GEÇMİŞE TAKILIP KALANLAR SADECE ACI ÇEKER
(16. YAZI)
Şia ve Ehl-i Sünnet muhaddis ve müctehidleri Muhammed (a.s) ın elçilik görevinin, Allah tarafından indirilen vahye bir kelime bile ilave etmeden ve ondan bir şey eksiltmeden olduğu gibi insanlara beyan etmekten ibaret olduğunu (Ra'd-40; Nahl- 35, 82; Maide- 67, 99; Ahkaf- 23 Ankebut- 18 ; Hakka-44)
yeterli bulmamışlardır.
İşte bundan dolayı Allah Resulü'ne indirilen vahyin Kur'an'dan ibaret olmayacağını inancını geliştirmişlerdir.
Aslında Kur'an'ın manasını etkisizleştirmenin en etkin yolu, yüzlerce âyete aykırı olmasına rağmen Allah kelâmının dışında başka vahiy'lerin de var olabileceğini yaygınlaştırılması olmuştur.
Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri Hristiyanlıkta var olan vahiy inancını andıracak bir şekilde "vahy-i gayr-i metlüv" "okunmayan vahiy" fikrini üretmişlerdir.
Yani Şia ve Ehl-i Sünnet âlimlerine göre hadislerde Kur'an gibi vahiy'dir, fakat salat'ı ikame esnasında sadece Kur'an'dan âyetler okunması gerekir.
Onlara göre Kur'an "vahy-i metlüv" "okunan vahiy" hadislerde "vahy-i gayri metlüv" "namazda okunmayan vahiy" dir.
Vahiy çeşitliliği meydana getirerek, Kur'an'ın önemini görmezlikten gelme, milleti Şiilik ve Sünnilik dininin kaos ve karanlığına mahkum etmiştir.
Mezheplerin "Vahy-i gayr-i metlüv" yalanı Kur'an'a yapılmış büyük bir iftira ve ağır bir darbe olduğu zamanla daha iyi anlaşılmıştır.
"Vahy-i gayr-i metlüv" fikri din ve hüküm olarak Kur'an'ın yanında başka kaynakların da var olduğu inancını yerleştirmiştir.
Artık dünyanın en karanlık cehaletinin eserleri olan rivayetler din ve hüküm olarak Kur'an'ın yanına daha doğrusu Kur'an yerine konmuş oldu.
Halbuki din ve hüküm olarak Kur'an'ın yetersizliğini iddia etmek, Kur'an'ın eksikliğini iddia etmek olur.
Din ve hüküm, güzel ahlak ve öğüt olarak dinde Kur'an dışında kaynak kabul etmek yüzlerce âyete aykırı olmasına rağmen bu ihaneti yaptılar.
Allah'ın kitab'ını hadislerle eşitlemek, mesajın devre dışı kalmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri büyük bir ihanetle Kur'an ile milletin arasına hadis ve Sünnet adı altında aşılmaz bir engel, geçilmez bir bataklık yarattılar.
Allah tarafından indirilen hidayet'in yolu hadis adı altında sünnetle kesilmiş Allah'ın karşısına uydurma din vasıtasıyla sanal bir "resul" çıkarılmıştır.
Sadece Resul (a.s) ı değil, tüm elçileri Kur'an'dan kopararak Allah ile araları sonsuza kadar açılmıştır.
Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri "sünnet" kavramını Kur'an'i bir kavram olmaktan çıkararak ideolojik bir kavrama dönüştürdüler.
Şia ve Ehl-i Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Kur'an'ın mesajını yok etmek, nurunu söndürmek için sadece ve "vahy-i gayr-i metlüv" ile iktifa etmemiş, "nasıh-mensuh, tefsir usul-u ve ilmi hadis, hadis usul-u ile esbab-ı nüzul, mücmel-mufassal, rivayet tefsiri ve fıkıh usul-u gibi birçok sözde ilim dalları geliştirerek vahyin hidayet ve hakikatını sulandırmaya devam ettiler.
Zaman içerisinde sadece vahyin Arapça okunmasına odaklanarak metin ile manasını ayırmış ve ikisi arasında bulunan bağlantıyı koparmışlardır.
Halbuki vahiy insanın kabiliyetine, tarihi deneyimlerine, bulunduğu zaman ve zemine göre hayatı inşa etmektedir.
Aslında İslam bütün elçilere indirilen evrensel dinin ortak adı olmakla birlikte şeriat, milletin vahyin bağlam ve bütünlüğünden anladığını uygulamasıdır.
Tarihte yaşanan ümmetler arasında "hayırda yarış" olması gerektiğinden her ümmetin şeriati diğerlerinden farklı olmuştur.
Yoksa ya hayatı, ya dini rehberliği dondurma durum ortaya çıkacaktır.
İşte Şia ve Ehl-i Sünnet âlimleri hadis ve ictihadlaryla dini hayatı dondurarak İslam dininin gelişimini ve ve yayılma özelliğini engellemişlerdir.
Yani İslam milletini bin dört yüz yıldan beri aynı inanç ve statik fikirlere mahkum etmişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder