NEBİ-RESÜL SİSTEMİNDE YENİ KEŞİFLER
(1. YAZI)
Kuran'a baktığımızda birçok yerde Allah'ın güzel isimleri, Resül kavramı ile vahiy arasında çok yakın bir ilişkinin olduğunu görürüz.
Kur'an'ın birçok ayetinde vahiy için kullanılan bir çok kavram Allah (cc) ve Elçileri için de kullanılmıştır.
Bu kavramlar hiçbir yerde Nebi ve Nebi olan kişinin ismi için kullanılmaz.
Sadece ve sadece Allah(cc), Elçi ve vahiy için kullanılır.
AZİZ:
Resul (Elçi) için kullanıldığı yer,
"Andolsun size kendinizden öyle AZİZ bir Resul (Elçi) gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir"
( Tevbe, 128)
Kur'an için kullanıldığı ayet,
"Kendilerine kitap geldiğinde onu inkâr edenler (şüphesiz bunun sonucuna katlanacaklardır) Halbuki o AZİZ bir kitaptır"
( Fussilet, 41)
KERİM:
Resul için kullanıldığı ayet,
"Andolsun, kendilerinden önce biz, Firavun'un kavmini de imtihan etmiştik. Onlara: Allah'ın kulları! Bana gelin!
Çünkü ben size gönderilmiş güvenilir bir Resülüm diye davette bulunan KERİM bir Elçi gelmişti"
(Duhan, 17, 18)
Vah için kullanıldığı ayet,
"Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta bulunan KERİM bir kitaptır"( Vakıa, 77-78)
RAHMET:
"Resul (Elçi) için kullanıldığı ayetler,
" Ey Elçi! Biz seni alemlere ancak RAHMET olarak gönderdik"( Enbiya, 107)
Yukarıdaki ayette bulunan "erselné" "gönderdik" risalet makam ve mertebesi ile alakalıdır.
Aynı şekilde İsa (aleyhisselam) da bütün elçiler gibi insanlara RAHMETTİR.
" Melek: Öyledir dedi, (zira) Rabbin buyurdu ki: Bu bana kolaydır. Çünkü biz onu (İsa'yı) bir âyet ve kendimizden bir RAHMET kılacağız. Bu hüküm ve karara bağlanmış (ezelde olup bitmiş bir işi idi" ( Meryem, 21)
Demek oluyor ki bütün Elçiler insanlara rahmettir.
Sadece Allah Resulü Muhammed (Aleyhisselam) değil, ama Ehli sünnet ve Şia âlimleri bu gerçeği de ümmetten saklamışlardır. Vahiy için kullanıldığı ayetler,
(Ahkaf- 12, Nahl- 64- 89, Hud-17, 28, 63, Yusuf- 111, Enam- 154 Âraf- 52, Yasin- 44, Lokman- 3,) İMAM: (Önder)
Resul (Elçi) için kullanıldığı ayet,
"Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle İmtihan etmiş, onları tam olarak yerine getirilince: Ben seni insanlara İMAM (Önder) yapacağım, demişti"
( Bakara, 124)
Kur'an için kullanıldığı ayet,
"Şüphesiz ki Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi bıraktıkları her izi yazarız. Biz her şeyi İMAM kitapta sayıp yazmışızdır"( Yasin, 12)
SIRAT-I MÜSTAKÎM: (Doğru yol)
Allah (Celle Celéluhu) için kullanıldığı ayet,
" Ben, Benim de Rabb'im, sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, O, onun boynundan tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir" (SIRAT-I MÜSTAKİM- SÜNNETULLAH)
Vahiy için kullanıldığı ayetler,
( Nisa- 68, Enam- 39, 87,126, Yunus- 25, Hac- 54, Yasin- 60, Saffat-118, Zuhruf- 64, Mülk-22)
Resul (Elçi) için kullanıldığı ayet,
" İşte böylece sana da emrimizle Kur'anı vahyettik. Sen, kitap nedir, İman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen sırat-ı müstakime (doğru yola) rehberlik etmektesin. O yol göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın yoludur. Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah'a döner"
( Şura- 52, 53)
31 Ekim 2017 Salı
29 Ekim 2017 Pazar
FETÖ BİZE İYİ BİR DERS VERDİ.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübinde şöyle buyuruyor.
"Andolsun onların (geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.
( Bu Kuran) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendisinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır. İman eden toplum için bir rahmet ve hidayettir"
( Yusuf, 111)
Kur'an'sızlığın ne kadar büyük bir bela olduğunu, ilim, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden mahrum olan bir toplumun hayvanlardan daha
aşağı bir dereceye sahip olduğunu FETÖ bize çok açık olarak gösterdi.
Uydurma dinin şimdiye kadar icat edilen bütün ölümcül silahlardan daha büyük bir tehlikeye sahip bulunduğunu, hurafe ehli sünnet dininde bir fazilet olmadığını FETÖ gösterdi.
Hurafelerin nasıl bir yıkım gücüne sebep olduğunu yine FETÖ gösterdi.
Kur'an ehli muvahhidlerin sırat'ı müstekim üzerinde olduklarını ülkemin cahil insanına FETÖ gösterdi.
Şirk ve kula kulluğun hangi boyutlarda seyrettiğini FETÖ'den daha iyi kimse gösteremezdi.
Biz Kur'an ehli muvahhidler ne kadar çaba ve emek sarf edelim, ne kadar dil dökelim de FETÖ uydurma dininin yaptığı tahribatın korkunçluğunu anlatabilelim.
Toplumun Tevhid akidesine ne kadar yabancı ve güzel ahlaktan ne kadar uzak olduğunu FETÖ alçakça bir şekilde gösterdi.
90.000 Camii 150.000 kadrosu dört bakanlık kadar bütçesi olan Diyanet'in hiçbir işe yaramadığını, hurafelerin ve cehaletin bataklığında boğazına kadar gömüldüğünü yine FETÖ gösterdi.
İlahiyat fakültelerinin, İmam Hatiplerin Kur'an kurslarının birer hurafe yuvaları ve israf merkezleri olduklarını FETÖ gösterdi.
İlahiyat Prof'larının boş beleş olduğunu FETÖ gösterdi.
Ümmetin yüzyıllardan beri hikmet, İrfan, düşünce gibi değerlerden ne kadar yoksun bırakıldığını
FETÖ ibret verici olarak gösterdi.
Şia'da var olan Mehdiyet inancının ve takiyenin İslam dinine ve tevhid ahlakına hiç yakışmadığını FETÖ'den öğrendik.
Casusluk, insanların mahremiyetlerini araştırma, fırkalaşma ve bölünme ile Allah Resulünün ahlakından ne kadar uzak savrulduğumuzu FETÖ gösterdi.
Siyasi ve ekonomik çıkar elde etmek için zulüm ve haksızlığa nasıl göz yumulduğunu FETÖ'den daha iyi kimse gösteremezdi.
Kur'an aklına ve tevhid sistemine ne kadar muhtaç olduğumuz FETÖ gösterdi.
Din ve imandan konuşan muhafazakar aydınların ileriyi görmede ne kadar basiretsiz ve kör olduklarını FETÖ gösterdi.
Milletin kendi çocuklarıyla ilgilenme ve onları eğitmede ne kadar kifayetsiz ve kabiliyetsiz olduğunu bize FETÖ gösterdi.
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devletinin oturduğu zeminin ne kadar çürük ve kaygan olduğunu yine FETÖ gösterdi.
Toplumun birbirine nasıl düşman olduğunu ve her kesimin diğerini ötekileştirdiğini yini FETÖ ortaya çıkardı.
Topluma hakim olan güvensizliğin hangi boyutlarda olduğunu FETÖ tam olarak gösterdi.
Sonuç olarak, ümmetim Kur'an'dan ibret almak istemediği, kavimlerin kıssalarını günümüz insanına FETÖ acı bir şekilde gösterdi. Diyanet'in Camii minber ve kürsülerinde anlatılan dinin FETÖ'nün dinden ayrı bir din olmadığını da anlamış olduk.
Ekran vaizlerinin FETÖ'nün izinde olduklarını da öğrenmiş olduk.
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübinde şöyle buyuruyor.
"Andolsun onların (geçmiş elçilerin ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.
( Bu Kuran) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendisinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır. İman eden toplum için bir rahmet ve hidayettir"
( Yusuf, 111)
Kur'an'sızlığın ne kadar büyük bir bela olduğunu, ilim, akıl, tefekkür ve sorgulama nimetlerinden mahrum olan bir toplumun hayvanlardan daha
aşağı bir dereceye sahip olduğunu FETÖ bize çok açık olarak gösterdi.
Uydurma dinin şimdiye kadar icat edilen bütün ölümcül silahlardan daha büyük bir tehlikeye sahip bulunduğunu, hurafe ehli sünnet dininde bir fazilet olmadığını FETÖ gösterdi.
Hurafelerin nasıl bir yıkım gücüne sebep olduğunu yine FETÖ gösterdi.
Kur'an ehli muvahhidlerin sırat'ı müstekim üzerinde olduklarını ülkemin cahil insanına FETÖ gösterdi.
Şirk ve kula kulluğun hangi boyutlarda seyrettiğini FETÖ'den daha iyi kimse gösteremezdi.
Biz Kur'an ehli muvahhidler ne kadar çaba ve emek sarf edelim, ne kadar dil dökelim de FETÖ uydurma dininin yaptığı tahribatın korkunçluğunu anlatabilelim.
Toplumun Tevhid akidesine ne kadar yabancı ve güzel ahlaktan ne kadar uzak olduğunu FETÖ alçakça bir şekilde gösterdi.
90.000 Camii 150.000 kadrosu dört bakanlık kadar bütçesi olan Diyanet'in hiçbir işe yaramadığını, hurafelerin ve cehaletin bataklığında boğazına kadar gömüldüğünü yine FETÖ gösterdi.
İlahiyat fakültelerinin, İmam Hatiplerin Kur'an kurslarının birer hurafe yuvaları ve israf merkezleri olduklarını FETÖ gösterdi.
İlahiyat Prof'larının boş beleş olduğunu FETÖ gösterdi.
Ümmetin yüzyıllardan beri hikmet, İrfan, düşünce gibi değerlerden ne kadar yoksun bırakıldığını
FETÖ ibret verici olarak gösterdi.
Şia'da var olan Mehdiyet inancının ve takiyenin İslam dinine ve tevhid ahlakına hiç yakışmadığını FETÖ'den öğrendik.
Casusluk, insanların mahremiyetlerini araştırma, fırkalaşma ve bölünme ile Allah Resulünün ahlakından ne kadar uzak savrulduğumuzu FETÖ gösterdi.
Siyasi ve ekonomik çıkar elde etmek için zulüm ve haksızlığa nasıl göz yumulduğunu FETÖ'den daha iyi kimse gösteremezdi.
Kur'an aklına ve tevhid sistemine ne kadar muhtaç olduğumuz FETÖ gösterdi.
Din ve imandan konuşan muhafazakar aydınların ileriyi görmede ne kadar basiretsiz ve kör olduklarını FETÖ gösterdi.
Milletin kendi çocuklarıyla ilgilenme ve onları eğitmede ne kadar kifayetsiz ve kabiliyetsiz olduğunu bize FETÖ gösterdi.
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devletinin oturduğu zeminin ne kadar çürük ve kaygan olduğunu yine FETÖ gösterdi.
Toplumun birbirine nasıl düşman olduğunu ve her kesimin diğerini ötekileştirdiğini yini FETÖ ortaya çıkardı.
Topluma hakim olan güvensizliğin hangi boyutlarda olduğunu FETÖ tam olarak gösterdi.
Sonuç olarak, ümmetim Kur'an'dan ibret almak istemediği, kavimlerin kıssalarını günümüz insanına FETÖ acı bir şekilde gösterdi. Diyanet'in Camii minber ve kürsülerinde anlatılan dinin FETÖ'nün dinden ayrı bir din olmadığını da anlamış olduk.
Ekran vaizlerinin FETÖ'nün izinde olduklarını da öğrenmiş olduk.
GERÇEKTEN ÇOK ÖNEMLİ BİR MESELE:
Arkadaşlar!
Biz Kur'an ehli muvahhidler sadece vahyi merkeze koymaya çalışırken önümüze tartışmalara sebep olan önemli konular gelmektedir.
MESELA,
"Hadisler ve sünnet meselesi, hadislerinde dinde kaynak olduğu ile ilgili mesele, Nebi (Aleyhisselam) hiçbir şey konuşmamış mı? meselesi, Nebi ( Aleyhisselam)a Kur'an'ı açıklama yetkisinin verildiği meselesi, hadislerin tümünü reddedenlerin Allah Resulünün düşmanı oldukları meselesi"
Muvahhidlerle gelenekçiler arasında bunun gibi tartışılan birçok konu vardır.
Arkadaşlar!
Vahyin tek kaynak olduğu, dinin Kur'an ile tamamlandığı, dinin Allah tarafından indirildiği vahiyin Allah Resulü'nün dilinde hayat bulduğu,
Elçilerin arasında ayrımın yapılamayacağı, insanların sadece Kur'an'dan sorumlu oldukları, gibi birçok hayati meselenin açığa çıkması ve Kur'an'ın anlaşılması için siz Kur'an ehli muvahhidlerden önemli bir ricada bulunuyorum. Hiçbir zaman "peygamber" ibaresini kullanmayınız.
Lütfen!
Allah rızası için dilimizi "Resul" "Allah'ın Resulü" "Nebi ( Aleyhisselam) Muhammed (Aleyhisselam) gibi kavramlara alıştıralım.
"Peygamber" kelimesi Kur'an'ı tahrif eden, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bozan, Kur'an'ın çözümünü dağıtan, Kur'an'ın sistemini paramparça eden, vahyin anlaşılmasını imkansız kılan çok tehlikeli bir kelimedir.
Kur'an âyetlerinde hangi kavram geçiyorsa o kavramı kullanmaktan başka bir yolumuz yoktur.
Aksi takdirde Kur'an'ı anlaşılmaz bir metin haline getirmiş oluruz.
Yüzlerce ayet vardır ki "Resul" kelimesi yerine "peygamber" kelimesini kullandığımız zaman vahyin anlaşılmasında büyük bir kaos meydana geliyor ve böylece hadisleri kaynak olarak gören rivayeçilerin ekmeğine yağ sürmüş oluyoruz.
Kur'an'da "Nebi" ile "Resul" arasında o kadar önemli farklar var ki, Allah tarafından kurulan bu sistemi korumak Kur'an'ın iyi anlaşılmasında olmazsa olmaz bir önem taşıyor.
MESELA,
Resul hata yapmazken, Kur'an, "Nebi"'nin birçok yerde hata yaptığını haber vermektedir.
(Tevbe, 113, Tahrim,1, Enfal, 67)
Nebi ile Resul kavramları arasında onlarca fark vardır.
"Resul, Allah tarafından indirilen vahiyi okuyan, vahyi tebliğ eden, onu duyuran ve ilan eden kişidir.
"Nebi" Resul olan kişinin özel hayatını temsil eder.
Muhammed (Aleyhisselam) yatarken, otururken gece- gündüz tam 23 sene bütün özel hallerinde Nebi'dir.
İndirilen âyetleri duyurduğu andaki konumu Resul'dür.
"Kur'an'a göre Resule itaat etmek, Allah'a itaat etmek gibidir" (Nisa,80)
Muhammed (as) 40 yaşında Nebi olduğundan vefat edinceye kadar, hatta ahirette bile Nebi'lik kimliği devam eder.
Fakat elçilik misyonu dünya hayatı ile sınırlıdır. "Kim Allah'a ve Resül'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Nebiler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır"
( Nisa, 69)
Yukarıdaki ayette bulunan "Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Nebiler, sıddıklar, şehitler,,,,," kısmına dikkatinizi çekiyorum.
Yani yarın ahirette insanlar unvan ve makamlarıyla değil, takva, ihlas ve amelleriyle anılacaklardır.
MESELA,
"Ona (İbrahim'e) dünyada güzellik verdik. Muhakkak ki o, ahirette de salihlerdendir"
(Nahl, 122 )
Ahirette "şu cumhurbaşkanı, bu başbakan, bakan, müdür, padişah, kral idi denilmeyecek, bu salih bir insan idi, bu takvalı, namuslu, dürüst birisi" denilecektir.
Kur'an ehl'i muvahhidler "peygamber" kelimesini kullanmamaları gerektiği gibi Kur'an'ı tahrif eden bu kelimeyi kullananları da ikaz etmeleri gerekir.
Yani bu ümmet dinin nasıl tahrif edildiğini, dinin nasıl dejenere olduğunu bilmeleri için "Nebi" ile "Resul" sistemi arasında bulunan farkı anlamak zorundadırlar.
Kur'an'ın en önemli iki kavramını Allah boşuna kullanmış olamaz.(Hac, 52)
Çünkü Kur'an bir ilim ve sistem üzerine indirilmiştir" (Âraf,52)
"Kur'an'da ihtilaf yoktur" (Nisa, 82)
Bence teker teker ayetlerde bulunan "Resül" ve "Nebi" ibarelerinin neden kullandığını muvahhidler araştırmak ve bulmak zorundadırlar.
Dinle ilgili en önemli araştırma budur.
İşte o zaman elçilerin değerlerini vahiy'den aldıklarını, elçilerin ve özellikle son Nebi'nin rivayetlerle hiçbir ilgisinin olmadığını, vahyin Elçiye ne kadar geniş bir yer ayırdığını ve muhteşem bir konuma sahip kılındığını herkes görecektir.
İşte o zaman elçilerin gerçek değerleri ortaya çıkacak ve onlara yapılan iftiralar da açığa çıkacaktır.
Bundan dolayı Kur'an ehli muvahhidlerden rica ediyorum.
1) Televizyon kanallarında kim olursa olsun "peygamber" kelimesini kullananların protesto edilmesi, konuşmalarının dinlenilmemesi, Çünkü "peygamber" kelimesini kullananlar, "Nebi" ile "Resül" arasında bulunan farkı anlamamış dolayısıyla Kur'an'ın bağlam ve bütülüğünden de haberleri bulunmayan kişilerdir.
2) Kim olursa olsun hadisleri dile getirenin dinlenilmemesidir.
Çünkü bu kişi daha dinin Allah tarafından tamamlandığını anlayamamıştır.
Kur'an sisteminde "Resül kavmi tarafından yalanlanan, kitabı tebliğ eden, vahyi okuyan, gönderilmediği kavme azab edilmeyen, ayetlerle eşit kılınan, kavmi tarafından kendisine isyan edilen ve edilmemesi gereken kişidir.
"Mutlak itaat edilmesi gereken, tekil olarak Allah ile birlikte anılan (Resülüllâh) ittiba edilmesi gereken, kendisine karşı gelenlere cehennem vâdedilen, zamir ile dahi Allah'a bağlanılan Resul'dür" (Resülihi, Resülihi)
"Resül hata ve ihanet etmez, (Hakka,44,45,46) ( Allah ile beraber razı edilmesi gereken(Tevbe,62)
eziyet edilmemesi gereken(Ahzab,57) örnek gösterilen(Ahzab,21)
haram kılabilen (Tevbe,29) kişi hep Resul'dür. Kur'an sisteminde "Nebi" Resul olan kişinin özel hayatını temsil ediyor.
"Nebi" Allah'a karşı hata edebilir, Allah tarafından uyarılır, iyi olan İşlerde ona bi'at edilir. Kur'an sisteminde "Nebi" makam mertebesine ayrılan yer sınırlıdır.
Genellikle Resule (Elçiye) ağırlık verilir.
Kur'an sisteminde "Resul" misyonuna Nebi'den çok daha geniş bir yer ayrılmıştır.
Kur'an'ın hiç bir ayetinde "Nebi'ye itaat ve ittiba edin" diye bir emir geçmez.
Kur'an'da emniyet sıfatı "Resul" için kullanılır.
Özellikle Allah Resulü Muhammed (aleyhisselam)dan sonra "Nebi" ile "Resul" arasında bulunan fark daha belirgin hale gelmiştir.
Kur'an'ın indirilmesi ile birlikte "Nebi" ile "Resul" arasında bulunan çizgi daha kalın olarak çizilmiştir.
"Resul" makamı mertebesine yükselmeden "Nebi" olarak vefat edenlerin var olduğunu Kur'an'dan öğreniyoruz.(Hac,52)
Bu Nebi'ler israiloğullarına Tevrat ile hükmediyorlardı.( Maide, 44)
Nebi'nin Şeref ve onuru, aile mahremiyeti koruma altındadır.
Ona da saygısızlık yapılmaz, ancak sözleri bağlayıcı değildir.
Din olarak insanları bağlayan tek şey Elçin'in dilinde hayat bulan vahiy'dir.
Elçin'in değeri ve konumu tamamen vahiy ile alakalı bir keyfiyettir.
Elçi ibaresi görüldüğü ve duyulduğu an akla vahiy gelecektir.
Kur'an sisteminde "Resul" tamamen Vahiy ile eşit olarak anılmıştır.
Yani Elçi konuşan Kuran'dır.
Bu yüzden örnek olarak "Resul"(elçi) gösterilmiştir.
Kur'an'daki "Nebi" ve "Resul" sistemenin bulunması din ve hüküm açısından tarihinin en büyük keşfi sayılması gerekir.
"Nebi" ile"Resül" sistemi sayesinde birçok yalan ve hurafeden temizlenme imkanı bulacağız. Kur'an'da bulunan Nebi ve Resul sistemi sayesinde hadislerinin yalan metinler olduğunu anlayacağınız.
Nebi ve resul sistemi sayesinde insanları bağlayan hükmün sadece kur'an olduğunu öğreneceğiz.
Yani kısaca Nebi ve Resul kavramlarının çözülmesi sonucu Kur'an'ın diğer sistemlerinin çözüm yolu da açılmış olacaktır
Nebi ve resul sistemi sayesinde mezhep imamlarının Kur'an'ı anlamadan İçtihat yaptıklarını, dolayısıyla gittikleri yolun ve mezheplerinin saygı duyulacak bir itibara sahip olmadığını görmüş olacağız.
Nebi ve resul sistemi sayesinde uydurma rivayetlerin ne kadar saçma sapan bir din olduğunu öğrenmiş olacağız.
Elçilik vahiy ile alakalı resmi bir misyondur.
Risaleti vahiy'den bağımsız olarak düşünmek doğru değildir.
İşte bu yüzden Kur'anda "Allah ile Elçilerini birbirinden ayırmak" kafirlik olarak görülmüştür (Nisa,150)
Arkadaşlar!
Biz Kur'an ehli muvahhidler sadece vahyi merkeze koymaya çalışırken önümüze tartışmalara sebep olan önemli konular gelmektedir.
MESELA,
"Hadisler ve sünnet meselesi, hadislerinde dinde kaynak olduğu ile ilgili mesele, Nebi (Aleyhisselam) hiçbir şey konuşmamış mı? meselesi, Nebi ( Aleyhisselam)a Kur'an'ı açıklama yetkisinin verildiği meselesi, hadislerin tümünü reddedenlerin Allah Resulünün düşmanı oldukları meselesi"
Muvahhidlerle gelenekçiler arasında bunun gibi tartışılan birçok konu vardır.
Arkadaşlar!
Vahyin tek kaynak olduğu, dinin Kur'an ile tamamlandığı, dinin Allah tarafından indirildiği vahiyin Allah Resulü'nün dilinde hayat bulduğu,
Elçilerin arasında ayrımın yapılamayacağı, insanların sadece Kur'an'dan sorumlu oldukları, gibi birçok hayati meselenin açığa çıkması ve Kur'an'ın anlaşılması için siz Kur'an ehli muvahhidlerden önemli bir ricada bulunuyorum. Hiçbir zaman "peygamber" ibaresini kullanmayınız.
Lütfen!
Allah rızası için dilimizi "Resul" "Allah'ın Resulü" "Nebi ( Aleyhisselam) Muhammed (Aleyhisselam) gibi kavramlara alıştıralım.
"Peygamber" kelimesi Kur'an'ı tahrif eden, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bozan, Kur'an'ın çözümünü dağıtan, Kur'an'ın sistemini paramparça eden, vahyin anlaşılmasını imkansız kılan çok tehlikeli bir kelimedir.
Kur'an âyetlerinde hangi kavram geçiyorsa o kavramı kullanmaktan başka bir yolumuz yoktur.
Aksi takdirde Kur'an'ı anlaşılmaz bir metin haline getirmiş oluruz.
Yüzlerce ayet vardır ki "Resul" kelimesi yerine "peygamber" kelimesini kullandığımız zaman vahyin anlaşılmasında büyük bir kaos meydana geliyor ve böylece hadisleri kaynak olarak gören rivayeçilerin ekmeğine yağ sürmüş oluyoruz.
Kur'an'da "Nebi" ile "Resul" arasında o kadar önemli farklar var ki, Allah tarafından kurulan bu sistemi korumak Kur'an'ın iyi anlaşılmasında olmazsa olmaz bir önem taşıyor.
MESELA,
Resul hata yapmazken, Kur'an, "Nebi"'nin birçok yerde hata yaptığını haber vermektedir.
(Tevbe, 113, Tahrim,1, Enfal, 67)
Nebi ile Resul kavramları arasında onlarca fark vardır.
"Resul, Allah tarafından indirilen vahiyi okuyan, vahyi tebliğ eden, onu duyuran ve ilan eden kişidir.
"Nebi" Resul olan kişinin özel hayatını temsil eder.
Muhammed (Aleyhisselam) yatarken, otururken gece- gündüz tam 23 sene bütün özel hallerinde Nebi'dir.
İndirilen âyetleri duyurduğu andaki konumu Resul'dür.
"Kur'an'a göre Resule itaat etmek, Allah'a itaat etmek gibidir" (Nisa,80)
Muhammed (as) 40 yaşında Nebi olduğundan vefat edinceye kadar, hatta ahirette bile Nebi'lik kimliği devam eder.
Fakat elçilik misyonu dünya hayatı ile sınırlıdır. "Kim Allah'a ve Resül'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Nebiler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır"
( Nisa, 69)
Yukarıdaki ayette bulunan "Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Nebiler, sıddıklar, şehitler,,,,," kısmına dikkatinizi çekiyorum.
Yani yarın ahirette insanlar unvan ve makamlarıyla değil, takva, ihlas ve amelleriyle anılacaklardır.
MESELA,
"Ona (İbrahim'e) dünyada güzellik verdik. Muhakkak ki o, ahirette de salihlerdendir"
(Nahl, 122 )
Ahirette "şu cumhurbaşkanı, bu başbakan, bakan, müdür, padişah, kral idi denilmeyecek, bu salih bir insan idi, bu takvalı, namuslu, dürüst birisi" denilecektir.
Kur'an ehl'i muvahhidler "peygamber" kelimesini kullanmamaları gerektiği gibi Kur'an'ı tahrif eden bu kelimeyi kullananları da ikaz etmeleri gerekir.
Yani bu ümmet dinin nasıl tahrif edildiğini, dinin nasıl dejenere olduğunu bilmeleri için "Nebi" ile "Resul" sistemi arasında bulunan farkı anlamak zorundadırlar.
Kur'an'ın en önemli iki kavramını Allah boşuna kullanmış olamaz.(Hac, 52)
Çünkü Kur'an bir ilim ve sistem üzerine indirilmiştir" (Âraf,52)
"Kur'an'da ihtilaf yoktur" (Nisa, 82)
Bence teker teker ayetlerde bulunan "Resül" ve "Nebi" ibarelerinin neden kullandığını muvahhidler araştırmak ve bulmak zorundadırlar.
Dinle ilgili en önemli araştırma budur.
İşte o zaman elçilerin değerlerini vahiy'den aldıklarını, elçilerin ve özellikle son Nebi'nin rivayetlerle hiçbir ilgisinin olmadığını, vahyin Elçiye ne kadar geniş bir yer ayırdığını ve muhteşem bir konuma sahip kılındığını herkes görecektir.
İşte o zaman elçilerin gerçek değerleri ortaya çıkacak ve onlara yapılan iftiralar da açığa çıkacaktır.
Bundan dolayı Kur'an ehli muvahhidlerden rica ediyorum.
1) Televizyon kanallarında kim olursa olsun "peygamber" kelimesini kullananların protesto edilmesi, konuşmalarının dinlenilmemesi, Çünkü "peygamber" kelimesini kullananlar, "Nebi" ile "Resül" arasında bulunan farkı anlamamış dolayısıyla Kur'an'ın bağlam ve bütülüğünden de haberleri bulunmayan kişilerdir.
2) Kim olursa olsun hadisleri dile getirenin dinlenilmemesidir.
Çünkü bu kişi daha dinin Allah tarafından tamamlandığını anlayamamıştır.
Kur'an sisteminde "Resül kavmi tarafından yalanlanan, kitabı tebliğ eden, vahyi okuyan, gönderilmediği kavme azab edilmeyen, ayetlerle eşit kılınan, kavmi tarafından kendisine isyan edilen ve edilmemesi gereken kişidir.
"Mutlak itaat edilmesi gereken, tekil olarak Allah ile birlikte anılan (Resülüllâh) ittiba edilmesi gereken, kendisine karşı gelenlere cehennem vâdedilen, zamir ile dahi Allah'a bağlanılan Resul'dür" (Resülihi, Resülihi)
"Resül hata ve ihanet etmez, (Hakka,44,45,46) ( Allah ile beraber razı edilmesi gereken(Tevbe,62)
eziyet edilmemesi gereken(Ahzab,57) örnek gösterilen(Ahzab,21)
haram kılabilen (Tevbe,29) kişi hep Resul'dür. Kur'an sisteminde "Nebi" Resul olan kişinin özel hayatını temsil ediyor.
"Nebi" Allah'a karşı hata edebilir, Allah tarafından uyarılır, iyi olan İşlerde ona bi'at edilir. Kur'an sisteminde "Nebi" makam mertebesine ayrılan yer sınırlıdır.
Genellikle Resule (Elçiye) ağırlık verilir.
Kur'an sisteminde "Resul" misyonuna Nebi'den çok daha geniş bir yer ayrılmıştır.
Kur'an'ın hiç bir ayetinde "Nebi'ye itaat ve ittiba edin" diye bir emir geçmez.
Kur'an'da emniyet sıfatı "Resul" için kullanılır.
Özellikle Allah Resulü Muhammed (aleyhisselam)dan sonra "Nebi" ile "Resul" arasında bulunan fark daha belirgin hale gelmiştir.
Kur'an'ın indirilmesi ile birlikte "Nebi" ile "Resul" arasında bulunan çizgi daha kalın olarak çizilmiştir.
"Resul" makamı mertebesine yükselmeden "Nebi" olarak vefat edenlerin var olduğunu Kur'an'dan öğreniyoruz.(Hac,52)
Bu Nebi'ler israiloğullarına Tevrat ile hükmediyorlardı.( Maide, 44)
Nebi'nin Şeref ve onuru, aile mahremiyeti koruma altındadır.
Ona da saygısızlık yapılmaz, ancak sözleri bağlayıcı değildir.
Din olarak insanları bağlayan tek şey Elçin'in dilinde hayat bulan vahiy'dir.
Elçin'in değeri ve konumu tamamen vahiy ile alakalı bir keyfiyettir.
Elçi ibaresi görüldüğü ve duyulduğu an akla vahiy gelecektir.
Kur'an sisteminde "Resul" tamamen Vahiy ile eşit olarak anılmıştır.
Yani Elçi konuşan Kuran'dır.
Bu yüzden örnek olarak "Resul"(elçi) gösterilmiştir.
Kur'an'daki "Nebi" ve "Resul" sistemenin bulunması din ve hüküm açısından tarihinin en büyük keşfi sayılması gerekir.
"Nebi" ile"Resül" sistemi sayesinde birçok yalan ve hurafeden temizlenme imkanı bulacağız. Kur'an'da bulunan Nebi ve Resul sistemi sayesinde hadislerinin yalan metinler olduğunu anlayacağınız.
Nebi ve resul sistemi sayesinde insanları bağlayan hükmün sadece kur'an olduğunu öğreneceğiz.
Yani kısaca Nebi ve Resul kavramlarının çözülmesi sonucu Kur'an'ın diğer sistemlerinin çözüm yolu da açılmış olacaktır
Nebi ve resul sistemi sayesinde mezhep imamlarının Kur'an'ı anlamadan İçtihat yaptıklarını, dolayısıyla gittikleri yolun ve mezheplerinin saygı duyulacak bir itibara sahip olmadığını görmüş olacağız.
Nebi ve resul sistemi sayesinde uydurma rivayetlerin ne kadar saçma sapan bir din olduğunu öğrenmiş olacağız.
Elçilik vahiy ile alakalı resmi bir misyondur.
Risaleti vahiy'den bağımsız olarak düşünmek doğru değildir.
İşte bu yüzden Kur'anda "Allah ile Elçilerini birbirinden ayırmak" kafirlik olarak görülmüştür (Nisa,150)
GERÇEK ÖZGÜRLÜK VE EMNİYET:
Uydurma dinin önemli iki özelliği vardır. Özgürlük ve akıl gibi insanı var edecek değerleri bastırarak esir etmektedir.
Dolayısıyla uydurma dini özgürlük ve aklı kullanmaktan alıkoyan son derece tehlikeli bir yol olarak görmek zorundayız.
Aslında elçilerin izinde olan Kur'an ehli muvahhidler uydurma dine karşı çıkarken özgürlük ve aklı kullanma gibi değerleri koruyup hak olan dinin asıl özünü savunmaktadırlar. Yani asıl dindar olan uydurma dinin mensupları değil, Kur'an ehli muvahhidlerdir.
Çünkü insan en seçkin varlıklardan olduğu için onu yaratan yüce Allah'tan başka bir güce teslim olması yakışacak bir durum ve davranış değildir.
Din de bu amaca hizmet ettiği sürece gerçek anlamda insan hak ve hürriyetlerine katkı sağlayabilir.
Yani insanı başkaları karşısında kul ve köle yapan din İnsanlık adına bir kurtuluş ve hidayet değil, bir cehalet ve yüz karasıdır.
Gelenekçilerin yolu, bir kaçış ve geriye dönüşü içeren ilkel eğilimlere ağırlık verir.
Kur'an hidayetinden ve hakikatinden, rahmet ve emniyetinden uzak olan birey, yalnızlık ve ayrılık korkusundan kurtulmak için ona dayatılan geçmiş tarihi, hayvansal yaşamı yada atalarının dinine dönme arzusuna sahip olur.
Halbuki Kur'an'ın güvenlik yolu, insana aldatıcı bir şekilde ayrılık ve yalnızlık duyguları yaşatmaz.
Dolayısıyla insanın yalnızlık sorununa tek çözüm yolunun gelenekçilik değil, ilericilik olduğunu söyleyebiliriz.
Çünkü bu yol kökleri kadim tarihe kadar uzanan bir çözüm yolu, günümüze kadar şirke ve köleliğe, kibir ve orantısız güce karşı alternatif ilâhi bir yol olarak varolagelmiştir.
Örneğin Nuh (Aleyhisselam)dan itibaren İbrahim, Musa, İsa, Muhammed (Aleyhimusselam) ile birlikte bütün Elçilerin ve Nebilerin misyonu insanı tümüyle kendisi kılmak ve yaratılıştan gelen aydınlığa yönlendirmek, şirkin ürkütücü yalnızlığından insanı özgürlüğe kavuşturmaktır.
"De ki: Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi kulluk edelim? Allah bizi vahiyle doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle (şirke, yalnızlığâ) düşüŕmek istedikleri, arkadaşlarının ise:"
Bize gel! diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (atalarımızın taptığına) mı döndürüleceğiz?
De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize alemlerin (insanların) Rabbine teslim olmamız emredilmiştir"
( En'am, 71
Elçilere indirilen aydınlık yol olan tevhid yoluna rağmen kavimler ağırlıklı olarak gerilemeci şirk bataklığına gömülmüş ve kendi aklını merkeze alma yerine başka güç ve otoritelere bağlanmışlardır.
Vahiyin hayat veren özgürlüğüne rağmen kendilerine güvenme yerine kendileri gibi olan insanları putlaştırmış, tek olan Allah'a ait güçleri onlara yüklemişlerdir.
"(Ey Elçi! ) De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, daha öncekilerin sonu nasıl oldu, görün. Onların çoğu müşrik idi"(Rum, 42)
" İşte böylece, onlardan öncekilere herhangi bir Elçi geldiğinde hemen: O bir sihirbazdır veya delidir, dediler. Bunu nesilden nesile birbirlerine vasiyet mi ettiler? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur"( Zariyat, 52-53)
İnsanlık bu uydurma ve sanal dinden bir an önce kurtarılmalıdır.
İnsan Allah'a ait olanı bilmeli, Allah'ın gücünü idrak etmeli, boynunu ve aklını her türlü bağdan özgürleştirmelidir.
Elçilere indirilen vahyin ana konusu budur.
Uydurma dinin önemli iki özelliği vardır. Özgürlük ve akıl gibi insanı var edecek değerleri bastırarak esir etmektedir.
Dolayısıyla uydurma dini özgürlük ve aklı kullanmaktan alıkoyan son derece tehlikeli bir yol olarak görmek zorundayız.
Aslında elçilerin izinde olan Kur'an ehli muvahhidler uydurma dine karşı çıkarken özgürlük ve aklı kullanma gibi değerleri koruyup hak olan dinin asıl özünü savunmaktadırlar. Yani asıl dindar olan uydurma dinin mensupları değil, Kur'an ehli muvahhidlerdir.
Çünkü insan en seçkin varlıklardan olduğu için onu yaratan yüce Allah'tan başka bir güce teslim olması yakışacak bir durum ve davranış değildir.
Din de bu amaca hizmet ettiği sürece gerçek anlamda insan hak ve hürriyetlerine katkı sağlayabilir.
Yani insanı başkaları karşısında kul ve köle yapan din İnsanlık adına bir kurtuluş ve hidayet değil, bir cehalet ve yüz karasıdır.
Gelenekçilerin yolu, bir kaçış ve geriye dönüşü içeren ilkel eğilimlere ağırlık verir.
Kur'an hidayetinden ve hakikatinden, rahmet ve emniyetinden uzak olan birey, yalnızlık ve ayrılık korkusundan kurtulmak için ona dayatılan geçmiş tarihi, hayvansal yaşamı yada atalarının dinine dönme arzusuna sahip olur.
Halbuki Kur'an'ın güvenlik yolu, insana aldatıcı bir şekilde ayrılık ve yalnızlık duyguları yaşatmaz.
Dolayısıyla insanın yalnızlık sorununa tek çözüm yolunun gelenekçilik değil, ilericilik olduğunu söyleyebiliriz.
Çünkü bu yol kökleri kadim tarihe kadar uzanan bir çözüm yolu, günümüze kadar şirke ve köleliğe, kibir ve orantısız güce karşı alternatif ilâhi bir yol olarak varolagelmiştir.
Örneğin Nuh (Aleyhisselam)dan itibaren İbrahim, Musa, İsa, Muhammed (Aleyhimusselam) ile birlikte bütün Elçilerin ve Nebilerin misyonu insanı tümüyle kendisi kılmak ve yaratılıştan gelen aydınlığa yönlendirmek, şirkin ürkütücü yalnızlığından insanı özgürlüğe kavuşturmaktır.
"De ki: Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi kulluk edelim? Allah bizi vahiyle doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle (şirke, yalnızlığâ) düşüŕmek istedikleri, arkadaşlarının ise:"
Bize gel! diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (atalarımızın taptığına) mı döndürüleceğiz?
De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize alemlerin (insanların) Rabbine teslim olmamız emredilmiştir"
( En'am, 71
Elçilere indirilen aydınlık yol olan tevhid yoluna rağmen kavimler ağırlıklı olarak gerilemeci şirk bataklığına gömülmüş ve kendi aklını merkeze alma yerine başka güç ve otoritelere bağlanmışlardır.
Vahiyin hayat veren özgürlüğüne rağmen kendilerine güvenme yerine kendileri gibi olan insanları putlaştırmış, tek olan Allah'a ait güçleri onlara yüklemişlerdir.
"(Ey Elçi! ) De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, daha öncekilerin sonu nasıl oldu, görün. Onların çoğu müşrik idi"(Rum, 42)
" İşte böylece, onlardan öncekilere herhangi bir Elçi geldiğinde hemen: O bir sihirbazdır veya delidir, dediler. Bunu nesilden nesile birbirlerine vasiyet mi ettiler? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur"( Zariyat, 52-53)
İnsanlık bu uydurma ve sanal dinden bir an önce kurtarılmalıdır.
İnsan Allah'a ait olanı bilmeli, Allah'ın gücünü idrak etmeli, boynunu ve aklını her türlü bağdan özgürleştirmelidir.
Elçilere indirilen vahyin ana konusu budur.
23 Ekim 2017 Pazartesi
YENİLİKÇİLER VE GELENEKÇİLER
İnsanlık tarihinde her zaman ve her yerde iki tip insan var olmuştur.
1) Yenilikçiler
2) Gelenekçiler
Yenilikçiler, yeni fikirlerin peşinde koşarlar, yeni olan şeylerden rahatsız olmazlar, yeni icatlardan heyecan duyarlar.
Gelenekçiler, geçmişe çakılıp kalmışlardır.
Yüz yıl, beşyüz yıl, bin yıl, bin dört yıl önceki çağın özlemini çekerler.
Atalarından kalanlar dışında hiçbir şey onları alakadar etmez.
Varsa yoksa ataları, atalarının dini, atalarının gelenekleri ve atalarının tarihidir.
Onların ataları yanlış ve hatalı bir şey yapmamışlardır.
Onlar için her zaman geçmiş gelecekten daha hayırlı ve daha üstündür, gelecek kötüdür, bozuktur, berbattır, fitnedir.
Yenilikçiler, değişirler, tarihi değiştirirler, yeni fikir ve icatların peşinde koşar geçmişe takılıp kalmazlar.
Sürekli ileriyi düşünürler, geçmişten ibret alarak daima ileriye doğru hedeflerini koyarlar.
Yenilikçilere göre ataların dini mutlak doğru değildir, hataları olabilir, geçmiş daima sorgulanmalıdır.
Yenilikçi düşünceye göre atalarının dinine tapmanın bir anlamı yoktur.
Gelenekçiler statükodan yana oldukları için durağan bir fikir yapısına sahiptirler.
Onlarda değişim olmadığı için toplumlarının başını sürekli belaya sokarlar.
Çalışmalarında ileriye dönük bir beklentileri olmadığı için gelişme gösteremezler.
Onlar gelecek ile değil, daha çok geçmiş ile ilgilenirler.
Gelecek onları fazla alakadar etmez. Toplumlarını hep atalarının ne kadar üstün ve seçkin olduklarının propagandasını yaparak aldatırlar.
Fakat yenilikçiler böyle değildir.
Medeniyet ve refah, mutluluk ve huzur, gelişme ve ilerleme hep yenilikçiler sayesinde meydana gelir.
Yenilikçiler sürekli araştırma ve geliştirme uygulama ve deney peşinde koşarlar.
Yenilikçiler kör taassuba mahkum olmayan özgürlük ve hakikat avcılarıdır.
Gelenekçiler ilerleme ve gelişmelerden nefret ederler.
Genenekçilerin en büyük düşmanı yeni şeyler peşinde koşan, kendini halkına, halkın refahına adayan yenilikçilerdir.
Gelenekçilerin zihin yapısı hep boş, hep soğuk, ölümcül ve karanlık, nesiller nesillerin peşinde hep aynı şeyleri tekrar etmek, hep ataların uydurmalarını taklit, hayat, düşünce, inanç ve idealler hep gelenekseldir.
İnanç ve kültür hep ölülerden kalma çürümüş kokuşmuş bir mirastır.
Bu geleneksel yalan hayattan, ölülerin dininden topluma intikal eden sadece kaos, yobazlık, acı kula kulluk, İsyan ve yıkım olmuştur.
Yenilikçilerin toplumlarını ileriye taşımaları önünde en büyük sorun ve engel her zaman inancı ve fikri, beyni ve inancı bozuk gelenekçiler olmuştur.
Vahiy ile Allah'ın elçileri yenilikten yana olanları temsil etmektedirler.
Gelenekçiler ise Allah'ın elçilerinden ve onlara indirilen vahiy'den tam olarak yüz çevirmişlerdir.
Çünkü gelenekçiler aydınlık ve gelişmeden son derece rahatsız olurlar.
Gelenekçilere "Uydurma din mensupları, ilahların ve evliyanın şirk dini yandaşları, şeytanın evliyası, ataların dininin savunucuları" gibi unvanlarda verilebilir.
Bugün bilim ve teknolojide hayat belli bir seviyede seyrediyorsa bu yenilikçi zihniyet sahipleri yüzündendir.
Ynilikçiler hiçbir zaman önyargılara teslim olmadan hareket ederler.
Gelenekçiler ön yargılardan kendilerini kurtaramazlar.
Yenilikçiler sadece Kur'an'a, onun ilkelerine ve Tevhid akidesine teslim olmuşlardır. Gelenekçiler ise Kur'an'ın halktan koparılması, susturulması, Kur'an düşüncesinin arka plana itilmesi ve tümden terk edilmesi için, yazısını, resmini, güftesini, sesini, şeklini,cildini ön plana çıkarırlar.
Gelenekçiler sanal bir dünyada yaşıyorlar, onların hayatları gerçek değildir, çünkü kendi dönemlerinde değiller inanç ve zihinleri bir yerde cesetleri başka bir yerdedir.
Yani Gelenekçilerin hayatları Kur'anın deyimiyle batıldır.
Yenilikçiler gerçek bir hayatı yaşarlar, Kur'an'ı hakkıyla okur, ondan ilham alır, inanç ayrılıklarını, düşünce karmaşasını, fırkalaşma belasını "Allah'ın ipine sımsıkı sarılarak " halletmeye çalışırlar.
Yenilikçiler, enerjilerini Kur'an, akıl, ilim ve tefekkürden alarak tekrar dirilişe geçip ölümcül hastalıklara yakalanmış, şirk ve ayrılığa düşmüş, geri kalmış halklarını yeniden tevhid ve vahdete, huzur ve mutluluğa kavuşturur, ona hayat ve hareket, bilinç ve sorumluluk yön ve derin düşünce kazandırırlar.
Yenilikçiler Kur'an'ın abı hayat, kurtuluş, diriliş ve yaratıcılık bahşeden bir kitap olduğunu bütün insanlığa inandırmaya çalışıyorlar
İnsanlık tarihinde her zaman ve her yerde iki tip insan var olmuştur.
1) Yenilikçiler
2) Gelenekçiler
Yenilikçiler, yeni fikirlerin peşinde koşarlar, yeni olan şeylerden rahatsız olmazlar, yeni icatlardan heyecan duyarlar.
Gelenekçiler, geçmişe çakılıp kalmışlardır.
Yüz yıl, beşyüz yıl, bin yıl, bin dört yıl önceki çağın özlemini çekerler.
Atalarından kalanlar dışında hiçbir şey onları alakadar etmez.
Varsa yoksa ataları, atalarının dini, atalarının gelenekleri ve atalarının tarihidir.
Onların ataları yanlış ve hatalı bir şey yapmamışlardır.
Onlar için her zaman geçmiş gelecekten daha hayırlı ve daha üstündür, gelecek kötüdür, bozuktur, berbattır, fitnedir.
Yenilikçiler, değişirler, tarihi değiştirirler, yeni fikir ve icatların peşinde koşar geçmişe takılıp kalmazlar.
Sürekli ileriyi düşünürler, geçmişten ibret alarak daima ileriye doğru hedeflerini koyarlar.
Yenilikçilere göre ataların dini mutlak doğru değildir, hataları olabilir, geçmiş daima sorgulanmalıdır.
Yenilikçi düşünceye göre atalarının dinine tapmanın bir anlamı yoktur.
Gelenekçiler statükodan yana oldukları için durağan bir fikir yapısına sahiptirler.
Onlarda değişim olmadığı için toplumlarının başını sürekli belaya sokarlar.
Çalışmalarında ileriye dönük bir beklentileri olmadığı için gelişme gösteremezler.
Onlar gelecek ile değil, daha çok geçmiş ile ilgilenirler.
Gelecek onları fazla alakadar etmez. Toplumlarını hep atalarının ne kadar üstün ve seçkin olduklarının propagandasını yaparak aldatırlar.
Fakat yenilikçiler böyle değildir.
Medeniyet ve refah, mutluluk ve huzur, gelişme ve ilerleme hep yenilikçiler sayesinde meydana gelir.
Yenilikçiler sürekli araştırma ve geliştirme uygulama ve deney peşinde koşarlar.
Yenilikçiler kör taassuba mahkum olmayan özgürlük ve hakikat avcılarıdır.
Gelenekçiler ilerleme ve gelişmelerden nefret ederler.
Genenekçilerin en büyük düşmanı yeni şeyler peşinde koşan, kendini halkına, halkın refahına adayan yenilikçilerdir.
Gelenekçilerin zihin yapısı hep boş, hep soğuk, ölümcül ve karanlık, nesiller nesillerin peşinde hep aynı şeyleri tekrar etmek, hep ataların uydurmalarını taklit, hayat, düşünce, inanç ve idealler hep gelenekseldir.
İnanç ve kültür hep ölülerden kalma çürümüş kokuşmuş bir mirastır.
Bu geleneksel yalan hayattan, ölülerin dininden topluma intikal eden sadece kaos, yobazlık, acı kula kulluk, İsyan ve yıkım olmuştur.
Yenilikçilerin toplumlarını ileriye taşımaları önünde en büyük sorun ve engel her zaman inancı ve fikri, beyni ve inancı bozuk gelenekçiler olmuştur.
Vahiy ile Allah'ın elçileri yenilikten yana olanları temsil etmektedirler.
Gelenekçiler ise Allah'ın elçilerinden ve onlara indirilen vahiy'den tam olarak yüz çevirmişlerdir.
Çünkü gelenekçiler aydınlık ve gelişmeden son derece rahatsız olurlar.
Gelenekçilere "Uydurma din mensupları, ilahların ve evliyanın şirk dini yandaşları, şeytanın evliyası, ataların dininin savunucuları" gibi unvanlarda verilebilir.
Bugün bilim ve teknolojide hayat belli bir seviyede seyrediyorsa bu yenilikçi zihniyet sahipleri yüzündendir.
Ynilikçiler hiçbir zaman önyargılara teslim olmadan hareket ederler.
Gelenekçiler ön yargılardan kendilerini kurtaramazlar.
Yenilikçiler sadece Kur'an'a, onun ilkelerine ve Tevhid akidesine teslim olmuşlardır. Gelenekçiler ise Kur'an'ın halktan koparılması, susturulması, Kur'an düşüncesinin arka plana itilmesi ve tümden terk edilmesi için, yazısını, resmini, güftesini, sesini, şeklini,cildini ön plana çıkarırlar.
Gelenekçiler sanal bir dünyada yaşıyorlar, onların hayatları gerçek değildir, çünkü kendi dönemlerinde değiller inanç ve zihinleri bir yerde cesetleri başka bir yerdedir.
Yani Gelenekçilerin hayatları Kur'anın deyimiyle batıldır.
Yenilikçiler gerçek bir hayatı yaşarlar, Kur'an'ı hakkıyla okur, ondan ilham alır, inanç ayrılıklarını, düşünce karmaşasını, fırkalaşma belasını "Allah'ın ipine sımsıkı sarılarak " halletmeye çalışırlar.
Yenilikçiler, enerjilerini Kur'an, akıl, ilim ve tefekkürden alarak tekrar dirilişe geçip ölümcül hastalıklara yakalanmış, şirk ve ayrılığa düşmüş, geri kalmış halklarını yeniden tevhid ve vahdete, huzur ve mutluluğa kavuşturur, ona hayat ve hareket, bilinç ve sorumluluk yön ve derin düşünce kazandırırlar.
Yenilikçiler Kur'an'ın abı hayat, kurtuluş, diriliş ve yaratıcılık bahşeden bir kitap olduğunu bütün insanlığa inandırmaya çalışıyorlar
21 Ekim 2017 Cumartesi
MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(5.YAZI)
Allah tarafından indirilen Tevhid dini ile Emevi-Abbasi uydurması Ehl'i sünnet dini birbirinden farklı iki ayrı dindir.
Neredeyse Allah (cc) Mübin kitabında ne buyurmuşsa Şia ve ehli sünnet dininin kaynakları tam tersini kendilerine misyon olarak kabul etmişlerdir.
Allah'a yemin ediyorum Ehl'i sünnet ve Şia mezheplerinde Allah tarafından elçilere indirilen Tevhid dininin zerresinin zerresi olsaydı çektikleri bu sefil ve karanlık hayata mahkum olmazlardı.
Mesela şimdi Ehli sünnet mezheplerinin şu ictihatlarına bir bakalım.
4. yazıdan devam ediyoruz.
21)Abdeste uzuvları belli bir sıra ile yıkamak farz mıdır?
Hanefi ve maliki'de hayır, Şafii Hanbeli'de evet, 22) Abdeste uzuvları ara vermeksizin yıkamak Maliki ve Hanbeli'de farz, Şafi ve Hanefi de farz değil,
23)Abdestin sünnetleri:
Hanefi 18, Maliki 8, Şafii ve Hanbeli'de 30 dur. 24)Abdesti bozan şeyler:
Hanefi 12, Maliki 3, Şafii 5, Hanbeli 8,
25) Cinsel organına dokunmak, Maliki, Şafii ve Hanbeli'ye göre abdesti bozar.
26) Namazda kahkaha ile gülmek Hanefi'ye göre abdesti bozar.
27) Deve eti yemek ve cenazeyi yıkamak Hanbeli'ye göre abdesti bozar.
28) Hanefi mezhebine göre kan akması abdesti bozar.
29) Delikli mestin üzerine mesh etmek Hanefi ve maliki'de caiz, Şafii ve Hanbeli'de caiz değildir.
30) Gusül abdesti almayı gerektiren sebeplerin sayısı:
Hanefi 7, Maliki 4, Safi 5, Hanbeli'de 6 dır.
31)Gusül abdestinin farzları:
Hanefi 3, Maliki 5, Hanbeli'de 11
32) Umursamazlıktan veya tembellikten dolayı namaz kılmayanın hükmü nedir?
Hanefi: Hapsedilir, kan akıtılana kadar dövülür. Maliki: Tevbe etmezse öldürülür.
Şafi: Üç gün içinde tevbe etmezse öldürülür.
Hanbeli: Üç gün içinde tevbe etmezse öldürülür. 33)Erkek ve kadına ziynet eşyalarından zekat vermeleri hanefilere göre farzdır.
34) Kağıt paradan zekat vermek Hanbeli'ye göre farz değildir.
35) Topraktan çıkan her şey için zekat vermek Hanefi dışında kalan mezheplere göre farz değildir.
36) Balın zekatı Hanefi ve Hanbeli'ye göre verilmesi gerekir.
37) Şafi'ye göre meyve olarak sadece üzüm ve hurmanın zekatı vardır, zeytinin, incirin zekatı yoktur.
38) Kadın yanında mahremi olmadan Hanefi ve Hanbeli'ye göre hacca gidemez.
39) Hanefi, Şafi ve Hanbeli'lere göre vekil olarak hac yapmak mümkündür, Malikilere göre caiz değildir.
40) Haccın şartı hanefiye göre 2, Maliki'de 4, Şafii'lerde 5, Hanbeli'ye göre ise 4 tanedir.
41) İpek döşeğin üzerine oturmak veya yaslanmak, ipeği duvar örtüsü ve yastık yapmak Maliki, Şafii ve Hanbeli'de haramdır.
42)Erkek çocuğu İpek giydirmek Hanefi ve maliki'de haramdır.
43) Gümüş ile süslenmiş kaptan su içmek Hanefiler dışındaki kalan üç mezhebe göre haramdır.
44) Hanefi Maliki ve Hanbeli'ye göre sakalı tıraş etmek haramdır.
45) Hanefiler dışındaki kalan üç mezhebe göre tavla oynamak haramdır.
46) Şafii dışında kalan üç mezhebe göre satranç oynamak haramdır.
47) Hanefi dışında kalan mezheplere göre dinden dönen kadın öldürülür.
48) Maliki, Şafii ve Hanbeli'lerde kadın hakimlik yapamaz.
49) Şafii ve Hanbeli'de köpek necis bir hayvandır.
Dolayısıyla Allah'ın inzal ettiği ve Allah Resulü'nün duyurduğu İslam'la (Tevhid'le) o ad altında sahneye sürülen tarihin en karanlık dehlizlerinde uydurulmuş, geleneklerden ibaret adı "İslam" olan ucubeyi birbirinden ayırt etmek zorundayız.
İslam ümmeti bu zoru başarmadıkça asla rahat yüzü görmeyecek, hidayet ve saadetten mahrum kalacaktır.
(5.YAZI)
Allah tarafından indirilen Tevhid dini ile Emevi-Abbasi uydurması Ehl'i sünnet dini birbirinden farklı iki ayrı dindir.
Neredeyse Allah (cc) Mübin kitabında ne buyurmuşsa Şia ve ehli sünnet dininin kaynakları tam tersini kendilerine misyon olarak kabul etmişlerdir.
Allah'a yemin ediyorum Ehl'i sünnet ve Şia mezheplerinde Allah tarafından elçilere indirilen Tevhid dininin zerresinin zerresi olsaydı çektikleri bu sefil ve karanlık hayata mahkum olmazlardı.
Mesela şimdi Ehli sünnet mezheplerinin şu ictihatlarına bir bakalım.
4. yazıdan devam ediyoruz.
21)Abdeste uzuvları belli bir sıra ile yıkamak farz mıdır?
Hanefi ve maliki'de hayır, Şafii Hanbeli'de evet, 22) Abdeste uzuvları ara vermeksizin yıkamak Maliki ve Hanbeli'de farz, Şafi ve Hanefi de farz değil,
23)Abdestin sünnetleri:
Hanefi 18, Maliki 8, Şafii ve Hanbeli'de 30 dur. 24)Abdesti bozan şeyler:
Hanefi 12, Maliki 3, Şafii 5, Hanbeli 8,
25) Cinsel organına dokunmak, Maliki, Şafii ve Hanbeli'ye göre abdesti bozar.
26) Namazda kahkaha ile gülmek Hanefi'ye göre abdesti bozar.
27) Deve eti yemek ve cenazeyi yıkamak Hanbeli'ye göre abdesti bozar.
28) Hanefi mezhebine göre kan akması abdesti bozar.
29) Delikli mestin üzerine mesh etmek Hanefi ve maliki'de caiz, Şafii ve Hanbeli'de caiz değildir.
30) Gusül abdesti almayı gerektiren sebeplerin sayısı:
Hanefi 7, Maliki 4, Safi 5, Hanbeli'de 6 dır.
31)Gusül abdestinin farzları:
Hanefi 3, Maliki 5, Hanbeli'de 11
32) Umursamazlıktan veya tembellikten dolayı namaz kılmayanın hükmü nedir?
Hanefi: Hapsedilir, kan akıtılana kadar dövülür. Maliki: Tevbe etmezse öldürülür.
Şafi: Üç gün içinde tevbe etmezse öldürülür.
Hanbeli: Üç gün içinde tevbe etmezse öldürülür. 33)Erkek ve kadına ziynet eşyalarından zekat vermeleri hanefilere göre farzdır.
34) Kağıt paradan zekat vermek Hanbeli'ye göre farz değildir.
35) Topraktan çıkan her şey için zekat vermek Hanefi dışında kalan mezheplere göre farz değildir.
36) Balın zekatı Hanefi ve Hanbeli'ye göre verilmesi gerekir.
37) Şafi'ye göre meyve olarak sadece üzüm ve hurmanın zekatı vardır, zeytinin, incirin zekatı yoktur.
38) Kadın yanında mahremi olmadan Hanefi ve Hanbeli'ye göre hacca gidemez.
39) Hanefi, Şafi ve Hanbeli'lere göre vekil olarak hac yapmak mümkündür, Malikilere göre caiz değildir.
40) Haccın şartı hanefiye göre 2, Maliki'de 4, Şafii'lerde 5, Hanbeli'ye göre ise 4 tanedir.
41) İpek döşeğin üzerine oturmak veya yaslanmak, ipeği duvar örtüsü ve yastık yapmak Maliki, Şafii ve Hanbeli'de haramdır.
42)Erkek çocuğu İpek giydirmek Hanefi ve maliki'de haramdır.
43) Gümüş ile süslenmiş kaptan su içmek Hanefiler dışındaki kalan üç mezhebe göre haramdır.
44) Hanefi Maliki ve Hanbeli'ye göre sakalı tıraş etmek haramdır.
45) Hanefiler dışındaki kalan üç mezhebe göre tavla oynamak haramdır.
46) Şafii dışında kalan üç mezhebe göre satranç oynamak haramdır.
47) Hanefi dışında kalan mezheplere göre dinden dönen kadın öldürülür.
48) Maliki, Şafii ve Hanbeli'lerde kadın hakimlik yapamaz.
49) Şafii ve Hanbeli'de köpek necis bir hayvandır.
Dolayısıyla Allah'ın inzal ettiği ve Allah Resulü'nün duyurduğu İslam'la (Tevhid'le) o ad altında sahneye sürülen tarihin en karanlık dehlizlerinde uydurulmuş, geleneklerden ibaret adı "İslam" olan ucubeyi birbirinden ayırt etmek zorundayız.
İslam ümmeti bu zoru başarmadıkça asla rahat yüzü görmeyecek, hidayet ve saadetten mahrum kalacaktır.
" iman edip de imanlarına zulüm (şırk) bulaştırmayanlar emniyet ve hidayet üzerindedirler"( En'am' 82)
YUH OLSUN BİZE,,
Bir kaç gün önce Elazığ'da kızının eve bir genci almasından ötürü cinnet geçiren baba kızının boğazını keserek evlat katili oldu.
Allah ve elçisine iman eden bizler değil bir kız ile bir erkeğin aynı evde bulunmaları, öpüşmeleri, beraber gezmeleri,
zina etseler dâhi Kur'an'ın şeriatına göre dört şahit bulunmak şartıyla cezalarının şeriat ile idare edilen bir ülkede şeriat mahkemesi tarafından yüz celde
(iç uzuvlara zarar gelmeyecek şekilde deriye yüzer sopa vurmak olduğunu) bunun haricinde bir cezanın olmadığını anlatamamış isek bize yazıklar olsun.
Aslında zina olayında Kur'an tarafından dört şahit (Nur, 13)
istenmesi bu işin açık olarak yapılmadığı takdirde örtbas edilmesi içindir.
"Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun,,,,"
(Nur, 2)
Eğer 90.000 Câmii 150 bin kadrolu imamı bulunan bir ülkede Kur'an'a rağmen cinsel günahlardan dolayı insanlar öldürülüyorsa bize yüz kere yazıklar olsun.
Yüzlerce ilahiyat Prof'u, onlarca İlahiyat Fakültesine rağmen bir ülkede cinsellik ile alakalı olaylardan dolayı cinayet işleniyorsa bize bin defa yazıklar olsun.
Bir ümmetin vicdanı, bir milletin zihni, insanların vicdanı toplu olarak, çoğunluğu sağlayarak nasıl olur da bu derece Kur'an ilminden ve Kur'an ahlakından en uzak bir noktaya savrulabilir?
Din satmak,
dini rant yapmak, din üzerinden dünyalık elde etmek, din ve iman adına insanları sömürmek, ümmi insanları
Allah'a ile aldatmak, dini her türlü maddi menfaate âlet etmek, yolsuzluk, hırsızlık, israf, rüşvet, şirk, kula kulluk,
her türlü yağcılık, ahlaksızlık, adaletsizlik olabilir,
ama bir genç kızın nefsine ve şehevi arzularına hakim olamayıp günaha girmesi olacak şey değil öyle mi?
Eğer böyle bir şey hayatın olağan hadiselerinden olmasaydı Allah onların cezalarını Kur'an'a koyar mıydı?
Siz Allah'tan ve elçisinden daha mı çok namuslusunuz?
Belki de terör cinayetlerinden sonra en alçak bir günah ve cinayet cinsellik ile alakalı işlenen cinayetlerdir.
Zina etmenin yani bir erkek ile bir kadının beraber olma cezalarının Kur'an'a göre yüz sopa olduğunu bu ümmete nasıl anlatamadık?
Bu millete her türlü yalan ve hurafeyi anlattık bir bunu anlatamadık.
Allah'tan korkmak lazım.
Diyanet işleri başkanlığına ve ilahiyat fakültelerine ayrılan bütçe haramdır zehir zıkkımdır.
Peki ilahiyat Fakültesinde okuyan masum kızını bir genç ile birlikte gördüğü için öldüren adama şu soruyu sorsak bize ne cevap verecektir.
"Eğer bir erkekle beraber olan kızın değil de, bir kız ile beraber olan oğlun olsaydı onu da öldürür müydün?
Ne yani kız yaptığı zaman kötü, erkek yaptığı zaman aferin mi diyeceğiz?
Böyle karanlık bir cehalete sahip olan bir milletin başına ne gelirse haketmiştir.
Halbuki namusun ilk önce erkekler tarafından korunacağını Kur'an ortaya koyuyor.
"Mü'min erkeklere, gözlerini harama dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle,,,,,"
(Nur, 30)
Aynı emir kadınlara bu âyetten sonraki âyette geliyor.
Aynı şekilde Ahzab süresi 35 âyette namusun ilk önce erkekler tarafından korunması gerektiği vurgulanıyor.
Sevdiği bir genci eve alırken bir kadın tarafından görüldüğü için baba korkusundan dolayı ihtiyar kadını öldüren kıza bu korkuyu ve endişeyi veren geleneğe ve anlayışa yüz bin defa yuh olsun.
(Elazığ'da bir kaç yıl önce meydana geldi)
Bir genç ile konuştuğundan dolayı babası ve dedesi tarafından diri diri toprağa gömülen Adıyamanlı Medine'ye Allah rahmet eylesin.
Onu diri diri toprağa gömdüren inancı Allah kahretsin.
Sözüm ona namus cinayeti olduğu için muhafazakar toplumda hiç kimse Medine'nin çığlıklarını duymadı bile.
Adıyamanlı Mazlum Medine,,
(Medine'nin diri diri toprağa gömüldüğü otopsi raporu ile ortaya çıktı)
Bir kaç gün önce Elazığ'da kızının eve bir genci almasından ötürü cinnet geçiren baba kızının boğazını keserek evlat katili oldu.
Allah ve elçisine iman eden bizler değil bir kız ile bir erkeğin aynı evde bulunmaları, öpüşmeleri, beraber gezmeleri,
zina etseler dâhi Kur'an'ın şeriatına göre dört şahit bulunmak şartıyla cezalarının şeriat ile idare edilen bir ülkede şeriat mahkemesi tarafından yüz celde
(iç uzuvlara zarar gelmeyecek şekilde deriye yüzer sopa vurmak olduğunu) bunun haricinde bir cezanın olmadığını anlatamamış isek bize yazıklar olsun.
Aslında zina olayında Kur'an tarafından dört şahit (Nur, 13)
istenmesi bu işin açık olarak yapılmadığı takdirde örtbas edilmesi içindir.
"Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun,,,,"
(Nur, 2)
Eğer 90.000 Câmii 150 bin kadrolu imamı bulunan bir ülkede Kur'an'a rağmen cinsel günahlardan dolayı insanlar öldürülüyorsa bize yüz kere yazıklar olsun.
Yüzlerce ilahiyat Prof'u, onlarca İlahiyat Fakültesine rağmen bir ülkede cinsellik ile alakalı olaylardan dolayı cinayet işleniyorsa bize bin defa yazıklar olsun.
Bir ümmetin vicdanı, bir milletin zihni, insanların vicdanı toplu olarak, çoğunluğu sağlayarak nasıl olur da bu derece Kur'an ilminden ve Kur'an ahlakından en uzak bir noktaya savrulabilir?
Din satmak,
dini rant yapmak, din üzerinden dünyalık elde etmek, din ve iman adına insanları sömürmek, ümmi insanları
Allah'a ile aldatmak, dini her türlü maddi menfaate âlet etmek, yolsuzluk, hırsızlık, israf, rüşvet, şirk, kula kulluk,
her türlü yağcılık, ahlaksızlık, adaletsizlik olabilir,
ama bir genç kızın nefsine ve şehevi arzularına hakim olamayıp günaha girmesi olacak şey değil öyle mi?
Eğer böyle bir şey hayatın olağan hadiselerinden olmasaydı Allah onların cezalarını Kur'an'a koyar mıydı?
Siz Allah'tan ve elçisinden daha mı çok namuslusunuz?
Belki de terör cinayetlerinden sonra en alçak bir günah ve cinayet cinsellik ile alakalı işlenen cinayetlerdir.
Zina etmenin yani bir erkek ile bir kadının beraber olma cezalarının Kur'an'a göre yüz sopa olduğunu bu ümmete nasıl anlatamadık?
Bu millete her türlü yalan ve hurafeyi anlattık bir bunu anlatamadık.
Allah'tan korkmak lazım.
Diyanet işleri başkanlığına ve ilahiyat fakültelerine ayrılan bütçe haramdır zehir zıkkımdır.
Peki ilahiyat Fakültesinde okuyan masum kızını bir genç ile birlikte gördüğü için öldüren adama şu soruyu sorsak bize ne cevap verecektir.
"Eğer bir erkekle beraber olan kızın değil de, bir kız ile beraber olan oğlun olsaydı onu da öldürür müydün?
Ne yani kız yaptığı zaman kötü, erkek yaptığı zaman aferin mi diyeceğiz?
Böyle karanlık bir cehalete sahip olan bir milletin başına ne gelirse haketmiştir.
Halbuki namusun ilk önce erkekler tarafından korunacağını Kur'an ortaya koyuyor.
"Mü'min erkeklere, gözlerini harama dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle,,,,,"
(Nur, 30)
Aynı emir kadınlara bu âyetten sonraki âyette geliyor.
Aynı şekilde Ahzab süresi 35 âyette namusun ilk önce erkekler tarafından korunması gerektiği vurgulanıyor.
Sevdiği bir genci eve alırken bir kadın tarafından görüldüğü için baba korkusundan dolayı ihtiyar kadını öldüren kıza bu korkuyu ve endişeyi veren geleneğe ve anlayışa yüz bin defa yuh olsun.
(Elazığ'da bir kaç yıl önce meydana geldi)
Bir genç ile konuştuğundan dolayı babası ve dedesi tarafından diri diri toprağa gömülen Adıyamanlı Medine'ye Allah rahmet eylesin.
Onu diri diri toprağa gömdüren inancı Allah kahretsin.
Sözüm ona namus cinayeti olduğu için muhafazakar toplumda hiç kimse Medine'nin çığlıklarını duymadı bile.
Adıyamanlı Mazlum Medine,,
(Medine'nin diri diri toprağa gömüldüğü otopsi raporu ile ortaya çıktı)
DİNİ NİKAH DİYE BİR ŞEY YOKTUR.
Sözlükte "evlenmek ve cinsi ilişkide bulunmak" anlamına gelen nikah,
karşı cinsten iki kişinin meşru daire içinde birlikte yaşamalarına imkan veren ve taraflara karşılıklı hak ve sorumluluklar yükleyen bir sözleşmedir.
Maalesef
İslam toplumu Kur'an'dan kopuk olarak yaşadığı için hangi taşı kaldırsan altından cehalet ve yobazlık çıkıyor.
Aslında Kur'an'a baktığımızda nikahın bir sosyal güvenlik, güzel ahlak ve psikolojik yönden sayılamayacak kadar faydası vardır.
Kur'an'ı Mübin erkek ile kadının bir araya gelerek yuva kurmalarının üzerinde önemle durur
"Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de onun varlığının delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır" (Rum, 21)
Psikolojisi bozuk, kötü niyetli, hasta kişilerden başka hiç kimse evlilik müessesesine karşı gelmez.
Evliliğin en önemli yönü insanın psikolojisi üzerinde yapmış olduğu müspet onarım ve olgunluktur.
MESELA,
Said Nursi ve Fethullah Gülen evlenmiş olsalardı İnanç ve fikirlerinde, ahlak ve psikolojilerinde bu kadar bozukluk bulunmayacaktı.
Nikah kıyma yetkisinin müftülüklere verilmesinin sebebi Diyanet İşleri Başkanlığı ile halkın cehaletidir.
İnsanlar belediyede kıyılan resmi nikahı yeterli görüp ayrıca dini nikah kıymak için imamların peşinde koşmasalardı bu yetki müftülüklere verilmezdi.
Yani Diyanet'in cehaletinden kaynaklanan bir şeydir.
Halbuki resmi olarak kıyılan nikahtan sonra bir daha dini nikah kıymanın hiçbir anlamı yoktur. Aslında nikahın din ile hiç bir alakası yoktur. Nikah esnasında Kur'an okunmaz, dua edilmez, hatta "Allah" bile denilmezse nikah kesinlikle geçerli olur .
Hristiyan ve Yahudi bir ülkede o ülkenin kanun ve kurallarına göre müslüman iki gencin nikah kıymasının hiçbir sakıncası yoktur.
Müslüman eşlerin nikahını bir Yahudi ve bir Hristiyan kıyabilir.
Yahudi ve Hristiyan eşlerin nikahını bir müslüman kıyabilir.
Diyanet o kadar cahil bir kafa yapısına sahip ki insanlara dini nikah kıymanın din ile ilgili bir şey olmadığını söyleme bilgisine ve cesaretine sahip değildir.
MESELA, Kur'an'ı Mübin,
Kendini ilâh (Kasas, 38) ve Rab (Naziat, 24) olarak gören ve milletine o şekilde dikta ettiren tarihin en zalim ve müşriğı sayılan Firavun'un evliliğini bile kendi şirk dininin kuralları çerçevesinde olduğu halde meşru bir evlilik olarak kabul eder.
"Allah, inananlara da Firavun'un hanımını misal gösterdi,,,,,,"( Tahrim, 11)
Kur'an, en büyük İslam düşmanı ve azılı bir müşrik olan Ebu Cehil'in evliliğini meşru bir evlilik olduğunu kabul ediyor.
"Odun taşıyıcı olarak boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde Ebu Leheb'in karısı da ateşe girecek"
(Tebbet, 4,5)
Hükümetin nikah kıyma yetkisini müftülüklere devretmesinin altında Diyanet'in bu konuda İnsanları aydınlatmaması yatıyor.
Kur'an'dan habersiz muhafazakar toplum esas nikah olan resmi nikah ile yetinmeyince bu iş müftülüklere devredilip kendilerince kolaylık sağlanmış oldu.
Müftülerin veya müftüluklerde kurulacak bir masanın nikah kıymasının herhangi bir sakıncası yoktur.
Fakat halkımız dini nikah diye bir şeyin olmadığını da bilmek zorundadır.
Nikah kıyma yetkisinin müftüluklerde kıyılmasının ardından cemevlerinde veya muhtarlara da nikah kıyma yetkisi verilmesi gerekir.
Çünkü Caferi ve Alevi vatandaşlar hiç bir sakıncası olmamakla beraber nikahlarının Sünni bir müftü veya imam tarafından kıyılmasını kabul etmeyebilirler.
Bu onlara karşı bir zorlama ve zulüm olacaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an,akıl ve tavsiye kabul etmez.
Benim Alevi ve Caferi vatandaşlara ve Diyanet'e karşı mesafeli olanlara tavsiyem şudur.
Eğer nikah kıyma olayında diyanete resmen mecbur kalırsanız, nikah esnasında hiç bir dua ve tören kabul etmeyin, sadece imzayı atın ve oradan ayrılın. Gerisi yalandır.
Sözlükte "evlenmek ve cinsi ilişkide bulunmak" anlamına gelen nikah,
karşı cinsten iki kişinin meşru daire içinde birlikte yaşamalarına imkan veren ve taraflara karşılıklı hak ve sorumluluklar yükleyen bir sözleşmedir.
Maalesef
İslam toplumu Kur'an'dan kopuk olarak yaşadığı için hangi taşı kaldırsan altından cehalet ve yobazlık çıkıyor.
Aslında Kur'an'a baktığımızda nikahın bir sosyal güvenlik, güzel ahlak ve psikolojik yönden sayılamayacak kadar faydası vardır.
Kur'an'ı Mübin erkek ile kadının bir araya gelerek yuva kurmalarının üzerinde önemle durur
"Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de onun varlığının delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır" (Rum, 21)
Psikolojisi bozuk, kötü niyetli, hasta kişilerden başka hiç kimse evlilik müessesesine karşı gelmez.
Evliliğin en önemli yönü insanın psikolojisi üzerinde yapmış olduğu müspet onarım ve olgunluktur.
MESELA,
Said Nursi ve Fethullah Gülen evlenmiş olsalardı İnanç ve fikirlerinde, ahlak ve psikolojilerinde bu kadar bozukluk bulunmayacaktı.
Nikah kıyma yetkisinin müftülüklere verilmesinin sebebi Diyanet İşleri Başkanlığı ile halkın cehaletidir.
İnsanlar belediyede kıyılan resmi nikahı yeterli görüp ayrıca dini nikah kıymak için imamların peşinde koşmasalardı bu yetki müftülüklere verilmezdi.
Yani Diyanet'in cehaletinden kaynaklanan bir şeydir.
Halbuki resmi olarak kıyılan nikahtan sonra bir daha dini nikah kıymanın hiçbir anlamı yoktur. Aslında nikahın din ile hiç bir alakası yoktur. Nikah esnasında Kur'an okunmaz, dua edilmez, hatta "Allah" bile denilmezse nikah kesinlikle geçerli olur .
Hristiyan ve Yahudi bir ülkede o ülkenin kanun ve kurallarına göre müslüman iki gencin nikah kıymasının hiçbir sakıncası yoktur.
Müslüman eşlerin nikahını bir Yahudi ve bir Hristiyan kıyabilir.
Yahudi ve Hristiyan eşlerin nikahını bir müslüman kıyabilir.
Diyanet o kadar cahil bir kafa yapısına sahip ki insanlara dini nikah kıymanın din ile ilgili bir şey olmadığını söyleme bilgisine ve cesaretine sahip değildir.
MESELA, Kur'an'ı Mübin,
Kendini ilâh (Kasas, 38) ve Rab (Naziat, 24) olarak gören ve milletine o şekilde dikta ettiren tarihin en zalim ve müşriğı sayılan Firavun'un evliliğini bile kendi şirk dininin kuralları çerçevesinde olduğu halde meşru bir evlilik olarak kabul eder.
"Allah, inananlara da Firavun'un hanımını misal gösterdi,,,,,,"( Tahrim, 11)
Kur'an, en büyük İslam düşmanı ve azılı bir müşrik olan Ebu Cehil'in evliliğini meşru bir evlilik olduğunu kabul ediyor.
"Odun taşıyıcı olarak boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde Ebu Leheb'in karısı da ateşe girecek"
(Tebbet, 4,5)
Hükümetin nikah kıyma yetkisini müftülüklere devretmesinin altında Diyanet'in bu konuda İnsanları aydınlatmaması yatıyor.
Kur'an'dan habersiz muhafazakar toplum esas nikah olan resmi nikah ile yetinmeyince bu iş müftülüklere devredilip kendilerince kolaylık sağlanmış oldu.
Müftülerin veya müftüluklerde kurulacak bir masanın nikah kıymasının herhangi bir sakıncası yoktur.
Fakat halkımız dini nikah diye bir şeyin olmadığını da bilmek zorundadır.
Nikah kıyma yetkisinin müftüluklerde kıyılmasının ardından cemevlerinde veya muhtarlara da nikah kıyma yetkisi verilmesi gerekir.
Çünkü Caferi ve Alevi vatandaşlar hiç bir sakıncası olmamakla beraber nikahlarının Sünni bir müftü veya imam tarafından kıyılmasını kabul etmeyebilirler.
Bu onlara karşı bir zorlama ve zulüm olacaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an,akıl ve tavsiye kabul etmez.
Benim Alevi ve Caferi vatandaşlara ve Diyanet'e karşı mesafeli olanlara tavsiyem şudur.
Eğer nikah kıyma olayında diyanete resmen mecbur kalırsanız, nikah esnasında hiç bir dua ve tören kabul etmeyin, sadece imzayı atın ve oradan ayrılın. Gerisi yalandır.
MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(8.YAZI)
Kendi hâkimiyetini sürdürmek ve "din" sömürülerine devam etmek isteyen Devletler, atalarından intikal eden geleneklerini dinci yobazların eliyle uygulamakta menfaat görüp hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur'an'a dayalı İslam'ın amansız düşmanlarıdır.
Kur'an, ilim, hikmet, tefekkür ve akla göre İslamı anlatan muvahhidlere, ateistlerin göstermediği tepkiyi bu Kuran düşmanı gelenekçi, çağların gerisinde kalmış yobaz düşüncenin temsilcileri olan mezhepçiler göstermektedir.
Bunun sebebi çok basittir.
Kur'an'a göre İslam düşüncesi, bu mezhepçilerin rant ve menfaat aracı olarak kullandıkları "din"in sundukları gibi
Allah tarafından indirilen tevhid dini olmadığını, adaletsiz yönetim şekillerini,
kadına bakış açılarını, baskıcı idare biçimlerini Kur'an'a göre değil,
uydurma rivayet, örf ve adetlerine, gelenek ve mezheplerine, hava ve arzularına, batıl davalarına göre oluşturdukları kısa zamanda ortaya çıkacaktır.
Bu mezhepçi, gelenekçi ve gerici kesim, sömürü ve rant aracı olarak kullandıkları uydurma din ellerinden alınmak istenince şekeri elinden alınan çocuklar gibi bunu alanlara
"Yahudi, Mason, sapık, ajan, oryantalist, reformcu, vahhabi,
mezhepsiz" gibi sözlerle iftira etmekte ve fiili saldırılarda bulunarak, güneşi balçıkla sıvamak istemektedirler.
Emevi- Abbasi yönetimleri döneminde oluşturulup, o dönemlerdeki örflerin, hayata bakış açılarının dondurulması olan ehli sünnet dininin mezhepleri,
Kur'an'ın anlattığı dinin anlaşılmasındaki en büyük engeldir.
Ne yazık ki dini gerçek kaynağından öğrenemeyen kitleler bu mezhepçi yaklaşımların İçtihatlarını hakiki din sanmaktadır.
İşte kendini yenilemeyen, değişime ayak uyduramayan Emevi- Abbasi İslam'ının fanatikleri olan
Ehli sünnet âlimlerinin dinlerindeki bu çürümüş bozulmuş ve kokuşmuş uydurma rivayetlerden beyni, aklı, vicdanı ruhu ve fikri zehirli IŞİD, Taliban, El Kaide, Boko Haram ve Nusra gibi vahşi zombiler çıkar.
Yoksa rahmet ve merhamet kaynağı olan Allah'ın kitabından böyle bir vahşet ve zulüm çıkarılamaz.
Çünkü göklerde ve yerde, canlı ve cansız varlıkların üzerinde en çok tecelli eden Allah'ın rahmet ve merhamet sıfatlarıdır.
(Onlara) Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sordu. "Allah'ındır" de. O, merhamet etmeyi kendi zatına gerekli kıldı,,,,"(En'am, 12)
İşte bu yüzden yavru doğar doğmaz besleyici gıdayı ilâhi bir çeşme misali annesinin memelerinde hazır olarak bulur.
(8.YAZI)
Kendi hâkimiyetini sürdürmek ve "din" sömürülerine devam etmek isteyen Devletler, atalarından intikal eden geleneklerini dinci yobazların eliyle uygulamakta menfaat görüp hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur'an'a dayalı İslam'ın amansız düşmanlarıdır.
Kur'an, ilim, hikmet, tefekkür ve akla göre İslamı anlatan muvahhidlere, ateistlerin göstermediği tepkiyi bu Kuran düşmanı gelenekçi, çağların gerisinde kalmış yobaz düşüncenin temsilcileri olan mezhepçiler göstermektedir.
Bunun sebebi çok basittir.
Kur'an'a göre İslam düşüncesi, bu mezhepçilerin rant ve menfaat aracı olarak kullandıkları "din"in sundukları gibi
Allah tarafından indirilen tevhid dini olmadığını, adaletsiz yönetim şekillerini,
kadına bakış açılarını, baskıcı idare biçimlerini Kur'an'a göre değil,
uydurma rivayet, örf ve adetlerine, gelenek ve mezheplerine, hava ve arzularına, batıl davalarına göre oluşturdukları kısa zamanda ortaya çıkacaktır.
Bu mezhepçi, gelenekçi ve gerici kesim, sömürü ve rant aracı olarak kullandıkları uydurma din ellerinden alınmak istenince şekeri elinden alınan çocuklar gibi bunu alanlara
"Yahudi, Mason, sapık, ajan, oryantalist, reformcu, vahhabi,
mezhepsiz" gibi sözlerle iftira etmekte ve fiili saldırılarda bulunarak, güneşi balçıkla sıvamak istemektedirler.
Emevi- Abbasi yönetimleri döneminde oluşturulup, o dönemlerdeki örflerin, hayata bakış açılarının dondurulması olan ehli sünnet dininin mezhepleri,
Kur'an'ın anlattığı dinin anlaşılmasındaki en büyük engeldir.
Ne yazık ki dini gerçek kaynağından öğrenemeyen kitleler bu mezhepçi yaklaşımların İçtihatlarını hakiki din sanmaktadır.
İşte kendini yenilemeyen, değişime ayak uyduramayan Emevi- Abbasi İslam'ının fanatikleri olan
Ehli sünnet âlimlerinin dinlerindeki bu çürümüş bozulmuş ve kokuşmuş uydurma rivayetlerden beyni, aklı, vicdanı ruhu ve fikri zehirli IŞİD, Taliban, El Kaide, Boko Haram ve Nusra gibi vahşi zombiler çıkar.
Yoksa rahmet ve merhamet kaynağı olan Allah'ın kitabından böyle bir vahşet ve zulüm çıkarılamaz.
Çünkü göklerde ve yerde, canlı ve cansız varlıkların üzerinde en çok tecelli eden Allah'ın rahmet ve merhamet sıfatlarıdır.
(Onlara) Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sordu. "Allah'ındır" de. O, merhamet etmeyi kendi zatına gerekli kıldı,,,,"(En'am, 12)
İşte bu yüzden yavru doğar doğmaz besleyici gıdayı ilâhi bir çeşme misali annesinin memelerinde hazır olarak bulur.
15 Ekim 2017 Pazar
SIR
(4.YAZI)
Her gece bir başka eve, her mevsim bir başka diyara konuk olduk ki, güya ihvan halkası genişlesin diye imiş.
Pek tâbi davete icabet etmek gerektir.
Ve de önümüze getirileni yemek gerektir diye, kuş tüyü kuru üzüm ile beslendiğimizden iyice şişmanlayıp nefes darlığı çekmeye başladım. Bu şehir yerlerinin insanlarında ne kadar çok müşkil, ne kadar çok sual var İmiş.
Paramı nasıl değerlendireyim?
Müslümanın sağcısı solcusu olur mu? Gelinimiz, damadımız fazla çocuk sahibi olmak istemezler, bunun dahi türlü türlü yolları icat olunmuştur.
Bütün bunlar tatbik edilirse caiz midir?
İmal ettiğimiz mallardan satamadığımızı zekat olarak versek caiz olur mu?
Kadınlarımız, kızlarımız şöyle mi örtünsünler, böyle mi örtünsünler?
Evvelce söylemiş idim bilmiyorum.
Benim ilmim azdır diye.
Hatta ilk o gece şeyhime bu sebeple ne kadar yalvardım, ne kadar gözyaşı döktüm.
Ancak zaman geçer ve olacak olur denilmiş. Olanda hayır vardır denilmiş.
Bunaldım.
Demek bunalmamda hayır var idi.
Çünkü iş sonunda döndü dolaştı siyaset kapısına dayandı.
İhvan'ın ileri gelenleri yapılacak seçimlerde filan partiye destek vermek isterler imiş.
Ve çokları da bu partinin liste başlarına çoktan yazılmışlar imış.
Denildi ki bu partinin başkanı da gelsin, hiç olmazsa efendimizin bir kaşık çorbasını içip, elini öpüversin, her neresinden bakılırsa bakılsın bu işte sayısız faideler vardır, hem tekkemizin itibarı artar, hem İhvan'ın işleri daha bir yoluna girer.
O gece bu partinin başkanı birkaç adamı ile birlikte gelip beni ziyaret edecekti.
Şöyle çıkıp bir tekkeyi dolaşıverdim.
Tıpkı Muaviye ile Ebuzer el Gifari'nin sarayı dolaştıkları gibi.
Bir hazırlık, bir hazırlık, dersin cennetten haber gelecek.
Bir boy aynasında kendimi gördüm.
Sarıklı, cübbeli, sakallı, heybetli bir adam.
Lakin artık gün görmekten olacak çehresi iyice beyazlaşmış, yanakları pembeleşmiş.
Ellerime baktım, tombul tombul olmuş.
Aynada bakarken kendime, nasıl bir fütuhat olmuş ki, kalbimin İçini de görüverdim.
Orada ne gördüm, onu burada söyleyemem.
Hal ehli bilir.
Cübbemi sakin sakin çıkardım, yavaşça sarığımı yere koydum.
Tekkeden çıkıverdim.
Arkamdan "efendi sır oldu" demişler.
Kerametlerimi anlata anlata bitiremez olmuşlar. Öyle ki bunlardan bir kısmını kitaplara yazarak ciltleyip satar olmuşlar.
Lakin bütün bunlar fitneyi durduramamış. Herkes birbirine soruyormuş:
"El kimde?
Allah'tan korkmayıp "El bende" diyenler olduğu gibi, bunu kabul etmeyenler de olmuş.
Bizim bir tekkeden birkaç tekke daha olmuş.
(Sır, Mustafa Kutlu, dergah yayınları, 8. Baskı: Şubat: 2010)
(4.YAZI)
Her gece bir başka eve, her mevsim bir başka diyara konuk olduk ki, güya ihvan halkası genişlesin diye imiş.
Pek tâbi davete icabet etmek gerektir.
Ve de önümüze getirileni yemek gerektir diye, kuş tüyü kuru üzüm ile beslendiğimizden iyice şişmanlayıp nefes darlığı çekmeye başladım. Bu şehir yerlerinin insanlarında ne kadar çok müşkil, ne kadar çok sual var İmiş.
Paramı nasıl değerlendireyim?
Müslümanın sağcısı solcusu olur mu? Gelinimiz, damadımız fazla çocuk sahibi olmak istemezler, bunun dahi türlü türlü yolları icat olunmuştur.
Bütün bunlar tatbik edilirse caiz midir?
İmal ettiğimiz mallardan satamadığımızı zekat olarak versek caiz olur mu?
Kadınlarımız, kızlarımız şöyle mi örtünsünler, böyle mi örtünsünler?
Evvelce söylemiş idim bilmiyorum.
Benim ilmim azdır diye.
Hatta ilk o gece şeyhime bu sebeple ne kadar yalvardım, ne kadar gözyaşı döktüm.
Ancak zaman geçer ve olacak olur denilmiş. Olanda hayır vardır denilmiş.
Bunaldım.
Demek bunalmamda hayır var idi.
Çünkü iş sonunda döndü dolaştı siyaset kapısına dayandı.
İhvan'ın ileri gelenleri yapılacak seçimlerde filan partiye destek vermek isterler imiş.
Ve çokları da bu partinin liste başlarına çoktan yazılmışlar imış.
Denildi ki bu partinin başkanı da gelsin, hiç olmazsa efendimizin bir kaşık çorbasını içip, elini öpüversin, her neresinden bakılırsa bakılsın bu işte sayısız faideler vardır, hem tekkemizin itibarı artar, hem İhvan'ın işleri daha bir yoluna girer.
O gece bu partinin başkanı birkaç adamı ile birlikte gelip beni ziyaret edecekti.
Şöyle çıkıp bir tekkeyi dolaşıverdim.
Tıpkı Muaviye ile Ebuzer el Gifari'nin sarayı dolaştıkları gibi.
Bir hazırlık, bir hazırlık, dersin cennetten haber gelecek.
Bir boy aynasında kendimi gördüm.
Sarıklı, cübbeli, sakallı, heybetli bir adam.
Lakin artık gün görmekten olacak çehresi iyice beyazlaşmış, yanakları pembeleşmiş.
Ellerime baktım, tombul tombul olmuş.
Aynada bakarken kendime, nasıl bir fütuhat olmuş ki, kalbimin İçini de görüverdim.
Orada ne gördüm, onu burada söyleyemem.
Hal ehli bilir.
Cübbemi sakin sakin çıkardım, yavaşça sarığımı yere koydum.
Tekkeden çıkıverdim.
Arkamdan "efendi sır oldu" demişler.
Kerametlerimi anlata anlata bitiremez olmuşlar. Öyle ki bunlardan bir kısmını kitaplara yazarak ciltleyip satar olmuşlar.
Lakin bütün bunlar fitneyi durduramamış. Herkes birbirine soruyormuş:
"El kimde?
Allah'tan korkmayıp "El bende" diyenler olduğu gibi, bunu kabul etmeyenler de olmuş.
Bizim bir tekkeden birkaç tekke daha olmuş.
(Sır, Mustafa Kutlu, dergah yayınları, 8. Baskı: Şubat: 2010)
SIR
(3. YAZI)
Sanki ayağı çarıklı, yüzü yanık köylülerden biri değil de, samur kürklü bir şehzade imişiz gibi bizi koltuklayıp Mercedes arabalara bindirerek şehir yerinde inşa ettikleri tekkeye indirdiler.
Bu anlattıklarımda abartı yoktur.
Bana gösterilen ilgi ve alaka şehzadelere bile gösterilmemiştir.
Ağa şaşırmamak elde değil.
Yahu siz bu kadar parayı helalinden nasıl ve ne yoldan kazandınız da bu tekke binasının duvarına döşemesine sıvadınız.
Yerler silme halı.... Ayağın basacak olsan içine gömülecek.
Duvarlar kaplama tahta. Abdest mahalleri mermerin en iyisinden.
Zikiri ayrılan odanın bir ucundan öteki ucu neredeyse görünmüyor.
Görmemişlik zor zanaat.
Bir köşede büzülüp kaldım..
Tekke'nin bitişiğinde bizim hane halkı için de böyle Müzeyyen bir daire (öyle diyorlar) inşa edilmiş ve hiçbir eksikliği kalmamışcasına içinin eşyası da tamam edilmiş.
Şimdi de tekkeye gelecek misafirler için bir üst kat daha çıkıyorlar...
Ustalar, ameleler, müritler sanki düğünde imiş gibi harıl harıl çalışıyorlar.
Her yanda bir çalım, bir neşe, bir gösteriş, bir hava ki, kimsenin ayağı yer basacak gibi değil. O gece bize ayrılan daireye (artık kusur ise affola böyle diyeceğiz) konduk...
Köyden getirdiğimiz eşyayı odalardan birinin bir köşesine yığdık. Ah o eşya..
Ne kadar zavallı..
Ne kadar mahzun..
Ne kadar yabancı..
Ne kadar garip..
Ve ne kadar yerini yadırgadı.
Ve tahmin olunacağı gibi bir daha tarafımızdan hiç kullanılmadı.
Gerisin geri köye gönderilip İhvan'ın fukarasına dağıtıldı.
İşte o gece..
Yani dairemize konduğumuz gece, bir rüya gördüm.
Rüyamda güya ben Muaviye olmuşum da Şam'da İslam Devleti'nin ilk sarayını yaptırmakta imişim.
Hz. Ebu Zer el- Gifari benimle birlikte inşa edilmekte olan sarayı geziyor.
Derken gezintiyi yarıda kesip, o dik, o sert, o muhkem sesi ile bana dönerek:
Buz sarayı halkın parasıyla yaptırıyorsan,
Bil ki bu bir zulümdür..
Yok kendi paran ile yaptırıyorsan bu da bir israftır.. Dedi.
Uyandım ter içinde kalmışım.
Her bir yanımı bir titreme almış.
Vücudunun bütün azaları zangır zangır sallanıyor.
Hatuna seslenip çamaşır değiştirdim
Zavallının hali beni görünce benden beter oldu.
Böylece nasıl zorlu bir imtihana çekildiğimiz ayan beyan ortaya çıktı.
Kim, bir kısmını nakledeyim ki okuyup- dinleyen ibret alsın.
Başta ben olmak üzere hane halkımız da elini sıcak sudan soğuk suya vurmaz oldu.
(Devam edecek)
(3. YAZI)
Sanki ayağı çarıklı, yüzü yanık köylülerden biri değil de, samur kürklü bir şehzade imişiz gibi bizi koltuklayıp Mercedes arabalara bindirerek şehir yerinde inşa ettikleri tekkeye indirdiler.
Bu anlattıklarımda abartı yoktur.
Bana gösterilen ilgi ve alaka şehzadelere bile gösterilmemiştir.
Ağa şaşırmamak elde değil.
Yahu siz bu kadar parayı helalinden nasıl ve ne yoldan kazandınız da bu tekke binasının duvarına döşemesine sıvadınız.
Yerler silme halı.... Ayağın basacak olsan içine gömülecek.
Duvarlar kaplama tahta. Abdest mahalleri mermerin en iyisinden.
Zikiri ayrılan odanın bir ucundan öteki ucu neredeyse görünmüyor.
Görmemişlik zor zanaat.
Bir köşede büzülüp kaldım..
Tekke'nin bitişiğinde bizim hane halkı için de böyle Müzeyyen bir daire (öyle diyorlar) inşa edilmiş ve hiçbir eksikliği kalmamışcasına içinin eşyası da tamam edilmiş.
Şimdi de tekkeye gelecek misafirler için bir üst kat daha çıkıyorlar...
Ustalar, ameleler, müritler sanki düğünde imiş gibi harıl harıl çalışıyorlar.
Her yanda bir çalım, bir neşe, bir gösteriş, bir hava ki, kimsenin ayağı yer basacak gibi değil. O gece bize ayrılan daireye (artık kusur ise affola böyle diyeceğiz) konduk...
Köyden getirdiğimiz eşyayı odalardan birinin bir köşesine yığdık. Ah o eşya..
Ne kadar zavallı..
Ne kadar mahzun..
Ne kadar yabancı..
Ne kadar garip..
Ve ne kadar yerini yadırgadı.
Ve tahmin olunacağı gibi bir daha tarafımızdan hiç kullanılmadı.
Gerisin geri köye gönderilip İhvan'ın fukarasına dağıtıldı.
İşte o gece..
Yani dairemize konduğumuz gece, bir rüya gördüm.
Rüyamda güya ben Muaviye olmuşum da Şam'da İslam Devleti'nin ilk sarayını yaptırmakta imişim.
Hz. Ebu Zer el- Gifari benimle birlikte inşa edilmekte olan sarayı geziyor.
Derken gezintiyi yarıda kesip, o dik, o sert, o muhkem sesi ile bana dönerek:
Buz sarayı halkın parasıyla yaptırıyorsan,
Bil ki bu bir zulümdür..
Yok kendi paran ile yaptırıyorsan bu da bir israftır.. Dedi.
Uyandım ter içinde kalmışım.
Her bir yanımı bir titreme almış.
Vücudunun bütün azaları zangır zangır sallanıyor.
Hatuna seslenip çamaşır değiştirdim
Zavallının hali beni görünce benden beter oldu.
Böylece nasıl zorlu bir imtihana çekildiğimiz ayan beyan ortaya çıktı.
Kim, bir kısmını nakledeyim ki okuyup- dinleyen ibret alsın.
Başta ben olmak üzere hane halkımız da elini sıcak sudan soğuk suya vurmaz oldu.
(Devam edecek)
HANGİ DİN BİR PROJEDİR?
Kur'an'ın dini mi?
Yoksa uydurma ve iftira din mi?
"Hak olan, Rabbinden gelendir. O halde sakın şüphe edenlerden olmayasın"
(Bakara, 147)
Yani İslâm düşmanları Kur'an Müslümanlığından yana mı olurlar?
Yoksa kur'an'sız bir İslam'dan yana mı tavır takınırlar?
"Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.
De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır"
(Bakara, 120)
Dış güçler Kur'an ve akla göre hareket eden bir Müslüman toplumuna mı razı olurlar?
Yoksa Kur'an ve akıldan uzaklaşmış araştırma ve inceleme, uygulama ve sorgulama yapmayan bir topluma mı razı olurlar? "İbrahim'in (tevhid) dininden kendini bilmez (ahmaklardan) başka kim yüz çevirir?
Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir"
"Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da: Âlemlerin (insanların) Rabbine teslim oldum, demişti"
(Bakara, 130, 131)
Emperyalistler özgür düşünen bir İslam ümmetini mi isterler?
Yoksa aklını kullanmayan ahmak ve aptal, zihnini ve fikrini şuna buna kiraya vermiş bir milleti mi isterler?
Yahudi ve İngiliz projesi olan din hangisidir? Akla ve tefekküre değer veren Kur'an Müslümanlığını mı?
Yoksa paramparça olmuş, sanat ve sanayiye, estetik ve yenilenmeye değer vermeyen, statik düşüncelere sahip olan uydurma dinin müslümanlığını mı?
"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, (Ey Muhammed! )senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur.
Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir"
(En'am, 159)
İslam düşmanı olan dış güçler hangi Müslümanlığı boyunduruk altına almada fazla zorlanmazlar?
Kur'an ve tevhid Müslümanlığını mı?
Yoksa anonim şirket Müslümanlığını mı? İngilizlere rahatlıkla kul ve köle olacak hangi müslümanlıktır?
Kur'an Müslümanlığı mı?
Yoksa mezhep Müslümanlığı mı?
Veya doğduğu andan itibaren şu ana kadar ümmetin geneline hakim olan ve ümmeti perişan eden hangi müslümanlıktır?
Kur'an Müslümanlığı mı?
Yoksa Allah'a öğretilen uydurma Müslümanlık mı ?
Hangi din bizi perişan etti?
Düşmanlarımıza karşı bizi rezil eden ve sefil bırakan din hangisidir?
Cehennemin mutfağına hangi din bizi mahkum etti?
Allah'ın Kur'an vasıtasıyla indirdiği ve Allah Resulünün uyduğu din mi?
Yoksa uydurma Emevi-Abbasi şirk dini mi? "Rabbinden sana vahyedilene uy. O'dan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"
(En'am, 106)
İnsanlık için Allah'ın İndirdiği din mi tehlikeli?
Yoksa Allah Resulünden asırlar sonra uydurulan mezheplerin dini mi?
Size bir şey söyleyeyim mi,
Ne Kur'an Müslümanlığı bir projedir.
Nede uydurma Emevi-Abbasi uydurma dini bir projedir.
İnsanlık tarihinde her zaman ve zeminde iki din var olmuştur.
1) Allah'ın vahiy sayesinde elçilere indirdiği tevhid dini olan İslam.
2) Şeytanların ilhamlarıyla uydurulmuş ilahların ve evliyanın dini şirk, buna ataların dini de diyebiliriz.
Ancak ataların uydurma dini özünde ayrıştırıcı, parçalayıcı ve ötekileştirici olduğu için islam düşmanları tarafından istismar edilmeye daha elverişlidir.
Kur'an'ın dini mi?
Yoksa uydurma ve iftira din mi?
"Hak olan, Rabbinden gelendir. O halde sakın şüphe edenlerden olmayasın"
(Bakara, 147)
Yani İslâm düşmanları Kur'an Müslümanlığından yana mı olurlar?
Yoksa kur'an'sız bir İslam'dan yana mı tavır takınırlar?
"Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.
De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır"
(Bakara, 120)
Dış güçler Kur'an ve akla göre hareket eden bir Müslüman toplumuna mı razı olurlar?
Yoksa Kur'an ve akıldan uzaklaşmış araştırma ve inceleme, uygulama ve sorgulama yapmayan bir topluma mı razı olurlar? "İbrahim'in (tevhid) dininden kendini bilmez (ahmaklardan) başka kim yüz çevirir?
Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir"
"Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da: Âlemlerin (insanların) Rabbine teslim oldum, demişti"
(Bakara, 130, 131)
Emperyalistler özgür düşünen bir İslam ümmetini mi isterler?
Yoksa aklını kullanmayan ahmak ve aptal, zihnini ve fikrini şuna buna kiraya vermiş bir milleti mi isterler?
Yahudi ve İngiliz projesi olan din hangisidir? Akla ve tefekküre değer veren Kur'an Müslümanlığını mı?
Yoksa paramparça olmuş, sanat ve sanayiye, estetik ve yenilenmeye değer vermeyen, statik düşüncelere sahip olan uydurma dinin müslümanlığını mı?
"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, (Ey Muhammed! )senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur.
Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir"
(En'am, 159)
İslam düşmanı olan dış güçler hangi Müslümanlığı boyunduruk altına almada fazla zorlanmazlar?
Kur'an ve tevhid Müslümanlığını mı?
Yoksa anonim şirket Müslümanlığını mı? İngilizlere rahatlıkla kul ve köle olacak hangi müslümanlıktır?
Kur'an Müslümanlığı mı?
Yoksa mezhep Müslümanlığı mı?
Veya doğduğu andan itibaren şu ana kadar ümmetin geneline hakim olan ve ümmeti perişan eden hangi müslümanlıktır?
Kur'an Müslümanlığı mı?
Yoksa Allah'a öğretilen uydurma Müslümanlık mı ?
Hangi din bizi perişan etti?
Düşmanlarımıza karşı bizi rezil eden ve sefil bırakan din hangisidir?
Cehennemin mutfağına hangi din bizi mahkum etti?
Allah'ın Kur'an vasıtasıyla indirdiği ve Allah Resulünün uyduğu din mi?
Yoksa uydurma Emevi-Abbasi şirk dini mi? "Rabbinden sana vahyedilene uy. O'dan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"
(En'am, 106)
İnsanlık için Allah'ın İndirdiği din mi tehlikeli?
Yoksa Allah Resulünden asırlar sonra uydurulan mezheplerin dini mi?
Size bir şey söyleyeyim mi,
Ne Kur'an Müslümanlığı bir projedir.
Nede uydurma Emevi-Abbasi uydurma dini bir projedir.
İnsanlık tarihinde her zaman ve zeminde iki din var olmuştur.
1) Allah'ın vahiy sayesinde elçilere indirdiği tevhid dini olan İslam.
2) Şeytanların ilhamlarıyla uydurulmuş ilahların ve evliyanın dini şirk, buna ataların dini de diyebiliriz.
Ancak ataların uydurma dini özünde ayrıştırıcı, parçalayıcı ve ötekileştirici olduğu için islam düşmanları tarafından istismar edilmeye daha elverişlidir.
SIR
(2. YAZI)
Uzak dağ köylerinden yüzleri güneş çalığı dağ gibi müritler duyup gelerek, ve bütün ova köylerinden daha nice insanlar gelerek, bizimle birlikte sırtı ile taş taşıyıp ayağıyla çamur çiğneyerek işe koyuldu.
Hanemizin kıyısına bir mütevazi tekke ile bir misafirhane inşa ettik.
Gitti bir zaman....
Gider iken. Yani köylülük işte.... Yediğimiz bulgur aşı, içtiğimiz ekşi ayran.
Ama dünya metadır, helalinden olsun ve temiz olsun.
Sünnete uygun olsun da ne olursa olsun diye biz hizmeti ve ikramı bir ölçüde ve aklımızın erdiği, fikrimizin yettiği gibi ısraftan ve gösterişten uzak tutup ilerlerken.
Bizim posta oturmuş olduktan kelli, hala çift ve çubuk, mal ile davar peşinde koşmamız, bel belleyip, ağaç budamamız, iki buçuk tarlayı ekip biçmemiz şehirli İhvan'ın hoşuna gitmemeye başlamış.
Hele ki kimseden bir kaşık yağ, bir tutam ot, bir bir kuruş akçe hediyedir diye kabul etmememiz dillere destan oldu.
Tekkemizin adı fukaraya çıktı.
Daha önce yolu tepip gelen, kuru ekmeğimiz ile ekşi ayranımıza razı olup, hasır üstünde yatan ihvanımız oturup bir gece dahi sohbetimizden istifade edemez olmuşlar, küskünlük el vermiş.....
Düşündüm.... Hakları da var... Gün boyu yazıda, yabandayız.
Dönüp geldiğimizde tekke'de bizi bekleyen misafirler sabırsızlık etmedeler.
Sorup anlayacakları, danışıp görüşecekleri meseleleri var.
Hiç biri olmasa dahi sırf yüzümüze bakıp feyz almak dileyenler var.
Biz bu hal ile kendi kendimize cebelleşip duralım, İhvan'ın ileri gelenleri kavlu karar etmişler,
şehir yerlerinde bir arsa temin ile tekke'nin inşaatını başlatmışlar bile.
Neden sonra haber bize de ulaştı.
Tasa bir idi oldu bin.
Mazeret çok. Kumpas tamam.
Güya ki bu inşaat işi zaten yorucu bir dünya işi imiş ve beni dahi bu iş ile meşgul etmek istememişler.
Böylece başımızın üzerinde dönüp dolaşan fitne bir gün omuzumuza konar oldu.
Bu karar üzerine İhvan'ın ileri gelenleri ve akçesi çok olanları( her ne kadar muhalefet ettim ise de) köyümüzde görülmedik ve tekkemizde bilinmedik, hasılı şânımıza yakışmayacak israf ile bir ziyafet tertip ettiler. Keyfim kaçtı.
Bir tek lokmacık alayım da ziyafettir diye toplananlar meraklanmasın ve dahi incinmesin diye ağzıma aldığım lokma boğazıma takıldı kaldı.
Hal ehline malumdur, hayret edilmeye....
İki buçuk tarla ile bağı, bahçeyi köyün taşını toprağını, kurdunu, kuşunu son bir kez ziyaret edip hepsinden helallik diledim.
Şurası malum oldu ki anadan atadan bize yadigar kalan tarik bundan geri değişmektedir ve bir dahi aynı ahval geri dönüp bize nasip olmayacaktır, köyün İhvan'ından birine aynı minval üzerine tekkeyi muhafaza etmesi için hilafet verip baba ocağından çıktık.
(2. YAZI)
Uzak dağ köylerinden yüzleri güneş çalığı dağ gibi müritler duyup gelerek, ve bütün ova köylerinden daha nice insanlar gelerek, bizimle birlikte sırtı ile taş taşıyıp ayağıyla çamur çiğneyerek işe koyuldu.
Hanemizin kıyısına bir mütevazi tekke ile bir misafirhane inşa ettik.
Gitti bir zaman....
Gider iken. Yani köylülük işte.... Yediğimiz bulgur aşı, içtiğimiz ekşi ayran.
Ama dünya metadır, helalinden olsun ve temiz olsun.
Sünnete uygun olsun da ne olursa olsun diye biz hizmeti ve ikramı bir ölçüde ve aklımızın erdiği, fikrimizin yettiği gibi ısraftan ve gösterişten uzak tutup ilerlerken.
Bizim posta oturmuş olduktan kelli, hala çift ve çubuk, mal ile davar peşinde koşmamız, bel belleyip, ağaç budamamız, iki buçuk tarlayı ekip biçmemiz şehirli İhvan'ın hoşuna gitmemeye başlamış.
Hele ki kimseden bir kaşık yağ, bir tutam ot, bir bir kuruş akçe hediyedir diye kabul etmememiz dillere destan oldu.
Tekkemizin adı fukaraya çıktı.
Daha önce yolu tepip gelen, kuru ekmeğimiz ile ekşi ayranımıza razı olup, hasır üstünde yatan ihvanımız oturup bir gece dahi sohbetimizden istifade edemez olmuşlar, küskünlük el vermiş.....
Düşündüm.... Hakları da var... Gün boyu yazıda, yabandayız.
Dönüp geldiğimizde tekke'de bizi bekleyen misafirler sabırsızlık etmedeler.
Sorup anlayacakları, danışıp görüşecekleri meseleleri var.
Hiç biri olmasa dahi sırf yüzümüze bakıp feyz almak dileyenler var.
Biz bu hal ile kendi kendimize cebelleşip duralım, İhvan'ın ileri gelenleri kavlu karar etmişler,
şehir yerlerinde bir arsa temin ile tekke'nin inşaatını başlatmışlar bile.
Neden sonra haber bize de ulaştı.
Tasa bir idi oldu bin.
Mazeret çok. Kumpas tamam.
Güya ki bu inşaat işi zaten yorucu bir dünya işi imiş ve beni dahi bu iş ile meşgul etmek istememişler.
Böylece başımızın üzerinde dönüp dolaşan fitne bir gün omuzumuza konar oldu.
Bu karar üzerine İhvan'ın ileri gelenleri ve akçesi çok olanları( her ne kadar muhalefet ettim ise de) köyümüzde görülmedik ve tekkemizde bilinmedik, hasılı şânımıza yakışmayacak israf ile bir ziyafet tertip ettiler. Keyfim kaçtı.
Bir tek lokmacık alayım da ziyafettir diye toplananlar meraklanmasın ve dahi incinmesin diye ağzıma aldığım lokma boğazıma takıldı kaldı.
Hal ehline malumdur, hayret edilmeye....
İki buçuk tarla ile bağı, bahçeyi köyün taşını toprağını, kurdunu, kuşunu son bir kez ziyaret edip hepsinden helallik diledim.
Şurası malum oldu ki anadan atadan bize yadigar kalan tarik bundan geri değişmektedir ve bir dahi aynı ahval geri dönüp bize nasip olmayacaktır, köyün İhvan'ından birine aynı minval üzerine tekkeyi muhafaza etmesi için hilafet verip baba ocağından çıktık.
SIR
(1. YAZI)
Gecenin bir vaktinde kapı çalındı, gidip açtım. Karşımda efendim duruyordu.
İşin aksi tarafına bak ki, o gece de bizim yamuk tarlanın suyu vardı.
Saat biri çeyrek geçe.
Su ateş pahası.
Tarlaya pancar ekmişiz.
Lüksü yaktırdım, bizim küçük oğlan yanımda, omuzda bel, elde kürek vaktinden önce yola düştük.
Suyu Hanaltı'ndan kaldırıp tarlaya vuracağız. Pancarın dibi taş olmuş sanki.
O yıl da bir sıcak var ağa, bir sıcak.
Neyse..... Suyu indirdik Allah'ıma şükür.
Bir o yana seğirt, bir bu yana.
Oğlan daha ufak, eli kürek tutacak gibi değil, sade ışığı dolaştırıyor, boyu beraber çamura belendim, ter tırnağımdan çıkıyor.
Biz pancarı kurtardık.
Cenabı Hak böyle bir saat su daha nasip etse bu yılki mahsulu toparladık say.
Sırtüstü uzandım, yıldızları seyre durdum biraz. Vücudumun her bir yerinden başka bir ses geliyor.
Ne de olsa yaş kemale erdi, bir tarla su yordu bizi.... Yorsun..
Oglan lüks lambasını sallaya sallaya geldi, fukaranın gözünden uyku akıyor ki, düştü düşecek....
Döndük eve..
İşte böyle.
Efendimi kapının önünde görünce.
İlkin eğilip ayaklarıma bakıvermişim.. insanız ya..
Daha çamuru üstünde.. Kulaklarıma kadar kızarmışım..
Şeyhim gülümseyip sırtımı sıvazladı..
"Aldırma dedi.. "Rençberlik, olacak o kadar".. Geçti içeri, oturdu.
Yanında ihvan-ın ileri gelenlerinden iki kişi daha var.
Efendimin gelişinde mutlak bir hikmet vardır. İçim içime sığmıyor, odanın ayak ucunda el bağlayıp bekledim.
Ayranlar içildi...
O gece sabah ezanının önü sıra," Benden sonra posta işte şu gördüğünüz zat oturacaktır. Ferman..." deyip kesti.
N'olur.. Ben bir fukara köylüyüm.
Ne ilmim var, ne hikmetim..
İki sözü bir araya getirmeye gücüm yetmez... Yapmayın, elinize, eteğinize düştüm" diyerek feryat ettim ise de, Efendim:
"Şahit olun ve usulünce biad edin" diye o iki hatırı sayılır ihvan-ı sıkı sıkı tembihledi.
Efendim haftasına varmadan gül yüzüne solgunluk erişip yatağa düştü.
Veda diyeceklerine elveda deyip bu fâni dünyadan bâki aleme göçtü.
Rençberliğe devam ile bir de tekke hizmetini üzerimize aldık ya, gelenin gidenin haddi hesabı tutulmaz oldu.
Memleketin dört bucağından, ihvan, "Medet yâ pir" deyip yollara düşüyor, binbir meşakkat ile bizim bu ucra, ucra olduğu kadar fukara köyümüze ulaşıp, eh bir iki gün yorgunluk çıkarıp, himmet ricasında bulunuyor.
Usul, erkan böyleymiş...
Lakin yer darlığından bizar olmuşuz.
Baktık olacak gibi değil, yani bu işlere ayırdığımız, sohbeti zikri tamam ettiğimiz ön odayı genişletelim, yanına bir de misafirhane ekleyelim diye ihvan ile müşavere kılıp gayrete geldik.
(1. YAZI)
Gecenin bir vaktinde kapı çalındı, gidip açtım. Karşımda efendim duruyordu.
İşin aksi tarafına bak ki, o gece de bizim yamuk tarlanın suyu vardı.
Saat biri çeyrek geçe.
Su ateş pahası.
Tarlaya pancar ekmişiz.
Lüksü yaktırdım, bizim küçük oğlan yanımda, omuzda bel, elde kürek vaktinden önce yola düştük.
Suyu Hanaltı'ndan kaldırıp tarlaya vuracağız. Pancarın dibi taş olmuş sanki.
O yıl da bir sıcak var ağa, bir sıcak.
Neyse..... Suyu indirdik Allah'ıma şükür.
Bir o yana seğirt, bir bu yana.
Oğlan daha ufak, eli kürek tutacak gibi değil, sade ışığı dolaştırıyor, boyu beraber çamura belendim, ter tırnağımdan çıkıyor.
Biz pancarı kurtardık.
Cenabı Hak böyle bir saat su daha nasip etse bu yılki mahsulu toparladık say.
Sırtüstü uzandım, yıldızları seyre durdum biraz. Vücudumun her bir yerinden başka bir ses geliyor.
Ne de olsa yaş kemale erdi, bir tarla su yordu bizi.... Yorsun..
Oglan lüks lambasını sallaya sallaya geldi, fukaranın gözünden uyku akıyor ki, düştü düşecek....
Döndük eve..
İşte böyle.
Efendimi kapının önünde görünce.
İlkin eğilip ayaklarıma bakıvermişim.. insanız ya..
Daha çamuru üstünde.. Kulaklarıma kadar kızarmışım..
Şeyhim gülümseyip sırtımı sıvazladı..
"Aldırma dedi.. "Rençberlik, olacak o kadar".. Geçti içeri, oturdu.
Yanında ihvan-ın ileri gelenlerinden iki kişi daha var.
Efendimin gelişinde mutlak bir hikmet vardır. İçim içime sığmıyor, odanın ayak ucunda el bağlayıp bekledim.
Ayranlar içildi...
O gece sabah ezanının önü sıra," Benden sonra posta işte şu gördüğünüz zat oturacaktır. Ferman..." deyip kesti.
N'olur.. Ben bir fukara köylüyüm.
Ne ilmim var, ne hikmetim..
İki sözü bir araya getirmeye gücüm yetmez... Yapmayın, elinize, eteğinize düştüm" diyerek feryat ettim ise de, Efendim:
"Şahit olun ve usulünce biad edin" diye o iki hatırı sayılır ihvan-ı sıkı sıkı tembihledi.
Efendim haftasına varmadan gül yüzüne solgunluk erişip yatağa düştü.
Veda diyeceklerine elveda deyip bu fâni dünyadan bâki aleme göçtü.
Rençberliğe devam ile bir de tekke hizmetini üzerimize aldık ya, gelenin gidenin haddi hesabı tutulmaz oldu.
Memleketin dört bucağından, ihvan, "Medet yâ pir" deyip yollara düşüyor, binbir meşakkat ile bizim bu ucra, ucra olduğu kadar fukara köyümüze ulaşıp, eh bir iki gün yorgunluk çıkarıp, himmet ricasında bulunuyor.
Usul, erkan böyleymiş...
Lakin yer darlığından bizar olmuşuz.
Baktık olacak gibi değil, yani bu işlere ayırdığımız, sohbeti zikri tamam ettiğimiz ön odayı genişletelim, yanına bir de misafirhane ekleyelim diye ihvan ile müşavere kılıp gayrete geldik.
MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(4. YAZI)
"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir" (Mâide,45)
ilkesi saf dışı edildiği için bu uydurma şirket dininin ortaya koyduğu tabloda egemen özellik didişme, kavga, kaos,anarşi, savaş, kargaşa, ihtilaf ve bozgun olacaktır.
Bu ihtilaf ve bozgunda hüküm yetkisinin mezhepler, hizipler, gruplar, partiler, fırkalar, cemaatler, tarikatlar ve daha bilmem neler tufanında kime veya kimlere ciro edildiği belli değildir.
Bunun içindir ki bu tufanda, aynı din kimliğini taşıyanların aynı niyetle icra ettikleri aynı amel şirketin bir elemanına göre sevap olurken, bir başka elemanına göre büyük günah olabilmektedir.
MESELA,
1) Hanefi dışındaki üç mezhebe göre namaz kılmayan öldürülür, hanefi'de ölünceye kadar hapsedilir.
2) Hanefi mezhebine göre diş kaplatmak ve diş dolgusu yapmak haramdır.
3) Ölü hayvanın derisi iki mezhebe göre helal, diğer ikisinde haramdır.
4) Yılan balığı yemek Hanefi mezhebinde helal, Manbeli mezhebinde haramdır.
5) Erkeğin kırmızı elbise giymesi Hanefi ve Hanbeli mezheplerine göre mekruh, Şafi mezhebinde haramdır.
6) Zurna, dümbelek, davul çalmak Hanefi mezhebinde mekruh, Hanbeli mezhebinde haramdır.
7) Karga eti Maliki mezhebinde helal, diğer üç mezhebe göre haramdır.
8) At eti yemek Hanefi mezhebinde haram, Maliki'de helaldir.
9) Midye yemenin hükmü Hanefi mezhebinde haram, Maliki mezhebinde ise helaldir.
10) İstiridye yemenin hükmü Hanefi de haram, Maliki mezhebinde helaldir.
11) Kırlangıç eti yemek Hanefi ve Maliki mezheplerinde helal, Şâfi ve Hanbeli mezheplerinde haramdır.
12) Kartal eti Maliki mezhebinde helal, diğerlerine göre haramdır.
13) İlk iki rekatta fatiha okumak Hanefi mezhebinde vacip, diğerlerinde farzdır.
14) Vitir namazının hükmü Hanefi mezhebinde vacip, diğerlerinde sünnettir.
15) Tüysüz delikanlıya dokunan erkeğin abdesti Malikiye göre bozulur.
16) Namaz kılan kimsenin önünden geçilmesinin haram olduğu mesafe:
Hanefi mezhebinde kırk kulaç, Maliki'de bir kulaç, Şafii'de üç kulaç, Hanbeli mezhebinde dört kulaçtır.
17) Şafilere göre bir çocuk ana rahminde dört yıl kaldıktan sonra sağlıklı olarak doğabilir, Hanefi mezhebine göre bir çocuk ana rahminde iki yıl kalabilir,
bazı Hanbeli alimlerine göre yedi yıl kalabilir, bazılarına göre doğduğunda konuşabilir, dişleri çıkmış bile olabilir.
18) Namazın içinde konuşmak Hanefi ve Hanbeli'ye göre namazı bozar.
19) Namazda "ah" "of" demek Hanefi, Şafi ve Hanbeliye göre namazı bozar.
20) Abdestin farzları: Hanefi dört, Mâliki yedi, Şâfii 6, Hanbeli'ye göre yedidir.
(4. YAZI)
"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir" (Mâide,45)
ilkesi saf dışı edildiği için bu uydurma şirket dininin ortaya koyduğu tabloda egemen özellik didişme, kavga, kaos,anarşi, savaş, kargaşa, ihtilaf ve bozgun olacaktır.
Bu ihtilaf ve bozgunda hüküm yetkisinin mezhepler, hizipler, gruplar, partiler, fırkalar, cemaatler, tarikatlar ve daha bilmem neler tufanında kime veya kimlere ciro edildiği belli değildir.
Bunun içindir ki bu tufanda, aynı din kimliğini taşıyanların aynı niyetle icra ettikleri aynı amel şirketin bir elemanına göre sevap olurken, bir başka elemanına göre büyük günah olabilmektedir.
MESELA,
1) Hanefi dışındaki üç mezhebe göre namaz kılmayan öldürülür, hanefi'de ölünceye kadar hapsedilir.
2) Hanefi mezhebine göre diş kaplatmak ve diş dolgusu yapmak haramdır.
3) Ölü hayvanın derisi iki mezhebe göre helal, diğer ikisinde haramdır.
4) Yılan balığı yemek Hanefi mezhebinde helal, Manbeli mezhebinde haramdır.
5) Erkeğin kırmızı elbise giymesi Hanefi ve Hanbeli mezheplerine göre mekruh, Şafi mezhebinde haramdır.
6) Zurna, dümbelek, davul çalmak Hanefi mezhebinde mekruh, Hanbeli mezhebinde haramdır.
7) Karga eti Maliki mezhebinde helal, diğer üç mezhebe göre haramdır.
8) At eti yemek Hanefi mezhebinde haram, Maliki'de helaldir.
9) Midye yemenin hükmü Hanefi mezhebinde haram, Maliki mezhebinde ise helaldir.
10) İstiridye yemenin hükmü Hanefi de haram, Maliki mezhebinde helaldir.
11) Kırlangıç eti yemek Hanefi ve Maliki mezheplerinde helal, Şâfi ve Hanbeli mezheplerinde haramdır.
12) Kartal eti Maliki mezhebinde helal, diğerlerine göre haramdır.
13) İlk iki rekatta fatiha okumak Hanefi mezhebinde vacip, diğerlerinde farzdır.
14) Vitir namazının hükmü Hanefi mezhebinde vacip, diğerlerinde sünnettir.
15) Tüysüz delikanlıya dokunan erkeğin abdesti Malikiye göre bozulur.
16) Namaz kılan kimsenin önünden geçilmesinin haram olduğu mesafe:
Hanefi mezhebinde kırk kulaç, Maliki'de bir kulaç, Şafii'de üç kulaç, Hanbeli mezhebinde dört kulaçtır.
17) Şafilere göre bir çocuk ana rahminde dört yıl kaldıktan sonra sağlıklı olarak doğabilir, Hanefi mezhebine göre bir çocuk ana rahminde iki yıl kalabilir,
bazı Hanbeli alimlerine göre yedi yıl kalabilir, bazılarına göre doğduğunda konuşabilir, dişleri çıkmış bile olabilir.
18) Namazın içinde konuşmak Hanefi ve Hanbeli'ye göre namazı bozar.
19) Namazda "ah" "of" demek Hanefi, Şafi ve Hanbeliye göre namazı bozar.
20) Abdestin farzları: Hanefi dört, Mâliki yedi, Şâfii 6, Hanbeli'ye göre yedidir.
MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(3.YAZI)
"Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"
(Bakara, 42)
İslam ümmetinin sıkıntısı nedir?
Sıkıntı, islam düşmanlarının güçlü olmalarında değildir.
Asıl kahredici sıkıntı,
Allah'ın Kur'an vasıtasıyla indirdiği tevhid dini ile Allah'a izafe edilen iftira dinin birbirine karıştırılmasından kaynaklanıyor.
Allah'ın dini bizzat Allah tarafından İslam diye adlandırılan apaçık, saf, hanif, kuşkusuz, detaylı bir kitapla insanlığa öğretilen hidayet ve rahmet dinidir.
Bu dinin kaynağı Kur'an, tebliğcisi Muhammed (Aleyhisselam)dır.
Bu dinin Kur'an'daki adı islamdır.
"Allah indinde hak din (tevhid dini olan) islamdır,,,,,"
(Âli İmran, 19)
Uydurma Emevi-Abbasi dinine gelince, onun kaynağı tek olmadığı gibi kitabı ve tebliğ ediciside tek değildir.
O, Kur'an'daki tevhid İslamı'na karşı oluşturulmuş bir şirket dinidir.
Kitabı birkaç tâne, imamı birkaç tane, hatta ümmeti bir kaç tanedir.
Bir tür anonim şirket gibidir.
Bunun içindir ki uydurma dinde birlik ve barış yerine tefrika ve anarşi hakimdir.
Uydurma dinin tüm rahatsızlığı, ondaki hüküm kaynağının tek olmayışıdır.
Uydurma dinde tam bir otorite boşluğu vardır. Ona göre, buna göre,
falancanın kavlince, filancanın rivayeti mucibince,
fişmekanın görüşüne göre, üstadımızın beyanına göre, hazretimizin fermanı gereğince vs. uydurma din Allah tarafından indirilen tevhid İslam'ını bin yamalı bohça haline getirmiştir.
Halbuki Allah'ın bütün elçilerine en önemli emri şu idi.
"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a emrettiğini sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya emrettiğimizi Allah size de din kıldı.
Fakat kendilerini çağırdığın bu din (tevhid) müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendisine elçi seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir"
(Şura, 13)
(3.YAZI)
"Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, bile bile hakkı gizlemeyin"
(Bakara, 42)
İslam ümmetinin sıkıntısı nedir?
Sıkıntı, islam düşmanlarının güçlü olmalarında değildir.
Asıl kahredici sıkıntı,
Allah'ın Kur'an vasıtasıyla indirdiği tevhid dini ile Allah'a izafe edilen iftira dinin birbirine karıştırılmasından kaynaklanıyor.
Allah'ın dini bizzat Allah tarafından İslam diye adlandırılan apaçık, saf, hanif, kuşkusuz, detaylı bir kitapla insanlığa öğretilen hidayet ve rahmet dinidir.
Bu dinin kaynağı Kur'an, tebliğcisi Muhammed (Aleyhisselam)dır.
Bu dinin Kur'an'daki adı islamdır.
"Allah indinde hak din (tevhid dini olan) islamdır,,,,,"
(Âli İmran, 19)
Uydurma Emevi-Abbasi dinine gelince, onun kaynağı tek olmadığı gibi kitabı ve tebliğ ediciside tek değildir.
O, Kur'an'daki tevhid İslamı'na karşı oluşturulmuş bir şirket dinidir.
Kitabı birkaç tâne, imamı birkaç tane, hatta ümmeti bir kaç tanedir.
Bir tür anonim şirket gibidir.
Bunun içindir ki uydurma dinde birlik ve barış yerine tefrika ve anarşi hakimdir.
Uydurma dinin tüm rahatsızlığı, ondaki hüküm kaynağının tek olmayışıdır.
Uydurma dinde tam bir otorite boşluğu vardır. Ona göre, buna göre,
falancanın kavlince, filancanın rivayeti mucibince,
fişmekanın görüşüne göre, üstadımızın beyanına göre, hazretimizin fermanı gereğince vs. uydurma din Allah tarafından indirilen tevhid İslam'ını bin yamalı bohça haline getirmiştir.
Halbuki Allah'ın bütün elçilerine en önemli emri şu idi.
"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a emrettiğini sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya emrettiğimizi Allah size de din kıldı.
Fakat kendilerini çağırdığın bu din (tevhid) müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendisine elçi seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir"
(Şura, 13)
MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(5.YAZI)
Allah tarafından indirilen Tevhid dini ile Emevi-Abbasi uydurması Ehl'i sünnet dini birbirinden farklı iki ayrı dindir.
Neredeyse Allah (cc) Mübin kitabında ne buyurmuşsa Şia ve ehli sünnet dininin kaynakları tam tersini kendilerine misyon olarak kabul etmişlerdir.
Allah'a yemin ediyorum Ehl'i sünnet ve Şia mezheplerinde Allah tarafından elçilere indirilen Tevhid dininin zerresinin zerresi olsaydı çektikleri bu sefil ve karanlık hayata mahkum olmazlardı.
Mesela şimdi Ehli sünnet mezheplerinin şu ictihatlarına bir bakalım.
4. yazıdan devam ediyoruz.
21)Abdeste uzuvları belli bir sıra ile yıkamak farz mıdır?
Hanefi ve maliki'de hayır, Şafii Hanbeli'de evet, 22) Abdeste uzuvları ara vermeksizin yıkamak Maliki ve Hanbeli'de farz, Şafi ve Hanefi de farz değil,
23)Abdestin sünnetleri:
Hanefi 18, Maliki 8, Şafii ve Hanbeli'de 30 dur. 24)Abdesti bozan şeyler:
Hanefi 12, Maliki 3, Şafii 5, Hanbeli 8,
25) Cinsel organına dokunmak, Maliki, Şafii ve Hanbeli'ye göre abdesti bozar.
26) Namazda kahkaha ile gülmek Hanefi'ye göre abdesti bozar.
27) Deve eti yemek ve cenazeyi yıkamak Hanbeli'ye göre abdesti bozar.
28) Hanefi mezhebine göre kan akması abdesti bozar.
29) Delikli mestin üzerine mesh etmek Hanefi ve maliki'de caiz, Şafii ve Hanbeli'de caiz değildir.
30) Gusül abdesti almayı gerektiren sebeplerin sayısı:
Hanefi 7, Maliki 4, Safi 5, Hanbeli'de 6 dır.
31)Gusül abdestinin farzları:
Hanefi 3, Maliki 5, Hanbeli'de 11
32) Umursamazlıktan veya tembellikten dolayı namaz kılmayanın hükmü nedir?
Hanefi: Hapsedilir, kan akıtılana kadar dövülür. Maliki: Tevbe etmezse öldürülür.
Şafi: Üç gün içinde tevbe etmezse öldürülür.
Hanbeli: Üç gün içinde tevbe etmezse öldürülür. 33)Erkek ve kadına ziynet eşyalarından zekat vermeleri hanefilere göre farzdır.
34) Kağıt paradan zekat vermek Hanbeli'ye göre farz değildir.
35) Topraktan çıkan her şey için zekat vermek Hanefi dışında kalan mezheplere göre farz değildir.
36) Balın zekatı Hanefi ve Hanbeli'ye göre verilmesi gerekir.
37) Şafi'ye göre meyve olarak sadece üzüm ve hurmanın zekatı vardır, zeytinin, incirin zekatı yoktur.
38) Kadın yanında mahremi olmadan Hanefi ve Hanbeli'ye göre hacca gidemez.
39) Hanefi, Şafi ve Hanbeli'lere göre vekil olarak hac yapmak mümkündür, Malikilere göre caiz değildir.
40) Haccın şartı hanefiye göre 2, Maliki'de 4, Şafii'lerde 5, Hanbeli'ye göre ise 4 tanedir.
41) İpek döşeğin üzerine oturmak veya yaslanmak, ipeği duvar örtüsü ve yastık yapmak Maliki, Şafii ve Hanbeli'de haramdır.
42)Erkek çocuğu İpek giydirmek Hanefi ve maliki'de haramdır.
43) Gümüş ile süslenmiş kaptan su içmek Hanefiler dışındaki kalan üç mezhebe göre haramdır.
44) Hanefi Maliki ve Hanbeli'ye göre sakalı tıraş etmek haramdır.
45) Hanefiler dışındaki kalan üç mezhebe göre tavla oynamak haramdır.
46) Şafii dışında kalan üç mezhebe göre satranç oynamak haramdır.
47) Hanefi dışında kalan mezheplere göre dinden dönen kadın öldürülür.
48) Maliki, Şafii ve Hanbeli'lerde kadın hakimlik yapamaz.
49) Şafii ve Hanbeli'de köpek necis bir hayvandır.
Dolayısıyla Allah'ın inzal ettiği ve Allah Resulü'nün duyurduğu İslam'la (Tevhid'le) o ad altında sahneye sürülen tarihin en karanlık dehlizlerinde uydurulmuş, geleneklerden ibaret adı "İslam" olan ucubeyi birbirinden ayırt etmek zorundayız.
İslam ümmeti bu zoru başarmadıkça asla rahat yüzü görmeyece, hidayet ve saadetten mahrum kalacaktır.
" iman edip de imanlarına zulüm (şırk) bulaştırmayanlar emniyet ve hidayet üzerindedirler"( En'am' 82)
(5.YAZI)
Allah tarafından indirilen Tevhid dini ile Emevi-Abbasi uydurması Ehl'i sünnet dini birbirinden farklı iki ayrı dindir.
Neredeyse Allah (cc) Mübin kitabında ne buyurmuşsa Şia ve ehli sünnet dininin kaynakları tam tersini kendilerine misyon olarak kabul etmişlerdir.
Allah'a yemin ediyorum Ehl'i sünnet ve Şia mezheplerinde Allah tarafından elçilere indirilen Tevhid dininin zerresinin zerresi olsaydı çektikleri bu sefil ve karanlık hayata mahkum olmazlardı.
Mesela şimdi Ehli sünnet mezheplerinin şu ictihatlarına bir bakalım.
4. yazıdan devam ediyoruz.
21)Abdeste uzuvları belli bir sıra ile yıkamak farz mıdır?
Hanefi ve maliki'de hayır, Şafii Hanbeli'de evet, 22) Abdeste uzuvları ara vermeksizin yıkamak Maliki ve Hanbeli'de farz, Şafi ve Hanefi de farz değil,
23)Abdestin sünnetleri:
Hanefi 18, Maliki 8, Şafii ve Hanbeli'de 30 dur. 24)Abdesti bozan şeyler:
Hanefi 12, Maliki 3, Şafii 5, Hanbeli 8,
25) Cinsel organına dokunmak, Maliki, Şafii ve Hanbeli'ye göre abdesti bozar.
26) Namazda kahkaha ile gülmek Hanefi'ye göre abdesti bozar.
27) Deve eti yemek ve cenazeyi yıkamak Hanbeli'ye göre abdesti bozar.
28) Hanefi mezhebine göre kan akması abdesti bozar.
29) Delikli mestin üzerine mesh etmek Hanefi ve maliki'de caiz, Şafii ve Hanbeli'de caiz değildir.
30) Gusül abdesti almayı gerektiren sebeplerin sayısı:
Hanefi 7, Maliki 4, Safi 5, Hanbeli'de 6 dır.
31)Gusül abdestinin farzları:
Hanefi 3, Maliki 5, Hanbeli'de 11
32) Umursamazlıktan veya tembellikten dolayı namaz kılmayanın hükmü nedir?
Hanefi: Hapsedilir, kan akıtılana kadar dövülür. Maliki: Tevbe etmezse öldürülür.
Şafi: Üç gün içinde tevbe etmezse öldürülür.
Hanbeli: Üç gün içinde tevbe etmezse öldürülür. 33)Erkek ve kadına ziynet eşyalarından zekat vermeleri hanefilere göre farzdır.
34) Kağıt paradan zekat vermek Hanbeli'ye göre farz değildir.
35) Topraktan çıkan her şey için zekat vermek Hanefi dışında kalan mezheplere göre farz değildir.
36) Balın zekatı Hanefi ve Hanbeli'ye göre verilmesi gerekir.
37) Şafi'ye göre meyve olarak sadece üzüm ve hurmanın zekatı vardır, zeytinin, incirin zekatı yoktur.
38) Kadın yanında mahremi olmadan Hanefi ve Hanbeli'ye göre hacca gidemez.
39) Hanefi, Şafi ve Hanbeli'lere göre vekil olarak hac yapmak mümkündür, Malikilere göre caiz değildir.
40) Haccın şartı hanefiye göre 2, Maliki'de 4, Şafii'lerde 5, Hanbeli'ye göre ise 4 tanedir.
41) İpek döşeğin üzerine oturmak veya yaslanmak, ipeği duvar örtüsü ve yastık yapmak Maliki, Şafii ve Hanbeli'de haramdır.
42)Erkek çocuğu İpek giydirmek Hanefi ve maliki'de haramdır.
43) Gümüş ile süslenmiş kaptan su içmek Hanefiler dışındaki kalan üç mezhebe göre haramdır.
44) Hanefi Maliki ve Hanbeli'ye göre sakalı tıraş etmek haramdır.
45) Hanefiler dışındaki kalan üç mezhebe göre tavla oynamak haramdır.
46) Şafii dışında kalan üç mezhebe göre satranç oynamak haramdır.
47) Hanefi dışında kalan mezheplere göre dinden dönen kadın öldürülür.
48) Maliki, Şafii ve Hanbeli'lerde kadın hakimlik yapamaz.
49) Şafii ve Hanbeli'de köpek necis bir hayvandır.
Dolayısıyla Allah'ın inzal ettiği ve Allah Resulü'nün duyurduğu İslam'la (Tevhid'le) o ad altında sahneye sürülen tarihin en karanlık dehlizlerinde uydurulmuş, geleneklerden ibaret adı "İslam" olan ucubeyi birbirinden ayırt etmek zorundayız.
İslam ümmeti bu zoru başarmadıkça asla rahat yüzü görmeyece, hidayet ve saadetten mahrum kalacaktır.
" iman edip de imanlarına zulüm (şırk) bulaştırmayanlar emniyet ve hidayet üzerindedirler"( En'am' 82)
8 Ekim 2017 Pazar
İNSANLARIN İRADELERİNE KİM HAKİM OLACAK
(7.YAZI)
Kur'an'ın ve elçilerin gönderiliş amaçlarından bir tanesi de "liyünziraküm" "sizi dünya ve ahiretteki tehlikelere karşı uyarsın"
Yani hali hazırda ve gelecekte hangi manzaralarla karşılaşacağınızı size bildirsin.
Çünkü ",,,,,vallâhu ye'lemu ve entum lâ te'lemun"
",,,,Allah bilir, siz bilmezsiniz"
(Bakara, 216)
Eğer benim iradem ve emirlerim doğrultusunda hareket ederseniz dünya hayatındaki neticesi sevgi ve saygı, barış ve huzur, ahiretteki neticesi de cennet ve Allah'ın rızası olacaktır.
"Şimdi düşünün bakalım, yüz üstü kapanarak yürüyen mi varılacak yere daha iyi ulaşır, yoksa dosdoğru bir yol üzerinde yürüyen mi?"
(Mülk, 22)
Benim iradem ve hükmüm istikametinde yani gönderdiğim vahiy ve teşrii irade doğrultusunda hareket etmezseniz, zulüm gerçekleştirdiğinizden ötürü zulmün cezasını hem dünya hayatı boyunca hemde ahirette göreceksiniz.
"Şüphesiz ki Allah insanlara hiç bir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler"
"Yunus, 44)
"Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah bir çoğunu da affediyor"
(Şura, 30)
Kur'an'ı Mübin'e göre insanlara uyarıcı olarak iki tane rehber gönderilmiştir.
1) Vahiy "Rablerinin huzurunda toplanacaklarından (o güne iman edenlerden) korkanları Kur'an ile uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi vardır, umulur ki kendilerini korurlar"
(En'am, 51)
2) Allah'ın elçileri "Yerine göre müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçiler gönderdik ki insanların elçilerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri kalmasın. Allah izzet ve hikmet sahibidir"
(Nisa, 165)
Ama gerçek anlamda tek uyarıcı Allah'ın kendisidir.
"Ha. Mim. Apaçık olan kitaba andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz uyarıcıyız"
(Duhan 1,2)
Vahiy ve elçiler Allah'ı temsil ederler, elçiler değerlerini vahiy'den alırlar.
Dolayısıyla akıllı bir ilim adamı elçileri son gelen vahiy'den asla ayırmaz.
Yani elçilerle ilgili bütün bilgilere Kur'an'dan yola çıkarak elde etmeye çalışır.
(7.YAZI)
Kur'an'ın ve elçilerin gönderiliş amaçlarından bir tanesi de "liyünziraküm" "sizi dünya ve ahiretteki tehlikelere karşı uyarsın"
Yani hali hazırda ve gelecekte hangi manzaralarla karşılaşacağınızı size bildirsin.
Çünkü ",,,,,vallâhu ye'lemu ve entum lâ te'lemun"
",,,,Allah bilir, siz bilmezsiniz"
(Bakara, 216)
Eğer benim iradem ve emirlerim doğrultusunda hareket ederseniz dünya hayatındaki neticesi sevgi ve saygı, barış ve huzur, ahiretteki neticesi de cennet ve Allah'ın rızası olacaktır.
"Şimdi düşünün bakalım, yüz üstü kapanarak yürüyen mi varılacak yere daha iyi ulaşır, yoksa dosdoğru bir yol üzerinde yürüyen mi?"
(Mülk, 22)
Benim iradem ve hükmüm istikametinde yani gönderdiğim vahiy ve teşrii irade doğrultusunda hareket etmezseniz, zulüm gerçekleştirdiğinizden ötürü zulmün cezasını hem dünya hayatı boyunca hemde ahirette göreceksiniz.
"Şüphesiz ki Allah insanlara hiç bir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler"
"Yunus, 44)
"Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah bir çoğunu da affediyor"
(Şura, 30)
Kur'an'ı Mübin'e göre insanlara uyarıcı olarak iki tane rehber gönderilmiştir.
1) Vahiy "Rablerinin huzurunda toplanacaklarından (o güne iman edenlerden) korkanları Kur'an ile uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi vardır, umulur ki kendilerini korurlar"
(En'am, 51)
2) Allah'ın elçileri "Yerine göre müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçiler gönderdik ki insanların elçilerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri kalmasın. Allah izzet ve hikmet sahibidir"
(Nisa, 165)
Ama gerçek anlamda tek uyarıcı Allah'ın kendisidir.
"Ha. Mim. Apaçık olan kitaba andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz uyarıcıyız"
(Duhan 1,2)
Vahiy ve elçiler Allah'ı temsil ederler, elçiler değerlerini vahiy'den alırlar.
Dolayısıyla akıllı bir ilim adamı elçileri son gelen vahiy'den asla ayırmaz.
Yani elçilerle ilgili bütün bilgilere Kur'an'dan yola çıkarak elde etmeye çalışır.
MEZHEP TAKLİTÇİLIĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR.
(1.YAZI)
Kur'an'ın yüzlerce âyetine rağmen Allah tarafından indirilen kitabın dinin tek kaynağı olduğu göz ardı edilip,
hadisler dinin kaynağı kabul edilince Kur'an'a aykırı birçok mezhebin ortaya çıkması kaçınılmaz oldu.
Bugün Ehli sünnet olarak kendilerini adlandıran dört mezhep birçok
mezhepten zaman içinde daha çok kabul görüp günümüze gelenlerdir.
Böylece Kur'an'da anlatılan din, yani hidayet ve rahmet kaynağı olarak
Allah'ın gönderdiği tevhid dini İslam, mezheplerinin dinine, "mezheplerin dalalet ve zahmet "islam"'ına dönüşmüştür.
Mezhep imamları ve müçtehit! alimler! Kur'an'ın hükmünü iptal ederek, uydurulmuş binlerce hadisten keyiflerine göre dilediklerini seçerek heva ve hevesleri
doğrultusunda yorumlayarak kendilerini İçtihad yetkisiyle Allah'ın Kur'an'da apaçık olarak ortaya koyduğu konuların
açıklayıcısı konumuna getirerek yepyeni bir din inşa etmişlerdir.
Halbuki Allah (cc) vahiy'den bağımsız olarak Nebi'nin bile heva ve hevesini tehlikeli görüyor. "Ey Davud!
Biz seni yeryüzünde halife. Artık insanlar arasında adaletle hükmet.
Heva ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır.
Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır"
(Sâd, 26)
Bazı cahil kimseler mezhep imamlarının çok iyi niyetli olduklarını veya din için fedakarlık yaptıklarını anlatarak eleştirileri görmezlikten gelmektedir.
Peki katolik rahiplerin de iyi niyetli olduklarını ve kendi mezhepleri için çalıştıklarını kim inkar edebilir?
Katolikliğin şirk yorumlarını, bu iyi niyet söylemlerinden ötürü Allah'ın bir sistem üzere indirdiği hidayet ve rahmet dini ile eşit mi tutalım?
Mezhep imamları öyle bir konuma getirilmişler ki, diledikleri gibi bazı hükümler getirmiş, kişisel yorumlarını genelleştirmiş, kendi keyiflerine göre uygun hadisleri! benimseyip çelişenleri dikkate almamış,
Kur'an'a hiçbir zaman dayandırmadıkları konularda iste İçtihat ederek Allah'ın iradesinin de üzerine çıkmış ve Kur'an'da bulunan hükümlerin yüz bin katı kadar sünneti müekkedeler,
sünneti gayri müekkedeler, mendüplar, müstehaplar, vacipler, farzlar, tahrimen mekruhlar helaller ve haramlar icad etmişlerdir.
MESELA,
Hanefi mezhebinde namaz kılmayan kişi vücudundan kan akıncaya dövülür ve ölünceye kadar hapsedilir.
Diğer üç mezhebe göre ise öldürülür.
Kur'an'a göre ise namaz kılmamanın dünyada hiçbir cezası yoktur.
Hanbeli, Şafi ve Maliki mezhebine bağlı olanların Kur'an'a göre en büyük günahlardan biri olan adam öldürme fiilini işleyip günaha girdiklerini
Hanefi mezhebine bağlı olanların ise namaz kılmayanı dövdükleri ve öldürmedikleri için diğer mezheplere göre
Allah'ın bir hükmünü çiğneyip uygulamayarak zalim olduklarını söylememiz gerekmez mi?
(1.YAZI)
Kur'an'ın yüzlerce âyetine rağmen Allah tarafından indirilen kitabın dinin tek kaynağı olduğu göz ardı edilip,
hadisler dinin kaynağı kabul edilince Kur'an'a aykırı birçok mezhebin ortaya çıkması kaçınılmaz oldu.
Bugün Ehli sünnet olarak kendilerini adlandıran dört mezhep birçok
mezhepten zaman içinde daha çok kabul görüp günümüze gelenlerdir.
Böylece Kur'an'da anlatılan din, yani hidayet ve rahmet kaynağı olarak
Allah'ın gönderdiği tevhid dini İslam, mezheplerinin dinine, "mezheplerin dalalet ve zahmet "islam"'ına dönüşmüştür.
Mezhep imamları ve müçtehit! alimler! Kur'an'ın hükmünü iptal ederek, uydurulmuş binlerce hadisten keyiflerine göre dilediklerini seçerek heva ve hevesleri
doğrultusunda yorumlayarak kendilerini İçtihad yetkisiyle Allah'ın Kur'an'da apaçık olarak ortaya koyduğu konuların
açıklayıcısı konumuna getirerek yepyeni bir din inşa etmişlerdir.
Halbuki Allah (cc) vahiy'den bağımsız olarak Nebi'nin bile heva ve hevesini tehlikeli görüyor. "Ey Davud!
Biz seni yeryüzünde halife. Artık insanlar arasında adaletle hükmet.
Heva ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır.
Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır"
(Sâd, 26)
Bazı cahil kimseler mezhep imamlarının çok iyi niyetli olduklarını veya din için fedakarlık yaptıklarını anlatarak eleştirileri görmezlikten gelmektedir.
Peki katolik rahiplerin de iyi niyetli olduklarını ve kendi mezhepleri için çalıştıklarını kim inkar edebilir?
Katolikliğin şirk yorumlarını, bu iyi niyet söylemlerinden ötürü Allah'ın bir sistem üzere indirdiği hidayet ve rahmet dini ile eşit mi tutalım?
Mezhep imamları öyle bir konuma getirilmişler ki, diledikleri gibi bazı hükümler getirmiş, kişisel yorumlarını genelleştirmiş, kendi keyiflerine göre uygun hadisleri! benimseyip çelişenleri dikkate almamış,
Kur'an'a hiçbir zaman dayandırmadıkları konularda iste İçtihat ederek Allah'ın iradesinin de üzerine çıkmış ve Kur'an'da bulunan hükümlerin yüz bin katı kadar sünneti müekkedeler,
sünneti gayri müekkedeler, mendüplar, müstehaplar, vacipler, farzlar, tahrimen mekruhlar helaller ve haramlar icad etmişlerdir.
MESELA,
Hanefi mezhebinde namaz kılmayan kişi vücudundan kan akıncaya dövülür ve ölünceye kadar hapsedilir.
Diğer üç mezhebe göre ise öldürülür.
Kur'an'a göre ise namaz kılmamanın dünyada hiçbir cezası yoktur.
Hanbeli, Şafi ve Maliki mezhebine bağlı olanların Kur'an'a göre en büyük günahlardan biri olan adam öldürme fiilini işleyip günaha girdiklerini
Hanefi mezhebine bağlı olanların ise namaz kılmayanı dövdükleri ve öldürmedikleri için diğer mezheplere göre
Allah'ın bir hükmünü çiğneyip uygulamayarak zalim olduklarını söylememiz gerekmez mi?
MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(2.YAZI)
Allah(cc) adına yalan uydurmanın ve iftira etmenin bir yolu da mezhepleri din haline getirmek olmuştur.
Mezhepler birer sorgulanamaz din, mezhep imamları tenkit edilemez birer rab ve yarı ilâh
haline getirilince,
"İslam" adıyla kitaptan habersiz cahil ümmetin önüne sürülen dinin kaçta kaçının Allah'a, kaçta kaçının şuna buna ait olduğunu belirlemek halk kitleleri için imkan dışına çıkar ve bu durum din adı altında bir kabusu insanların başına bela eder.
Aradan yüzlerce yıl geçmesine, insanlık teknoloji ve bilim çağında olmasına rağmen hiç kimse bu eskimiş ve çürümüş, bir kısmı gülünç ve komedi haline gelmiş içtihatlara dokunamaz hale gelmiştir.
İşte insanlara karşı yapılan gerçek zulüm ve Allah'a iftira etmek budur.
İşte bu zulüm yüzündendir ki Kur'an ehli muvahhidler Allah'ın hanif ve saf dinini yüzyılımızın insanına olduğu gibi anlatmaya kalktıklarında
sadece zorluklarla değil, engeller, iftiralar ve suçlamalarla karşılaşabilmektedirler.
O HALDE ÇARE NEDİR?
Kur'an'a ulaşmamızı engelleyen bütün tabuları, İlahları, evliyayı, patentlerine hiç bir değer vermeden devirmek ve hükmü yalnız Allah'a özel kılmaktır.
Buna karşı çıkanlar, görünüşte dini kabul ettiklerini söyleseler de aslında gerçek olarak inkarcıdırlar.
Çünkü halis din yalnız Allah tarafından elçilere indirilendir.
Ve bu halis dinden rahatsız olup Allah'ın hüküm yetkisine şu veya bu şekilde tecavüz etmek isteyenler, Allah'a karşı gelmiş ve haddi aşmış olurlar.
(2.YAZI)
Allah(cc) adına yalan uydurmanın ve iftira etmenin bir yolu da mezhepleri din haline getirmek olmuştur.
Mezhepler birer sorgulanamaz din, mezhep imamları tenkit edilemez birer rab ve yarı ilâh
haline getirilince,
"İslam" adıyla kitaptan habersiz cahil ümmetin önüne sürülen dinin kaçta kaçının Allah'a, kaçta kaçının şuna buna ait olduğunu belirlemek halk kitleleri için imkan dışına çıkar ve bu durum din adı altında bir kabusu insanların başına bela eder.
Aradan yüzlerce yıl geçmesine, insanlık teknoloji ve bilim çağında olmasına rağmen hiç kimse bu eskimiş ve çürümüş, bir kısmı gülünç ve komedi haline gelmiş içtihatlara dokunamaz hale gelmiştir.
İşte insanlara karşı yapılan gerçek zulüm ve Allah'a iftira etmek budur.
İşte bu zulüm yüzündendir ki Kur'an ehli muvahhidler Allah'ın hanif ve saf dinini yüzyılımızın insanına olduğu gibi anlatmaya kalktıklarında
sadece zorluklarla değil, engeller, iftiralar ve suçlamalarla karşılaşabilmektedirler.
O HALDE ÇARE NEDİR?
Kur'an'a ulaşmamızı engelleyen bütün tabuları, İlahları, evliyayı, patentlerine hiç bir değer vermeden devirmek ve hükmü yalnız Allah'a özel kılmaktır.
Buna karşı çıkanlar, görünüşte dini kabul ettiklerini söyleseler de aslında gerçek olarak inkarcıdırlar.
Çünkü halis din yalnız Allah tarafından elçilere indirilendir.
Ve bu halis dinden rahatsız olup Allah'ın hüküm yetkisine şu veya bu şekilde tecavüz etmek isteyenler, Allah'a karşı gelmiş ve haddi aşmış olurlar.
5 Ekim 2017 Perşembe
ŞİRK'E VE MÜŞRİKLERE DÜŞMAN OLMAYAN MÜSLÜMAN OLAMAZ.
Emevi-Abbasi uydurma ve yalanlarıyla gençlerimiz ümmete hiç bir zaman ümit olamaz.
Gelecek için gençliğin ümit olması Kur'an'ı Mübin'in ahlakı ve eğitim sistemi ile ilgili bir şeydir.
Fetö' dini Emevi-Abbasi devletlerinin ve padişahların uydurma Ehli sünnet dinidir.
Kur'an'ın hanif dini ve Allah Resulü'nün yolu ile hiçbir alakası yoktur.
Aslında Fetö başarılı ve kâbiliyetli bir örgüt değildir.
Esas başarısız ve kabiliyetsiz, yobaz, hurafeci, gerici ve çağın gerisinde kalan devletin kurum ve kuruluşlarıdır.
Dolayısıyla devlet dini, ilmi ve fikri olarak Fetö ile gerçek bir mücadele veremez.
Çünkü diyanet İşleri başkanlığı da aynen Fetö gibi mehdiyetçi, hurafe ve gerici bir anlayışa sahiptir.
Cübbeli Ahmet ve fetö gibi mehdiyetçi, akılsız ve Kur'an'sız oluşumlar eleştirilecektir.
Ama esas ve gerçekçi olan onların akıl ve fikirden yoksun çağlar'ın gerisinde kalan kaynaklarına ve mezheplerine dikkat etmek gerekiyor.
Yoksa sivrisineklerle savaşıp kaynakları ihmal etmenin hiçbir mantığı yoktur.
MESELA,
Hiçbir Ehli sünnet âlimi tevhid dini olan İslam'ın en İflah olmaz düşmanı olan tasavvuf ve tarikatlara karşı gelmez.
Neden acaba?
Çünkü inanç, ahlak ve fikir bakımından Ehli sünnet mezhebi ile şeytanın teşkilatlı ve en zorlu dini olan tasavvufun arasında bir farkın olmamasından kaynaklanıyor.
Biri hulul inancıyla şeyhini Allah yapmış akılsızca ona kulluk ediyor.
Diğeri atasının, rahibinin, papazının, mezhep imamının, âliminin eserini Kur'an yerine tek kaynak yapmış ona tapıyor.
Eğer günümüz ehl-i Sünnet âlimlerinde zerre kadar Tevhid hassasiyeti olsaydı, hiç olmazsa Cübbeli Ahmet'in açık şirkine,
Allah Resulüne iftira olan hurafelerine karşı bir cümle ile cevap verirlerdi.
Eğer siyasal islamcıların Kur'an'dan zerre kadar haberleri olsaydı, Allah ve Resulüne karşı yapılan bunca yalan uydurmaya sessiz şeytan kesilmezlerdi.
Eğer siyasal islamcılarda zerre kadar Kur'an'a iman olsaydı, tasavvuf ve tarikatlarda bulunan bu kadar yalan ve ihanete tahammül etmeleri mümkün olmazdı.
Biz, zorla devlet ve kanun gücüyle susturulmalarından yana değiliz.
Bu haksızlıklara ve akılsızlıklara karşı sesinizi çıkarın, karşı gelin, ey insafsızlar!
Allah için bir cümle söyleyin.
Bir kerede devleti ele geçirmeden önce onları eleştirin.
ARKADAŞLAR!
Kuran'ı Mubin'i bilmeyen birisi Şia ve Ehli sünnet dininin âlimlerinin nasıl bir karanlık ve cehalet içinde yüzüklerini bilemez.
Aslında bizi bu hurafeci cahillerin uydurma dinlerine düşman yapan şey Kur'an'ın ilmi, hikmet'i, ahlakı ve tevhid akidesidir.
Yoksa bu müşriklerin şirkleri bizi alakadar etmez. Onların yerine biz cehenneme girecek değiliz.
Onlar bizim şahsi düşmanımız değildirler. İnsanlar İstedikleri şeye kulluk yapmakta özgür olmalıdırlar.
Fakat Kur'an'ın ve Allah Resulünün yolu bu değildir.
Yani İslam'ı yamuk göstermeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
Fakat burada Kur'an bize bir sorumluluk yüklüyor.
"Takva sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat belki korunurlar diye hatırlatmak gerekir"
( En'am, 69)
"İçlerinden bir topluluk: Allah'ın helak edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dediklerinde, (öğüt verenler) dediler ki: Rabbinize mazeret olsun, bir de sakınırlar ümidiyle öğüt veriyoruz"
(Araf,164)
MESELA,
Ehli sünnet âlimleri hiçbir tasavvuf piri'nin şirk ve küfür sözüne karşı gelmez ve onları eleştirme cesaretini gösteremezler.
Tam aksine onlara büyük saygı duyar ve bu müşrikleri önemli birer Allah dostu olarak görürler.
Halbuki zalimlere meyledenlere azabın dokunacağını Kur'an'da Allah karara bağlamıştır. (Hud 113)
Eğer günümüz Ehli sünnet âlimleri Celaleddin-i Rumi Beyazıd'ı Bestami ve Muhyiddin-i Arabi gibi tasavvuf şeyhlerinin şirk ve küfür sözlerine tepki göstermiş olsalardı ümmilerin onlara karşı bir saygı ve sevgileri olmazdı.
Bu gerçek bile ehli sünnet âlimlerinın Kur'an'a ve tevhid dinine karşı nasıl bir ihanet içinde olduklarını açık olarak gösteriyor.
Aslında Kur'an'a rağmen hurafeci ve cahil bir adam generalinden Prof'una kadar milyonlarca insana mehdi olduğunu inandırabiliyorsa sizin dininizde, diyanetinizde ve eğitim sisteminizde hiç bir hayır yok demektir.
Emevi-Abbasi uydurma ve yalanlarıyla gençlerimiz ümmete hiç bir zaman ümit olamaz.
Gelecek için gençliğin ümit olması Kur'an'ı Mübin'in ahlakı ve eğitim sistemi ile ilgili bir şeydir.
Fetö' dini Emevi-Abbasi devletlerinin ve padişahların uydurma Ehli sünnet dinidir.
Kur'an'ın hanif dini ve Allah Resulü'nün yolu ile hiçbir alakası yoktur.
Aslında Fetö başarılı ve kâbiliyetli bir örgüt değildir.
Esas başarısız ve kabiliyetsiz, yobaz, hurafeci, gerici ve çağın gerisinde kalan devletin kurum ve kuruluşlarıdır.
Dolayısıyla devlet dini, ilmi ve fikri olarak Fetö ile gerçek bir mücadele veremez.
Çünkü diyanet İşleri başkanlığı da aynen Fetö gibi mehdiyetçi, hurafe ve gerici bir anlayışa sahiptir.
Cübbeli Ahmet ve fetö gibi mehdiyetçi, akılsız ve Kur'an'sız oluşumlar eleştirilecektir.
Ama esas ve gerçekçi olan onların akıl ve fikirden yoksun çağlar'ın gerisinde kalan kaynaklarına ve mezheplerine dikkat etmek gerekiyor.
Yoksa sivrisineklerle savaşıp kaynakları ihmal etmenin hiçbir mantığı yoktur.
MESELA,
Hiçbir Ehli sünnet âlimi tevhid dini olan İslam'ın en İflah olmaz düşmanı olan tasavvuf ve tarikatlara karşı gelmez.
Neden acaba?
Çünkü inanç, ahlak ve fikir bakımından Ehli sünnet mezhebi ile şeytanın teşkilatlı ve en zorlu dini olan tasavvufun arasında bir farkın olmamasından kaynaklanıyor.
Biri hulul inancıyla şeyhini Allah yapmış akılsızca ona kulluk ediyor.
Diğeri atasının, rahibinin, papazının, mezhep imamının, âliminin eserini Kur'an yerine tek kaynak yapmış ona tapıyor.
Eğer günümüz ehl-i Sünnet âlimlerinde zerre kadar Tevhid hassasiyeti olsaydı, hiç olmazsa Cübbeli Ahmet'in açık şirkine,
Allah Resulüne iftira olan hurafelerine karşı bir cümle ile cevap verirlerdi.
Eğer siyasal islamcıların Kur'an'dan zerre kadar haberleri olsaydı, Allah ve Resulüne karşı yapılan bunca yalan uydurmaya sessiz şeytan kesilmezlerdi.
Eğer siyasal islamcılarda zerre kadar Kur'an'a iman olsaydı, tasavvuf ve tarikatlarda bulunan bu kadar yalan ve ihanete tahammül etmeleri mümkün olmazdı.
Biz, zorla devlet ve kanun gücüyle susturulmalarından yana değiliz.
Bu haksızlıklara ve akılsızlıklara karşı sesinizi çıkarın, karşı gelin, ey insafsızlar!
Allah için bir cümle söyleyin.
Bir kerede devleti ele geçirmeden önce onları eleştirin.
ARKADAŞLAR!
Kuran'ı Mubin'i bilmeyen birisi Şia ve Ehli sünnet dininin âlimlerinin nasıl bir karanlık ve cehalet içinde yüzüklerini bilemez.
Aslında bizi bu hurafeci cahillerin uydurma dinlerine düşman yapan şey Kur'an'ın ilmi, hikmet'i, ahlakı ve tevhid akidesidir.
Yoksa bu müşriklerin şirkleri bizi alakadar etmez. Onların yerine biz cehenneme girecek değiliz.
Onlar bizim şahsi düşmanımız değildirler. İnsanlar İstedikleri şeye kulluk yapmakta özgür olmalıdırlar.
Fakat Kur'an'ın ve Allah Resulünün yolu bu değildir.
Yani İslam'ı yamuk göstermeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
Fakat burada Kur'an bize bir sorumluluk yüklüyor.
"Takva sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat belki korunurlar diye hatırlatmak gerekir"
( En'am, 69)
"İçlerinden bir topluluk: Allah'ın helak edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dediklerinde, (öğüt verenler) dediler ki: Rabbinize mazeret olsun, bir de sakınırlar ümidiyle öğüt veriyoruz"
(Araf,164)
MESELA,
Ehli sünnet âlimleri hiçbir tasavvuf piri'nin şirk ve küfür sözüne karşı gelmez ve onları eleştirme cesaretini gösteremezler.
Tam aksine onlara büyük saygı duyar ve bu müşrikleri önemli birer Allah dostu olarak görürler.
Halbuki zalimlere meyledenlere azabın dokunacağını Kur'an'da Allah karara bağlamıştır. (Hud 113)
Eğer günümüz Ehli sünnet âlimleri Celaleddin-i Rumi Beyazıd'ı Bestami ve Muhyiddin-i Arabi gibi tasavvuf şeyhlerinin şirk ve küfür sözlerine tepki göstermiş olsalardı ümmilerin onlara karşı bir saygı ve sevgileri olmazdı.
Bu gerçek bile ehli sünnet âlimlerinın Kur'an'a ve tevhid dinine karşı nasıl bir ihanet içinde olduklarını açık olarak gösteriyor.
Aslında Kur'an'a rağmen hurafeci ve cahil bir adam generalinden Prof'una kadar milyonlarca insana mehdi olduğunu inandırabiliyorsa sizin dininizde, diyanetinizde ve eğitim sisteminizde hiç bir hayır yok demektir.
İNSANLARIN İRADELERİNE KİM HAKİM OLACAK? (6. YAZI)
Birbiriyle tezatlaşacak iradeler şekillendiği zaman yeryüzünde fesat ve fitnenin, kaos ve kargaşa ortamının gerçekleşmemesi mümkün değildir.
Bundan dolayı tek ve Kahhar olan Allah (cc) şöyle buyuruyor.
"Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı, yer ve gök (bunların hassas düzeni) kesinlikle bozulup gitmişti.
Demek ki Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları (eksik) sıfatlardan münezzehtir"
(Enbiya, 22)
Yani din ve hüküm olarak tek irade ve kanunun olmadığı bir yerde, Allah'ın iradesinin tecelli etmediği bir zeminde, yeryüzü ve aralarında olan her şey fesada giderdi.
"Eğer hak (göklerde ve yerde bulunan hassas denge ve düzen) onların (müşriklerin) keyiflerine tâbi olsaydı, gökler, yer ve içindekiler mahvolur giderdi.
Aksine, biz onlara, kendi insanlık şeref ve onurlarını hatırlattık, fakat onlar kendi şereflerini hatırlamaktan yüz çevirdiler"
(Mü'minun, 71)
Yani burada insanlığa bir örnek veriliyor.
Nerede iradeler farklılığı gerçekleşirse, iradeler çeşitliliği meydana çıkarsa ve iradeler tezatlığı baş gösterirse kargaşa ve kaos olmaması imkansızdır.
Kainatta da şeriatta bu böyledir. Hakimiyet bir elde toplanacak, ortak olmayacak, işte o zaman hem kevni âlemde hemde insanlık âleminde kaos ve düzensizlik yerine dirlik ve düzen hakim olacaktır.
İnsanlık tarihi bunu bize ispat ediyor.
Tarih ve insanın başında geçen tecrübe bu hakikati göstermiştir.
Bir evde bile iki irade şekillenirse, yani baba dese ki, "benim dediğim olacak" evlat dese ki, "benim dediğim olacak" o evde fesat ve huzursuzluk baş gösterecektir.
Artık o hanede sevgi, saygı, hoşgörü, düzen ve merhamet olmayacaktır.
Bir ülkede iki başkan olsa, bir yerde iki yönetici bulunsa, o ülkede bozulmanın olmaması imkansızdır.
Dolayısıyla nerede Allah'ın ve Allah dışındaki iradelerin hakimiyeti ortak olarak şekillenirse kesinlikle bozulma, çözülme, çürüme, kaos, kargaşa ve düzensizlik şekillenir.
Yani siz bilirsiniz, ben merhametim gereği size vahiy ve onu tebliğ eden elçi göndererek bir yol haritası çiziyorum.
Size bir hidayet ve rahmet kaynağı gönderiyorum.
Adaletim gereğince sizden hür iradelerinizi de almıyorum.
Size baskıda yapmıyorum, zorla da size kabul ettirmiyorum.
Ama sizi ikaz ediyorum ve gerçekleri bildiriyorum.
Birbiriyle tezatlaşacak iradeler şekillendiği zaman yeryüzünde fesat ve fitnenin, kaos ve kargaşa ortamının gerçekleşmemesi mümkün değildir.
Bundan dolayı tek ve Kahhar olan Allah (cc) şöyle buyuruyor.
"Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı, yer ve gök (bunların hassas düzeni) kesinlikle bozulup gitmişti.
Demek ki Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları (eksik) sıfatlardan münezzehtir"
(Enbiya, 22)
Yani din ve hüküm olarak tek irade ve kanunun olmadığı bir yerde, Allah'ın iradesinin tecelli etmediği bir zeminde, yeryüzü ve aralarında olan her şey fesada giderdi.
"Eğer hak (göklerde ve yerde bulunan hassas denge ve düzen) onların (müşriklerin) keyiflerine tâbi olsaydı, gökler, yer ve içindekiler mahvolur giderdi.
Aksine, biz onlara, kendi insanlık şeref ve onurlarını hatırlattık, fakat onlar kendi şereflerini hatırlamaktan yüz çevirdiler"
(Mü'minun, 71)
Yani burada insanlığa bir örnek veriliyor.
Nerede iradeler farklılığı gerçekleşirse, iradeler çeşitliliği meydana çıkarsa ve iradeler tezatlığı baş gösterirse kargaşa ve kaos olmaması imkansızdır.
Kainatta da şeriatta bu böyledir. Hakimiyet bir elde toplanacak, ortak olmayacak, işte o zaman hem kevni âlemde hemde insanlık âleminde kaos ve düzensizlik yerine dirlik ve düzen hakim olacaktır.
İnsanlık tarihi bunu bize ispat ediyor.
Tarih ve insanın başında geçen tecrübe bu hakikati göstermiştir.
Bir evde bile iki irade şekillenirse, yani baba dese ki, "benim dediğim olacak" evlat dese ki, "benim dediğim olacak" o evde fesat ve huzursuzluk baş gösterecektir.
Artık o hanede sevgi, saygı, hoşgörü, düzen ve merhamet olmayacaktır.
Bir ülkede iki başkan olsa, bir yerde iki yönetici bulunsa, o ülkede bozulmanın olmaması imkansızdır.
Dolayısıyla nerede Allah'ın ve Allah dışındaki iradelerin hakimiyeti ortak olarak şekillenirse kesinlikle bozulma, çözülme, çürüme, kaos, kargaşa ve düzensizlik şekillenir.
Yani siz bilirsiniz, ben merhametim gereği size vahiy ve onu tebliğ eden elçi göndererek bir yol haritası çiziyorum.
Size bir hidayet ve rahmet kaynağı gönderiyorum.
Adaletim gereğince sizden hür iradelerinizi de almıyorum.
Size baskıda yapmıyorum, zorla da size kabul ettirmiyorum.
Ama sizi ikaz ediyorum ve gerçekleri bildiriyorum.
KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLER MEZHEP İMAMLARINI CİDDİYE ALMAZLAR.
(Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını), (Hiristiyanlarda) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler.
Halbuki onlara ancak bir tek İlâha kulluk etmeleri emrolundu.
O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır"
(Tevbe, 31)
Aslında insanların geçmiş âlimleri ciddiye almaları ve onlara gerektiğinden fazla saygı göstermeleri cehaletten kaynaklanmaktadır.
Birde mezhepçi cahillerin geçmiş âlimleri ulaşılmaz derecede yüce ve kutsal olarak göstermeleri yüzündendir.
Nedense insanlar her zaman atalarının uydurma dinini Allah'ın dinine tercih etmişlerdir.
Gelenekçi mezhepçiler Kur'an'ı bilmiş olsalardı geçmiş âlimleri ve mezhep imamlarını yüceltmez, onların Kur'an cahili kimseler olduklarını bilirlerdi.
MESELA,
İmam-ı Şafii Kur'an'ın en basit manalarını bile bilmekten aciz birisidir.
Şafii bazı Kur'an âyetlerinde geçen "kitaptan" maksadın "Kur'an" "Hikmet"ten maksadın da "Hadisler" ve "Nebi'nin Sünneti" olduğunu iddia etmiştir.
Halbuki Kur'an'a göre "kitap"tan" kasıt "Kur'an" "Hikmet"ten kasıt ise "Kur'an'ın bağlam ve Bütünlüğü" "Kur'an'ın Sistemi" "Kur'an'ın Çözümüdür"
(Bakara, 232)
İmamı Şafi olarak şöhret bulan Muhammed bin İdris Kur'an'dan asgari derecede haberi olsaydı, kadınlara dokunmanın abdesti bozmayacağını, "âyette geçen kadınlara temastan"(Maide, 6) maksadın normal dokunma değil, cinsel ilişki olduğunu bilirdi.
Eğer mezhep imamları Kur'an'ı bilselerdi "Nebiye salat etmenin" (Ahzab, 56) Muhammed'e salavat çekmek değil,"Nebiye yardım ve destek" anlamına geldiğini bilirlerdi. İmamı Şafii Kur'an diye bir kitaptan haberi olsaydı, "bir çocuğun ana rahminde dört yıl kalabileceği" içtihadını vermezdi.
İmam'ı Ahmed bin Hanbel Kur'an diye bir kaynaktan haberi olsaydı,
insanların sadece Kur'an'dan sorumlu olduklarını, dinin Allah tarafından indirildiğini ve Allah tarafından tamamlandığını, Allah Resulü'nün sadece Kur'an'ı tebliğ ettiğini bilir, Kur'an'a rağmen ikinci bir kaynak olarak sünen-i yazmaya cür'et etmezdi.
Kur'an'ın tek kaynak olarak yeterli olduğunun bilincine sahip olurdu.
Eğer Mâliki mezhebinin imam'ı Mâlik bin Enes Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilseydi,
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farktan haberi olsaydı,
Allah'ın kitabına alternatif bir din icat etmez, Nebi adına iftira edilen binlerce uydurmayı toplayıp "Muvatta" yı kaleme almazdı.
Hanefi mezhebinin de Kur'an ile hiç bir alakası yoktur, tamamen uydurmalar üzerine bina edilmiştir.
Yani Ahmet bin Hanbel ile Mâlik bin Enes'in günahı Muhammed bin İdristen daha büyüktür.
Peki neden Kur'an'dan haberi olmayan bu Mezhep imamları ve muhaddisler ciddi bir itibar görüyorlar?
Eğer F Gülen'in 15 Temmuz'da yaptığı darbe başarılı olsaydı,
Kur'an ehli muvahhidlerin üzerinde binbir baskı kurulacak, eserleri ve fikirleri yok edilecek, sürgün edilecek ve özgür iradelerine pranga vurulacaktı.
Şu anda haklı olarak terör örgütünün lideri görülen F Gülen'in mezhebinin, Ustadın'ın
özellikle kendisinin fikirleri yüceltilecek, büyük bir âlim,ulaşılmaz bir müctehid, beklenen mehdi olarak gelecek nesillere empoze edilecekti. Günümüz
Ehli sünnetin cahil hocaları ve ekran vaizleri de F Gülen'i yücelttikçe yüceltecek bir iki asır sonra F Gülen'in fikirleri aynen mezhep imamları gibi sorgulanamaz bir hale gelecekti.
İşte gelenekçilerin mezhep imamlarını ve muhaddisleri bu derece yücltmeleri mezhepçilerin Kur'an ilminden uzak olmaları yani cehaletten kaynaklanmaktadır.
Birde tarihte onlara karşı çıkaracak aykırı bir ses ve fikir olmadığı içindir.
Burada en önemli konu, mezhepçi dincilerin atarları gibi Kur'an ilminden ve Kur'an ahlakından uzak oldukları için ağababalarının dinine bu şekilde sıkı sıkıya yapışmaktadırlar. Yani kur'an'sızlık, cehalet, tefekkürun olmaması, sorgulama nimetinden mahrumiyet onları şirk'in bataklığında kalmaya mahkum ediyor.
(Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını), (Hiristiyanlarda) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler.
Halbuki onlara ancak bir tek İlâha kulluk etmeleri emrolundu.
O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır"
(Tevbe, 31)
Aslında insanların geçmiş âlimleri ciddiye almaları ve onlara gerektiğinden fazla saygı göstermeleri cehaletten kaynaklanmaktadır.
Birde mezhepçi cahillerin geçmiş âlimleri ulaşılmaz derecede yüce ve kutsal olarak göstermeleri yüzündendir.
Nedense insanlar her zaman atalarının uydurma dinini Allah'ın dinine tercih etmişlerdir.
Gelenekçi mezhepçiler Kur'an'ı bilmiş olsalardı geçmiş âlimleri ve mezhep imamlarını yüceltmez, onların Kur'an cahili kimseler olduklarını bilirlerdi.
MESELA,
İmam-ı Şafii Kur'an'ın en basit manalarını bile bilmekten aciz birisidir.
Şafii bazı Kur'an âyetlerinde geçen "kitaptan" maksadın "Kur'an" "Hikmet"ten maksadın da "Hadisler" ve "Nebi'nin Sünneti" olduğunu iddia etmiştir.
Halbuki Kur'an'a göre "kitap"tan" kasıt "Kur'an" "Hikmet"ten kasıt ise "Kur'an'ın bağlam ve Bütünlüğü" "Kur'an'ın Sistemi" "Kur'an'ın Çözümüdür"
(Bakara, 232)
İmamı Şafi olarak şöhret bulan Muhammed bin İdris Kur'an'dan asgari derecede haberi olsaydı, kadınlara dokunmanın abdesti bozmayacağını, "âyette geçen kadınlara temastan"(Maide, 6) maksadın normal dokunma değil, cinsel ilişki olduğunu bilirdi.
Eğer mezhep imamları Kur'an'ı bilselerdi "Nebiye salat etmenin" (Ahzab, 56) Muhammed'e salavat çekmek değil,"Nebiye yardım ve destek" anlamına geldiğini bilirlerdi. İmamı Şafii Kur'an diye bir kitaptan haberi olsaydı, "bir çocuğun ana rahminde dört yıl kalabileceği" içtihadını vermezdi.
İmam'ı Ahmed bin Hanbel Kur'an diye bir kaynaktan haberi olsaydı,
insanların sadece Kur'an'dan sorumlu olduklarını, dinin Allah tarafından indirildiğini ve Allah tarafından tamamlandığını, Allah Resulü'nün sadece Kur'an'ı tebliğ ettiğini bilir, Kur'an'a rağmen ikinci bir kaynak olarak sünen-i yazmaya cür'et etmezdi.
Kur'an'ın tek kaynak olarak yeterli olduğunun bilincine sahip olurdu.
Eğer Mâliki mezhebinin imam'ı Mâlik bin Enes Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilseydi,
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farktan haberi olsaydı,
Allah'ın kitabına alternatif bir din icat etmez, Nebi adına iftira edilen binlerce uydurmayı toplayıp "Muvatta" yı kaleme almazdı.
Hanefi mezhebinin de Kur'an ile hiç bir alakası yoktur, tamamen uydurmalar üzerine bina edilmiştir.
Yani Ahmet bin Hanbel ile Mâlik bin Enes'in günahı Muhammed bin İdristen daha büyüktür.
Peki neden Kur'an'dan haberi olmayan bu Mezhep imamları ve muhaddisler ciddi bir itibar görüyorlar?
Eğer F Gülen'in 15 Temmuz'da yaptığı darbe başarılı olsaydı,
Kur'an ehli muvahhidlerin üzerinde binbir baskı kurulacak, eserleri ve fikirleri yok edilecek, sürgün edilecek ve özgür iradelerine pranga vurulacaktı.
Şu anda haklı olarak terör örgütünün lideri görülen F Gülen'in mezhebinin, Ustadın'ın
özellikle kendisinin fikirleri yüceltilecek, büyük bir âlim,ulaşılmaz bir müctehid, beklenen mehdi olarak gelecek nesillere empoze edilecekti. Günümüz
Ehli sünnetin cahil hocaları ve ekran vaizleri de F Gülen'i yücelttikçe yüceltecek bir iki asır sonra F Gülen'in fikirleri aynen mezhep imamları gibi sorgulanamaz bir hale gelecekti.
İşte gelenekçilerin mezhep imamlarını ve muhaddisleri bu derece yücltmeleri mezhepçilerin Kur'an ilminden uzak olmaları yani cehaletten kaynaklanmaktadır.
Birde tarihte onlara karşı çıkaracak aykırı bir ses ve fikir olmadığı içindir.
Burada en önemli konu, mezhepçi dincilerin atarları gibi Kur'an ilminden ve Kur'an ahlakından uzak oldukları için ağababalarının dinine bu şekilde sıkı sıkıya yapışmaktadırlar. Yani kur'an'sızlık, cehalet, tefekkürun olmaması, sorgulama nimetinden mahrumiyet onları şirk'in bataklığında kalmaya mahkum ediyor.
2 Ekim 2017 Pazartesi
EHLİ SÜNNET DİNİNDEN İBRETLİK BİR MANZARA ! :
Okuyup da biraz ilim öğrenin!!! hikmet sahibi olun!!.
"Allah Resulü bir gün halkı topladıktan sonra onlara şöyle buyurdu.
" Allah'a yemin ederim ki sizi korkutmak veya bir şeye teşvik etmek için toplamadım.
Sizi şunun için topladım.
Temim ed Dâri bir Hristiyan idi.
Sonra gelip bana bi'at ederek Müslüman oldu ve bana şunu anlattı:
O, iğrenç, kötü, cüzzamlı 30 kişiyle bir gemiye binmiş, yolda bir ay dalgalarla boğuştuktan sonra denizin ortasında bir adaya ulaşmışlar. Güneşin battığı yerde yer alan bu adaya indiklerinde kendilerini kıldan önü arkası ayırt edilemeyen bir hayvan karşılayıp şöyle demiş: "Ben Cesase'yim!
Sonra onlara manastırdaki bir adamı görmelerini önermiş.
Temim ve arkadaşları manastıra girdiklerinde yaratılışça daha önce hiç görmedikleri kadar iri ve topuklarından boynuna kadar her yeri zincirle bağlı bir adam görmüşler.
Adam, onların hikayesini ve Arap olduklarını öğrenince kendilerine birçok sorular sormuş.
Temim ve arkadaşları da onu cevalıyorlarmış. Sonunda: "Bana ümmilerin(Arapların) elçisinden haber verin ne yaptı? demiş.
Bunlar da "Mekke'den çıkıp Medine'ye yerleşti" demişler.
O, "Araplar onunla savaştı mı? diye sorduğunda, "Evet" demişler.
O zaman o "(elçi) onlara nasıl bir muamele de bulundu?" diye sormuş.
Bunlar da "Karşısında bulunan Arapları hezimete uğratarak, kendisine itaat etmelerini sağladı" cevabını vermişler.
O zaman demiş ki:
"Size kendimden bahsedeyim ben Mesih'im(Deccal) bana izin verilme zamanı yaklaştı.
Çıktığımda 40 günde yeryüzünü dolaşıp Mekke ve Medine dışında kırk gece içinde uğramadık köy bırakmayacağım.
O iki şehirse bana haram kılınmıştır.
Onlardan birine girmek istediğimde elinde kılıç olan bir melek beni karşılar ve bana engel olur" Bunları anlattıktan sonra Allah Resulü, asasını minbere vurarak şöyle dedi.
" İşte Medine, işte Medine, işte Medine"
(Müslim, fiten 119, Ebu Davud, melahim, 15 İbni mace fiten 33)
Okuyup da biraz ilim öğrenin!!! hikmet sahibi olun!!.
"Allah Resulü bir gün halkı topladıktan sonra onlara şöyle buyurdu.
" Allah'a yemin ederim ki sizi korkutmak veya bir şeye teşvik etmek için toplamadım.
Sizi şunun için topladım.
Temim ed Dâri bir Hristiyan idi.
Sonra gelip bana bi'at ederek Müslüman oldu ve bana şunu anlattı:
O, iğrenç, kötü, cüzzamlı 30 kişiyle bir gemiye binmiş, yolda bir ay dalgalarla boğuştuktan sonra denizin ortasında bir adaya ulaşmışlar. Güneşin battığı yerde yer alan bu adaya indiklerinde kendilerini kıldan önü arkası ayırt edilemeyen bir hayvan karşılayıp şöyle demiş: "Ben Cesase'yim!
Sonra onlara manastırdaki bir adamı görmelerini önermiş.
Temim ve arkadaşları manastıra girdiklerinde yaratılışça daha önce hiç görmedikleri kadar iri ve topuklarından boynuna kadar her yeri zincirle bağlı bir adam görmüşler.
Adam, onların hikayesini ve Arap olduklarını öğrenince kendilerine birçok sorular sormuş.
Temim ve arkadaşları da onu cevalıyorlarmış. Sonunda: "Bana ümmilerin(Arapların) elçisinden haber verin ne yaptı? demiş.
Bunlar da "Mekke'den çıkıp Medine'ye yerleşti" demişler.
O, "Araplar onunla savaştı mı? diye sorduğunda, "Evet" demişler.
O zaman o "(elçi) onlara nasıl bir muamele de bulundu?" diye sormuş.
Bunlar da "Karşısında bulunan Arapları hezimete uğratarak, kendisine itaat etmelerini sağladı" cevabını vermişler.
O zaman demiş ki:
"Size kendimden bahsedeyim ben Mesih'im(Deccal) bana izin verilme zamanı yaklaştı.
Çıktığımda 40 günde yeryüzünü dolaşıp Mekke ve Medine dışında kırk gece içinde uğramadık köy bırakmayacağım.
O iki şehirse bana haram kılınmıştır.
Onlardan birine girmek istediğimde elinde kılıç olan bir melek beni karşılar ve bana engel olur" Bunları anlattıktan sonra Allah Resulü, asasını minbere vurarak şöyle dedi.
" İşte Medine, işte Medine, işte Medine"
(Müslim, fiten 119, Ebu Davud, melahim, 15 İbni mace fiten 33)
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ (46. YAZI)
Allah'ın elçisi Muhammed ( as) sadece Kur'an'ı okumuş, onu tebliğ etmiş ve yalnız ona uymuştur.
(Ey Resül! ) Kur'an'ı (okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı) sana farz kılan Allah, elbette seni yine dönülecak yere döndürecektir.
De ki: Rabbim, kimin hidayet getirdiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir"
(Kasas, 85) Din ve hüküm, helal ve haram kılıcı olarak Allah'ın kitabından başka bir kaynak edinmek şirktir.
(Ey Resül! )Sen, bu kitabın sana vahyolunacağını ummuyordun. Bu ancak Rabbinden bir rahmet olarak gelmiştir. O halde sakın kafirlere arka çıkma"
(Kasas, 86)
"Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu ayetlerden alıkoymasınlar. Rabbine davet et.
Asla müşriklerden olma. Allah ile birlikte başka bir İlaha tabip yalvarma! O'ndan başka ilâh yoktur. O'nun zatından başka her şey yok olacaktır. hüküm onundur ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz"
(Kasas, 87, 88)
ALLAH ELÇİLERİNİN GÖREVİ VAHYİ TEBLİĞ ETMEKTİR.
"Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki bir çok millet de (kendilerine tebliğ edileni) yalan saymışlardı. Resüle (elçiye) düşen, yalnız açık bir tebliğdir"
(Ankebut, 18)
Bizler, son vahyin geldiği son ümmet olarak ne vahyin değerini ve ne de Allah ELÇİLERİNİN değerini anlayamadık.
MESELA,
Allah'ın ELÇİLERİNİN birbirinden ayırdık, birine verdiğimiz önemi diğerlerine tanımadık, Allah elçisi. Muhammed (as) ı vahiy'den kopardık ki, bu affedilebilir önemsiz bir cinayet değildir.
KUR'AN MADDİ ŞEYLERDE YAZILI OLAN BİR KİTAP DEĞİLDİR.
Dolayısıyla Kur'an'a abdestsiz ve cünup olarak dokunulmaz demek Allah'a büyük bir iftira ve karanlık bir cehalettir.
"Hayır, o (Kur'an), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde yer eden apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkar ederler"
Allah'ın elçisi Muhammed ( as) sadece Kur'an'ı okumuş, onu tebliğ etmiş ve yalnız ona uymuştur.
(Ey Resül! ) Kur'an'ı (okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı) sana farz kılan Allah, elbette seni yine dönülecak yere döndürecektir.
De ki: Rabbim, kimin hidayet getirdiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir"
(Kasas, 85) Din ve hüküm, helal ve haram kılıcı olarak Allah'ın kitabından başka bir kaynak edinmek şirktir.
(Ey Resül! )Sen, bu kitabın sana vahyolunacağını ummuyordun. Bu ancak Rabbinden bir rahmet olarak gelmiştir. O halde sakın kafirlere arka çıkma"
(Kasas, 86)
"Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu ayetlerden alıkoymasınlar. Rabbine davet et.
Asla müşriklerden olma. Allah ile birlikte başka bir İlaha tabip yalvarma! O'ndan başka ilâh yoktur. O'nun zatından başka her şey yok olacaktır. hüküm onundur ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz"
(Kasas, 87, 88)
ALLAH ELÇİLERİNİN GÖREVİ VAHYİ TEBLİĞ ETMEKTİR.
"Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki bir çok millet de (kendilerine tebliğ edileni) yalan saymışlardı. Resüle (elçiye) düşen, yalnız açık bir tebliğdir"
(Ankebut, 18)
Bizler, son vahyin geldiği son ümmet olarak ne vahyin değerini ve ne de Allah ELÇİLERİNİN değerini anlayamadık.
MESELA,
Allah'ın ELÇİLERİNİN birbirinden ayırdık, birine verdiğimiz önemi diğerlerine tanımadık, Allah elçisi. Muhammed (as) ı vahiy'den kopardık ki, bu affedilebilir önemsiz bir cinayet değildir.
KUR'AN MADDİ ŞEYLERDE YAZILI OLAN BİR KİTAP DEĞİLDİR.
Dolayısıyla Kur'an'a abdestsiz ve cünup olarak dokunulmaz demek Allah'a büyük bir iftira ve karanlık bir cehalettir.
"Hayır, o (Kur'an), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde yer eden apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkar ederler"
(Ankebut, 49)
İNSANLIK TARİHİNDE DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY: Kur'an ile beraber İnsanlık tarihi bize şunu gösterdi.
Bir gün ateşli silahlar icat edilse, insanların ayaklarını yerden kesecek araçlar icat edilse, insanları havada uçuracak vasıtalar yapılsa, dünyanın bütün bilgileri bir tablete sığdırılacak olsa,
atom enerjisi özgür kalsa, gezegenler arası yolculuklar yapılsa,
denizler bir asa ile yarılacak olsa, Kur'an gibi tehvid kitabı nazil olsa, Muhammed (Aleyhisselam) gibi bir muvahhid gelse, kanser ile beraber her türlü hastalığa çare bulunsa
dahi tek bir şeyin çaresi olmayacaktır.
İnancı, ahlakı, fikri, duygusu, irfanı ve vicdanı bulunmayan akılsız adamlara tapınmama çaresi ve yolu bulunmayacaktır.
Yani kula kulluk, iki ayaklı buzağıya tapma, dünya menfaatine, heva ve hevese, altın ve gümüşe, kadın ve şehvete, para ve pula, dünya ve toprağa makam ve mertebeye, koltuk ve kariyere, ırka ve devlete kulluk etme devam edecektir.
insanlık tarihinde her zaman ve zeminde icat ve yetenekte, bilim ve teknolojide bir değişim ve dönüşüm olacaktır.
Fakat din adına soygun yapmada, Allah ile aldatmada müspet yönde hiçbir değişim meydana gelmeyecektir.
İnsanlık tarihinde her konuda çok mesafeler kat edildi, yaşam standartları değişti, hayat şartları kolaylaştı fakat kula kulluk etmeme konusunda bir arpa boyu yol alınmadı.
Hatta bu konuda geriye doğru gidildi bile denilebilir.
Çok ilginç, hayat standartları ileriye doğru geliştikçe, medeniyette hayat şartları geliştikçe kula kulluk ve şırk'te geriye doğru bir gelişme gerçekleşti.
Hayret, insan idrak ve şuuru nasıl bu kadar kapalı olabilir.
Özgürlük aşıkları ve hakikat avcıları nasıl sapık ve tehlikeli görülebilir.
Akılsızlık ve düşüncesizlik nasıl bu kadar dibe vurabilir esfeli sâfilin olur.
Yani maddi olarak her sorun çözülebilir, dünya gül gülistan olabilir, ama şirk, hululiyyet inancı, tasavvuf ve tarikatların egemenliği, kula kulluk, mahluka ibadet, batınilik kiyamet gününe kadar devam edecektir.
Çünkü "Çoğunluğu şirk koşmadan Allah'a iman etmemektedir" (Yusuf, 106)
Kuran bize şunu açık olarak ders vermiştir.
"En tehlikeli insan az anlayan, hiç düşünmeyen, asla sorgulamayan, aklını kullanmayan, körü körüne fanatik İnanan insandır.
Son söz:
Tevhid,
Allah'tan başka hiç kimsenin iradesine teslim olmadan, hiçbir güce boyun eğmeden, hiç bir makamın el ve eteğini öpmeden hürriyet içinde yaşamaktır.
Bir gün ateşli silahlar icat edilse, insanların ayaklarını yerden kesecek araçlar icat edilse, insanları havada uçuracak vasıtalar yapılsa, dünyanın bütün bilgileri bir tablete sığdırılacak olsa,
atom enerjisi özgür kalsa, gezegenler arası yolculuklar yapılsa,
denizler bir asa ile yarılacak olsa, Kur'an gibi tehvid kitabı nazil olsa, Muhammed (Aleyhisselam) gibi bir muvahhid gelse, kanser ile beraber her türlü hastalığa çare bulunsa
dahi tek bir şeyin çaresi olmayacaktır.
İnancı, ahlakı, fikri, duygusu, irfanı ve vicdanı bulunmayan akılsız adamlara tapınmama çaresi ve yolu bulunmayacaktır.
Yani kula kulluk, iki ayaklı buzağıya tapma, dünya menfaatine, heva ve hevese, altın ve gümüşe, kadın ve şehvete, para ve pula, dünya ve toprağa makam ve mertebeye, koltuk ve kariyere, ırka ve devlete kulluk etme devam edecektir.
insanlık tarihinde her zaman ve zeminde icat ve yetenekte, bilim ve teknolojide bir değişim ve dönüşüm olacaktır.
Fakat din adına soygun yapmada, Allah ile aldatmada müspet yönde hiçbir değişim meydana gelmeyecektir.
İnsanlık tarihinde her konuda çok mesafeler kat edildi, yaşam standartları değişti, hayat şartları kolaylaştı fakat kula kulluk etmeme konusunda bir arpa boyu yol alınmadı.
Hatta bu konuda geriye doğru gidildi bile denilebilir.
Çok ilginç, hayat standartları ileriye doğru geliştikçe, medeniyette hayat şartları geliştikçe kula kulluk ve şırk'te geriye doğru bir gelişme gerçekleşti.
Hayret, insan idrak ve şuuru nasıl bu kadar kapalı olabilir.
Özgürlük aşıkları ve hakikat avcıları nasıl sapık ve tehlikeli görülebilir.
Akılsızlık ve düşüncesizlik nasıl bu kadar dibe vurabilir esfeli sâfilin olur.
Yani maddi olarak her sorun çözülebilir, dünya gül gülistan olabilir, ama şirk, hululiyyet inancı, tasavvuf ve tarikatların egemenliği, kula kulluk, mahluka ibadet, batınilik kiyamet gününe kadar devam edecektir.
Çünkü "Çoğunluğu şirk koşmadan Allah'a iman etmemektedir" (Yusuf, 106)
Kuran bize şunu açık olarak ders vermiştir.
"En tehlikeli insan az anlayan, hiç düşünmeyen, asla sorgulamayan, aklını kullanmayan, körü körüne fanatik İnanan insandır.
Son söz:
Tevhid,
Allah'tan başka hiç kimsenin iradesine teslim olmadan, hiçbir güce boyun eğmeden, hiç bir makamın el ve eteğini öpmeden hürriyet içinde yaşamaktır.
İNSANLARIN İRADESİNE KİM HAKİM OLACAK?
(5. YAZI)
Allah'ın iradesi dışında beşeri iradeleri hakim kılarsınız, o zaman insanların sayısı kadar iradeler ortaya çıkar, demiştik.
İrade fazlalığı şekillenmekle kargaşa ve kaos hakim olur.
Ben diyorum benim iradem hakim olsun, O benim iradem hakim olsun, diğeri benim iradem hakim olsun, herkes benim iradem ve algım doğrultusunda hareket edilsin, herkes benim algım geçerli olsun diyecektir.
Peki kimin iradesi ve hükmü geçerli olsun?
İşte bununla alakalı Yusuf (Aleyhisselam) zindan arkadaşlarına şöyle sesleniyor.
"Ey zindan arkadaşlarım!
Çeşitli Rabler edinmek mi daha hayırlı, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı? (Yusuf, 39)
"Allah'ı bırakıp da kulluk ettikleriniz, sizin ve atalarınızın taktığı bir takım boş isimlerden başka bir şey değildir.
Allah Onlar hakkında (doğru yolda olduklarına dair) hiçbir şey indirmemiştır.
Hüküm (ve irade) sadece Allah'a aittir.
O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir.
İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"
( Yusuf,40)
Dolayısıyla dinde algı ve hüküm çatışması meydana geldiği zaman iradeler çatışması şekilleniyor.
Farklı iradeler çatışma alanına çıkıp ihtilaf, kargaşa ve kaos zincirleme olarak toplumun tevhid ahlakını ve vahdetini felç ediyor.
Allah'ın iradesi ve hükmü olan Kur'an mı egemen olacak?
Yani Allah'ın ilmi ve iradesiyle indirilen vahiy dinimi geçerli olacak?
Yoksa insanlar tarafından uydurulan ve sanal olarak din sahasına hüküm olarak sürülen beşeri algılar ve hükümler mi egemen olacak? Allah tarafından bir ilim ve sistem üzere nazil olan Kur'an'ın hükmü mü uygulama sahasına konacak?
Yoksa kaçak ve korsan yollarla gayri meşru olarak var edilen Ehli Sünnet ve Şia'nın yolu mu?
Kur'an'ın iradesi, hidayeti ve rahmeti mi topluma yön verecek ?
Yoksa Allah Resulünden 250 300 sene sonra uydurulan Buhari'nin, Müslimin, Tirmizi'nin hadis çöplüğünden toplama rivayetleri mi?
Hangisi?
Toplum iradesine hakim kim olacak?
Tevhid akidesi olan İslam dini mi?
Sonradan ortaya çıkan fırkalar, cemaatler, ictihatlar, mezhepler, tarikatlar, Şia'lar mı?
Yani Allah'ın hükmü ve iradesi mi?
Beşer'in iradesi ve hükmü mü insanların hayatlarına yön verecek?
(5. YAZI)
Allah'ın iradesi dışında beşeri iradeleri hakim kılarsınız, o zaman insanların sayısı kadar iradeler ortaya çıkar, demiştik.
İrade fazlalığı şekillenmekle kargaşa ve kaos hakim olur.
Ben diyorum benim iradem hakim olsun, O benim iradem hakim olsun, diğeri benim iradem hakim olsun, herkes benim iradem ve algım doğrultusunda hareket edilsin, herkes benim algım geçerli olsun diyecektir.
Peki kimin iradesi ve hükmü geçerli olsun?
İşte bununla alakalı Yusuf (Aleyhisselam) zindan arkadaşlarına şöyle sesleniyor.
"Ey zindan arkadaşlarım!
Çeşitli Rabler edinmek mi daha hayırlı, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı? (Yusuf, 39)
"Allah'ı bırakıp da kulluk ettikleriniz, sizin ve atalarınızın taktığı bir takım boş isimlerden başka bir şey değildir.
Allah Onlar hakkında (doğru yolda olduklarına dair) hiçbir şey indirmemiştır.
Hüküm (ve irade) sadece Allah'a aittir.
O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir.
İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"
( Yusuf,40)
Dolayısıyla dinde algı ve hüküm çatışması meydana geldiği zaman iradeler çatışması şekilleniyor.
Farklı iradeler çatışma alanına çıkıp ihtilaf, kargaşa ve kaos zincirleme olarak toplumun tevhid ahlakını ve vahdetini felç ediyor.
Allah'ın iradesi ve hükmü olan Kur'an mı egemen olacak?
Yani Allah'ın ilmi ve iradesiyle indirilen vahiy dinimi geçerli olacak?
Yoksa insanlar tarafından uydurulan ve sanal olarak din sahasına hüküm olarak sürülen beşeri algılar ve hükümler mi egemen olacak? Allah tarafından bir ilim ve sistem üzere nazil olan Kur'an'ın hükmü mü uygulama sahasına konacak?
Yoksa kaçak ve korsan yollarla gayri meşru olarak var edilen Ehli Sünnet ve Şia'nın yolu mu?
Kur'an'ın iradesi, hidayeti ve rahmeti mi topluma yön verecek ?
Yoksa Allah Resulünden 250 300 sene sonra uydurulan Buhari'nin, Müslimin, Tirmizi'nin hadis çöplüğünden toplama rivayetleri mi?
Hangisi?
Toplum iradesine hakim kim olacak?
Tevhid akidesi olan İslam dini mi?
Sonradan ortaya çıkan fırkalar, cemaatler, ictihatlar, mezhepler, tarikatlar, Şia'lar mı?
Yani Allah'ın hükmü ve iradesi mi?
Beşer'in iradesi ve hükmü mü insanların hayatlarına yön verecek?
ŞİA VE EHL'İ SÜNNET DİNİNİN KUTSALLARI:
Sünni'lerin uydurma kutsal kaynakları:
Buhari (ö-H-256-M, 869)
Müslim (ö-H-261-M-875)
Tirmizi (ö-H-279-M-892)
Ebu Davud (ö-H 275-M-888)
İbni Mace ve Nesai hadis kitaplarıdır.
Şii'lerin uydurma kutsal kaynakları:
Küleyni'nin(H-328 M-939) kâfi'si
Ebu Cafer İbni Babeveyh el Kummi (H-381-M-991) nin Men lé yahduruhul-Fakih
Üçüncü ve dördüncü kaynaklar Ebu Cafer et-Tusi(H-460-M-1067) ye aittir.
Bunlar, Tehzibul-Ahkam ve el-İstibsar adlı hadis kitaplarıdır.
Buhari'nin sünniler arasında sahip olduğu şöhret ne ise Şiiler arasında da aynı değere sahip Küleyni'nin el-Kâfi adlı eseridir.
Ehli sünnet dininde dört halife ile Ebu Hüreyre, Enes bin Mâlik, Talha bin Ubeydullah, Muaviye bin Ebi Süfyan gibi sahabeler kutsal olarak görülür.
Aynı zamanda Sünniler kaynakları itibariyle bütün sahabeleri gökteki yıldızlar gibi masum ve günahsız olarak telakki ederler.
Şia ise Gadir Hum'da Hz. Ali'nin imamet ve hilafetine biat ettikten sonra Sakifede Ebu Bekir'i halife olarak seçtikleri için dördü dışında bütün sahabelerin dinden dönüp zalim olduklarını iddia ederler.
Şia'nın hadis kaynaklarına göre mürted olmayan dört sahabi şunlardır.
Ebu Zer el Gifari, Mikdat bin Esved, Selman-ı Fârisi, Ammar bin Yasir.
Şia'ya göre Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz Fatma ve beklenen
Mehdi (Mehdi-i Muntazır) ile birlikte geri kalan dokuz imam Allah tarafından bütün günahlardan tertemiz kılınmışlardır.
Sahih kaynaklarına göre delil şu âyettir.
",,,Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"
(Ahzab, 33)
Şia'ya göre, Kerbela, Kum, Küfe gibi şehirler kutsaldır.
Ehli sünnet'e göre Şam, Kudüs gibi şehirler kutsaldır.
Şia'ya göre Ali bin Ebi Talib Allah'ın arslan'ıdır.
Ehli sünnet'e göre Halid bin Velid Allah'ın Kılıcıdır.
Bu listeyi bir hayli uzatmak mümkündür.
Allah'ın, Kur'an'ı Mübin'de neden Yahudi ve Hiristiyanlara çok fazla yer ayırdığını merak eden, Şia ve Ehli sünnetin kaynaklarına, inançlarına ve ahlaklarına bir baksın.
İnsanlık tarihinde Şia ve Ehli sünnet dini kadar birbirine zıt ve birbirlerine düşman başka bir toplum gelmemiştir.
Şia ve Ehli sünnet, uydurma kutsal kaynakları yüzünden kıyamete kadar aralarında bir kardeşlik olmayacak ve beyinlerinde barış kurulmayacaktır.
Sünni'lerin uydurma kutsal kaynakları:
Buhari (ö-H-256-M, 869)
Müslim (ö-H-261-M-875)
Tirmizi (ö-H-279-M-892)
Ebu Davud (ö-H 275-M-888)
İbni Mace ve Nesai hadis kitaplarıdır.
Şii'lerin uydurma kutsal kaynakları:
Küleyni'nin(H-328 M-939) kâfi'si
Ebu Cafer İbni Babeveyh el Kummi (H-381-M-991) nin Men lé yahduruhul-Fakih
Üçüncü ve dördüncü kaynaklar Ebu Cafer et-Tusi(H-460-M-1067) ye aittir.
Bunlar, Tehzibul-Ahkam ve el-İstibsar adlı hadis kitaplarıdır.
Buhari'nin sünniler arasında sahip olduğu şöhret ne ise Şiiler arasında da aynı değere sahip Küleyni'nin el-Kâfi adlı eseridir.
Ehli sünnet dininde dört halife ile Ebu Hüreyre, Enes bin Mâlik, Talha bin Ubeydullah, Muaviye bin Ebi Süfyan gibi sahabeler kutsal olarak görülür.
Aynı zamanda Sünniler kaynakları itibariyle bütün sahabeleri gökteki yıldızlar gibi masum ve günahsız olarak telakki ederler.
Şia ise Gadir Hum'da Hz. Ali'nin imamet ve hilafetine biat ettikten sonra Sakifede Ebu Bekir'i halife olarak seçtikleri için dördü dışında bütün sahabelerin dinden dönüp zalim olduklarını iddia ederler.
Şia'nın hadis kaynaklarına göre mürted olmayan dört sahabi şunlardır.
Ebu Zer el Gifari, Mikdat bin Esved, Selman-ı Fârisi, Ammar bin Yasir.
Şia'ya göre Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz Fatma ve beklenen
Mehdi (Mehdi-i Muntazır) ile birlikte geri kalan dokuz imam Allah tarafından bütün günahlardan tertemiz kılınmışlardır.
Sahih kaynaklarına göre delil şu âyettir.
",,,Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"
(Ahzab, 33)
Şia'ya göre, Kerbela, Kum, Küfe gibi şehirler kutsaldır.
Ehli sünnet'e göre Şam, Kudüs gibi şehirler kutsaldır.
Şia'ya göre Ali bin Ebi Talib Allah'ın arslan'ıdır.
Ehli sünnet'e göre Halid bin Velid Allah'ın Kılıcıdır.
Bu listeyi bir hayli uzatmak mümkündür.
Allah'ın, Kur'an'ı Mübin'de neden Yahudi ve Hiristiyanlara çok fazla yer ayırdığını merak eden, Şia ve Ehli sünnetin kaynaklarına, inançlarına ve ahlaklarına bir baksın.
İnsanlık tarihinde Şia ve Ehli sünnet dini kadar birbirine zıt ve birbirlerine düşman başka bir toplum gelmemiştir.
Şia ve Ehli sünnet, uydurma kutsal kaynakları yüzünden kıyamete kadar aralarında bir kardeşlik olmayacak ve beyinlerinde barış kurulmayacaktır.
KUR'AN'DA ALLAH ELÇİLERİNİN ÖNEMİ:
(47. YAZI)
Allah elçisi Muhammed (as) ın Kur'an'dan başka mucizesi yoktur.
"Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mücizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım"
(Ankebut, 50)
Yukarıdaki âyette bulunan "Mücizeler ancak Allah'ın katındadır" cümlesi, Allah Resülünün mucize göstermesini imkansız kılıyor.
Yani olağanüstü şeyler yaratmaya kadir olan sadece Allah'tır.
Çünkü mücize olarak Kur'an ve kainatta bulunan mücizeler yeterlidir, başka mücizelere gerek yoktur.
İşte delil:
"Kendilerine okunmakta olan kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi?
Elbette iman eden bir toplum için onda rahmet ve ibret vardır"
(Ankebut,51)
(Ey Resul! )
Deki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter.
O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilir. Batıla inanıp Allah'ı inkâr edenler var ya, işte ziyana uğrayacak olanlar bunlardır"
(Ankebut, 52)
"Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkibetlerinin nasıl olduğuna bıkmadılar mı?
Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler, yeryüzünü kazıp alt üst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi.
Elçileri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı"
(Rum, 9)
"Sonunda, Allah'ın âyetlerini yalan sayarak ve onları alaya alarak kötülük yapanların âkibetleri pek fena oldu"
(Rum, 10)
Yukarıda 9. âyette bulunan "Elçileri, onlara da nice açık deliller getirmişmişlerdi" ile hemen arkasında gelen
"Sonunda, Allah'ın âyetlerini yalan sayarak ve onları alaya alarak kötülük yapanlar âkibetleri pek fena oldu" 10. âyet,
Allah ELÇİLERİNİN kavimlerini sadece vahiy ile uyardıklarını gösteriyor.
Dolayısıyla Allah elçilerini vahiy'den ayırmamak çok önemlidir.
Yani Nebi ve Allah'ın Resulü olan Muhammed (as) a nispet edilen bütün hadisler yalandır.
Kur'an'a uygun düşse de hadislere hiç bir zaman itibar edilmez.
Çünkü Allah Resulü adına uydurulan sözleri Kur'an'a ortak etmiş oluruz ki, bu şirk'tir.
"Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık onlar seni bu âyetlerden alıkoymasınlar, Sadece Rabbine(Kur'an'a) davet et. Asla müşriklerden olma"
(Kasas, 87)
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
(Enbiya, 45)
Allah Resulü adına uydurulan bütün hadisler Kur'an ve tevhid akidesine ölümcül bir darbe oldukları için ağır bir küfürdür.
(47. YAZI)
Allah elçisi Muhammed (as) ın Kur'an'dan başka mucizesi yoktur.
"Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mücizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım"
(Ankebut, 50)
Yukarıdaki âyette bulunan "Mücizeler ancak Allah'ın katındadır" cümlesi, Allah Resülünün mucize göstermesini imkansız kılıyor.
Yani olağanüstü şeyler yaratmaya kadir olan sadece Allah'tır.
Çünkü mücize olarak Kur'an ve kainatta bulunan mücizeler yeterlidir, başka mücizelere gerek yoktur.
İşte delil:
"Kendilerine okunmakta olan kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi?
Elbette iman eden bir toplum için onda rahmet ve ibret vardır"
(Ankebut,51)
(Ey Resul! )
Deki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter.
O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilir. Batıla inanıp Allah'ı inkâr edenler var ya, işte ziyana uğrayacak olanlar bunlardır"
(Ankebut, 52)
"Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkibetlerinin nasıl olduğuna bıkmadılar mı?
Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler, yeryüzünü kazıp alt üst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi.
Elçileri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı"
(Rum, 9)
"Sonunda, Allah'ın âyetlerini yalan sayarak ve onları alaya alarak kötülük yapanların âkibetleri pek fena oldu"
(Rum, 10)
Yukarıda 9. âyette bulunan "Elçileri, onlara da nice açık deliller getirmişmişlerdi" ile hemen arkasında gelen
"Sonunda, Allah'ın âyetlerini yalan sayarak ve onları alaya alarak kötülük yapanlar âkibetleri pek fena oldu" 10. âyet,
Allah ELÇİLERİNİN kavimlerini sadece vahiy ile uyardıklarını gösteriyor.
Dolayısıyla Allah elçilerini vahiy'den ayırmamak çok önemlidir.
Yani Nebi ve Allah'ın Resulü olan Muhammed (as) a nispet edilen bütün hadisler yalandır.
Kur'an'a uygun düşse de hadislere hiç bir zaman itibar edilmez.
Çünkü Allah Resulü adına uydurulan sözleri Kur'an'a ortak etmiş oluruz ki, bu şirk'tir.
"Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık onlar seni bu âyetlerden alıkoymasınlar, Sadece Rabbine(Kur'an'a) davet et. Asla müşriklerden olma"
(Kasas, 87)
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
(Enbiya, 45)
Allah Resulü adına uydurulan bütün hadisler Kur'an ve tevhid akidesine ölümcül bir darbe oldukları için ağır bir küfürdür.
ANADOLU HALKINI..KİM CAHİL BIRAKTI..
Emevi-Abbasi-Osmanlının Ehli sünnet âlimleri Kur'an ilminden ve tevhid ahlakından doğu ile batı kadar ümmeti uzaklaştırdıkları için, millet dinin en basit bir meselesini bile anlamaktan âcizdir.
İDDİA ŞU:
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ve harf devrimi ile millet bir gecede cahil bırakıldı.
Veya, Cumhuriyetin kurucuları Kur'an'ı yasakladılar, işte bu yüzden millet din bakımından cahil kaldı.
On sene önce Elazığ Fırat Üniversitesi Türkçe bölümünde okuyan bir öğrenci bana Sultan Abdülhamid Han döneminde Osmanlıca olarak kaleme alınan bir rapor getirdi.
Raporun konusu şu idi:
"ANADOLU HALKININ DİN İLİMLERİ BAKIMINDAN SEVİYELERİNİN TESPİT EDİLMESİ"
İki müfettiş tarafından il, ilçe, kasaba ve köylerde yaşayan insanlarla yapılan araştırmalar ve görüşler bu raporla maarif nezaretine arzedildi.
Raporun son cümlesi şöyle idi.
"Anadolu halkının din namına bildikleri şeyler hurafelerden ibarettir"
Yani bu milleti Kur'an'dan ve tevhid akidesinden uzaklaştıran Cumhuriyet rejimi değil, Osmanlı Devleti Âliyesi'dir!
En azından Osmanlı Devleti Âliyesi! Kur'an ilimleri ve tevhid akidesi istikametinde bu millete zerre kadar bir katkısı olmadı.
Altı asır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu Kur'an ve tevhid namına pek çok hizmetler yapabilir, Emevi-Abbasi hurefelerinin bir çoğunu ayıklayabilirdi.
Bırakın Emevi-Abbasi hurafelerini dinden ayıklamak, kendisi üzerine bin kat yalan ve iftira ekledi.
Ben her zaman şunu söylüyorum, Ehli sünnet dini Emeviler döneminde uyduruldu, Abbasiler döneminde yazıldı, Osmanlı Devleti döneminde yaşandı.
Yani cenazeyi yıkamanın imamın işi olmadığını halk bilmiyorsa bu ayıp Cumhuriyetin değil, Osmanlı Devletinin ayıbıdır.
Cenazeyi akrabalar yıkar, hiç bir dua ve hiç bir işlem yapılmaz bayağı gusül yaptırılır.
KUR'AN'I RİVAYETLER YOLUYLA ASIL YASAKLAYAN EMEVİ-ABBASİ EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİ VE MUHADDİSLERİDİR. Ali Aydın
Emevi-Abbasi-Osmanlının Ehli sünnet âlimleri Kur'an ilminden ve tevhid ahlakından doğu ile batı kadar ümmeti uzaklaştırdıkları için, millet dinin en basit bir meselesini bile anlamaktan âcizdir.
İDDİA ŞU:
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ve harf devrimi ile millet bir gecede cahil bırakıldı.
Veya, Cumhuriyetin kurucuları Kur'an'ı yasakladılar, işte bu yüzden millet din bakımından cahil kaldı.
On sene önce Elazığ Fırat Üniversitesi Türkçe bölümünde okuyan bir öğrenci bana Sultan Abdülhamid Han döneminde Osmanlıca olarak kaleme alınan bir rapor getirdi.
Raporun konusu şu idi:
"ANADOLU HALKININ DİN İLİMLERİ BAKIMINDAN SEVİYELERİNİN TESPİT EDİLMESİ"
İki müfettiş tarafından il, ilçe, kasaba ve köylerde yaşayan insanlarla yapılan araştırmalar ve görüşler bu raporla maarif nezaretine arzedildi.
Raporun son cümlesi şöyle idi.
"Anadolu halkının din namına bildikleri şeyler hurafelerden ibarettir"
Yani bu milleti Kur'an'dan ve tevhid akidesinden uzaklaştıran Cumhuriyet rejimi değil, Osmanlı Devleti Âliyesi'dir!
En azından Osmanlı Devleti Âliyesi! Kur'an ilimleri ve tevhid akidesi istikametinde bu millete zerre kadar bir katkısı olmadı.
Altı asır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu Kur'an ve tevhid namına pek çok hizmetler yapabilir, Emevi-Abbasi hurefelerinin bir çoğunu ayıklayabilirdi.
Bırakın Emevi-Abbasi hurafelerini dinden ayıklamak, kendisi üzerine bin kat yalan ve iftira ekledi.
Ben her zaman şunu söylüyorum, Ehli sünnet dini Emeviler döneminde uyduruldu, Abbasiler döneminde yazıldı, Osmanlı Devleti döneminde yaşandı.
Yani cenazeyi yıkamanın imamın işi olmadığını halk bilmiyorsa bu ayıp Cumhuriyetin değil, Osmanlı Devletinin ayıbıdır.
Cenazeyi akrabalar yıkar, hiç bir dua ve hiç bir işlem yapılmaz bayağı gusül yaptırılır.
KUR'AN'I RİVAYETLER YOLUYLA ASIL YASAKLAYAN EMEVİ-ABBASİ EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİ VE MUHADDİSLERİDİR. Ali Aydın
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)