26 Haziran 2018 Salı

ŞİA VE EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİ RİVAYET VE İÇTİHATLARIYLA KUR'AN'IN MANASINI TAHRİF ETMİŞLERDİR.
 Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve alimleri rivayet ve içtihatlarıyla Kur'an'da manasını değiştirmedikleri ve manasını bozmadıkları  âyet bırakmamışlardır.
Özellikle Osmanlı'dan itibaren hem Nebi hemde Resul yerine  kullanılan  "peygamber" kelimesi Kur'an'ı korkunç bir şekilde tahrif etmiş  Nebi ile Resul'ün arasında bulunan sistemi darmadağın etmiştir.
Onlarca ayette gördüğümüz üzere, daha önceki vahiy sahipleri olan Yahudi ve Hristiyan din adamları gibi, Şia ve Ehli Sünnet âlimleri de  son vahyi yalanlamış, inkar etmiş, unutmuş, arkalarına atmış ve onu bir rant ve menfaat aracı yapmışlardır.
 Fakat yüce Rabbimizin rahmet ve inayetiyle Kur'an'ın metninin tahrif edilmeden Allah tarafından korunması sebebiyle manası buharlaştırılan âyetlerin gerçek manasını Allah'ın yardım ve desteği sayesinde  ortaya koymaya çalışıyoruz.
Altı Prof'un kaleme aldığı Diyanet Vakfı mealinde  ele alacağımız  âyetlere şöyle bir mana  verilmiştir.
 "Allah'ın nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlayacaktır"
(Tevbe,  32)
 O Allah,  Müşrikler hoşlanmasalar da kendi dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resulü'nü hidayet ve hak din ile gönderendir"
 (Tevbe, 33)
 "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır"
 (Saf, 8)
 "Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için "peygamberini" hidayet ve hak ile gönderen odur"
(Saf, 9 )
"Bütün dinlerden üstün kurmak üzere "peygamberini" hidayet ve hak din  ile gönderen odur. Şahit olarak Allah yeter"
( Fetih, 28)
Bu âyetlerde belirleyici olan ve âyetlere hatalı bir yön veren  "liyuzhirahu" yani "zahara" fiilidir.
 "Zahara" hangi anlama gelmektedir ?
  "Zaharaş-Şey'ü"  sözü aslında bir nesnenin görünürdeki dış tarafında olup gizli olmadığını" ifade eder.
 Yani "göz ve basiret, gözlem ve araştırmak isteyenler için çok açık, âşikâr hale gelen, açığa çıkan her türlü şeyle" ile ilgili kullanılan bir kelimedir.
(Rağıb, müfredat, zahara kelimesi)
"De ki: Rabbim ancak açık (zahara)  ve gizli kötülükleri haram kılmıştır,,,"
(Araf, 33)
" Karada ve denizde fesat arttı, yayıldı, açık hale (zahara) geldi,,,,"
 (Rum,  41)
 "Allah'ın, göklerde ve yerdeki nice varlık ve imkanları sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık (zâhireten) ve gizli olarak size bolca İhsan ettiğini görmediniz mi,,,"
( Lokman, 20)
 Allah tarafından vahiy vasıtasıyla tüm elçilere  indirilen tevhid  dini olan İslam diğer bütün şirk dinlerine karşı zaten üstündür.
Allah tarafından indirilen tevhid anlamında olan  İslam dini  şirk  dinlerinden üstünlüğü tartışılmaz bir gerçektir.
 Fakat  insanlık tarihinde inanç, ahlak, yaşantı, hayat tarzı ve amel  olarak hiçbir zaman tevhid dini olan İslam diğer şirk dinlerine  karşı  bir üstünlük sağlamamıştır. 
Tam aksine Kur'an'ın yüzlerce âyetine baktığımızda  tevhid ehlinin  her zaman ve zeminde  azınlıkta kaldıklarını ve özellikle tevhid ehlinin öncüleri olan Allah elçilerinin  büyük ızdıraplara muhatap olduklarını açık olarak görüyoruz. 
Yani şirk dinine mensup olan zalim zorbalar  son vahiy'den öncede sonrada yaşantı ve ahlak bakımından 
her zaman ve zeminde  hakimiyeti ve üstünlüğü ellerinde bulundurmuşlardır.
 O halde Kur'an'ın bağlam ve  bütünlüğüne  baktığımızda
söz konusu ayetlerde geçen "liyuzhirahu" kelimesine
"üstün kılmak için" gibi bir anlamın verilmesi âyetlerin manalarını  tahrif  etmiştir.
Halbuki  âyetlerde geçen
 "liyuzhirahu" fiiline  "açık olarak ortaya koymak için" gibi bir mealin  verilmesi, 
Kur'an'ın sistemine son derece uygun düşmektedir.
  Çünkü Kur'an'ı Mübin  İslam dininin  yani tevhid inancının üzerinde o derece durmuş, o kadar  yoğun misaller ve anlatımlar ortaya koymuş ki,
artık tevhid konusunda hiç kimsenin  Allah'a karşı bir bahane ve mazeret ileri sürmesi mümkün değildir. 
 Hatta birisi  Kur'an için "tevhid ve güzel ahlak kitabıdır" demiş olsa, hakikaten doğru söylemiş olur.
 insanlar Kur'an'ı  ilk duydukları zaman akıllarına sadece tevhid inancının güzelliği ve şirk'in   çirkinliği gelecektir.
Dolayısıyla âyetlerde geçen "liyuzhirahu" "üstün kılmak için" değil, "açık olarak ortaya koymak için" anlamına gelmektedir.
Zaten Tevbe 32 ile Saf 8 bu anlama destek
 vermektedir.
O halde söz konusu âyetlerde geçen "liyuzhirahu" "üstün kılmak" anlamında değil, "açık olarak bütün yönleriyle  ortaya koymak" anlamına kullanılmıştır.
Tekrar ederek söylüyoruz.
Tevhid dini insanlık tarihinde yaşayış ve amelde, inanç ve ahlakta, fikir ve erdemde diğer şirk dinlere karşı  hiçbir zaman bir üstünlük sağlamamıştır.
Muvahhidler her zaman ve zeminde yok denecek az ve etkisiz bir konuma sahip olmuşlardır.
Hatta Allah elçilerinin yaşadıkları zamanda da böyledir.

24 Haziran 2018 Pazar

KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(20. YAZI)
ÖRNEK 122:
 Enbiya Suresi
"Biz, senden önce de kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını elçi olarak göndermedik,,," 17 ve 25.
 âyetlerde bulunan "nuhi" "vahyettiğimiz" kelimelerini, Ebu Âmir "yuha" (Allah tarafından) "Kendilerine vahyedilen kişiler" olarak okumuştur.
O  zaman âyetlerin manaları şöyle oluyor.
"Biz, senden önce de kendilerine (Allah tarafından) vahyedilen kişilerden başkasını elçi olarak göndermedik"
(Enbiya,7)
"Senden önce de hiçbir Resul göndermedik ki ona "Benden başka ilah yoktur, şu halde sadece bana kulluk edin diye (Allah tarafından)  vahyedilmiş olmasın"
(Enbiya, 25)
 Türkiye, İran, Suriye, Mısır, Suudi Arabistan gibi Âsım kıraatının bulunduğu ülkelerde Enbiya 25. âyetin sonu şöyle bitiyor ",,,,,vahyetmiş olmayalım"
   ÖRNEK 122:
 Enbiya Suresi
"Düşün o günü ki yazılı kitapların tomarını dürer gibi göğü toplayıp düreriz,,,,,"  104. âyetinde bulunan
"Kütüb" "kitaplar" kelimesini,  Ebu Âmir "kitap" yani tekil olarak okumuştur.
 O zaman mana şöyle oluyor.
"Düşün o günü ki,  yazılı "kitab"'ın sahifelerini  dürer  gibi göğü toplayıp düreriz"
 ÖRNEK 123:
 Yunus suresi
"Orada herkes geçmişte yaptıklarının  ne olduğunu anlar ( imtihanını verir) 30. âyetinde bulunan "teblü"
 "anlar" kelimesini, Hamza ve  Kisai "tetlü" "okur" olarak okumuştur.
 O zaman âyetin manası şöyle oluyor.
"Orada herkes geçmişte yaptıklarını okur, yahut  herkes daha önce yaptığı amellere tâbi olur, peşinden gider, yani amelleri onu cennet veya  cehenneme sürükler" şeklinde bir anlam kazanıyor.
 ÖRNEK 124:
 Saf Suresi
"Ey iman edenler!
Allah'ın yardımcıları olun,,," 14. ayetinde bulunan "ensarullah" "Allah'ın yardımcıları" kelimesini, Nâfi  "Ensârun lilléhi" "Allah'a yardımcılar olun" olarak okumuştur.
Yani bu kıraate göre kelime şöyle bir anlamda kazanabilir.
"Ey iman edenler! Allah için (bana) yardımcılar 
QqqqqqqqqqqqqqqÖRNEK 125:
Teğabun süresi
 "Mahşer vaktinde sizi toplayacağı gün,  İşte o gün zarar günüdür.
Ancak kim Allah'a İnanır ve yararlı amel yaparsa, Allah onun kötülüklerini örter,,,, 9. âyetinde bulunan "yükeffir" "örter" kelimesini, Nâfi "nükeffir" "örteriz" olarak okumuştur.
KUR'AN'DA ALLAH, RESUL VE VAHİY BAĞLAMINDA KULLANILAN KAVRAMLAR
(7. YAZI)
 Kur'an'da Küfür kavramı da  (hakikatın üstünü örtme) sadece Allah, vahiy ve Resul için kullanılmıştır.
",,,, yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz (ve tekfurune) (Bakara, 85)
",,, Sen dedi, seni topraktan, sonra nütfeden yaratan, daha sonra seni bir beşer  biçimine sokan Allah'ı inkar mı ettin" (ekeferte)
(Kehf, 37)
 "Allah'ı ve  elçilerini inkar (yekfurune) edenler ve  ve (inanma hususunda) Allah ile elçilerini birbirinden ayırmak isteyip
"Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmını inanmayız" diyenler ve bunlar iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu, işte gerçekten kafirler bunlardır ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
Allah'a ve elçilerine iman eden ve onlardan hiç birini  diğerlerinden ayırmayanlara  gelince işte Allah onlara birgün mükafatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir"
 (Nisa, 150, 151, 152) )
 "Onların infaklarının kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve Resulü'nü inkar etmeleri, salat-a  ancak üşenerek  gelmeleri ve istemeyerek harcamalarından başka bir şey değildir"
( Tevbe,54)
Bütün bu kavramlar gibi "TEBYİN" kavramı da Allah, vahiy ve Resul için kullanılmıştır.
  Allah için kullandığı âyetler.
",,,İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki,  (yubeyyinü)  doğru yolu bulasınız,,,,"
(Âli İmran, 103)
",,, İşte böylece Allah âyetlerini nsanlara açıklar  (yubeyyinü) umulur ki kötülüklerden kırunurlar" (Bakara, 187)
"Allah, düşünüp anlasınlar de ayetlerini insanlara açıklar (yubeyyinü)
( Bakara, 222)
"Allah size İşte böylece âyetlerini açıklar ki,  (yubeyyinü)  düşünüp hakikatı anlayasınız" (Bakara, 242)
VAHİY  için kullandığı âyetler.
"Bu Kur'an bütün insanlara  bir açıklamadır,, (beyan)
Âli  İmran,  138)
",,,, Ayrıca bu kitabı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet  ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik" ( Nahl, 89)
",,,,Bu Kuran uydurabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik  eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır, iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir"
( Yusuf, 111)
 Resul için kullandığı ayetler.
 "Ey Ehli Kitap!  Resulümüz  size kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi, birçok kusurunuzu  da affediyor.  Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi.
Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir"
 (Mâide, 14,  15)
 Yukarıdaki iki âyette tebyin, hidayet ve nur kavramları birbirinin içine  olağanüstü  bir şekilde harmanlanmıştır.
 Allah Resulü kendisine yüklenilen tebliğ görevini yalnız  indirilen vahiy ile yerine getirmektedir.
 "(Resüller) apaçık deliller ve kitaplarla gönderildiler. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik"
( Nahl, 44)
Çünkü yüzlerce âyet var ki, Allah'ın elçileri sadece Allah tarafından indirilen vahiy ile sorumlu tutulmuşlardır.
Ve Allah tarafından indirilen vahiy ile uyarı ve ikaz vazifelerini yerine getirmişlerdir.
(Enbiya, 45; Kaf, 45; En'am, 19,  51)
KUR'AN'IN BAĞLAM VE BÜTÜNLÜĞÜNE BİR ÖRNEK: ŞİRK,
Hadislerin dininden nefret etmeyen gerçek anlamda Allah'ın ilmi ve rahmeti, dini ve ahlakı  olan  Kur'an'a iman etmiş olmaz.
 Veya Kur'an'ı tam olarak benimseyen, dini Allah'a özgü kılan  rivayetlerin uydurma dininden nefret eder, mezheplerin dininden  tiksinir.
 Çünkü Hz. İsa'nın deyimi ile "aynı anda hem krala hem de Allah'a hizmet yapılmaz" aynı batında iki kalp olmaz"
(Ahzab, 4)
 Kur'an'da öyle âyetler var ki, bu âyetler  bir muvahhid için elmas ve pırlantalardan daha değerlidir.
 Bunlardan bir tanesi şu âyettir.
"Andolsun ki, onlara iman eden bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzerine açıkladığımız bir kitap getirdik"
( Araf, 52)
 Âyette geçen "ilim" aynı "hikmet" gibi, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, Kur'an'ın kendi içindeki çözümünü  yani Kur'an'ın sistemini dile getirmektedir.
 İşte Kur'an bunun için muhteşemdir.
Bunun için tarihin en büyük mucizesidir.
 İşte bunun için "onun benzeri meydana getirilemez"
( Bakara- 23, 24; İsra-- 88; Nisa-- 82; Hud-- 13, 14)
 Kur'an'da bütün konuların kurulu bir sistemi, bir anlatım tarzı mevcuttur. (Hicr, 87)
 İşte bundan dolayı Kur'an eşsiz, şaheser  bir kitaptır. 
Çünkü konuların akışı üzerine  peyderpey 23 senede indirildiği  halde, içinde hiçbir çelişki barındırmamaktadır. (Nisa, 82)
 Kendisinden asırlar  önce indirilen Tevrat ve İncil'in sağlamasını yapmaktadır.
 Yani onlarda olan doğruları ortaya koymakta, onlarda meydana gelen tahrifatı gözler önüne sermekte, bir çok Nebi ile Resul'ün tevhid mücadelelerini anlatmakta, mükemmel bir uslup kullanmaktadır.
Kur'an'ın güzelliği ile ilgili ne söylense azdır.
Zaten Allah yüzlerce âyette onun eşsizliğini anlatmaktadır.
Esas konumuza geçelim.
 Âhirette Allah indinde bağışlanmayacak tek günah şirk'tir.
"Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz, ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa büsbütün sapıtmıştır"
( Nisa, 116)
 Âhirette bağışlanmyacak tek günah şirk  olduğu için başta
"Allah'ın dostu, muvahhidlerin  atası" İbrahim (aleyhisselam) olmak üzere bütün Allah elçileri "çocuklarına şirkten uzak kalmalarını şiddetle tavsiye etmişlerdir"
"İbrahim'in dininden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada elçi seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerindendir.
Çünkü Rabbi ona: Müslüman (Muvahhid) ol, demiş o da âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti.
 Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da, "oğullarım! 
Allah sizin için bu dini (tevhidi) seçti. O halde sadece Müslümanlar (Muvahhidler) olarak ölünüz" dediler.
Yoksa Yakub'a ölüm geldiği zaman siz orada mıydınız?
O zaman Yakub okullarına:
 Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti.
Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın  ilâhı  olan tek Allah'a kulluk edeceğiz,  biz ancak ona teslim olmuşuz,  dediler"
(Bakara- 130, 131, 132, 133)
 Âhirette Allah indinde bağışlanmayacak tek günah şirk olduğu için Allah iman edenlere, huzuruna şirk pisliğinden uzak kalarak çıkmalarını,  tevhid dinine sahip çıkmalarını önemle emretmektedir.
 (Hac, 31)
 Yani Allah'ın insanlara en büyük vasiyeti şirk tehlikesinden uzak olmalarıdır.
"Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve  ancak Müslümanlar (muvahhidler) olarak can verin"
( Âli İmran,  102) buyurmuştur.
 Çünkü Rahmân ve Rahim olan Allah "en büyük günah" olan şirki  bağışlamıyordu.
( Nisa- 48, 116)
 Bu arada şu gerçeği de anlamış bulunuyoruz. Şirk'in tam zıttı, dini tamamen Allah'a özgü kılarak "İhlas" ile "müslüman" (muvahhid)  olmaktır. 
Yani "ihlas" uydurmacıların iddia ettiği gibi sadece "ibadetleri Allah için yapmak" değil, dini tamamen Allah'a özgü kılmak olduğunu anlıyoruz.
Dolayısıyla "İhlas, Allah'ın indirmiş olduğu vahyin  yanında din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmemektir.
 (Zümer- 2, 3, 11, 12, 13, 14; Beyyine, 5; Mümin, 65)
Ayrıca Şirkin zıttı "İslam" ve "Müslüman" kavramlarının  olduğunu bir çok âyetten öğreniyoruz.
 Mesela:
Enam- 161, 162, 163; Âli İmran- 67)
 Bütün elçilerin dini şirk'in  tam zıttı olan "İslam dini" idi.
 (Âli İmran- 19; Şura-13)
 "Allah "İslam'dan" başka yani "Tevhid akidesi"nden  başka hiçbir dini kabul etmeyecektir.
(Âli İmran- 85)
 Yusuf (aleyhisselam) bundan dolayı  Allah'tan  "Müslüman" (muvahhid) olarak vefat  etmeyi  istemiştir.
",,, Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim dostumsun. Beni müslüman(muvahhid) olarak vefat ettir ve beni salihler arasına kat"
( Yusuf, 101)
 Şirk  neden affedilmeyen en büyük günahtır?  Çünkü şirk büyük bir zulümdür.
 Bu gerçeği Lokman (aleyhisselam)dan öğreniyoruz.
"Lokman, oğluna öğüt vererek: Evladım! Allah'a şirk koşma! Doğrusu şirk  büyük bir zulümdür,  demişti"
( Lokman, 13)
 Şirk'in dünya ve âhirette insanı yıkıma uğratan  bir büyük bir  zulüm olduğunu şu âyetlerde de görüyoruz.
"İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm  bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır"
(En'am, 82)
 Yukarıdaki âyet gibi bir çok âyette  "iman" ile "şirk"in bir arada olabileceğini, fakat "İslam" ile "şirk"in bir arada bulunmasının mümkün olmadığını da anlıyoruz.
Demek oluyor ki, şirk'ten  uzak olan dünya ve âhirette büyük bir rahmet ve güven içinde olacaktır.
 İşte bu yüzden Allah şöyle buyuruyor.
"Ey iman edenler! Hep birden "silm"e girin.  Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o,  apaçık düşmanınızdır"
( Bakara, 208)
 Şia ve Ehli Sünnet âlimleri yukarıdaki âyette bulunan "silm" kavramına "barış" manasını vermekle âyetin manasını tahrif etmişlerdir.  Çünkü bu ayette bulunan "silm" kavramının "tevhid" yani "İslam dini"  olduğunu şu âyetlerden öğreniyoruz.
"O gün,  ne mal fayda verir nede evlat. Ancak Allah'a "kalbi selim (her türlü şirk'ten arınmış temiz bir kalp) ile gelenler o gün de fayda bulur" (Şuara- 88,89)
"Şirk büyük bir zulüm" olunca "tevhid en büyük adalet" olacaktır. 
"Allah adaleti(tevhid'i)  ayakta tutarak delilleriyle şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilah yoktur.
 Melekler ve ilim(tevhid)  sahipleri de bunu İkrar etmişlerdir. Evet mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilah yoktur"
(Âli İmran, 18)
 ŞÜPHESİZ ALLAH DOĞRUYU BUYURMUŞTUR.
 Yani âhirette  insanı cehennem azabından koruyacak en büyük değer tevhid akidesine sahip olmaktır.

19 Haziran 2018 Salı

KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(19. YAZI)
ÖRNEK 114:
 Yunus Suresi,
 "Firavun dedi ki: Bilgili bütün sihirbazları bana getirin" 79. âyetinde bulunan "bikülli séhirin"
 "Her sihirbazı" kelimesini, Kisai "bikülli sehhérin" "Bütün sihirbazları" yani çoğul olarak  okumuştur.
 ÖRNEK 115:
",,,, Bu Kuran, zulmedenleri  uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla   indirilmiş
 (kendinden önceki ilâhi mesajları ) doğrulayıcı bir kitaptır"
12. âyetinde bulunan "liyunzira" "uyarmak için" kelimesini, Nâfi  "litünzira" uyarman için" olarak okumuştur.
 Yani kıraat imamı  Asım'ı göre uyarıcı "Kur'an" okurken, Nâfi kıraatında  uyarıcı görevini "Kur'an" ile "Elçi" yapmış oluyor.
Kur'an'da  "İnzar" kavramı bir çok ayette hem Allah, hem vahiy ve hem Resul bağlamında kullanılmıştır.
Resul (as)  sadece  indirilen vahiy ile insanları uyarır, Kur'an'ı tebliğ eder ve yalnız vahye tâbi olur. 
 ÖRNEK 116:
 Ahkaf suresi
 "O (rüzgar) Rabb'inin emri ile her şeyi yıkar mahveder. Nitekim o kasırga gelince onların evlerinden başka bir şey görülmez oldu,,,,"
25. âyetinde de bulunan "lé yura illé  mesekinuhum"
"evlerinden başka bir şey  görülmez oldu" kelimesini, Nâfi "lé terâ mesekinuhum" "orada olsaydın evlerinden başka bir şeyi görmez olurdun" olarak okumuştur.
ÖRNEK 117 :
 Muhammed suresi
",,,Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmayacaktır " 4. âyetinde  bulunan "vellezine kutilu"  "öldürülenlere gelince" kelimesini, Nâfi "vellezine  kâtelu"  "savaşanlara gelince" olarak okumuştur.
ÖRNEK 118:  Muhammed suresi",,,,
 "Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: Bazı hususlarda size itaat edeceğiz" demeleridir.  Oysa Allah,
onların gizlediklerini biliyor" 26. etinde bulunan "isrârahum" "gizlediklerini" kelimesini, Nâfi "esrârahum" "sırlarını" olarak olmuştur.
 ÖRNEK 119:
 Taha Suresi
",,,,Fakat biz, o kavmin (mısırlıların) ziynet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık, aynı şekilde Samiri de atmıştı"
 87. âyetinde  bulunan "hummilné" "yüklendik" kelimesini, Ebu Âmir "hamelné" "yükledik" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 120 :
 Taha Suresi
 "O günde sur'a üflenir ve  biz o zaman günahkarları,  gözleri (korkudan) gömgök bir halde mahşerde toplarız"
102. âyetinde bulunan  "yünfehu fissuri" "sur'a üflenir" kelimesini, Ebu Âmir "nenfuhu fissuri" "sur'a üfleriz"  olarak okumuştur.
 ÖRNEK 121:
 Enbiya Suresi
(Elçi) dedi ki: Rabbim, yerde ve gökte (söylenmiş) her sözü bilir,,,"
4. âyetinde bulunan "kâle" (Elçi)  dedi ki: kelimesini Abu Amir "kul Rabbi"
"De ki: Rabbim, 
gökte ve yerde söylenmiş her sözü bilir" olarak okumuştur.
 Yani Abu Âmir'e  göre ayetin başında bulunan "kâle" "dedi" "kul" "de" olarak okunabilir.

17 Haziran 2018 Pazar

KUR'AN'IN BAĞLAM VE BÜTÜNLÜĞÜNE BİR ÖRNEK: ŞİRK,
Hadislerin dininden nefret etmeyen gerçek anlamda Allah'ın ilmi ve rahmeti, dini ve ahlakı  olan  Kur'an'a iman etmiş olmaz.
 Veya Kur'an'ı tam olarak benimseyen, dini Allah'a özgü kılan  rivayetlerin uydurma dininden nefret eder, mezheplerin dininden  tiksinir.
 Çünkü Hz. İsa'nın deyimi ile "aynı anda hem krala hem de Allah'a hizmet yapılmaz" aynı batında iki kalp olmaz"
(Ahzab, 4)
 Kur'an'da öyle âyetler var ki, bu âyetler  bir muvahhid için elmas ve pırlantalardan daha değerlidir.
 Bunlardan bir tanesi şu âyettir.
"Andolsun ki, onlara iman eden bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzerine açıkladığımız bir kitap getirdik"
( Araf, 52)
 Âyette geçen "ilim" aynı "hikmet" gibi, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü, Kur'an'ın kendi içindeki çözümünü  yani Kur'an'ın sistemini dile getirmektedir.
 İşte Kur'an bunun için muhteşemdir.
Bunun için tarihin en büyük mucizesidir.
 İşte bunun için "onun benzeri meydana getirilemez"
( Bakara- 23, 24; İsra-- 88; Nisa-- 82; Hud-- 13, 14)
 Kur'an'da bütün konuların kurulu bir sistemi, bir anlatım tarzı mevcuttur. (Hicr, 87)
 İşte bundan dolayı Kur'an eşsiz, şaheser  bir kitaptır. 
Çünkü konuların akışı üzerine  peyderpey 23 senede indirildiği  halde, içinde hiçbir çelişki barındırmamaktadır. (Nisa, 82)
 Kendisinden asırlar  önce indirilen Tevrat ve İncil'in sağlamasını yapmaktadır.
 Yani onlarda olan doğruları ortaya koymakta, onlarda meydana gelen tahrifatı gözler önüne sermekte, bir çok Nebi ile Resul'ün tevhid mücadelelerini anlatmakta, mükemmel bir uslup kullanmaktadır.
Kur'an'ın güzelliği ile ilgili ne söylense azdır.
Zaten Allah yüzlerce âyette onun eşsizliğini anlatmaktadır.
Esas konumuza geçelim.
 Âhirette Allah indinde bağışlanmayacak tek günah şirk'tir.
"Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz, ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa büsbütün sapıtmıştır"
( Nisa, 116)
 Âhirette bağışlanmyacak tek günah şirk  olduğu için başta
"Allah'ın dostu, muvahhidlerin  atası" İbrahim (aleyhisselam) olmak üzere bütün Allah elçileri "çocuklarına şirkten uzak kalmalarını şiddetle tavsiye etmişlerdir"
"İbrahim'in dininden kendini bilmez ahmaklardan başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada elçi seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerindendir.
Çünkü Rabbi ona: Müslüman (Muvahhid) ol, demiş o da âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti.
 Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da, "oğullarım! 
Allah sizin için bu dini (tevhidi) seçti. O halde sadece Müslümanlar (Muvahhidler) olarak ölünüz" dediler.
Yoksa Yakub'a ölüm geldiği zaman siz orada mıydınız?
O zaman Yakub okullarına:
 Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti.
Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın  ilâhı  olan tek Allah'a kulluk edeceğiz,  biz ancak ona teslim olmuşuz,  dediler"
(Bakara- 130, 131, 132, 133)
 Âhirette Allah indinde bağışlanmayacak tek günah şirk olduğu için Allah iman edenlere, huzuruna şirk pisliğinden uzak kalarak çıkmalarını,  tevhid dinine sahip çıkmalarını önemle emretmektedir.
 (Hac, 31)
 Yani Allah'ın insanlara en büyük vasiyeti şirk tehlikesinden uzak olmalarıdır.
"Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve  ancak Müslümanlar (muvahhidler) olarak can verin"
( Âli İmran,  102) buyurmuştur.
 Çünkü Rahmân ve Rahim olan Allah "en büyük günah" olan şirki  bağışlamıyordu.
( Nisa- 48, 116)
 Bu arada şu gerçeği de anlamış bulunuyoruz. Şirk'in tam zıttı, dini tamamen Allah'a özgü kılarak "İhlas" ile "müslüman" (muvahhid)  olmaktır. 
Yani "ihlas" uydurmacıların iddia ettiği gibi sadece "ibadetleri Allah için yapmak" değil, dini tamamen Allah'a özgü kılmak olduğunu anlıyoruz.
Dolayısıyla "İhlas, Allah'ın indirmiş olduğu vahyin  yanında din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak kabul etmemektir.
 (Zümer- 2, 3, 11, 12, 13, 14; Beyyine, 5; Mümin, 65)
Ayrıca Şirkin zıttı "İslam" ve "Müslüman" kavramlarının  olduğunu bir çok âyetten öğreniyoruz.
 Mesela:
Enam- 161, 162, 163; Âli İmran- 67)
 Bütün elçilerin dini şirk'in  tam zıttı olan "İslam dini" idi.
 (Âli İmran- 19; Şura-13)
 "Allah "İslam'dan" başka yani "Tevhid akidesi"nden  başka hiçbir dini kabul etmeyecektir.
(Âli İmran- 85)
 Yusuf (aleyhisselam) bundan dolayı  Allah'tan  "Müslüman" (muvahhid) olarak vefat  etmeyi  istemiştir.
",,, Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim dostumsun. Beni müslüman(muvahhid) olarak vefat ettir ve beni salihler arasına kat"
( Yusuf, 101)
 Şirk  neden affedilmeyen en büyük günahtır?  Çünkü şirk büyük bir zulümdür.
 Bu gerçeği Lokman (aleyhisselam)dan öğreniyoruz.
"Lokman, oğluna öğüt vererek: Evladım! Allah'a şirk koşma! Doğrusu şirk  büyük bir zulümdür,  demişti"
( Lokman, 13)
 Şirk'in dünya ve âhirette insanı yıkıma uğratan  bir büyük bir  zulüm olduğunu şu âyetlerde de görüyoruz.
"İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm  bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır"
(En'am, 82)
 Yukarıdaki âyet gibi bir çok âyette  "iman" ile "şirk"in bir arada olabileceğini, fakat "İslam" ile "şirk"in bir arada bulunmasının mümkün olmadığını da anlıyoruz.
Demek oluyor ki, şirk'ten  uzak olan dünya ve âhirette büyük bir rahmet ve güven içinde olacaktır.
 İşte bu yüzden Allah şöyle buyuruyor.
"Ey iman edenler! Hep birden "silm"e girin.  Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o,  apaçık düşmanınızdır"
( Bakara, 208)
 Şia ve Ehli Sünnet âlimleri yukarıdaki âyette bulunan "silm" kavramına "barış" manasını vermekle âyetin manasını tahrif etmişlerdir.  Çünkü bu ayette bulunan "silm" kavramının "tevhid" yani "İslam dini"  olduğunu şu âyetlerden öğreniyoruz.
"O gün,  ne mal fayda verir nede evlat. Ancak Allah'a "kalbi selim (her türlü şirk'ten arınmış temiz bir kalp) ile gelenler o gün de fayda bulur" (Şuara- 88,89)
"Şirk büyük bir zulüm" olunca "tevhid en büyük adalet" olacaktır. 
"Allah adaleti(tevhid'i)  ayakta tutarak delilleriyle şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilah yoktur.
 Melekler ve ilim(tevhid)  sahipleri de bunu İkrar etmişlerdir. Evet mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilah yoktur"
(Âli İmran, 18)
 ŞÜPHESİZ ALLAH DOĞRUYU BUYURMUŞTUR.
 Yani âhirette  insanı cehennem azabından koruyacak en büyük değer tevhid akidesine sahip olmaktır.

14 Haziran 2018 Perşembe

TEVHİD NE DEMEKTİR ?
Dinin özü, beyni ve temel kâidesi tevhid akidesidir.
Nebi ve Resul'lere  vahiy'lerin gönderiliş sebebi tevhid'tir. Tevhid, din ve hüküm olarak Allah'ın âyetlerinden ve O'nun sözunden başka bir söze iman etmemektir. (Casiye, 6 --Mürselat, 50
Kur'an için "tevhid ve güzel ahlak kitabı'dır" diyen, doğru söylemiştir.
(Cin, 1, 2,3-- Ahkaf, 29, 30-- Enbiya, 25;  Zümer, 64, 65, 66)
Allah tarafından indirilen Tevhid dini yoksa,  insanlar tarafından uydurulmuş şirk dini hakim olacaktır. (Yusuf, 106)
Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin ve müctehidlerinin  yanında Kur'an inancı ve ahlakı olmadığı için kaynaklarında tevhid akidesinin üzerinde durulmamıştır.
Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin hadis ve fıkıh kitaplarında tevhid akidesinden hiç  söz edilmez.
Halbuki tüm dinleri birbirinden ayıran tek şey tevhid, onları birbirine eşitleyen tek şey ise şirk'tir.
Yani tevhid yoksa bütün dinler birdir, birbirine eşittir. 
 Tevhid olmadan evrensel ahlak ilkeleri  kurulmuş olmayacaktır.
Aslında tevhid, evrensel tabii fıtrat anlamına gelen ilâhi bir inanç ve ahlak tarzıdır.
 Dolayısıyla huzur ve mutluluğun, özgürlük ve barışın sağlanması tevhid'in kurulması ve yaşatılması ile ilgili bir şeydir.
İnsanları müslüman yapan şey Allah'ın var olduğuna inanmaları ve ona ibadet etmeleri değildir.
 Tarihin bütün müşrikleri  Allah'a iman eder ve ona samimiyetle kulluk ederlerdi.
 Tevhid Allah'tan başka ibadete lâyık ilah olmadığına iman etmekle beraber, onun mesajını yani gönderdiği vahyin yanında din ve hüküm olarak başka hiçbir kaynak kabul etmemektir.
(Kasas, 87)
Tevhid, Dinin Allah tarafından tamamlandığına iman etmektir. (Mâide, 3)
Tevhid, sadece Allah'tan gelenin hak olduğunu gerçekten kabul etmektir. (Bakara, 147)
Tevhid, tüm Resullerin vahye tâbi olduklarına ve vahiy ile uyarı ve ikaz yaptıklarına iman etmektir.
 (En'am, 51, 106; Yunus, 109,  Kaf, 45, Enbiya, 45)
Tevhid, hidayetin vahiy ile indiğini, vahiy'den bağımsız hidayetin olmayacağına iman etmektir.
(Sebe, 50, Bakara, 159, Yunus, 35, 108)
Yaratan ve tek yardım eden, âhirette yegane şefaatçi,
tek merhamet eden, yediren ve içiren,  sadece kendisine tevekkül edilen, şifa veren ve günahları bağışlayan sadece odur.
(Şuara, 78, 79, 80, 81, 82--Tevbe, 129 )
 Aslında bugün en büyük şirk Allah'ın ölçülerini, emir ve yasaklarını yani göndermiş olduğu vahyi görmezden gelmek ve ona karşı tavır almak,
Kur'an'ın otoritesini önemsememek, onun önemini göz ardı etmek, onun yanında din ve  hüküm olarak  başka otoritelere boyun eğmektir.
 (Âli İmran, 187; Nahl, 104, 105--Maide, 44, 45, 50 )
Kur'an'ın bir sistem üzerine indirilen  bağlam ve bütünlüğünü anlamamak,
gerçeklerini gizlemek, manasını tahrif etmek tevhid'e vurulan en büyük darbedir.
 (Âraf 52, Hicr, 91)
"Allah'tan başka ilah yoktur"  "Allah tektir" ve "Tek büyük Allah'tır" dediğimizde şunları  anlamalıyız.
Rahmân ve Rahim olan Allah'ın ve indirmiş olduğu vahyin eşi- benzeri, ortağı, yardımcısı ve bir dengi yoktur.
Kulları arasında hiçbir aracı ve şefaatçi edinmemiştir.
 O herkese ulaşır, isteyen herkesi de kendisine ulaştırır.
 O hiçbir şeye benzemez ve hiçbir şey de O'na benzemez.
 O'nu tarif edecek  hiç bir örnek yoktur.
 O  kendisini Kur'an'da nasıl anlatmışsa öyledir. (Furkan 1,  Hadid, 1,6 - Haşr, 22, 24,  Bakara, 255--İsra, 111 )
 Allah'tan başka duaları kabul eden, onlara cevap veren, canlılara yardım eden sadece Allah'tır. (Ra'd, 14)
 Varlıkların  gizli durumlarını, gönüllerde saklı olanı, bütün sırları, gizlinin gizlisini ve tüm duyguları eksiksiz bilen yalnız Allah'tır.
( Ali İmran, 29-- Fatır, 13, 14-- Neml, 59-- Enam 17, 18-- Araf 191, 198)
Cezalandıran ve mükafat veren sadece O'dur.   O'nun olmasını emrettiği her şey olur, olmasını engellediği hiçbir şey olamaz.
Allah bizim sahibimizdir,  hatta tüm sahip olduklarımızın asıl sahibi yine odur.
 ibadetleri tek hak eden O'dur.
 Din sadece O'nundur, yani itikadi esaslarımızı, inançlarımızı,  amellerimizi ahlakımızı tüm hayatımıza yön veren emir ve yasakları, haram helal ve mübah sınırlarını  sadece Allah belirleyebilir.
 Kaynağını Kur'an'dan alan bu din anlayışına "Dini Allah'a özel kılma, inancı sadece O'na özgü kılma"  O'nun tek söz ve hüküm sahibi yani  ortağı  olmayan tek  otorite kabul etmektir (Furkan 25-26-- Nahl, 49, 54-- Zümer, 3, 11, 15, 46-- Enam, 95, 106)
Dünya hayatında ve âhirette O'ndan başka şefaatçimiz, kurtarıcımız,
Rabbimiz, ilâhımız,   koruyucumuz, rızkımızı veren, korktuğumuz,
dostumuz, vekilimiz, vahiy'le yol göstericimiz, sığınağımız,  aydınlık kaynağımız ve yardımını umduğumuz ve merhamet edenimiz  hiçbir kimse yoktur.
(Zümer, 19, 43, 44-- Enam, 51-- Lokman, 33-- Neml, 59, 65)
 Hayatımızı  düzenleyen,  ihtiyaçlarımızı karşılayan, göklerde ve yerde olan her şeyi ihtiyacımıza göre düzenleyen, (Casiye, 13)
 emir ve yasakları  yalnız o koyar, sorgulanamayan ve ilkeli hareket eden  Yüce Allah'ın hükümleri
 her şeyin üzerindedir,
 O'nun kanunlarını ve ilkelerini kabullenmeyen ya da başkalarını da O'nun gibi sorgulanamaz kabul edenler Müslüman olamaz.
(Tin, 8-- Maide, 43, 47-- Araf, 54 --Nisa, 65-- Nur, 46, 53)
 Her zaman en yüce olan O'dur, her zaman doğruyu söyler, her şeyi bilir ve görür, gaybı yalnız O bilir,
hayat veren, terbiye eden, besleyen, yetiştiren, büyüten, düzenleyen,  hayattan alan ve bizi diriltecek, hesap vereceğimiz olan yüce Rabbimiz O'dur.
 Tüm varlıklar ona muhtaçtır,  O hiç kimseye muhtaç değildir.
Tüm canlı ve cansız herşey varlığını onun koyduğu yaratılış  yasalarına   göre sürdürür ve sonlandırır.
O varlığı zorunlu olandır, onsuz olmadan hiçbir şey hayat bulamaz ve ayakta kalamaz.
 Bütün varlıkları şekillendiren, mizana koyan  ve onlara varlık amacını belirleyen sadece odur.  (Enbiya, 18, 19-- Daha, 1,8-- Yasin- 81, 83- En'am, 2-- Kamer, 49 --Yunus, 4, 109)
 Merhamet edenlerin en merhametlisi O'dur.  insana şah damarından daha yakındır ve müminlerin dostu olan da sadece O'dur.
 Din gününün sahibi O'dur, hiç kimseyi  hiçbir işine ve  sıfatına ortak etmez, göklerde ve yerde, dünya ve ahirette hakimiyet makamında   olan tek egemen O'dur.
 Dünyada ve ahirette hüküm O'nundur, hiç kimse O'nun verdiği kararı bozamaz, değiştiremez ve değiştirmesi için etki demez.
( Âli İmran,  26-27 -- Mümin, 15, 21, 61, 68-- İnfitar, 17, 19)
GERÇEKTEN ÇOK ZOR BİR MANZARA
Bazen öyle zor bir ortamda bulunuyoruz ki, karşınızdaki mezhepçi  arkadaş hayatı boyunca  Kur'an ın manası olduğunu, Kur'an'ın üzerinde tefekkür etme
(Nisa, 82) aklı kullanmyanların pisliğe mahkum olduklarını (Yunus, 100) ataların  ve babaların dininin  batıl olduğu
 (Bakara, 170; Mâide, 104; Lokman, 21; Zuhruf, 23, 24) ile ilgili hayatında hiçbir şey duymamış, başlıyor hurafe ve yalan anlatmaya, hakkında iki bin âyet bulunan
 tevhid ve şirk'ten kimse ona hiç bir  söz etmemiş, İslam'ın, dinin, tevhid akidesinin ne anlama geldiğini bilmeden 1400 yıldan beri devam edip gelen yalan ve  iftiraları tekrar edip duruyor.
 Şimdi böyle bir ortamda son derece karanlık bir cehalet içinde bulunan insanlara bir saat içinde neler anlatabilirsiniz ?
 Kur'an'ın tek kaynak olduğunu,  dinin  Allah Resulü döneminde indirilen vahiy'le tamamlandığını
(Mâide, 3; En'am, 115) Allah  elçilerinin sadece vahiyle ikaz ve uyarı yaptıklarını( En'am, 51; Kaf, 45; Enbiya, 45) 
sadece vahye tabi olduklarını( En'am, 106; Yunus, 109; Ahkaf, 9)
Din ve hüküm olarak Kur'an'ın yeterli bir kitap olduğunu (Ankebut, 51)
Yüzlerce âyette   Nebi ile Resul arasında bulunan  farkları,
Kur'an'da  itaat, hak, nur, inzar, istihza, küfür,  ittiba, kitab'ı tilavet etme, tebyin, helal ve haram kılma, şikak,
 İsyan, icabet, davet, tekzip  gibi kavramların Allah, Resul ve vahiy bağlamında  kullanıldığını, Kur'an'ın  indirilmesiyle
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların belirgin hale geldiğini,  Nebi'nin Allah'a karşı birçok yerde hata  ettiğini (Tevbe, 113; Tahrim, 1; Enfal, 67)
Nebi makam mertebesinin yirmi üç sene, gece gündüz, her zaman ondan ayrılmayan biri kimlik olduğunu,
fakat Resulü'n kendisine gelen vahiyin insanlara ulaştırılması anlamında  resmi bir  görev olduğunu (Mâide, 67, 99)
 Resul'ün vahye ihanet etmesinin ve Allah'a karşı hata yapmasının  mümkün olmadığını (Hakka, 44, 45, 46, 47)
 O yüzden de  Resul'e itaat etmenin  Allah'a itaat etmek olduğunu (Nisa, 80) en önemlisi uydurma din atalarının yani mezhep imamlarının ve âlimlerinin  kendilerini aldattığını,
yalan söylediklerini,
muhaddis ve müctehidlerinin  Allah Resulü'ne iftira ve ihanet ettiklerini bu gelenekçi hurafecilere anlatmak gerçekten müşkül bir meseledir.
Birer İlâh ve Rab derecesine yükseltilmiş  din büyüklerinin kur'an cahili olduklarını anlatmak çok zor oluyor.
Yani günümüzün ümmileri atalarının Allah, Resul  ve din hakkında yalan söylediklerini  asla kabul etmiyorlar.
 Halbuki tarih boyunca her zaman  ataların doğru yoldan saptıklarını,  yanıldıklarını, dini rant ve menfaat aracı yaptıklarını
(Tevbe, 24; Âli İmran, 187)  akıllarını kullanmadıklarını  ve hidayetten uzak kaldıklarını  yüzlerce âyette haber verilmektedir.
 Bir de rivayet ve içtihatlarla tam olarak zihin, akıl, ahlak,
 inanç ve amellere kadar yerleştirilen uydurma bir dini  aşmak nasıl mümkün hale gelecektir.
 Uydurma din  zihin ve fikirlere öyle hakim olmuş ki, okuduğunuz onlarca âyet ve temsiller  adamlarının kılını bile kıpırdatmaya yetmiyor,  hiçbir işe yaramıyor.
 Artık öyle bir hal almış ki,  kalp Kur'an'a karşı âyetlerin ifadesiyle taştan daha katı hale gelmiştir (Bakara, 74)
 1400 yıldan beri uydurma ve iftira din  tüm kurumlarıyla öyle muhkem hale gelmiş ki onda bir gedik açmanız imkansız olmuştur.
 Böyle bir  yapıyı aşarak insanları nasıl Kur'an ile tanıştırma fırsatı yakalayacağız.
 Yani bu ümmileri ikna  için  günlerce anlatmanız gerekenleri bir saat içinde nasıl enjekte edeceksiniz.
 Tabii ki bu kadar şirk  kirliliğinden  sonra  artık bünye Kur'an gibi bir temizliği ve saflığı  kabul etmiyor.
 Her tarafi mikrop kapladıktan  sonra  temiz ve bol oksijenli bir hava ile karşılaşınca hurafeciler  aptallaşmaya ve  bunalmaya başlıyorlar.
 Yani temiz  havanın  dozajını yavaş yavaş arttırarak verme imkanınız yok.
İşte böyle bir ortamda hurafeciler  atalarından gelen  yalanları anlatıyor da  anlatıyor.
 Bende umutsuzca hurafe ve uydurmaları  dinliyorum.
 Çünkü bünyeye  o derece mikrop yayılmış ki, artık doktorların böyle bir hastayı kendi haline serbest bıraktıkları gibi ben de onu serbest  bırakıyorum, ona içimden  istediğini anlat diyorum.
 Çünkü artık ümitsiz bir  vakia karşısında  olduğumu görüyorum.
 Sapıtmamanın tek yolunun Kur'an olduğunu ataları tarafından iğfal edilen bu insanlara nasıl anlatacağız. (Nisa, 176)
 Kur'an öyle ihmal edilmiş, öyle saf dışı edilmiş bir kitaptır ki, on dört  asırdan beri  her gün anlatılması gereken bir hakikatı ümmetin kahir ekseriyeti daha yeni duyuyor.
Ve hakikatın avcılarına  büyük bir tepki gösteriyorlar.
 Çünkü atalarından böyle bir şey duymamışlar,(Müminün, 24)
 Yani önünüzde kayadan daha sarp dağlar var, siz ise bir çakı  veya bir çay kaşığıyla yol açmaya çalışıyorsunuz.
 İşte bu uydurma dinin mensuplarına gerçekleri kabul ettirmek  bu derece zordur.
 Kırk seneden beri Şia ve Ehli Sünnet'in kaynaklarını okuyorum, Kur'an'ın manasını anlama, Kur'an'ın üzerine tefekkür etme ile ilgili hiçbir şey okumadım.
 Zannedersiniz ki Allah tarafından indirilen Kur'an'ı Mübin'de  tevhid ve şirk ile ilgili hiçbir şey yoktur.
 MESELA,
Cemaat ve tarikatlar, acaba birgün, bir kere cemaatlerlerine  Kur'an'ı anlamak ve Tevhid ile ilgili bir tane  ders yapmişlar mı?
 Kur'an Allah tarafından hem tasrif (İsra, 89) hem tefsir(Furkan, 33)  hem tafsil (Hud, 1) hem de tebyin(Nahl, 89, Yusuf, 111)  edildiğini, Kur'an'ın aslında kaynağından açıklanmış olarak indirildiğini (Âli İmran, 138)
 Belâğ  bir kitap  olarak geldiğini(Âli İmran, 138)  Allah Resulü'nün görevinin onu tefsir etmek değil, onu okumak,
(Bakara, 150, Âli İmran, 164)   tebliğ etmek (Mâide, 99, Ra'd, 40) yani vahyi  duyurmak ve ilan etmek olduğunu nasıl anlatacağız.
 Kitapta Allah'ın hiçbir şeyi eksik bırakmadığını (En'am, 38) bütün elçilerin davetinin sadece Allah(vahiy)  olduğunu
( Yusuf, 108; Kasas, 87) Din ve   hüküm olarak Kur'an'dan başka bütün sözlerin Allah'ın tevhid yolundan engelleyen boş sözler   olduğunu (Lokman, 6)
 hakkın sadece Allah'tan geldiğini( Bakara, 147) hidayet'in indirilen vahiy'den başka  bir yerde  olmayacağını (Sebe, 50; Bakara 159)
rivayet dininin uydurma ve Allah'a iftira olduğunu, mezheplerin bir şirk  kurumu olduğunu, ümmeti fırka fırka yapıp perişan ettiğini, salavatın olmadığını, dinin Allah'a özgü  kılınması gerektiğini, 
kabir azabının olmadığını, kısacası Şia ve Ehli Sünnet  dinlerinin  rivayet ve içtihatlarıyla baştan sona kadar yalan olduklarını nasıl anlatacağız?
ÖLÜM ANINDA MELEKLER AZAP EDER Mİ?
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne hakim olmayan veya uydurma dinin rivayetlerine mahkum olan  birisinin çok zor anlayabileceği iki ayet vardır.
 Aslında Kur'an'ı Mübin'e  göre kabir sorgusu ve  azabı olmadığı gibi kabir hayatı diye bir şey de yoktur.
 Buna bağlı olarak vefat etmeye yakın olan bir kişinin, herhangi bir hastalığı sebebiyle vefat etmeden önce  maddi olarak duyduğu acı ve ızdırap dışında
Allah tarafından veya melekler vasıtasıyla azap edilmesi mümkün değildir.
 Çünkü Kur'an'ın onlarca âyetine göre sadece dünya hayatında sağlıklıyken cezalandırma  ve ahiretteki cehennem azabı vardır.
Ancak şu da bir gerçektir.
Kadim müşriklerin dünya hayatında cezalandırılmaları ile Kur'an indirildikten sonra cezalalandırma yöntemleri bir değişikliğe uğramıştır.
Kadim toplumlar küfür ve şirk'lerinden dolayı olağanüstü ve toplu  bir şekilde cezalandırılırken,
"Nitekim, onlardan her birini günahı sebebiyle cezalandırdık.
Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik,  kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk.
Allah onlara zulmetmiyor,  asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı"
 (Ankebut, 40) 
Allah Resulü'nden sonra ise  kafir ve zalimler artık  ahlaki ve bireysel olarak cezalandırılıyor.  "Kendisine ortak koşmaksızın Allah'ın hanefileri(onun birliğini tanıyan müslümanlar olunuz) Kim Allah'a ortak koşarsa sanki o , gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar kapışmış, yahut rüzgar onu uzak bir  yere sürüklemiş nesne gibidir"
(Hac, 31)
Yani Kur'an indirildikten sonra  cezalalandırma anarşi, cehalet, terör, düşman istilası şeklinde gerçekleşiyor.
Dolayısıyla dünya hayatındaki cezalandırma ve kıyamet saatinden sonra sadece ve sadece cehennem azabı vardır.
 "Onlara(müşrik ve kafirlere)  dünya hayatında azap vardır. Ahiret azabı ise daha şiddetlidir"
 Râd,  34)
"Bundan dolayı biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o uğursuz günlerde soğuk bir rüzgar gönderdik.
Ahiret azabı elbette daha çok alçaltıcıdır. Onlara yardım da edilmez"
(Fussilet, 16)
Cimriliklerinden dolayı bahçe sahiplerinin nasıl  cezalandırıldıkları  anlatıldıktan sonra şöyle buyrulmuştur. 
"İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi"
 (Kalem, 33)
 Kur'an'a göre sadece dünya hayatında sağlıklı, irâde ve aklı yerinde iken  ve isyankar olma anında ile kıyamet saatinden sonraki cehennem azabından başka azabın  olmadığı ile ile ilgili yüzlerce ayet örnek olarak verilebilir.
 Fakat Şia ve Ehli Sünnet  âlimlerinin Kur'an'ın manasında  yaptıkları tahribat nedeniyle   bağlam ve bütünlüğü dağıtılmış  iki âyeti anlamı zor olmuştur.
1. Âyet
"Melekler onları vefat ettirirken, onların yüzlerine ve sırtlarına vurduklarında nasıl olacak"
( Muhammed, 27)
 2. Âyet
"Bir görsen,  melekler o inkarcıları vefat ettirirken  onların yüzlerine ve sırtlarına  vurarak "tadın yakıcı azabı" derler"
( Enfal, 50)
 Uydurma dinin mezheplerinde söylendiği gibi melekler insanları vefat ettirirken azap ederler mi?
 Yukarıda söylediğimiz gibi  Kur'an'ın yüzlerce âyetine göre dünya hayatındaki cezalandırma ve âhirette olan cehennem azabından başka hiçbir azap söz konusu değildir.
 Allah insanlara  hesaptan önce yani sorguya çekmeden, muhakeme etmeden, savunma almadan,  hiçbir zaman azap etmez.
Karakolda azap ve işkence olmaz.
 Ölüm anında aciz olan bir insana Allah azap etmez.
 Peki bu iki ayeti nasıl anlamak gerekir?
Söz konusu âyetleri iki bölüme ayırmak gerekir.
Birinci bölüm, "meleklerin kafirlerin  canlarını almaları"
İkinci bölüm, "kafirlerin cehennemdeki azaplarıdır"
 Yani  Âyetlerin Kur'an'daki sisteme göre manaları şöyledir.
"Velev terâ iz yeteveffellezine keferul meléiketü" "melekler onları vefat ettirirken onları bir görsen"
 Âyetin bu cümlesi  meleklerin kafirlerin canlarını aldıklarını haber veriyor.
 "Yedribune vucuhehum ve edbérâhum  ve zuku azâbel harik"
"yakıcı azabı tadın  diyerek yüzlerine ve sırtlarına vuracaklardır"
Buda cehennem azabıdır.
 yani ölüm ile cehennem azabı arasında o kadar kısa bir mesafe var ki,
 kişi öldükten hemen sonra, binlerce sene kabirde kalsa bile kendisine bir  saat gibi gelecektir.
 Bu İster kafir olsun ister mümin olsun hiç farketmez.
 İşte şu âyet  aynı hakikatı gösteriyor.
"Onlar, meleklerin, "Size selam olsun.
 Yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık cennete girin" diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir"
Vefatın hemen arkasından ya cennet veya cehennem ateşi vardır.
(Nahl, 32)
Ashab-ı Kehf  buna en güzel delildir.
Üç yüz sene mağara uykusu  bir günden az gibi geçmiştir.
 Adem(as)  zamanında ölen ile kıyamet saatinde ölen arasında hiçbir fark yoktur.
 Her ikisi de kabirde aynı zamana mahkum olurlar.
 Yasin suresi- 51, 52, 53; Nahl- 26-27; Müminün-- 14, 15, 16. Âyetleri dünya hayatından direkt olarak mahşere çıkılacağını gösteren en güzel örneklerdir.
Yani dünya hayatı ile kıyamet arasında bir  mesafe ve zaman kaybı söz konusu değildir. Zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçecektir. Yat ve kalk, işte o kadar.
 Ancak şu da  Kur'an'ın bir gerçeğidir.
 insanlar vefatları anında nereye gideceklerini görürler.
( Yunus-- 90, 91; Müminün-- 99, 100; Mümin--  84, 85; Nisa-- 159 )

10 Haziran 2018 Pazar

ŞİA VE EHLİ SÜNNET MEZHEB  İMAMLARI VE ALİMLERİ ÇOK CAHİL İDİLER.
 Kur'an'ı iyice incelediğimiz zaman Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis, müfessir ve  mezhep imamlarının çok cahil olduklarını rahatlıkla anlayabiliriz.
 Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin mesleğini  en iyi anlatan âyeti kerime  şudur.
"İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir  ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı (lehvel hadis) satın alır. İşte onlara alçaltıcı bir azap vardır"
(Lokman, 6)
Vahiy'lerin Allah tarafından indirildiğini, Resullerin sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ  ettiklerini ve sadece vahye tabi olduklarını, 
Allah'ın kendi hükmüne hiç kimseyi ortak yapmayacağını, dinin daha Allah Resulü hayatta iken Allah tarafından tamamlandığını,
"",,,,,Bugün size dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum"
( Mâide, 3)
 elçilerin dine bir şey eklemeye ve ondan bir şey çıkarmaya yetkilerinin olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet vardır.
 İşte Allah elçilerinin vahiy'den başka bir şey tebliğ  etmedikleri ile ilgili yüzlerce âyetten  bir demet.
(Ey Resul! )Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak kitabı (kur'an-ı) indirdik.
 Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma,,,,"
( Maide, 48)
(Ey Resul! Sana şu talimatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve  onların arzularına uyma.  Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et,,,"
(Mâide, 49)
"Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.
Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah kafirler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Mâide, 67)
 TEBLİĞ: Taşımak, götürmek, ulaştırmak ve eriştirmek anlamına gelir ve Kur'an'da sadece Resuller bağlamında kullanılır. 
"Resul'e düşen vazife, ancak tebliğdir,,,"
(Mâide, 99)
",,,,Resullerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey yoktur"
(Nahl, 35)
Aslında Kur'an'ın kendisi bir "belâğ"dır.
"İşte bu Kur'an, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir"belâğ" dır"
(İbrahim, 52)
(Nuh dedi ki): "Size Rabbimin vahiyettiklerini duyuruyorum,  size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan gelen vahiy ile biliyorum"
(Âraf, 62)
 "Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ  ettim ve size öğüt verdim fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz"
(Âraf, 79)
 "İşte bütün o ülkeler...Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun ki,  elçileri onlara apaçık deliller getirmişlerdi,,,"
( Âraf, 101)
"Elif. Lam. Ra BU KUR'AN RABLERİNİN  izniyle İNSANLARI KARANLIKLARDAN AYDINLIĞA, yani  her şeye galip ve  övgüye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için SANA İNDİRDİĞİMİZ BİR KİTAPTIR"
(İbrahim, )
",,,,,,Bu Kur'an, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş bir kitaptır"
(Ahkaf, 12)
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"
( Kaf, 45)
"De ki: Ben sadece vahiyle sizi uyarıyorum. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
"Hud da: Bilgi ancak Allah'ın katındadır. BEN SİZE, BANA GÖNDERİLEN ŞEYİ DUYURUYORUM.,,,,"
(Ahkaf, 23)
"BEN ONLARA, ANCAK BANA EMRETTİĞİNİ SÖYLEDİM.,,,"
(Mâide, 117)
"İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir. Artık Allah'tan ve onun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar"
(Casiye, 6)
Kur'an'da ittiba kavramı sadece Kur'an ile vahiy bağlamında kullanılmıştır.
"Rabbimiz! İndirdiğine İnandık ve Resul'e uyduk. Bizi birliğini tasdik eden şahitlerden yaz"
(ÂLİ İmran, 53)
"Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun. Onunla beraber başka dostların( evliya) peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
(Âraf, 3)
"Ey Resul! Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu ayetlerden alıkoymasınlar. Rabbine davet et. Asla müşriklerden olma!"
(Kasas, 87)
"Şüphesiz bu Kur'an, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"
(En'am, 153)
(Ey Resul! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.,,,"
(Âli İmran, 31)
"Ey Resul! Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"
(En'am, 106)
"Ey Resul! Sen, sana vahyedilene uy ve Allah hükmedinceyeye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"
(Yunus, 109)
Kur'an'da itaat kavramı yüzlerce âyette sadece "Allah, vahiy ve Resul" için kullanılmıştır.
Aynı şekilde tekzib, tasdik, helal ve haram kılma, istihza, şikak, İsyan, hak, nur, tebliğ, kitabı okuma,  tebyin, küfür, savaş, hâdd gibi birçok kavramın Allah, Resul ve vahiy bağlamında kullanıldıklarını görüyoruz.
TEBYİN: Bir şeyi ortaya koyma, ilan etme, açıklama  duyurma, gizlememe anlamına gelmektedir.
Tebyin kavramı da sadece Allah, vahiy ve Resul için kullanılmıştır.
"Allah size işte böylece âyetlerini açıklar ki düşünüp gerçeği anlayasanız"
(Bakara, 242)
(Resuller) Apaçık deliller ve kitaplarla  gönderildiler. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik"
(Nahl, 44)
Yani Allah Resulüne verilen açıklama görevi "Kur'an'ı tefsir etme" değil,vahyi duyurma, indirileni  tebliğ etme, âyetleri beyan etme, Allah'ın emirlerini ilan etme yani vahyi  gizlememe anlamındadır.
Çünkü Kur'an'ı Mübin Allah tarafından detaylı bir şekilde açıklanmış bir kitaptır.
 "Bu Kur'an, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da detaylandırılmış bir kitaptır. Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye,,,"
(Hud, 1, 2)
",,,,Ayrıca bu kitabı da sana her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı olarak ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
Aslında Kur'an'ın bir adı da "beyan'dır"
(Âli İmran, 138)
 Din ve hüküm olarak  Allah tarafından indirilmeyen bir şey insanları bağlamaz.
"Sen sana vahyedilene sımsıkı sarıl, şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"
(Zuhruf, 43, 44)
Din Allah tarafından daha Allah Resulü hayatta iken tamamlanmıştır.
",,,,Bugün size dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum"
(Mâide, 3)
Mezhep imamlarının çok cahil olduklarını anlamak için  Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü ile  bilinmesi gerekir.
 Kur'an'ın iyi  bilinmesi Mezhep imamlarının, muhaddis ve müctehidlerin gerçekten çok cahil olduklarını ortaya çıkarır.
Şia ve Ehli Sünnet  Mezhep imamları, muhaddis ve müctehidleri o kadar cahil idiler ki, bırakın Nebi ile Resul arasında bulunan farkları anlamak,  Kur'an'ın en önemli kavramları olan "itaat, ittiba, tilavet, tebliğ, tebyin gibi kavramları  dahi anlayamamışlardır.
KUR'AN'DA ALLAH'IN RESULLERİ
Yeni bir yazı dizisi yazmaya karar vermiştim.  Yazı dizisinin konusu "Kur'an'da Allah'ın Resulleri" olacaktı.
Yani bu yazı dizisinde amacım  Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin ihmal ettikleri  Allah'ın Resullerine son vahyin yani Kur'an'ın  ne kadar yer ayırdığını yakından görmek ve göstermekti.
Baştan başlayarak Kur'an'da anlatılan bütün elçilerin hayatını, mükemmel ahlaklarını, davet metodlarını sadece âyetlerden  kısa ve öz olarak ele alacaktım.
 Birinci cüz'ü bitirdim, fakat bunun altından kalkamayacağımı kısa bir zaman sonra  anladım.
 Çünkü Kur'an'ı Mübin  Resullerin  hayatlarını, tevhid  mücadelelerini,
ahlak ve karakterlerini o kadar geniş bir şekilde anlatmış ki, Şia ve Ehli Sünnet alimlerinin Kur'an'a hiçbir zaman inanmadıklarına bir kez daha tanık oldum.
 Kur'an'ın bu kadar yer ayırdığı elçilerin hayatı ile alakalı sağlıklı ve doğru bir  bilgiye hâlâ  bu ümmet  sahip değildir.
 Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin Allah Elçilerini Kur'an'dan koparmakla  dini nasıl yıktıklarını bir kez daha yakinen anladım.
 Fakat beni en çok üzüntüye sevkeden ve uydurma dinden nefret ettiren  şey,
 Allah'ın Resulleri hakkında uydurulan rivayetlere  karşı gelen muvahhidleri hurafecilerin  elçi düşmanı olarak göstermeleridir.
Halbuki Allah Elçilerini Kur'an'dan kopardığınız zaman ortada  din, iman, tevhid ve güzel ahlak diye bir şey kalmaz.
 Yani Kur'an ehli muvahhidlerin  Allah'ın elçilerine karşı gelmeleri mümkün değildir.
Ey Kur'an'sız cahiller! Böyle  yalan, iftira, ahmaklık ve akçaklık kabul edilecek  bir şey midir?
Fakat Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis ve müctehidleri Allah elçilerini özellikle son elçiyi Kur'an'dan koparmakla en büyük zulüm ve küfrü irtikap etmişlerdir.
Dolayısıyla  Kur'an'ı Mübin'in  en önemli unsurunun  Resul olduğunu çok rahat bir şekilde anlıyoruz.
Kur'an ile Allah elçileri et ve tırnak gibi birbirinin içine girmiş birbirinin içine   karışmıştır.
Şia ve Ehli Sünnet'in âlimleri Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırmakla şeytanın şirk dinini yeniden hortlatmışlardır.
 Halbuki Allah'ın Resulleri değerlerini Kur'an'dan alırlar.
 Resul vahiy'den dolayı değerlidir.
 Resuller ile vahy bir bütünün iki parçası hükmündedir. 
KUR'AN'DA RESULLERE  GENİŞ BİR AYRILMIŞTIR. 
(Bakara suresinin büyük bir bölümü, Âli İmran suresi önemli bir bölümü, Âraf süresinin büyük bir bölümü, Yunus süresinin önemli bir bölümü, Hud süresinin büyük bir bölümü, Yusuf süresinin tamamı, İbrahim süresi önemli bir bölümü,
 Hicr süresi, Kehf süresi, Meryem süresinin büyük bir bölümü, Tâhâ süresinin tamamı, Enbiya süresinin büyük bir bölümü, Şuara süresinin tamamı,
Neml süresinin büyük bir bölümü, Kasas süresinin tamamı, Saffat süresinin önemli bir bölümü,
Sâd süresinin tamamı, Mümin suresinin büyük bir bölümü, Kamer süresinin önemli bir bölümü, Nuh süresinin tamamı Allah Resullerinin hayatlarını ve kavimlerine karşı tevhid mücadelesini anlatırken diğer bütün  süreler Allah Resulü'nün tevhid ve ahlak mücadelesine ağırlık vermektedirler.
Yani neredeyse Kur'an'ın yarısı Allah Resullerinin tevhid mücadelelerini anlatmaktadır.
Şimdi soruyorum.
Sadece Kur'an'a iman edenler ve Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul edenler mi Allah elçilerini daha iyi anlar?
Yoksa Şia ve Ehli Sünnet uydurma  dininin âlimleri ve muhaddisleri mi Allah elçilerini daha iyi anlar?
KUR'AN'DA ALLAH, RESUL VE VAHİY BAĞLAMINDA KULLANILAN KAVRAMLAR
(6.YAZI)
 Kur'an'da  "Hak" kavramı gibi "Nur" kavramı da sadece Allah, vahiy ve Resul (Elçi) için geçmektedir.
ALLAH İÇİN KULLANILDIĞI ÂYET
"Allah göklerin ve yerin nurudur,,,"
( Nur, 35)
VAHİY İÇİN KULLANILDIĞI ÂYETLER
"Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden  kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik"
 (Nisa, 175)
",,,,Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi  kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık,,"
( Şura, 52)
 ",,,,,Onun için Allah'a ve Resulüne ve indirdiğimiz o nur'a iman edin,,,"
( Teğabun,  8 )
",,,,Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi,,,,"
( Mâide, 15)
 RESUL İÇİN KULLANILDIĞI ÂYET
"Ey Nebi! Biz seni hakikaten bir şâhit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.
 Allah'ın izniyle, bir davetçi ve nursaçan bir kandil olarak gönderdik"
(Ahzab, 45, 46)
Ahzab 45. âyetin başlangıcı her ne kadar "Ey Nebi!" olarak başlıyor olsada, "erselnéke" lafzıyla "risalet" misyonuna geçiş yapmaktadır.
 Daha Kur'an'da birçok kavram "Allah, vahiy ve Resul" için kullanılır.
 MESELA,
İstihza (alay etme) kavramı,  "Allah, Resul ve vahiy"  için kullanılmıştır.
  "Ey Resul! Senden önceki Resullerle de alay edilmişti,,,"
 (En'am, 10)
"De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun  Resulü ile alay mı ediyorsunuz?
( Tevbe, 65)
"Ey Resul! Seninle alay edenlere karşı biz sana yeteriz"
( Hicr, 95)
"Onlara bir Resul geldiğinde hemen onunla alay ederlerdi"
 (Hicr, 11)
"İşte,  İnkar ettikleri âyetlerimi ve Resullerimi  alaya aldıkları için onların cezası cehennemdir"
(Kehf, 106)
 "Andolsun, senden önceki Resullerle de alay edildi,,,"
( Enbiya, 41)
"Sonunda, Allah'ın âyetlerini yalan sayarak ve onları alaya alarak kötülük yapanların akıbetleri pek fena oldu"
( Rum, 10 )
"Yazık şu kullara! Onlara bir Resul geldiğinde, mutlaka onunla alay etmeye kalkışırlar"
( Yasin, 30 )
Dolayısıyla Kur'an sisteminde "vahiy" ile "Resul" aynı şeydir.
Yani vefat ettikten sonra "Beşer Resul"ü sadece vahiy temsil eder.
 "Vahiy" ile "Resul" birbiriyle kaynaşmış et ve tırnak gibi olmuştur.
 Resulü Kur'an'dan ayırmak büyük bir cinayet ve açık bir  küfürdür.
Bu konuya ağırlık vermemin en büyük sebebi, uydurma hadis dininin baştan sona kadar yalan olduğunu ortaya koymak içindir.
"Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farklar ortaya çıktığı zaman
 Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve âlimlerinin ne kadar Kur'an cahili oldukları ve dinlerinin ne kadar tehlikeli ve Allah Resulü'ne iftira olduğu ortaya çıkacaktır.
Hadislerin içinde bazı  doğru ve güzel sözler bulunsa da Nebi (as) aidiyetleri yalandır.
Çünkü  Resulü'n tek ilişkisi Allah tarafından indirilen vahiy'dir.
(Kehf, 110, Fussilet, 6)
Yani din ve hüküm olarak  insanları bağlayan ve sorumlu oldukları tek şey Resul'ün dilinde hayat bulan Kur'an'dır.
Nebi'nin sözleri ümmeti bağlamaz.
 Çünkü Nebi'nin hata etme ihtimali vardır. (Tevbe, 113, Tahrim, 1)
 Fakat Resul asla hata yapmaz ve vahye ihanet etmez. İşte bu yüzden Resule itaat Allah'a itaat olarak kabul edilmiştir
(Nisa, 80)
Bundan dolayı Kur'an'da Resul kavramını çözmek zorundayız.
İşte o zaman uydurma din rivayet, ictihad ve mezhepleriyle çökecek ve tarihin çöplüğünde yerini alacaktır.
Çünkü uydurma Ehli sünnet ve Şia  dinlerinin  ortaya çıkmasının en büyük sebebi,
 Kur'an'ın terkedilmesi, yalanlanması ve inkar edilmesidir.
Bu gerçeklerle ilgili yüzlerce âyet vardır. 
(Bakara, 159, 174, 175, 176; Âli İmran, 187;
Tevbe, 34; Nahl, 104, 105; Nisan, 150; Cuma, 5)
DİYANET NEDEN KUR'AN'I  KABUL ETMEZ?
Gurur ve kibir çok kadim bir hastalık türüdür.
Kur'an'a baktığımızda iblis'e kadar gider.
 Elçilerin kıssalarında bu kadim hastalık türünü aşağı yukarı bütün kavimlerde görüyoruz.
 Allah elçileri kavimlerini vahye yani tevhid akidesine davet ettikleri zaman, müşrikler Allah'ın elçilerini  ve vahiy ehli muvahhidleri  fakir,  gariban, ve ayak takımı diyerek  küçümsemişlerdir.
Kur'an ehli muvahhidleri kendilerinden daha  aşağı bir seviyede gördüklerinden dolayı aynı konuma, aynı davanın adamı olmayı gurur ve kibirlerine yediremediler.
 MESELA,
"Andolsun,  Biz Nuh'u kavmine elçi olarak gönderdik. Onlara "Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım.
Allah'tan başkasına kulluk yapmayın! Ben, size gelecek elem verici bir günün azabından korkuyorum"
Kavminden ileri gelen "mele"  (bürokrat, kaymak tabaka) kafirler dediler ki:
"Ey Nuh!  Biz seni sadece bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz.
Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de  görmüyoruz. Bilakis  sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz"
(Hud, 25, 26,  27)
 Yani müşrikler diyorlar ki: Asil, masum ve yüce  atalarımızdan gelen  dini senin ve sana tâbi olan fakir, ayaktakımı, sâde ve hiç kimseye sözü geçmeyen basit  vatandaşlar için nasıl terkederiz?
 Sizin gibi sıradan insanlar için babalarımızdan ve atalarımızdan gelen dini  nasıl terk etmemizi isterseniz?
 Yani şimdi koskocaman  Diyanet İşleri Başkanlığı ve kelli felli  ilahiyatçılar, Emevilerden, Abbasilerden, Selçuklulardan ve  Osmanlı İmparatorluğu'ndan gelen resmi atalar ve babalar dinini bırakıp, tarihte sadece birkaç gariban muvahhidin uyduğu dini nasıl kabul etsinler?
 Yani Kur'an'a baktığımızda istisnasız  bütün elçilerin kavimlerinde aynı hastalık türünü görebiliriz.
 İşte bu gurur ve kibir hastalığı onları gerçeği kabul etmekten engellemiştir.
 İşte size Kur'an'dan bir manzara daha:
Aynen  Nuh (aleyhisselam) ın kavmi gibi Mekke müşrikleri de iman eden fakirlerle aynı konuma sahip olmayı  kabul etmiyorlardı.
 Allah Resulü'ne garibanları yanından uzaklaştırmasını teklif ediyorlardı.
 Allah'tan gelen cevap şu şekilde tecelli ediyordu.
"Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovmayasın! Onların hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk  yoktur ki bunları  kovup da zalimlerden olasın"
 "Aramızdan Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda   bulunduğu kimseler de bunlar mı!" demeleri  için onların bir kısmını diğerleriyle işte böyle imtihan ettik.  Allah şükredenleri daha iyi bilmez mi?
"Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki:  Sizlere selam olsun!
Rabbiniz  merhamet etmeyi kendisine gerekli kıldı. Gerçek şu ki:
Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra  ardından tevbe edip de kendini ıslah  ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir"
 "Böylece suçluların yolu belli olsun diye âyetleri iyice açıklıyoruz"
"De ki: Allah dışında taptığınız  şeylere tapmak bana yasak edildi.
De ki: Ben sizin arzularınıza uyumam, aksi halde sapıklığı hak ederim de  hidayete erenlerden olmam"
"De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum.
Siz ise onu yalanladınız.  Çabucak gelmesini istediğiniz azap  benim yanında değildir.  Hüküm ancak Allah'ındır.
 O, sadece hakkı anlatır ve o doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır"
(En'am, 52, 53, 54, 55, 56, 57)
 Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyatçılar koskocaman büyük devletler ve imparatorluklar kuran müstekbir atalarının ve babalarının dinini bırakıp bizim gibi dağınık, kimsesiz, gariban,
fakir, sadece saf  inancından ve sağlam duruşundan başka hiçbir şeyi bulunmayan muvahhidlerin garip dinini ve inancını kabul ederler mi?
 Kendisine hazineden oluk oluk ödenek ayrılan Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyatçılar   içmeye ayranı olmayan garibanların dinine nasıl  razı olacaklar ? 
Devletlerin ve imparatorlukların tabiat ve ahlakında doğruyu ve istikameti kabul etmek yoktur.
 İşte bu yüzden inanç ve amelleri ne  kadar absürt ve  ahmaklık olursa olsun devlet tarafında olan ilim adamları ve besleme din bezirganları o  inanca ve amellere  karşı gelmezler.
 Yani Diyanet ve ilahiyatçılar hiçbir zaman bu zayıf ve  gariban olarak devam edip gelen tevhid damarını tanımayacak ve ilahi  vahye iltifat etmeyeceklerdir.
İşte ülkelerin ileri gelenlerinin elçilerin dâvetini reddetmelerinin ana sebeplerinden birisi bu gurur ve kibir olmuştur.
 Bu yüzden Kur'an bu müşrikler için "mele" (kaymak tabaka, aristokrat kesim) "mütref" (ileri gelen bürokratlar) ve "müstekbir" kavramlarını kullanır.
 Bu konuda şu  iki ayeti kerime gerçekten dikkat  çekicidir.
"Ey Resül! Seni gördükleri zaman: Bu mu Allah'ın elçi olarak gönderdiği! diyerek hep seni alaya alıyorlar"
(Furkan, 41)
 Diğer bir ayet-i kerimede  şöyledir.
 "Onlara: Allah'tan başka ilah yoktur, denildiği  zaman kibirle direnirlerdi. Mecnun bir şair için biz İlâhlarımızı  bırakacak mıyız?  derlerdi"
(Saffat, 35, 36)
Yani Diyanet İşleri Başkanlığı, sultanların, kralların ve  padişahların şöhret bulmuş dinini bırakıp ufak tefek, miskinlerin ve düşüklerin dinini kabul eder mi?
Sarayların uşaklığı varken, Diyanet İşleri Başkanlığı Allah'a hizmeti kabul eder mi?
TEVHİD NE DEMEKTİR ?
Dinin özü, beyni ve temel kâidesi tevhid akidesidir.
Nebi ve Resul'lere  vahiy'lerin gönderiliş sebebi tevhid'tir. Tevhid, din ve hüküm olarak Allah'ın âyetlerinden ve O'nun sözunden başka bir söze iman etmemektir. (Casiye, 6 --Mürselat, 50
Kur'an için "tevhid ve güzel ahlak kitabı'dır" diyen, doğru söylemiştir.
(Cin, 1, 2,3-- Ahkaf, 29, 30-- Enbiya, 25;  Zümer, 64, 65, 66)
Allah tarafından indirilen Tevhid dini yoksa,  insanlar tarafından uydurulmuş şirk dini hakim olacaktır. (Yusuf, 106)
Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin ve müctehidlerinin  yanında Kur'an inancı ve ahlakı olmadığı için kaynaklarında tevhid akidesinin üzerinde durulmamıştır.
Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin hadis ve fıkıh kitaplarında tevhid akidesinden hiç  söz edilmez.
Halbuki tüm dinleri birbirinden ayıran tek şey tevhid, onları birbirine eşitleyen tek şey ise şirk'tir.
Yani tevhid yoksa bütün dinler birdir, birbirine eşittir. 
 Tevhid olmadan evrensel ahlak ilkeleri  kurulmuş olmayacaktır.
Aslında tevhid, evrensel tabii fıtrat anlamına gelen ilâhi bir inanç ve ahlak tarzıdır.
 Dolayısıyla huzur ve mutluluğun, özgürlük ve barışın sağlanması tevhid'in kurulması ve yaşatılması ile ilgili bir şeydir.
İnsanları müslüman yapan şey Allah'ın var olduğuna inanmaları ve ona ibadet etmeleri değildir.
 Tarihin bütün müşrikleri  Allah'a iman eder ve ona samimiyetle kulluk ederlerdi.
 Tevhid Allah'tan başka ibadete lâyık ilah olmadığına iman etmekle beraber, onun mesajını yani gönderdiği vahyin yanında din ve hüküm olarak başka hiçbir kaynak kabul etmemektir.
(Kasas, 87)
Tevhid, Dinin Allah tarafından tamamlandığına iman etmektir. (Mâide, 3)
Tevhid, sadece Allah'tan gelenin hak olduğunu gerçekten kabul etmektir. (Bakara, 147)
Tevhid, tüm Resullerin vahye tâbi olduklarına ve vahiy ile uyarı ve ikaz yaptıklarına iman etmektir.
 (En'am, 51, 106; Yunus, 109,  Kaf, 45, Enbiya, 45)
Tevhid, hidayetin vahiy ile indiğini, vahiy'den bağımsız hidayetin olmayacağına iman etmektir.
(Sebe, 50, Bakara, 159, Yunus, 35, 108)
Yaratan ve tek yardım eden, âhirette yegane şefaatçi,
tek merhamet eden, yediren ve içiren,  sadece kendisine tevekkül edilen, şifa veren ve günahları bağışlayan sadece odur.
(Şuara, 78, 79, 80, 81, 82--Tevbe, 129 )
 Aslında bugün en büyük şirk Allah'ın ölçülerini, emir ve yasaklarını yani göndermiş olduğu vahyi görmezden gelmek ve ona karşı tavır almak,
Kur'an'ın otoritesini önemsememek, onun önemini göz ardı etmek, onun yanında din ve  hüküm olarak  başka otoritelere boyun eğmektir.
 (Âli İmran, 187; Nahl, 104, 105--Maide, 44, 45, 50 )
Kur'an'ın bir sistem üzerine indirilen  bağlam ve bütünlüğünü anlamamak,
gerçeklerini gizlemek, manasını tahrif etmek tevhid'e vurulan en büyük darbedir.
 (Âraf 52, Hicr, 91)
"Allah'tan başka ilah yoktur"  "Allah tektir" ve "Tek büyük Allah'tır" dediğimizde şunları  anlamalıyız.
Rahmân ve Rahim olan Allah'ın ve indirmiş olduğu vahyin eşi- benzeri, ortağı, yardımcısı ve bir dengi yoktur.
Kulları arasında hiçbir aracı ve şefaatçi edinmemiştir.
 O herkese ulaşır, isteyen herkesi de kendisine ulaştırır.
 O hiçbir şeye benzemez ve hiçbir şey de O'na benzemez.
 O'nu tarif edecek  hiç bir örnek yoktur.
 O  kendisini Kur'an'da nasıl anlatmışsa öyledir. (Furkan 1,  Hadid, 1,6 - Haşr, 22, 24,  Bakara, 255--İsra, 111 )
 Allah'tan başka duaları kabul eden, onlara cevap veren, canlılara yardım eden sadece Allah'tır. (Ra'd, 14)
 Varlıkların  gizli durumlarını, gönüllerde saklı olanı, bütün sırları, gizlinin gizlisini ve tüm duyguları eksiksiz bilen yalnız Allah'tır.
( Ali İmran, 29-- Fatır, 13, 14-- Neml, 59-- Enam 17, 18-- Araf 191, 198)
Cezalandıran ve mükafat veren sadece O'dur.   O'nun olmasını emrettiği her şey olur, olmasını engellediği hiçbir şey olamaz.
Allah bizim sahibimizdir,  hatta tüm sahip olduklarımızın asıl sahibi yine odur.
 ibadetleri tek hak eden O'dur.
 Din sadece O'nundur, yani itikadi esaslarımızı, inançlarımızı,  amellerimizi ahlakımızı tüm hayatımıza yön veren emir ve yasakları, haram helal ve mübah sınırlarını  sadece Allah belirleyebilir.
 Kaynağını Kur'an'dan alan bu din anlayışına "Dini Allah'a özel kılma, inancı sadece O'na özgü kılma"  O'nun tek söz ve hüküm sahibi yani  ortağı  olmayan tek  otorite kabul etmektir (Furkan 25-26-- Nahl, 49, 54-- Zümer, 3, 11, 15, 46-- Enam, 95, 106)
Dünya hayatında ve âhirette O'ndan başka şefaatçimiz, kurtarıcımız,
Rabbimiz, ilâhımız,   koruyucumuz, rızkımızı veren, korktuğumuz,
dostumuz, vekilimiz, vahiy'le yol göstericimiz, sığınağımız,  aydınlık kaynağımız ve yardımını umduğumuz ve merhamet edenimiz  hiçbir kimse yoktur.
(Zümer, 19, 43, 44-- Enam, 51-- Lokman, 33-- Neml, 59, 65)
 Hayatımızı  düzenleyen,  ihtiyaçlarımızı karşılayan, göklerde ve yerde olan her şeyi ihtiyacımıza göre düzenleyen, (Casiye, 13)
 emir ve yasakları  yalnız o koyar, sorgulanamayan ve ilkeli hareket eden  Yüce Allah'ın hükümleri
 her şeyin üzerindedir,
 O'nun kanunlarını ve ilkelerini kabullenmeyen ya da başkalarını da O'nun gibi sorgulanamaz kabul edenler Müslüman olamaz.
(Tin, 8-- Maide, 43, 47-- Araf, 54 --Nisa, 65-- Nur, 46, 53)
 Her zaman en yüce olan O'dur, her zaman doğruyu söyler, her şeyi bilir ve görür, gaybı yalnız O bilir,
hayat veren, terbiye eden, besleyen, yetiştiren, büyüten, düzenleyen,  hayattan alan ve bizi diriltecek, hesap vereceğimiz olan yüce Rabbimiz O'dur.
 Tüm varlıklar ona muhtaçtır,  O hiç kimseye muhtaç değildir.
Tüm canlı ve cansız herşey varlığını onun koyduğu yaratılış  yasalarına   göre sürdürür ve sonlandırır.
O varlığı zorunlu olandır, onsuz olmadan hiçbir şey hayat bulamaz ve ayakta kalamaz.
 Bütün varlıkları şekillendiren, mizana koyan  ve onlara varlık amacını belirleyen sadece odur.  (Enbiya, 18, 19-- Daha, 1,8-- Yasin- 81, 83- En'am, 2-- Kamer, 49 --Yunus, 4, 109)
 Merhamet edenlerin en merhametlisi O'dur.  insana şah damarından daha yakındır ve müminlerin dostu olan da sadece O'dur.
 Din gününün sahibi O'dur, hiç kimseyi  hiçbir işine ve  sıfatına ortak etmez, göklerde ve yerde, dünya ve ahirette hakimiyet makamında   olan tek egemen O'dur.
 Dünyada ve ahirette hüküm O'nundur, hiç kimse O'nun verdiği kararı bozamaz, değiştiremez ve değiştirmesi için etki demez.
( Âli İmran,  26-27 -- Mümin, 15, 21, 61, 68-- İnfitar, 17, 19)
GERÇEKTEN ÇOK ZOR BİR MANZARA
Bazen öyle zor bir ortamda bulunuyoruz ki, karşınızdaki mezhepçi  arkadaş hayatı boyunca  Kur'an ın manası olduğunu, Kur'an'ın üzerinde tefekkür etme
(Nisa, 82) aklı kullanmyanların pisliğe mahkum olduklarını (Yunus, 100) ataların  ve babaların dininin  batıl olduğu
 (Bakara, 170; Mâide, 104; Lokman, 21; Zuhruf, 23, 24) ile ilgili hayatında hiçbir şey duymamış, başlıyor hurafe ve yalan anlatmaya, hakkında iki bin âyet bulunan
 tevhid ve şirk'ten kimse ona hiç bir  söz etmemiş, İslam'ın, dinin, tevhid akidesinin ne anlama geldiğini bilmeden 1400 yıldan beri devam edip gelen yalan ve  iftiraları tekrar edip duruyor.
 Şimdi böyle bir ortamda son derece karanlık bir cehalet içinde bulunan insanlara bir saat içinde neler anlatabilirsiniz ?
 Kur'an'ın tek kaynak olduğunu,  dinin  Allah Resulü döneminde indirilen vahiy'le tamamlandığını
(Mâide, 3; En'am, 115) Allah  elçilerinin sadece vahiyle ikaz ve uyarı yaptıklarını( En'am, 51; Kaf, 45; Enbiya, 45) 
sadece vahye tabi olduklarını( En'am, 106; Yunus, 109; Ahkaf, 9)
Din ve hüküm olarak Kur'an'ın yeterli bir kitap olduğunu (Ankebut, 51)
Yüzlerce âyette   Nebi ile Resul arasında bulunan  farkları,
Kur'an'da  itaat, hak, nur, inzar, istihza, küfür,  ittiba, kitab'ı tilavet etme, tebyin, helal ve haram kılma, şikak,
 İsyan, icabet, davet, tekzip  gibi kavramların Allah, Resul ve vahiy bağlamında  kullanıldığını, Kur'an'ın  indirilmesiyle
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkların belirgin hale geldiğini,  Nebi'nin Allah'a karşı birçok yerde hata  ettiğini (Tevbe, 113; Tahrim, 1; Enfal, 67)
Nebi makam mertebesinin yirmi üç sene, gece gündüz, her zaman ondan ayrılmayan biri kimlik olduğunu,
fakat Resulü'n kendisine gelen vahiyin insanlara ulaştırılması anlamında  resmi bir  görev olduğunu (Mâide, 67, 99)
 Resul'ün vahye ihanet etmesinin ve Allah'a karşı hata yapmasının  mümkün olmadığını (Hakka, 44, 45, 46, 47)
 O yüzden de  Resul'e itaat etmenin  Allah'a itaat etmek olduğunu (Nisa, 80) en önemlisi uydurma din atalarının yani mezhep imamlarının ve âlimlerinin  kendilerini aldattığını,
yalan söylediklerini,
muhaddis ve müctehidlerinin  Allah Resulü'ne iftira ve ihanet ettiklerini bu gelenekçi hurafecilere anlatmak gerçekten müşkül bir meseledir.
Birer İlâh ve Rab derecesine yükseltilmiş  din büyüklerinin kur'an cahili olduklarını anlatmak çok zor oluyor.
Yani günümüzün ümmileri atalarının Allah, Resul  ve din hakkında yalan söylediklerini  asla kabul etmiyorlar.
 Halbuki tarih boyunca her zaman  ataların doğru yoldan saptıklarını,  yanıldıklarını, dini rant ve menfaat aracı yaptıklarını
(Tevbe, 24; Âli İmran, 187)  akıllarını kullanmadıklarını  ve hidayetten uzak kaldıklarını  yüzlerce âyette haber verilmektedir.
 Bir de rivayet ve içtihatlarla tam olarak zihin, akıl, ahlak,
 inanç ve amellere kadar yerleştirilen uydurma bir dini  aşmak nasıl mümkün hale gelecektir.
 Uydurma din  zihin ve fikirlere öyle hakim olmuş ki, okuduğunuz onlarca âyet ve temsiller  adamlarının kılını bile kıpırdatmaya yetmiyor,  hiçbir işe yaramıyor.
 Artık öyle bir hal almış ki,  kalp Kur'an'a karşı âyetlerin ifadesiyle taştan daha katı hale gelmiştir (Bakara, 74)
 1400 yıldan beri uydurma ve iftira din  tüm kurumlarıyla öyle muhkem hale gelmiş ki onda bir gedik açmanız imkansız olmuştur.
 Böyle bir  yapıyı aşarak insanları nasıl Kur'an ile tanıştırma fırsatı yakalayacağız.
 Yani bu ümmileri ikna  için  günlerce anlatmanız gerekenleri bir saat içinde nasıl enjekte edeceksiniz.
 Tabii ki bu kadar şirk  kirliliğinden  sonra  artık bünye Kur'an gibi bir temizliği ve saflığı  kabul etmiyor.
 Her tarafi mikrop kapladıktan  sonra  temiz ve bol oksijenli bir hava ile karşılaşınca hurafeciler  aptallaşmaya ve  bunalmaya başlıyorlar.
 Yani temiz  havanın  dozajını yavaş yavaş arttırarak verme imkanınız yok.
İşte böyle bir ortamda hurafeciler  atalarından gelen  yalanları anlatıyor da  anlatıyor.
 Bende umutsuzca hurafe ve uydurmaları  dinliyorum.
 Çünkü bünyeye  o derece mikrop yayılmış ki, artık doktorların böyle bir hastayı kendi haline serbest bıraktıkları gibi ben de onu serbest  bırakıyorum, ona içimden  istediğini anlat diyorum.
 Çünkü artık ümitsiz bir  vakia karşısında  olduğumu görüyorum.
 Sapıtmamanın tek yolunun Kur'an olduğunu ataları tarafından iğfal edilen bu insanlara nasıl anlatacağız. (Nisa, 176)
 Kur'an öyle ihmal edilmiş, öyle saf dışı edilmiş bir kitaptır ki, on dört  asırdan beri  her gün anlatılması gereken bir hakikatı ümmetin kahir ekseriyeti daha yeni duyuyor.
Ve hakikatın avcılarına  büyük bir tepki gösteriyorlar.
 Çünkü atalarından böyle bir şey duymamışlar,(Müminün, 24)
 Yani önünüzde kayadan daha sarp dağlar var, siz ise bir çakı  veya bir çay kaşığıyla yol açmaya çalışıyorsunuz.
 İşte bu uydurma dinin mensuplarına gerçekleri kabul ettirmek  bu derece zordur.
 Kırk seneden beri Şia ve Ehli Sünnet'in kaynaklarını okuyorum, Kur'an'ın manasını anlama, Kur'an'ın üzerine tefekkür etme ile ilgili hiçbir şey okumadım.
 Zannedersiniz ki Allah tarafından indirilen Kur'an'ı Mübin'de  tevhid ve şirk ile ilgili hiçbir şey yoktur.
 MESELA,
Cemaat ve tarikatlar, acaba birgün, bir kere cemaatlerlerine  Kur'an'ı anlamak ve Tevhid ile ilgili bir tane  ders yapmişlar mı?
 Kur'an Allah tarafından hem tasrif (İsra, 89) hem tefsir(Furkan, 33)  hem tafsil (Hud, 1) hem de tebyin(Nahl, 89, Yusuf, 111)  edildiğini, Kur'an'ın aslında kaynağından açıklanmış olarak indirildiğini (Âli İmran, 138)
 Belâğ  bir kitap  olarak geldiğini(Âli İmran, 138)  Allah Resulü'nün görevinin onu tefsir etmek değil, onu okumak,
(Bakara, 150, Âli İmran, 164)   tebliğ etmek (Mâide, 99, Ra'd, 40) yani vahyi  duyurmak ve ilan etmek olduğunu nasıl anlatacağız.
 Kitapta Allah'ın hiçbir şeyi eksik bırakmadığını (En'am, 38) bütün elçilerin davetinin sadece Allah(vahiy)  olduğunu
( Yusuf, 108; Kasas, 87) Din ve   hüküm olarak Kur'an'dan başka bütün sözlerin Allah'ın tevhid yolundan engelleyen boş sözler   olduğunu (Lokman, 6)
 hakkın sadece Allah'tan geldiğini( Bakara, 147) hidayet'in indirilen vahiy'den başka  bir yerde  olmayacağını (Sebe, 50; Bakara 159)
rivayet dininin uydurma ve Allah'a iftira olduğunu, mezheplerin bir şirk  kurumu olduğunu, ümmeti fırka fırka yapıp perişan ettiğini, salavatın olmadığını, dinin Allah'a özgü  kılınması gerektiğini, 
kabir azabının olmadığını, kısacası Şia ve Ehli Sünnet  dinlerinin  rivayet ve içtihatlarıyla baştan sona kadar yalan olduklarını nasıl anlatacağız?

2 Haziran 2018 Cumartesi

KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI
(18. YAZI)
ÖRNEK 103 :
Zümer suresi
"insanın başına bir sıkıntı gelince, Rabbine yönelerek O'na yalvarır. 
Sonra Allah kendisinden ona bir rahmet verince, önceden yalvarmış olduğunu unutur.
Allah yolundan saptırmak için O'na eşler koşar,,,, 8. âyetinde bulunan
 "liyudille" "saptırmak için" kelimesini, Ebu Amir "liyadille" "saptığı, sapıttığı  için" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 104:
 Nahl suresi
"Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükun yeri yaptı ve sizin için davar derilerinden gerek göç gününüzde, gerekse konaklama gününüzde,,,"
80. âyetinde bulunan "yevme za'niküm" "göç  gününüzde" kelimesini, Nâfi "yevme zaâniküm" "göç günlerinizde"
 olarak okumuştur.
 ÖRNEK 105 :
Nahl suresi
"Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise bakidir.
Elbette sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının en güzeliyle mükafatlarını vereceğiz
96. âyetinde bulunan "velenecziyennellezine" "mükafatlarını vereceğiz"  kelimesini, Nâfi "veleyecziyennellezine" (Allah) mükafatlarını verecektir" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 106 :
Yine Nahl suresi 97. âyetinde bulunan  "velenecziyennehüm" "mükafatlarını vereceğiz" kelimesini,
Nâfi "veleyecziyennehüm" ( Allah) mükafatlarını verecektir" olarak  okumuştur.
 ÖRNEK 107:
 İsra suresi
"Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabb'inin  indinde kötüdür,  sevimsizdir"
38. âyetinde "seyyiuhu"  "kötü olanları" kelimesini,
 Nâfi "seyyieten" "Bütün bu sayılanların hepsi kötüdür"
"Seyyieten" "kötüdür" olarak okumuştur.
Bu kıraate göre ayet şöyle oluyor.
" Bütün bu sayılanların hepsi Rabbinin  yanında kötüdür, sevimsizdir.
ÖRNEK 108:
 İsra suresi
"De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilahlar bulunsaydı,,,," 42. âyetinde bulunan "kemé yekulune" kelimesini, Nâfi "kemé tekulune" (Ey Müşrikler!) söylediğiniz gibi" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 109:
Şura süresi
"O,  kullarının tevbesini kabul eden, kötülüklerini bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir" 25. âyetinde bulunan
"veye'lemu mé tef'alun" "yaptıklarınızı bilendir" kelimesin,
Nâfi "veye'lemu mé yef'alun" yaptıklarını bilendir" olarak okumuştur.
 ÖRNEK 110:
Şara suresi
"Dilerse O,  rüzgarı durdurur da  denizin üstünde  kalakalırlar,,,," 33.  âyetinde bulunan "riha" "rüzgarı" kelimesini, Nâfi "riyâha" "rüzgarları" yani çoğul olarak olmuştur.
 ÖRNEK 111:
 Zuhruf suresi
"O,  size yeri beşik kılmış 10. âyetinde bulunan "mehden" "beşik" kelimesini, Nâfi "mihéden" "beşikler"  olarak olmuştur.
"Yani her biriniz için bir  beşik,,,"
 ÖRNEK 112:
Zuhruf suresi
" Allah, şimdilik  sen onlardan yüz çevir ve size selam olsun de. Yakında bilecekler! buyurduğu 89. âyetinde bulunan "ye'melune"  "bilecekler" kelimesini, Nâfi "te'lemune" bileceksiniz"olarak okumuştur.
 ÖRNEK 113:
 Yunus suresi
"De ki: Ortak koştuklarınızdan hakka iletecek olan var mı?
De ki:  Sadece Allah hakka iletir.
 Öyle ise hakka ileten mi uyumaya daha layıktır,  yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı?
 35. âyetinde  bulunan "lé yehiddi" "Kendisine  hidayet verilmedikçe kendi kendine doğruyu bulamayan" kelimesini,
Kisai  "lé yuhde" "Kendisine hidayet  verilmedikçe başkasına hidayet veremeyen mi? olarak okumuştur.
KUR'AN'DA ALLAH, RESUL VE VAHİY BAĞLAMINDA KULLANILAN KAVRAMLAR
(5.YAZI)
Aynen "kitab-ı okuma" "tilavet" kavramı gibi, tebliğ"  kavramı da yani "vahyi duyurma ve ilan etme" de "Resul" için kullanılmıştır.
Aslında vahyin kendisi "beyan"
 (Âli İmran (138) olduğu gibi aynı zamanda bir "belâğ"dır.
 "İşte bu Kur'an, kendisiyle uyarılsınlar,  Allah'ın ancak bir tek ilah olduğunu bilsinler ve  akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye  insanlara gönderilmiş bir"belâğ" bildiridir"
(İbrahim, 52)
"Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.  Eğer yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun,,,"
( Maide, 67)
 Resul'ün görevinin sadece  Allah'tan indirilen vahyin tebliğ edilmesi, yani vahyin  İnsanlara ulaştırılması olduğunu onlarca  âyette çok net olarak görüyoruz.
"Resul'e düşen, ancak duyurmadır.,,,," "belâğ"
(Maide, 99)
"Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, "übelliğuküm riseléti Rabbi"
(Araf, 62)
"Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir elçiyim"
( Araf, 65)
"Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi:
Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim,  fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz"
( Araf, 79)
 "Şuayb, onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: Ey kavmim! Size Rabbim'in gönderdiği gerçekleri duyurdum "ebleğtüküm riséléti Rabbi"  ve size öğüt verdim",,,"
(Âraf,  93)
",,, Resülün  üzerine açık seçik tebliğden  başka bir şey düşer mi?
( Nahl,  35)
" O Resuller ki sadece  Allah'ın gönderdiği emirleri duyururlar,,,,"
( Ahzab, 39)
 "Hud da: Bilgi  ancak Allah'ın katındadır.
Ben size, bana gönderilen şeyi (vahyi) tebliğ ediyorum. Fakat sizin cahil bir millet olduğunuzu görüyorum"
( Ahkaf, 23)
 İsa şöyle dedi: 
(Ey Rabbim!) 
"Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim. Benim de Rabb'im sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin" dedim,,,,"
(Maide, 117)
 Dolayısıyla gönderilen bütün elçiler sadece ve sadece  Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ  ederler.
 Elçilerin misyonu sadece gönderilen vahiy ile ilgilidir.
 (Necm, 3, 4)
Elçiler indirilen  vahyin üzerine kendilerinden bir şey ekleme(Hakka, 44, 45, 45, 47)  veya vahiy'den  bir şey çıkarma  ve yanına kendilerinden bir  hüküm koyma  yetkileri yoktur. 
Çünkü hüküm sadece Allah'a aittir.
",,,, Hüküm sadece Allah'a aittir,,,"
( Yusuf, 40)
",,,,, ve hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz"
( Kehf, 26)
 İşte "tebliğ" kavramı gibi "HAK" kavramı da Kur'an'da  sadece  "Allah, vahiy ve  Resul için kullanılmıştır.
 Allah için kullanıldığı âyet,
"İşte O,  sizin HAK Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan saptıktan sonra sapıklıktan başka bir şey kalır mı?
( Yunus, 32)
 Kur'an için kullanıldığı âyetler,
"HAK, Rabbinden gelendir. O halde şüphe edenlerden olmayasın"
( Bakara, 147)
",,,, Andolsun ki Rabbinden sana HAK  gelmiştir.  Sakın şüphe edenlerden olmayasın"
( Yunus, 94)
 Resul için kullanıldığı âyet,
"İman etmelerinden, Resul'ün HAK olduğuna şahadet getirmelerinden  ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkarcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet versin"
( Âli İmran, 86)
ŞİA VE EHLİ SÜNNET MEZHEB  İMAMLARI VE ALİMLERİ ÇOK CAHİL İDİLER.
 Kur'an'ı iyice incelediğimiz zaman Şia ve Ehli Sünnet'in muhaddis, müfessir ve  mezhep imamlarının çok cahil olduklarını rahatlıkla anlayabiliriz.
 Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidlerinin mesleğini  en iyi anlatan âyeti kerime  şudur.
"İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir  ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı (lehvel hadis) satın alır. İşte onlara alçaltıcı bir azap vardır"
(Lokman, 6)
Vahiy'lerin Allah tarafından indirildiğini, Resullerin sadece kendilerine indirilen vahyi tebliğ  ettiklerini ve sadece vahye tabi olduklarını, 
Allah'ın kendi hükmüne hiç kimseyi ortak yapmayacağını, dinin daha Allah Resulü hayatta iken Allah tarafından tamamlandığını,
"",,,,,Bugün size dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum"
( Mâide, 3)
 elçilerin dine bir şey eklemeye ve ondan bir şey çıkarmaya yetkilerinin olmadığı ile ilgili yüzlerce âyet vardır.
 İşte Allah elçilerinin vahiy'den başka bir şey tebliğ  etmedikleri ile ilgili yüzlerce âyetten  bir demet.
(Ey Resul! )Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak kitabı (kur'an-ı) indirdik.
 Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma,,,,"
( Maide, 48)
(Ey Resul! Sana şu talimatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve  onların arzularına uyma.  Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et,,,"
(Mâide, 49)
"Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.
Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah kafirler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Mâide, 67)
 TEBLİĞ: Taşımak, götürmek, ulaştırmak ve eriştirmek anlamına gelir ve Kur'an'da sadece Resuller bağlamında kullanılır. 
"Resul'e düşen vazife, ancak tebliğdir,,,"
(Mâide, 99)
",,,,Resullerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey yoktur"
(Nahl, 35)
Aslında Kur'an'ın kendisi bir "belâğ"dır.
"İşte bu Kur'an, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir"belâğ" dır"
(İbrahim, 52)
(Nuh dedi ki): "Size Rabbimin vahiyettiklerini duyuruyorum,  size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan gelen vahiy ile biliyorum"
(Âraf, 62)
 "Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ  ettim ve size öğüt verdim fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz"
(Âraf, 79)
 "İşte bütün o ülkeler...Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun ki,  elçileri onlara apaçık deliller getirmişlerdi,,,"
( Âraf, 101)
"Elif. Lam. Ra BU KUR'AN RABLERİNİN  izniyle İNSANLARI KARANLIKLARDAN AYDINLIĞA, yani  her şeye galip ve  övgüye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için SANA İNDİRDİĞİMİZ BİR KİTAPTIR"
(İbrahim, )
",,,,,,Bu Kur'an, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş bir kitaptır"
(Ahkaf, 12)
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"
( Kaf, 45)
"De ki: Ben sadece vahiyle sizi uyarıyorum. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
"Hud da: Bilgi ancak Allah'ın katındadır. BEN SİZE, BANA GÖNDERİLEN ŞEYİ DUYURUYORUM.,,,,"
(Ahkaf, 23)
"BEN ONLARA, ANCAK BANA EMRETTİĞİNİ SÖYLEDİM.,,,"
(Mâide, 117)
"İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir. Artık Allah'tan ve onun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar"
(Casiye, 6)
Kur'an'da ittiba kavramı sadece Kur'an ile vahiy bağlamında kullanılmıştır.
"Rabbimiz! İndirdiğine İnandık ve Resul'e uyduk. Bizi birliğini tasdik eden şahitlerden yaz"
(ÂLİ İmran, 53)
"Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun. Onunla beraber başka dostların( evliya) peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
(Âraf, 3)
"Ey Resul! Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu ayetlerden alıkoymasınlar. Rabbine davet et. Asla müşriklerden olma!"
(Kasas, 87)
"Şüphesiz bu Kur'an, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"
(En'am, 153)
(Ey Resul! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.,,,"
(Âli İmran, 31)
"Ey Resul! Rabbinden sana vahyedilene tâbi ol. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"
(En'am, 106)
"Ey Resul! Sen, sana vahyedilene uy ve Allah hükmedinceyeye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"
(Yunus, 109)
Kur'an'da itaat kavramı yüzlerce âyette sadece "Allah, vahiy ve Resul" için kullanılmıştır.
Aynı şekilde tekzib, tasdik, helal ve haram kılma, istihza, şikak, İsyan, hak, nur, tebliğ, kitabı okuma,  tebyin, küfür, savaş, hâdd gibi birçok kavramın Allah, Resul ve vahiy bağlamında kullanıldıklarını görüyoruz.
TEBYİN: Bir şeyi ortaya koyma, ilan etme, açıklama  duyurma, gizlememe anlamına gelmektedir.
Tebyin kavramı da sadece Allah, vahiy ve Resul için kullanılmıştır.
"Allah size işte böylece âyetlerini açıklar ki düşünüp gerçeği anlayasanız"
(Bakara, 242)
(Resuller) Apaçık deliller ve kitaplarla  gönderildiler. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik"
(Nahl, 44)
Yani Allah Resulüne verilen açıklama görevi "Kur'an'ı tefsir etme" değil,vahyi duyurma, indirileni  tebliğ etme, âyetleri beyan etme, Allah'ın emirlerini ilan etme yani vahyi  gizlememe anlamındadır.
Çünkü Kur'an'ı Mübin Allah tarafından detaylı bir şekilde açıklanmış bir kitaptır.
 "Bu Kur'an, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da detaylandırılmış bir kitaptır. Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye,,,"
(Hud, 1, 2)
",,,,Ayrıca bu kitabı da sana her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı olarak ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl, 89)
Aslında Kur'an'ın bir adı da "beyan'dır"
(Âli İmran, 138)
 Din ve hüküm olarak  Allah tarafından indirilmeyen bir şey insanları bağlamaz.
"Sen sana vahyedilene sımsıkı sarıl, şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"
(Zuhruf, 43, 44)
Din Allah tarafından daha Allah Resulü hayatta iken tamamlanmıştır.
",,,,Bugün size dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum"
(Mâide, 3)
Mezhep imamlarının çok cahil olduklarını anlamak için  Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü ile  bilinmesi gerekir.
 Kur'an'ın iyi  bilinmesi Mezhep imamlarının, muhaddis ve müctehidlerin gerçekten çok cahil olduklarını ortaya çıkarır.
Şia ve Ehli Sünnet  Mezhep imamları, muhaddis ve müctehidleri o kadar cahil idiler ki, bırakın Nebi ile Resul arasında bulunan farkları anlamak,  Kur'an'ın en önemli kavramları olan "itaat, ittiba, tilavet, tebliğ, tebyin gibi kavramları  dahi anlayamamışlardır.