GEÇMİŞE TAKILIP KALANLAR SADECE ACI ÇEKER
(12. YAZI )
Geleneksel dinin meydana gelmesinde köklü kültür ve kadim inançlarla karşılaşmanın rolü büyük olmuştur.
Mesela, geleneksel dinin oluşmasında ortaya çıkan iki ana akımdan biri olan Rey ehl-i, dışa açık, Kur'an ve Sünnet ortak paydası ekseninde inanç geliştirirken,
Ashab-ı Hadis ise Nebi (a.s) adına nisbet edilen hadisler ekseninde bir inanç sistemi inşa etmiştir.
Rey ehl-i evrenselliği benimserken, Ehl-i Hadis ise yerel kalmayı tercih etmiş, hadis ve Sünnet perdesi altında Arap ırkını üstün tutmuş dolayısıyla yeni olan her düşünceye karşı gelmiştir.
Hadis ehl-i her zaman Arap kültür ve geleneğini üstün görmüş, onu muhafaza amacıyla hareket etmiş, Kur'an'a aykırı olan cahiliyenin siyasal ve sosyal ahlakını hadislerle örtmeye çalışmıştır.
Hadis Ehl-i'nin inanç ve amellerinde yani ictihadlarında Kur'an'dan bir şey bulmak mümkün değildir.
Geleneksel İslam anlayışı olan Şia, Ehli Sünnet ve Selefilik, diğer din mensuplarına İslam'ın evrensel ilkeleriyle örnek olmaları gerekirken, kendi içlerine kapanmış, İnsanları diğer inanç ve kültürlerin etkisinden korumayı amaçlamış ve din savaşını sünnet ve hadisler adına yapmıştır.
Geleneksel din âlimleri, İslam'ı muhafaza etmeyi, hadis ve sünneti korumak olarak anlamıştır.
Dolayısıyla Kur'an'ın ortaya koyduğu evrensel ahlak ve adaleti sünnet adı altında hadislerle yerelleştirmiştir.
Allah Resulü ( a.s) ve sahabe döneminde bilinmeyen hadis ve Sünnet iki asır sonra tamamen Kur'an'ın yerini almıştır.
Şia ve Ehl-i Sünnet, Ehl-i Hadis ve Selefilikte, Kur'an teorik ve sözde kaynak olurken, hadisler ve âlimlerin ictihadları ise hayatın her alanına hakim olmuştur.
Halbuki Kur'an ile Sünnet'i yani vahiy ile hadisleri yan yana koymak veya aynı yerde mütalaa etmek başta Kur'an olmak üzere ilim ve akla, tefekkü ve sorgulamaya büyük bir hakarettir.
Sünnet'çi inanç yapısı Kur'an'dan sonra en büyük darbeyi ilme yapmıştır.
Hadis dininin öncüleri, ilmin sadece geçmiş alimlerin tekelinde olduğunu yani Selef alimlerinin ictihadlarından ibaret olduğu inancını yerleştirmiş ve bu fikri din haline getirmişlerdir.
Şia ve Ehli Sünnet mensupları tarafından din atalarının tek ilmi otorite olarak kabul edilmesi, insanların Kur'an'a ulaşmasının önünde en büyük engel en aşılmaz bataklık olmuştur.
Fakat Kur'an'ı Mübin'e baktığımızda Allah'tan başka hiç bir ilmi otoritenin olmadığını görebiliriz.
"Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır" (Bakara- 120)
Başka bir âyete göre, "Her bilenin üzerinde bir bilen vardır"
(Yusuf-76)
Şia ve Ehl-i Sünnet'in selefi zihni, aklın karşısına hadis adı altında sünneti ve âlimlerinin ictihadlarını koyarak iman eden milleti akıl ve fikir engelli duruma getirmişlerdir.
Selefi anlayışa göre atalarının dinine dayanmayan her ilim bid'attır.
Yani sonradan çıkmış hurafe ve uydurmalardır.
Halbuki kendi atalarından intikal eden her şey bid'attır, yalandır, şirktir.
Çünkü din ve hüküm, helal ve haram olarak Allah'ın kitabına dayanmayan her inanç ve fikir batıldır.
Fakat onlara göre ilim edinmenin tek yolu din adamlarının kaynaklarıdır.
Atalarının dinine kesin bir şekilde tâbi olmayı öngören bu tavrın uzun bir süreç sonucunda ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
Selefilik, Emevi Halifesi Ömer bin Abdülaziz döneminden itibaren dini bir inanç kimliği kazanmıştır.
Ömer bin Abdülaziz döneminde Selefe tâbi olmak, Resulullah'ın sünnetine tâbi olmak olduğunun inancı yaygın hale gelmiştir.
Ömer bin Abdulaziz'e göre dinde asıl olan aklın yolu değil, eskilerin yani Selefi salihinin yolunu izlemektir.
Bu nedenle hadisler, bid'at ve fasıklık adı verilerek bütün yeni fikirlerin karşısında siper yapılmışlardır.
Bu sakat anlayış zaman içerisinde atalardan gelen ve atalara ait olan her şey olumlu ve güzel, Kur'an'a dayansa da yeni olan ve sonradan icat edilen her inanç ve fikir kötü inancını yaygınlaşmıştır.
Bu şekilde mezhep tutuculuğunun merkezine hadis adı altında sünnet savunuculuğu gelişmiştir.
Kur'an'dan edinilecek bağlam ve bütünlük yani hikmetin karşısına dinde olmayan başka kaynaklar yerleşip dinin tek kaynağı diskalifiye edilmiştir.
Dini inanç alanında iman edenlerin dramı her zaman ve zeminde böyle olmuştur.
Bu şekilde geçmiş atalarına kulluk eden, onların içtihatlarını din ve hüküm kabul eden ve onları sorgulamaktan korkan basit, düşüncesiz, ilimsiz bir yobazlık hayatın her alanına hakim olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder