GERÇEKTEN ÇOK ZOR BİR MANZARA
Bazen öyle zor bir ortamda bulunuyoruz ki, karşınızdaki mezhepçi arkadaş hayatı boyunca Kur'an ın manası olduğunu, Kur'an'ın üzerinde tefekkür etme
(Nisa, 82) aklı kullanmyanların pisliğe mahkum olduklarını (Yunus, 100) ataların ve babaların dininin batıl olduğu
(Bakara, 170; Mâide, 104; Lokman, 21; Zuhruf, 23, 24) ile ilgili hayatında hiçbir şey duymamış, başlıyor hurafe ve yalan anlatmaya, hakkında iki bin âyet bulunan
tevhid ve şirk'ten kimse ona hiç bir söz etmemiş, İslam'ın, dinin, tevhid akidesinin ne anlama geldiğini bilmeden 1400 yıldan beri devam edip gelen yalan ve iftiraları tekrar edip duruyor.
Şimdi böyle bir ortamda son derece karanlık bir cehalet içinde bulunan insanlara bir saat içinde neler anlatabilirsiniz ?
Kur'an'ın tek kaynak olduğunu, dinin Allah Resulü döneminde indirilen vahiy'le tamamlandığını
(Mâide, 3; En'am, 115) Allah elçilerinin sadece vahiyle ikaz ve uyarı yaptıklarını( En'am, 51; Kaf, 45; Enbiya, 45)
sadece vahye tabi olduklarını( En'am, 106; Yunus, 109; Ahkaf, 9)
Din ve hüküm olarak Kur'an'ın yeterli bir kitap olduğunu (Ankebut, 51)
Yüzlerce âyette Nebi ile Resul arasında bulunan farkları,
Kur'an'da itaat, hak, nur, inzar, istihza, küfür, ittiba, kitab'ı tilavet etme, tebyin, helal ve haram kılma, şikak,
İsyan, icabet, davet, tekzip gibi kavramların Allah, Resul ve vahiy bağlamında kullanıldığını, Kur'an'ın indirilmesiyle
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların belirgin hale geldiğini, Nebi'nin Allah'a karşı birçok yerde hata ettiğini (Tevbe, 113; Tahrim, 1; Enfal, 67)
Nebi makam mertebesinin yirmi üç sene, gece gündüz, her zaman ondan ayrılmayan biri kimlik olduğunu,
fakat Resulü'n kendisine gelen vahiyin insanlara ulaştırılması anlamında resmi bir görev olduğunu (Mâide, 67, 99)
Resul'ün vahye ihanet etmesinin ve Allah'a karşı hata yapmasının mümkün olmadığını (Hakka, 44, 45, 46, 47)
O yüzden de Resul'e itaat etmenin Allah'a itaat etmek olduğunu (Nisa, 80) en önemlisi uydurma din atalarının yani mezhep imamlarının ve âlimlerinin kendilerini aldattığını,
yalan söylediklerini,
muhaddis ve müctehidlerinin Allah Resulü'ne iftira ve ihanet ettiklerini bu gelenekçi hurafecilere anlatmak gerçekten müşkül bir meseledir.
Birer İlâh ve Rab derecesine yükseltilmiş din büyüklerinin kur'an cahili olduklarını anlatmak çok zor oluyor.
Yani günümüzün ümmileri atalarının Allah, Resul ve din hakkında yalan söylediklerini asla kabul etmiyorlar.
Halbuki tarih boyunca her zaman ataların doğru yoldan saptıklarını, yanıldıklarını, dini rant ve menfaat aracı yaptıklarını
(Tevbe, 24; Âli İmran, 187) akıllarını kullanmadıklarını ve hidayetten uzak kaldıklarını yüzlerce âyette haber verilmektedir.
Bir de rivayet ve içtihatlarla tam olarak zihin, akıl, ahlak,
inanç ve amellere kadar yerleştirilen uydurma bir dini aşmak nasıl mümkün hale gelecektir.
Uydurma din zihin ve fikirlere öyle hakim olmuş ki, okuduğunuz onlarca âyet ve temsiller adamlarının kılını bile kıpırdatmaya yetmiyor, hiçbir işe yaramıyor.
Artık öyle bir hal almış ki, kalp Kur'an'a karşı âyetlerin ifadesiyle taştan daha katı hale gelmiştir (Bakara, 74)
1400 yıldan beri uydurma ve iftira din tüm kurumlarıyla öyle muhkem hale gelmiş ki onda bir gedik açmanız imkansız olmuştur.
Böyle bir yapıyı aşarak insanları nasıl Kur'an ile tanıştırma fırsatı yakalayacağız.
Yani bu ümmileri ikna için günlerce anlatmanız gerekenleri bir saat içinde nasıl enjekte edeceksiniz.
Tabii ki bu kadar şirk kirliliğinden sonra artık bünye Kur'an gibi bir temizliği ve saflığı kabul etmiyor.
Her tarafi mikrop kapladıktan sonra temiz ve bol oksijenli bir hava ile karşılaşınca hurafeciler aptallaşmaya ve bunalmaya başlıyorlar.
Yani temiz havanın dozajını yavaş yavaş arttırarak verme imkanınız yok.
İşte böyle bir ortamda hurafeciler atalarından gelen yalanları anlatıyor da anlatıyor.
Bende umutsuzca hurafe ve uydurmaları dinliyorum.
Çünkü bünyeye o derece mikrop yayılmış ki, artık doktorların böyle bir hastayı kendi haline serbest bıraktıkları gibi ben de onu serbest bırakıyorum, ona içimden istediğini anlat diyorum.
Çünkü artık ümitsiz bir vakia karşısında olduğumu görüyorum.
Sapıtmamanın tek yolunun Kur'an olduğunu ataları tarafından iğfal edilen bu insanlara nasıl anlatacağız. (Nisa, 176)
Kur'an öyle ihmal edilmiş, öyle saf dışı edilmiş bir kitaptır ki, on dört asırdan beri her gün anlatılması gereken bir hakikatı ümmetin kahir ekseriyeti daha yeni duyuyor.
Ve hakikatın avcılarına büyük bir tepki gösteriyorlar.
Çünkü atalarından böyle bir şey duymamışlar,(Müminün, 24)
Yani önünüzde kayadan daha sarp dağlar var, siz ise bir çakı veya bir çay kaşığıyla yol açmaya çalışıyorsunuz.
İşte bu uydurma dinin mensuplarına gerçekleri kabul ettirmek bu derece zordur.
Kırk seneden beri Şia ve Ehli Sünnet'in kaynaklarını okuyorum, Kur'an'ın manasını anlama, Kur'an'ın üzerine tefekkür etme ile ilgili hiçbir şey okumadım.
Zannedersiniz ki Allah tarafından indirilen Kur'an'ı Mübin'de tevhid ve şirk ile ilgili hiçbir şey yoktur.
MESELA,
Cemaat ve tarikatlar, acaba birgün, bir kere cemaatlerlerine Kur'an'ı anlamak ve Tevhid ile ilgili bir tane ders yapmişlar mı?
Kur'an Allah tarafından hem tasrif (İsra, 89) hem tefsir(Furkan, 33) hem tafsil (Hud, 1) hem de tebyin(Nahl, 89, Yusuf, 111) edildiğini, Kur'an'ın aslında kaynağından açıklanmış olarak indirildiğini (Âli İmran, 138)
Belâğ bir kitap olarak geldiğini(Âli İmran, 138) Allah Resulü'nün görevinin onu tefsir etmek değil, onu okumak,
(Bakara, 150, Âli İmran, 164) tebliğ etmek (Mâide, 99, Ra'd, 40) yani vahyi duyurmak ve ilan etmek olduğunu nasıl anlatacağız.
Kitapta Allah'ın hiçbir şeyi eksik bırakmadığını (En'am, 38) bütün elçilerin davetinin sadece Allah(vahiy) olduğunu
( Yusuf, 108; Kasas, 87) Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bütün sözlerin Allah'ın tevhid yolundan engelleyen boş sözler olduğunu (Lokman, 6)
hakkın sadece Allah'tan geldiğini( Bakara, 147) hidayet'in indirilen vahiy'den başka bir yerde olmayacağını (Sebe, 50; Bakara 159)
rivayet dininin uydurma ve Allah'a iftira olduğunu, mezheplerin bir şirk kurumu olduğunu, ümmeti fırka fırka yapıp perişan ettiğini, salavatın olmadığını, dinin Allah'a özgü kılınması gerektiğini,
kabir azabının olmadığını, kısacası Şia ve Ehli Sünnet dinlerinin rivayet ve içtihatlarıyla baştan sona kadar yalan olduklarını nasıl anlatacağız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder