'a büyük bir iftira olan şirktir.
"Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse büyük bir günah ile iftira etmiş olur"
(Nisa, 48)
Şirk'ten daha büyük bir kahpelik yoktur.
Şirk: Allah tarafından indirilen vahiy dininin yozlaştırıldığı anda ortaya çıkan dinin yeni kimliğidir.
Şirk'ten başka bütün günahlar itiraf edilir, sadece insan şirk işlediğini ve şirkin içinde olduğunu hiç bir zaman kabul etmez.
"....Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytanları kendilerine dost edindiler. Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar"
(Âraf, 30)
Din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul etmeyen uydurma dinin mensuplarıda müşrik sayılır.
(Ey Muhammed! "Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın seni bu âyetlerden alıkoymasınlar. Rabbine (Kur'an'a) davet et. Asla müşriklerden olma"
(Kasas, 87)
Kur'an'da yasak ve haram olmasına karşılık bir insan bir tarikata mensub olacağına, bir şeyhe mürit olacağına,
tasavvuf ve tarikatların ön gördüğü inanç ve kuralları yerine getireceğine hayatı boyunca içki içsin, kumar oynasın daha az günah kazanmış olur.
Bir kişi hayatı boyunca hiç oruç tutmasa hiç bir zaman namaz kılmasa bir kişinin söylediği şirk cümlesi kadar günah işlemiş olmaz.
MESELA,
"Azrail bizim efendi hazretlerine geldi, efendi hazretleri Azrail'e "git şimdi ben gelmek istemiyorum"
veya "yarın ahirette azap melekleri birini yakalayıp götürürlerken
"Ben Nakşibendi tarikatının Hâlidi kolundanım derse onu derhal serbest bırakırlar" demek.
Çünkü ahirette affedilmeyecek tek günah Allah'a büyük bir iftira olan şirktir.
"Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse büyük bir günah ile iftira etmiş olur"
(Nisa, 48)
Şirk'ten daha büyük bir kahpelik yoktur.
Şirk: Allah tarafından indirilen vahiy dininin yozlaştırıldığı anda ortaya çıkan dinin yeni kimliğidir.
Şirk'ten başka bütün günahlar itiraf edilir, sadece insan şirk işlediğini ve şirkin içinde olduğunu hiç bir zaman kabul etmez.
"....Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytanları kendilerine dost edindiler. Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar"
(Âraf, 30)
Din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul etmeyen uydurma dinin mensuplarıda müşrik sayılır.
(Ey Muhammed! "Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın seni bu âyetlerden alıkoymasınlar. Rabbine (Kur'an'a) davet et. Asla müşriklerden olma"
(Kasas, 87)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)