KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(10. YAZI)
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Allah ve Resulü'ne karşı savaşanların ve yeryüzünde (tevhid ve vahdet) düzenini bozmaya çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir.
"Bu onların dünyadaki rusvaylığıdır. Onlar için ahirette de bir bir azap vardır"
( Maide, 33)
Yukarıdaki ayette geçen "Resul" (Elçi) kavramı, "Beşer Resul" değil, "Kitap Resul" ile ilgilidir. Çünkü "Beşer Resul" fâni ve ölümlüdür.
"Kitap Resul" ise Kıyamet gününe kadar bakidir. Dolayısıyla Kur'an kıyamet gününe kadar gelecek insanlar için Allah'ın hitabı,hidayeti, rahmeti ve Resulüdür.
Aslında hiç kimse Allah'a karşı savaşamaz. Fakat indirilen vahye, onu dillendiren muvahhidlere karşı gelmek Allah'a karşı gelmek ve onun dinine savaş anlamı taşıdığından dolayı böyle buyrulmuştur.
Dolayısıyla bu ayette "Resul" (Elçi) kavramına dikkat etmek gerekir.
Resul (Elçi) sadece vahyi tebliğ eden olduğu için çok değerlidir.
Elçi değerini vahiy'den alır.
Yani Allah'ın bütün elçileri Allah'tan vahiy aldıkları için değerlidirler.
"Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Resul'üdür, iman edenlerdir, onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek salatı ikame eder, zekatı verirler"
( Maide, 55)
Bu âyette bulunan "Resül" kavramı, "Kur'an" anlamında kullanılmıştır.
Çünkü Araf suresi 3.âyetinde Rahmân ve Rahim olan Allah şöyle buyuruyor.
"Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun.
Onunla beraber başka dostların(evliya) peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz"
Kıyamet gününe kadar ölmeyen, kendisine batıl bir söz karışmayan, metni tahrif edilemeyen, herkes tarafından rahat ulaşılabilen, kesin bilgi,tek hidayet rehberi, yegene kaynak Allah'ın kitabı olan Kur'an'ı Mübin'dir.
31 Ocak 2018 Çarşamba
30 Ocak 2018 Salı
KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(9.YAZI)
Şu iki âyet"Beşer Resul"ile"Kitab Resul" arasında bir farkın olmadığını gösterir.
"Bir kısım elçileri (Rüsülen) sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık.
Allah Musa ile gerçek olarak konuşmuştur"
(Nisa, 164 )
(Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak elçiler(Rüsülen) gönderdik ki insanların elçilerden(Rüsül) sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah İzzet ve hikmet sahibidir"
( Nisa, 165)
Nisa164. ayet "Beşer Elçileri" anlatırken, 165. âyet "Kitap Resulleri" anlatıyor.
Nihayetinde "Kitap Resul" "Beşer Resul" olan şahsiyetin dilinde hayat buluyor.
Ancak 165.âyette
(Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak elçiler(Rusülen) gönderdi ki insanların elçilerden sonra
Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın" cümlesi bize açık olarak şu gerçeği gösteriyor.
İnsanların kıyamet gününe kadar
"Kitap" olan "Resul'e" ulaşma imkanları olduğu halde,
"Beşer" olan "Resul'e" ulaşma imkanları yoktur. Dolayısıyla vahye ulaşabilen hem "Beşer" olan "Resul'e" hem de "Kitap" olan "Resul'e" ulaşmış olacaktır.
MESELA:
Şu âyete iyice dikkat etmek gerekir.
Çünkü bu ayet açık olarak "Kitap" olan "Resul'e" çağrı yapıyor.
" Ey insanlar!
Elçi (Resul) size Rabbinizden gerçeği getirdi (bundan şüphe etmeyin), şu halde kendi iyiliğinize olarak ona iman edin.
Eğer inkâr ederseniz, göklerde ve yerde ne varsa şüphesiz hepsi Allah'ındır.
Allah sonsuz İlim ve hikmet sahibidir"
( Nisa, 170)
Allah'ın elçileri sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerine yukarıdaki âyet mükemmel bir örnektir.
"Ey insanlar! Resul size Rabbinizden gerçeği getirdi,,,," cümlesi bunun en açık delilidir.
"Ey Ehli Kitap!
Resulümüz size kitapta gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi, birçok (kusurunuzu) da affediyor.
Gerçekten size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi"
(Mâide, 15)
Yukarıdaki ayette bulunan "Resulümüz kitapta gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıklamak üzere geldi,,,
Gerçekten size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi" bölümleri
"Elçi" ile "Kitab'ın" arasında bir farkın olmadığını ve Resul'ün görevinin sadece indirilen vahyi okumak ve onu tebliğ etmek olduğunu ilan ediyor.
"Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları hidayetiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir"
( Maide, 16)
"Ey Ehli Kitap elçilerin(Rusül) arası kesildiği bir sırada size elçimiz(Resuluné) geldi.
Gerçekleri size açıklıyor ki (kıyamette): bize bir müjdeleyici ve uyarıcı (elçi) gelmedi" demeyesiniz. İşte size müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir"
( Maide, 19)
Yukarıdaki âyet Allah tarafından indirilmeyen, elçi tarafından tebliğ edilmeyen bir şeyin insanları bağlamadığını,
insanların sadece Allah tarafından indirilen vahiy'de sorumlu olduklarını mükemmel bir sistem dahilinde anlatıyor.
Dolayısıyla Kur'an rastgele üstünkörü okunup geçilecek bir kitap değildir.
Kur'an'ı Mübin'i okurken ondan bir şeyler öğrenmek istemeyenler boşuna onu okuyorlar demektir.
Çünkü Allah şöyle buyuruyor.
(Ey Resul!) Biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda ikazları tekrar tekrar açıkladık.
Umulur ki onlar (bu sayede şirkten) korunurlar. Yahut da o (Kur'an) kendileri için bir ibret ortaya koyar.
Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana onun vayhi tamamlanmadan önce Kuran (okumakta) acele etme ve "Rabbim benim ilmimi arttır" de"
(Taha, 113-114)
Yukarıda Maide 19. ayette bulunan "Beşir" ve "Nezir" kavramları, birçok kavram gibi hem Allah, Hem Resul,( Elçi) hem de vahiy için kullanılmaktadır.
Çünkü vahiy ve Elçi Allah'ı temsil ederler.
(9.YAZI)
Şu iki âyet"Beşer Resul"ile"Kitab Resul" arasında bir farkın olmadığını gösterir.
"Bir kısım elçileri (Rüsülen) sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık.
Allah Musa ile gerçek olarak konuşmuştur"
(Nisa, 164 )
(Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak elçiler(Rüsülen) gönderdik ki insanların elçilerden(Rüsül) sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah İzzet ve hikmet sahibidir"
( Nisa, 165)
Nisa164. ayet "Beşer Elçileri" anlatırken, 165. âyet "Kitap Resulleri" anlatıyor.
Nihayetinde "Kitap Resul" "Beşer Resul" olan şahsiyetin dilinde hayat buluyor.
Ancak 165.âyette
(Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak elçiler(Rusülen) gönderdi ki insanların elçilerden sonra
Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın" cümlesi bize açık olarak şu gerçeği gösteriyor.
İnsanların kıyamet gününe kadar
"Kitap" olan "Resul'e" ulaşma imkanları olduğu halde,
"Beşer" olan "Resul'e" ulaşma imkanları yoktur. Dolayısıyla vahye ulaşabilen hem "Beşer" olan "Resul'e" hem de "Kitap" olan "Resul'e" ulaşmış olacaktır.
MESELA:
Şu âyete iyice dikkat etmek gerekir.
Çünkü bu ayet açık olarak "Kitap" olan "Resul'e" çağrı yapıyor.
" Ey insanlar!
Elçi (Resul) size Rabbinizden gerçeği getirdi (bundan şüphe etmeyin), şu halde kendi iyiliğinize olarak ona iman edin.
Eğer inkâr ederseniz, göklerde ve yerde ne varsa şüphesiz hepsi Allah'ındır.
Allah sonsuz İlim ve hikmet sahibidir"
( Nisa, 170)
Allah'ın elçileri sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerine yukarıdaki âyet mükemmel bir örnektir.
"Ey insanlar! Resul size Rabbinizden gerçeği getirdi,,,," cümlesi bunun en açık delilidir.
"Ey Ehli Kitap!
Resulümüz size kitapta gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi, birçok (kusurunuzu) da affediyor.
Gerçekten size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi"
(Mâide, 15)
Yukarıdaki ayette bulunan "Resulümüz kitapta gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıklamak üzere geldi,,,
Gerçekten size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi" bölümleri
"Elçi" ile "Kitab'ın" arasında bir farkın olmadığını ve Resul'ün görevinin sadece indirilen vahyi okumak ve onu tebliğ etmek olduğunu ilan ediyor.
"Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları hidayetiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir"
( Maide, 16)
"Ey Ehli Kitap elçilerin(Rusül) arası kesildiği bir sırada size elçimiz(Resuluné) geldi.
Gerçekleri size açıklıyor ki (kıyamette): bize bir müjdeleyici ve uyarıcı (elçi) gelmedi" demeyesiniz. İşte size müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir"
( Maide, 19)
Yukarıdaki âyet Allah tarafından indirilmeyen, elçi tarafından tebliğ edilmeyen bir şeyin insanları bağlamadığını,
insanların sadece Allah tarafından indirilen vahiy'de sorumlu olduklarını mükemmel bir sistem dahilinde anlatıyor.
Dolayısıyla Kur'an rastgele üstünkörü okunup geçilecek bir kitap değildir.
Kur'an'ı Mübin'i okurken ondan bir şeyler öğrenmek istemeyenler boşuna onu okuyorlar demektir.
Çünkü Allah şöyle buyuruyor.
(Ey Resul!) Biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda ikazları tekrar tekrar açıkladık.
Umulur ki onlar (bu sayede şirkten) korunurlar. Yahut da o (Kur'an) kendileri için bir ibret ortaya koyar.
Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana onun vayhi tamamlanmadan önce Kuran (okumakta) acele etme ve "Rabbim benim ilmimi arttır" de"
(Taha, 113-114)
Yukarıda Maide 19. ayette bulunan "Beşir" ve "Nezir" kavramları, birçok kavram gibi hem Allah, Hem Resul,( Elçi) hem de vahiy için kullanılmaktadır.
Çünkü vahiy ve Elçi Allah'ı temsil ederler.
29 Ocak 2018 Pazartesi
ARKADAŞLAR!
Kur'an'ı Mübin, Allah tarafından indirilmiştir.
Bütün elçilerin dini olan tevhid akidesi
Allah tarafından tamamlanmıştır.
"Bugün size dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum"
( Maide, 3)
"Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir"
( Enam, 115)
Rahman ve Rahim olan Allah din ve hüküm olarak başkasının tamamlayabileceği ve bir şey ekleyeceği bir boşluk bırakmamıştır.
Muvahhidlerin yaptığı şey ise, Kur'an'ın sistemi, bağlam ve bütünlüğü, Kur'an hikmeti üzerinde çalışarak bu zikirden tezekkür etmelerinden başka bir şey değildir.
Yani Rabbimiz olan Allah ve Elçisi olan Kur'an'dan başka övülecek ve yüceltilecek hiç kimse yoktur.
Bizim bu derece kolay ve apaçık bir şekilde detaylandırılmış olan Kur'an üzerinde konuşmamızın sebebine gelince.
1-) Rivayetler ve içtihatlarla Kur'an'ın manasının bozulması, tevhid akidesinin dejenere edilmesi, Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin insanları Allah'ın dosdoğru yolunda saptırmaları.
2-) Kur'an'ın çok yönlü bir hikmetinin bulunması, konularının dağınık olması, vahyin sistemli oluşu.
3-) Zor olan konuların Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, Kur'an ehli muvahhidlere götürülmesinin Allah tarafından emredilmesinden kaynaklanmaktadır.
misal,
"Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğiniz kişilerden başkasını elçi olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir (vahiy) elinden sorunuz"
( Enbiya, 7)
"Onlara güven ve korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar, halbuki onu, Resül'e (Kur'an'a) ve aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi,
onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz"
( Nisa, 83)
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Resul'e itaat edin ve sizden olan ülül emre de.
Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz- Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resul'e
( Kur'an'a) götürün (onların Kur'an'dan anladlarına göre çözün) bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir"
( Nisa, 59)
Allah Kur'an'ı indirirken beraberinde hikmetini ve ilmini de indirmiştir.
"Andolsun onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim (sistem) üzere açıkladığımız bir kitap getirdik"
( Araf, 52)
",,,,,, Allah'ın ayetlerini eğlenceyi almayın, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek üzere indirdiği kitabı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan korkun,,,,,"
(Bakara, 231)
AKADAŞLAR ! Kur'an hiçbir kaynağa ihtiyaç bırakmaz.
Ancak vahiy ehli muvahhidler Kur'an'ın hikmeti, bağlam ve bütünlüğü üzerinde eşit bir anlayışa sahip olmayabilirler.
Kur'an'ın hikmeti üzerinde birbirlerinden yaralanmalarının hiçbir sakıncası yoktur.
Yalnız bütün övgülerin Allah'a ait olduğunu ve Allah elçilerinden başka hiç kimsenin ahirette cennet garantisinin olmadığı kesin olarak bilinmesi gerekir.
Allah'ın rahmet ve mağfireti, bağış ve fazileti olmazsa mahvolmuşuz demektir.
Allah cümlemizi her türlü kibir ve gururdan muhafaza buyursun.
Dolayısıyla Allah günahlarımızı bağışlasın, ahirette rezil rüsvay etmesin diye dua etmek son derece önemlidir
Ancak muvahhidler konuştukları zaman sadece Kur'an'dan konuşacaklar.
Ümmi halka din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın olmadığını anlatacak, dinin Allah tarafından indirildiğini ve Allah tarafından tamamlandığını ısrarla vurgulayacaklar.
Kur'an'ı Mübin, Allah tarafından indirilmiştir.
Bütün elçilerin dini olan tevhid akidesi
Allah tarafından tamamlanmıştır.
"Bugün size dininizi mükemmelleştirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum"
( Maide, 3)
"Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir"
( Enam, 115)
Rahman ve Rahim olan Allah din ve hüküm olarak başkasının tamamlayabileceği ve bir şey ekleyeceği bir boşluk bırakmamıştır.
Muvahhidlerin yaptığı şey ise, Kur'an'ın sistemi, bağlam ve bütünlüğü, Kur'an hikmeti üzerinde çalışarak bu zikirden tezekkür etmelerinden başka bir şey değildir.
Yani Rabbimiz olan Allah ve Elçisi olan Kur'an'dan başka övülecek ve yüceltilecek hiç kimse yoktur.
Bizim bu derece kolay ve apaçık bir şekilde detaylandırılmış olan Kur'an üzerinde konuşmamızın sebebine gelince.
1-) Rivayetler ve içtihatlarla Kur'an'ın manasının bozulması, tevhid akidesinin dejenere edilmesi, Şia ve Ehli sünnet âlimlerinin insanları Allah'ın dosdoğru yolunda saptırmaları.
2-) Kur'an'ın çok yönlü bir hikmetinin bulunması, konularının dağınık olması, vahyin sistemli oluşu.
3-) Zor olan konuların Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, Kur'an ehli muvahhidlere götürülmesinin Allah tarafından emredilmesinden kaynaklanmaktadır.
misal,
"Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğiniz kişilerden başkasını elçi olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir (vahiy) elinden sorunuz"
( Enbiya, 7)
"Onlara güven ve korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar, halbuki onu, Resül'e (Kur'an'a) ve aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi,
onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz"
( Nisa, 83)
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Resul'e itaat edin ve sizden olan ülül emre de.
Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz- Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resul'e
( Kur'an'a) götürün (onların Kur'an'dan anladlarına göre çözün) bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir"
( Nisa, 59)
Allah Kur'an'ı indirirken beraberinde hikmetini ve ilmini de indirmiştir.
"Andolsun onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim (sistem) üzere açıkladığımız bir kitap getirdik"
( Araf, 52)
",,,,,, Allah'ın ayetlerini eğlenceyi almayın, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek üzere indirdiği kitabı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan korkun,,,,,"
(Bakara, 231)
AKADAŞLAR ! Kur'an hiçbir kaynağa ihtiyaç bırakmaz.
Ancak vahiy ehli muvahhidler Kur'an'ın hikmeti, bağlam ve bütünlüğü üzerinde eşit bir anlayışa sahip olmayabilirler.
Kur'an'ın hikmeti üzerinde birbirlerinden yaralanmalarının hiçbir sakıncası yoktur.
Yalnız bütün övgülerin Allah'a ait olduğunu ve Allah elçilerinden başka hiç kimsenin ahirette cennet garantisinin olmadığı kesin olarak bilinmesi gerekir.
Allah'ın rahmet ve mağfireti, bağış ve fazileti olmazsa mahvolmuşuz demektir.
Allah cümlemizi her türlü kibir ve gururdan muhafaza buyursun.
Dolayısıyla Allah günahlarımızı bağışlasın, ahirette rezil rüsvay etmesin diye dua etmek son derece önemlidir
Ancak muvahhidler konuştukları zaman sadece Kur'an'dan konuşacaklar.
Ümmi halka din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın olmadığını anlatacak, dinin Allah tarafından indirildiğini ve Allah tarafından tamamlandığını ısrarla vurgulayacaklar.
KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(8.YAZI)
Allah Resulü'nün görevinin sadece vahyi tebliğ etmek olduğunu şu ayet çok güzel bir şekilde dile getirmektedir.
(Ey elçi!) Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı hak olarak indirdik, sakın hainlerden taraf olma"
(Nisa, 105)
"Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim elçiye karşı çıkar ve müminlerin (muvahhtlerin) yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız, o ne kötü bir yerdir"
( Nisa, 115)
Rahmân ve Rahim olan Allah vahiy vasıtasıyla kıyamet gününe kadar gelecek insanlara hitap ettiğine ve "Beşer" olan "Resul" vefat ettiğine göre, bu ayette geçen "Resul" kimdir?
Kesinlikle bu ayette anlatılan "Beşer Resul'den" sonra kıyamet gününe kadar misyonunu icra edecek olan "Kitap Resul'dür"
"Müminlerin yolu" ise Kur'an'ı tek kaynak edinen "muvahhidlerin yolu"dur.
Çünkü âyetlerin bağlam ve bütünlüğü bu gerçeği gösteriyor.
Yukarıda geçen Nisa 115. ayetinin hemen arkasında şu âyet gelmektedir.
"Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa büsbütün sapıtmıştır"
( Nisa, 116)
"Allah'ın elçilerini(Rusulihi) inkâr edenler Allah ile elçilerini(Rusulihi) birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu, İşte bunlar gerçek kafirlerdir.
Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. Allah'a ve elçilerine iman eden ve onlardan hiç birini diğerlerinden ayırmayanlara (gelince) işte Allah onlara bir gün mükafatlarını verecektir. Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir"
Nisa, 150 -151 -152)
Rahman ve Rahim olan Allah indirmiş olduğu vahiy'lerde elçilerin inanç, ahlak ve hayatlarını koruma altına alarak dokunulmaz kıldığı için Allah'ın elçilerini vahiy dışında hiçbir kaynakla değerlendirme altına alamayız.
Çünkü Allah indirmiş olduğu vahiy'lerde özellikle Kur'an'ı Mübin'de elçilere çok geniş bir yer ayırarak önemli bütün özelliklerini ortaya koymuştur.
Dolayısıyla Allah'ın bütün elçilerini gerçek olarak öğrenmek ve onlar hakkında sağlıklı bilgi edinmek isteyenler Kur'an'a başvurmaktan başka hiçbir yolları bulunmamaktadır.
Elçiler hakkında vahiy haricinde kaynak arayanlar onlar hakkında uydurulan birçok iftira ve hakaretlerle karşılaşacaklar.
Fakat Rahmân ve Rahim olan Allah elçilerinin inanç, ahlak, edep ve hayatlarını en güzel şekilde anlattığı için onlar hakkında sağlıklı bilgi sadece ve sadece Kur'an'ı Mübin'den elde edilecektir.
Aslında Kur'an'ı Mübin, iman, ibadet ve ahlak kaidelerinde olduğu gibi elçiler hakkında da başka bir hiçbir esere ihtiyaç bırakmamıştır.
İşte bu yüzden Yahudiler, Hristiyanlar, Şia ve Ehli Sünnet'in âlimleri Allah'ın elçilerini vahiy haricinde ele aldıkları için küfür ve şirke saplanmışlardır.
Elçiler hakkında vahiy haricinde başka kaynağa yönelmemek için Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ın dörtte birini elçilerinin hayatına ayırmıştır.
Allah Kur'an'ı mübinde elçilerini en ince detayına kadar anlatmıştır.
Allah'ın elçilerini vahiy dışında arayanlar Kur'an cahili ahmak kimselerdir.
Allah'ın elçilerini Kur'an dışında arayan âlimlerde zerre kadar akıl yoktur.
(8.YAZI)
Allah Resulü'nün görevinin sadece vahyi tebliğ etmek olduğunu şu ayet çok güzel bir şekilde dile getirmektedir.
(Ey elçi!) Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı hak olarak indirdik, sakın hainlerden taraf olma"
(Nisa, 105)
"Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim elçiye karşı çıkar ve müminlerin (muvahhtlerin) yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız, o ne kötü bir yerdir"
( Nisa, 115)
Rahmân ve Rahim olan Allah vahiy vasıtasıyla kıyamet gününe kadar gelecek insanlara hitap ettiğine ve "Beşer" olan "Resul" vefat ettiğine göre, bu ayette geçen "Resul" kimdir?
Kesinlikle bu ayette anlatılan "Beşer Resul'den" sonra kıyamet gününe kadar misyonunu icra edecek olan "Kitap Resul'dür"
"Müminlerin yolu" ise Kur'an'ı tek kaynak edinen "muvahhidlerin yolu"dur.
Çünkü âyetlerin bağlam ve bütünlüğü bu gerçeği gösteriyor.
Yukarıda geçen Nisa 115. ayetinin hemen arkasında şu âyet gelmektedir.
"Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa büsbütün sapıtmıştır"
( Nisa, 116)
"Allah'ın elçilerini(Rusulihi) inkâr edenler Allah ile elçilerini(Rusulihi) birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu, İşte bunlar gerçek kafirlerdir.
Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. Allah'a ve elçilerine iman eden ve onlardan hiç birini diğerlerinden ayırmayanlara (gelince) işte Allah onlara bir gün mükafatlarını verecektir. Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir"
Nisa, 150 -151 -152)
Rahman ve Rahim olan Allah indirmiş olduğu vahiy'lerde elçilerin inanç, ahlak ve hayatlarını koruma altına alarak dokunulmaz kıldığı için Allah'ın elçilerini vahiy dışında hiçbir kaynakla değerlendirme altına alamayız.
Çünkü Allah indirmiş olduğu vahiy'lerde özellikle Kur'an'ı Mübin'de elçilere çok geniş bir yer ayırarak önemli bütün özelliklerini ortaya koymuştur.
Dolayısıyla Allah'ın bütün elçilerini gerçek olarak öğrenmek ve onlar hakkında sağlıklı bilgi edinmek isteyenler Kur'an'a başvurmaktan başka hiçbir yolları bulunmamaktadır.
Elçiler hakkında vahiy haricinde kaynak arayanlar onlar hakkında uydurulan birçok iftira ve hakaretlerle karşılaşacaklar.
Fakat Rahmân ve Rahim olan Allah elçilerinin inanç, ahlak, edep ve hayatlarını en güzel şekilde anlattığı için onlar hakkında sağlıklı bilgi sadece ve sadece Kur'an'ı Mübin'den elde edilecektir.
Aslında Kur'an'ı Mübin, iman, ibadet ve ahlak kaidelerinde olduğu gibi elçiler hakkında da başka bir hiçbir esere ihtiyaç bırakmamıştır.
İşte bu yüzden Yahudiler, Hristiyanlar, Şia ve Ehli Sünnet'in âlimleri Allah'ın elçilerini vahiy haricinde ele aldıkları için küfür ve şirke saplanmışlardır.
Elçiler hakkında vahiy haricinde başka kaynağa yönelmemek için Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ın dörtte birini elçilerinin hayatına ayırmıştır.
Allah Kur'an'ı mübinde elçilerini en ince detayına kadar anlatmıştır.
Allah'ın elçilerini vahiy dışında arayanlar Kur'an cahili ahmak kimselerdir.
Allah'ın elçilerini Kur'an dışında arayan âlimlerde zerre kadar akıl yoktur.
26 Ocak 2018 Cuma
HÜSRAN İÇİNDE HÜSRAN
Adam kendi inancına göre Allah Resulü'nün emirlerini yerine getirmiş,
Kur'an okumuş, Hatim yapmış, İlim adamlarının içtihatlarına uymuş,
Kur'an ve Sünnet'in öngördüğü meşru ibadetleri yerine getirmiş,
gece gündüz kulluk etmiş,
mescitler inşa etmiş,
namaz kılmış, zikir çekmiş, tesbihatlar yapmış, salavatlar getirmiş,
bunca zaman geçirmiş, ömrünü din! ve iman! için çürütmüş, kutsal geceleri bile ihya etmiş olarak hesap ediyor.
Fakat âliminden ümmisine kadar koyu karanlık,
Kur'an'sız bir cehalet ve ağır bir ahmaklık içinde yaptıklarından dolayı Allah tarafından bu amelleri saçılmış zerreler gibi
(Furkan, 23) şiddetli fırtınada rüzgarın savurduğu kül
(İbrahim, 18) bir serap, hüsran içinde hüsran olarak karşına çıkacaktır.
Çünkü onlar Allah'ın emirlerini değil, paralel dinin ilahlarının,
Kur'an'sız ve cahil mezhep imamlarının, ahmak muhaddislerin ve akılsız âlimlerinin uydurma ve hurafe emirlerini yerine getirmişlerdir.
Onlar Allah'a ve onun kitabına karşı şirk işlemişlerdir.
Bu "ilâh" ve "Rab" edindikleri din alimleri(Tevbe, 31) onları sömürerek Allah yolundan geri dönülmeyecek bir uzaklığa savurmuşlardır.(Tevbe, 34--En'am, 71)
Hem öyle bir savurmuşlardır ki, en ahmakça bir inanç ve amellere mahkum ederek bunu yapmışlardır.
İşte o batıl inanç ve karşılığı olmayan sayısız amelin ve ibadetin ahiretteki durumunu Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle tarif ediyor.
"İnkar edenlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder,
nihayet ona vardığında orada herhangi bir şey bulamamış, üstelik yanı başında da (inanmadığı ve kendisinden sakınmadığı)
Allah'ı bulmuştur. Allah ise, onun hesabını tastamam görmüştür. Allah hesabı çok çabuk görür"
(Nur, 39)
"Yahut o kafirlerin (duygu düşünce,amel ve inançları) engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir,
(öyle bir deniz) ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor, üstünde de bulut... Birbiri üstüne karanlıklar...
İnsan, elini çıkarıp uzatsa, neredeyse onu dahi göremez. Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur"
( Nur, 40)
KURTULUŞ: İHLASTA,
HÜSRAN: ŞİRKTE,
"De ki: Bana dini Allah'a Halis kılarak ona kulluk etmem emrolundu.
Bana Müslümanların (muvahhidlerin) ilki olmam emrolundu"
"De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım"
" De ki: Ben dinimde İhlas ile ancak Allah'a kulluk ederim"
( Ey Müşrikler!) Siz de O'ndan başka dilediğinize kulluk edin. De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini hem de uyanlarını ziyana sokanlardır. Bilesiniz ki, bu apaçık hüsrandır"
(Zümer, 11, 12, 13, 14, 15)
Adam kendi inancına göre Allah Resulü'nün emirlerini yerine getirmiş,
Kur'an okumuş, Hatim yapmış, İlim adamlarının içtihatlarına uymuş,
Kur'an ve Sünnet'in öngördüğü meşru ibadetleri yerine getirmiş,
gece gündüz kulluk etmiş,
mescitler inşa etmiş,
namaz kılmış, zikir çekmiş, tesbihatlar yapmış, salavatlar getirmiş,
bunca zaman geçirmiş, ömrünü din! ve iman! için çürütmüş, kutsal geceleri bile ihya etmiş olarak hesap ediyor.
Fakat âliminden ümmisine kadar koyu karanlık,
Kur'an'sız bir cehalet ve ağır bir ahmaklık içinde yaptıklarından dolayı Allah tarafından bu amelleri saçılmış zerreler gibi
(Furkan, 23) şiddetli fırtınada rüzgarın savurduğu kül
(İbrahim, 18) bir serap, hüsran içinde hüsran olarak karşına çıkacaktır.
Çünkü onlar Allah'ın emirlerini değil, paralel dinin ilahlarının,
Kur'an'sız ve cahil mezhep imamlarının, ahmak muhaddislerin ve akılsız âlimlerinin uydurma ve hurafe emirlerini yerine getirmişlerdir.
Onlar Allah'a ve onun kitabına karşı şirk işlemişlerdir.
Bu "ilâh" ve "Rab" edindikleri din alimleri(Tevbe, 31) onları sömürerek Allah yolundan geri dönülmeyecek bir uzaklığa savurmuşlardır.(Tevbe, 34--En'am, 71)
Hem öyle bir savurmuşlardır ki, en ahmakça bir inanç ve amellere mahkum ederek bunu yapmışlardır.
İşte o batıl inanç ve karşılığı olmayan sayısız amelin ve ibadetin ahiretteki durumunu Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle tarif ediyor.
"İnkar edenlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder,
nihayet ona vardığında orada herhangi bir şey bulamamış, üstelik yanı başında da (inanmadığı ve kendisinden sakınmadığı)
Allah'ı bulmuştur. Allah ise, onun hesabını tastamam görmüştür. Allah hesabı çok çabuk görür"
(Nur, 39)
"Yahut o kafirlerin (duygu düşünce,amel ve inançları) engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir,
(öyle bir deniz) ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor, üstünde de bulut... Birbiri üstüne karanlıklar...
İnsan, elini çıkarıp uzatsa, neredeyse onu dahi göremez. Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur"
( Nur, 40)
KURTULUŞ: İHLASTA,
HÜSRAN: ŞİRKTE,
"De ki: Bana dini Allah'a Halis kılarak ona kulluk etmem emrolundu.
Bana Müslümanların (muvahhidlerin) ilki olmam emrolundu"
"De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım"
" De ki: Ben dinimde İhlas ile ancak Allah'a kulluk ederim"
( Ey Müşrikler!) Siz de O'ndan başka dilediğinize kulluk edin. De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini hem de uyanlarını ziyana sokanlardır. Bilesiniz ki, bu apaçık hüsrandır"
(Zümer, 11, 12, 13, 14, 15)
23 Ocak 2018 Salı
KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(7.YAZI)
BÜTÜN HADİSLER ALLAH RESULÜ ADINA İFTİRA EDİLMİŞ BİR YALANDIR.
"Kim Resul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik"
( Nisa, 80)
Rahman ve Rahim onun Allah kıyamet gününe kadar gelecek olan insanlara seslendiği için, Elçi döneminde yaşayan insanlar
"Beşer" olan "Resul'e" itaat etmek mecburiyetinde idirler.
"Beşer Resul" vefat ettikten sonra artık "Kitap" olan "Resul'e" itaat etmek zorundadırlar.
Uydurma rivayetler Allah Resulü'nü temsil edemez, Allah Resulü'nü sadece vahiy temsil eder.
İşte bundan dolayı Kur'an'ı Mübin'de hiçbir zaman kişiye itaat etme ile alakalı bir ayet bulunmamaktadır.
İttiba ve itaat sadece ve sadece Allah tarafından indirilen vahiy ve gönderilen Elçilere özel kılınmıştır.
Aslında sistem ince bir ayar ve hassas bir denge ile kurulmuştur.
Fakat Allah Resulü'nden sonra uydurulan hadisler ve hadislerden oluşturulan ictihatlarla bu mükemmel ayar ve hassas denge dağıtılmış ve düzen tanınmaz hale getirilmiştir.
Kur'an'ın Tevhid dini rivayetler şirkine bulaştırılmış ve yok edilmiştir.
"Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek bir çok güzel yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve Resulü uğrunda hicret ederek evinden çıkar ve sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah'a kalmıştır. Allah da çok bağışlayan açık merhamet edendir"
( Nisa, 100)
Aslında Allah Resulü Muhammed (Aleyhisselam)a değer veren, onu gerçekten seven ve ona hakkıyla saygı duyan Kur'an'a da aynı onun gibi değer verecek, onu yaşayacak ve ona yegâne kaynak ve tek rehber olarak sahip çıkacaktır.
Çünkü Allah Resulü ile Kur'an arasında bir fark yoktur.
Allah Resulü'nü seviyoruz ve ona saygı duyuyoruz diyen rivayetçi mukallitler yalan söylüyorlar.
Çünkü Allah Resulü'nü gerçekten sevenler onun bıraktığı tek mirasa sahip çıkanlardır.
Yukarıdaki âyette "Allah ve Resul'e hicret etmekten" söz ediliyordu.
Peki "Beşer" olan "Resul" vefat ettiğine ve Kur'an evrensel olduğuna göre, bugün ve yarın hicret etmek isteyenler hangi "Resul'e" hicret edeceklerdir?
HAYDİ CEVAP VERİN BAKALIM
Demek oluyor ki, "Beşer Resul" ile "Kitap Resul" arasında hiçbir fark yoktur.
İkisi de aynı misyonu yerine getirmektedirler. Kadim İran'ın Mecüsi kalıntıları ve inançları ile Emevi- Abbasi uydurmaları Allah Resulü'nü asla temsil edemezler.
Allah Resulü'nü sadece Kur'an temsil eder.
(7.YAZI)
BÜTÜN HADİSLER ALLAH RESULÜ ADINA İFTİRA EDİLMİŞ BİR YALANDIR.
"Kim Resul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik"
( Nisa, 80)
Rahman ve Rahim onun Allah kıyamet gününe kadar gelecek olan insanlara seslendiği için, Elçi döneminde yaşayan insanlar
"Beşer" olan "Resul'e" itaat etmek mecburiyetinde idirler.
"Beşer Resul" vefat ettikten sonra artık "Kitap" olan "Resul'e" itaat etmek zorundadırlar.
Uydurma rivayetler Allah Resulü'nü temsil edemez, Allah Resulü'nü sadece vahiy temsil eder.
İşte bundan dolayı Kur'an'ı Mübin'de hiçbir zaman kişiye itaat etme ile alakalı bir ayet bulunmamaktadır.
İttiba ve itaat sadece ve sadece Allah tarafından indirilen vahiy ve gönderilen Elçilere özel kılınmıştır.
Aslında sistem ince bir ayar ve hassas bir denge ile kurulmuştur.
Fakat Allah Resulü'nden sonra uydurulan hadisler ve hadislerden oluşturulan ictihatlarla bu mükemmel ayar ve hassas denge dağıtılmış ve düzen tanınmaz hale getirilmiştir.
Kur'an'ın Tevhid dini rivayetler şirkine bulaştırılmış ve yok edilmiştir.
"Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek bir çok güzel yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve Resulü uğrunda hicret ederek evinden çıkar ve sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah'a kalmıştır. Allah da çok bağışlayan açık merhamet edendir"
( Nisa, 100)
Aslında Allah Resulü Muhammed (Aleyhisselam)a değer veren, onu gerçekten seven ve ona hakkıyla saygı duyan Kur'an'a da aynı onun gibi değer verecek, onu yaşayacak ve ona yegâne kaynak ve tek rehber olarak sahip çıkacaktır.
Çünkü Allah Resulü ile Kur'an arasında bir fark yoktur.
Allah Resulü'nü seviyoruz ve ona saygı duyuyoruz diyen rivayetçi mukallitler yalan söylüyorlar.
Çünkü Allah Resulü'nü gerçekten sevenler onun bıraktığı tek mirasa sahip çıkanlardır.
Yukarıdaki âyette "Allah ve Resul'e hicret etmekten" söz ediliyordu.
Peki "Beşer" olan "Resul" vefat ettiğine ve Kur'an evrensel olduğuna göre, bugün ve yarın hicret etmek isteyenler hangi "Resul'e" hicret edeceklerdir?
HAYDİ CEVAP VERİN BAKALIM
Demek oluyor ki, "Beşer Resul" ile "Kitap Resul" arasında hiçbir fark yoktur.
İkisi de aynı misyonu yerine getirmektedirler. Kadim İran'ın Mecüsi kalıntıları ve inançları ile Emevi- Abbasi uydurmaları Allah Resulü'nü asla temsil edemezler.
Allah Resulü'nü sadece Kur'an temsil eder.
22 Ocak 2018 Pazartesi
FETÖ AMERİKA'DAN DAHA ALÇAKTIR
"Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın"
(Nisa, 145)
Aslında biz Fetö için "Amerikan köpeği alçaklar sürüsü" dediğimiz zaman, köpeklere hakaret olsun diye bunu söylemiyoruz.
Çünkü şu dünyada köpeklerin yaratılış görevleri vardır ve bu yaratılış kanununa aykırı bir şey yapamazlar.
Yani yaratılış kanunlarını hiç sektirmeden icra ederler.
Fakat bazen emniyet güçleri, saklı, gizli ve mahrem yerlerdeki eşyaları ortaya çıkarmak maksadıyla uzmanlaştırılmış köpekleri kullanırlar.
İşte bu yüzden biz de Fetö için "alçak köpekler" kelimesini kullanıyoruz.
İslam düşmanı Amerika Birleşik Devletleri Fetö'yü da aynı bu şekilde ülkelerin ayıp ve kusurlarını ortaya çıkarmak maksadıyla uluslararası çaptaki istihbarat için fetö'yü kullanmaktadır.
Uzun zaman hiçbir devlet yetkilisi kalkıp "Fetö'nün Amerika Birleşik Devletleri'nde ne işi var?demedi.
Evet çok basit bir soru.
Fakat her şey bu çok basit sorunun içinde düğümlenip kalıyor.
Burada bizi alakadar eden nokta şudur.
Kur'an'ı tek rehber kabul eden Kur'an ehli muvahhidler ülkelerinin aleyhinde asla yabancı bir ülkenin köpekliğini yapmazlar.
Fakat Suudi Arabistan Kralları, Sisi, F Gülen, Daiş, El Kaide, gibi fanatik mezhepçiler ve tarikatçılar iktidarlarının, batıl inançlarının ve hurafe mezheplerinin devam etmesi pahasına emperyalist alçakların köpekliğini yapmadan asla kaçınmazlar.
İşte bu yüzden fetö gibi örgütler Amerika'dan daha alçaktır.
Dolayısıyla fetö PKK YPG gibi terör örgütleri ile savaşırken bu önemli noktayı gözden kaçırmayalım.
Fetö'nün ne kadar tehlikeli olduğunun her zaman idrakinde olalım.
Amerika, Vietnam'dan sonra böyle acı bir darbe yememişti.
Amerika Birleşik Devletleri için bu gerçekten sineye çekilecek bir tokat değildi.
Bu milletin vurduğu alçaltıcı darbenin altında kalmak ister mi?
"Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın"
(Nisa, 145)
Aslında biz Fetö için "Amerikan köpeği alçaklar sürüsü" dediğimiz zaman, köpeklere hakaret olsun diye bunu söylemiyoruz.
Çünkü şu dünyada köpeklerin yaratılış görevleri vardır ve bu yaratılış kanununa aykırı bir şey yapamazlar.
Yani yaratılış kanunlarını hiç sektirmeden icra ederler.
Fakat bazen emniyet güçleri, saklı, gizli ve mahrem yerlerdeki eşyaları ortaya çıkarmak maksadıyla uzmanlaştırılmış köpekleri kullanırlar.
İşte bu yüzden biz de Fetö için "alçak köpekler" kelimesini kullanıyoruz.
İslam düşmanı Amerika Birleşik Devletleri Fetö'yü da aynı bu şekilde ülkelerin ayıp ve kusurlarını ortaya çıkarmak maksadıyla uluslararası çaptaki istihbarat için fetö'yü kullanmaktadır.
Uzun zaman hiçbir devlet yetkilisi kalkıp "Fetö'nün Amerika Birleşik Devletleri'nde ne işi var?demedi.
Evet çok basit bir soru.
Fakat her şey bu çok basit sorunun içinde düğümlenip kalıyor.
Burada bizi alakadar eden nokta şudur.
Kur'an'ı tek rehber kabul eden Kur'an ehli muvahhidler ülkelerinin aleyhinde asla yabancı bir ülkenin köpekliğini yapmazlar.
Fakat Suudi Arabistan Kralları, Sisi, F Gülen, Daiş, El Kaide, gibi fanatik mezhepçiler ve tarikatçılar iktidarlarının, batıl inançlarının ve hurafe mezheplerinin devam etmesi pahasına emperyalist alçakların köpekliğini yapmadan asla kaçınmazlar.
İşte bu yüzden fetö gibi örgütler Amerika'dan daha alçaktır.
Dolayısıyla fetö PKK YPG gibi terör örgütleri ile savaşırken bu önemli noktayı gözden kaçırmayalım.
Fetö'nün ne kadar tehlikeli olduğunun her zaman idrakinde olalım.
Amerika, Vietnam'dan sonra böyle acı bir darbe yememişti.
Amerika Birleşik Devletleri için bu gerçekten sineye çekilecek bir tokat değildi.
Bu milletin vurduğu alçaltıcı darbenin altında kalmak ister mi?
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN KENDİSİNE ŞERİK KABUL ETMEZ.
Bize en çok yapılan itirazlardan bir tanesi de şudur.
"Siz din ve hüküm olarak Kur'an açıktır ve anlaşılır tek kaynaktır" diyorsunuz.
"Peki o halde neden Kur'an üzerinde bu kadar söz söylüyorsunuz.
"Nebi (Aleyhisselam) Kur'an ile ilgili onu açıklayacak bir şey söylemiş olamaz mı?" Aslında Allah'ın bütün elçileri sadece ve sadece kendilerine iletilmiş olan vahyi tebliğ etmişlerdir, ve bununla ilgili onlarca ayet mevcuttur.
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) Kur'an ile uyar.
"Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi vardır. Belki (şirk'ten) sakınırlar"
(En'am, 51)
Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin.
Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"
(Kaf, 45)
"De ki: Ben sadece vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
(Enbiya, 45)
"Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan gelen vahiy ile biliyorum"
(Â'raf, 62)
"Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm"
(Â'raf, 68)
Fakat Allah Elçilerinden sonra gelen kuşaklar vahyin manasını bozduklarından dolayı Kur'an ehli muvahhidler Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, Kur'an'ın kendi içindeki çözümü, İlim ve hikmetinin üzerinde konuşmak zorunda kalıyorlar.
Yoksa muvahhidler asla Kur'an'a bir şey ekleyip bir şey çıkarıyor değiller.
Muvahhidler sadece indirilen vahyin dışında insanları bağlayan bir şeyin olmadığını dile getiriyorlar.
Hiçbir mezhepçi Kur'an ehli muvahhidlerin dine bir şey eklediğini, din ve hüküm olarak bir şey ortaya koyduklarını iddia edemez.
Fakat biz, mezhep âlimlerinin ve muhaddislerin Kur'an'ın dinini tamamen bozduklarını ve orijinal din diye birşey bırakmadıklarını yüzlerce örnekte açık olarak ortaya koyuyoruz.
Dolayısıyla Ehli sünnet ve Şia âlimlerinin batıl dinlerine bakarak müşrik olduklarını açık olarak ispat ediyoruz.
Bize en çok yapılan itirazlardan bir tanesi de şudur.
"Siz din ve hüküm olarak Kur'an açıktır ve anlaşılır tek kaynaktır" diyorsunuz.
"Peki o halde neden Kur'an üzerinde bu kadar söz söylüyorsunuz.
"Nebi (Aleyhisselam) Kur'an ile ilgili onu açıklayacak bir şey söylemiş olamaz mı?" Aslında Allah'ın bütün elçileri sadece ve sadece kendilerine iletilmiş olan vahyi tebliğ etmişlerdir, ve bununla ilgili onlarca ayet mevcuttur.
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları (o güne iman edenleri) Kur'an ile uyar.
"Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi vardır. Belki (şirk'ten) sakınırlar"
(En'am, 51)
Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin.
Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver"
(Kaf, 45)
"De ki: Ben sadece vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
(Enbiya, 45)
"Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan gelen vahiy ile biliyorum"
(Â'raf, 62)
"Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm"
(Â'raf, 68)
Fakat Allah Elçilerinden sonra gelen kuşaklar vahyin manasını bozduklarından dolayı Kur'an ehli muvahhidler Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü, Kur'an'ın kendi içindeki çözümü, İlim ve hikmetinin üzerinde konuşmak zorunda kalıyorlar.
Yoksa muvahhidler asla Kur'an'a bir şey ekleyip bir şey çıkarıyor değiller.
Muvahhidler sadece indirilen vahyin dışında insanları bağlayan bir şeyin olmadığını dile getiriyorlar.
Hiçbir mezhepçi Kur'an ehli muvahhidlerin dine bir şey eklediğini, din ve hüküm olarak bir şey ortaya koyduklarını iddia edemez.
Fakat biz, mezhep âlimlerinin ve muhaddislerin Kur'an'ın dinini tamamen bozduklarını ve orijinal din diye birşey bırakmadıklarını yüzlerce örnekte açık olarak ortaya koyuyoruz.
Dolayısıyla Ehli sünnet ve Şia âlimlerinin batıl dinlerine bakarak müşrik olduklarını açık olarak ispat ediyoruz.
19 Ocak 2018 Cuma
İNSANLARIN BAŞINA BELA EDİLEN HURAFE BİR DİN
(7.YAZI)
UYDURMA DİNİN OSMANLI VERSİYONU: MEVLİD OKUTMA
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
" İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan ayrıldıktan sonra sapıklıktan başka ne kalır? O halde nasıl sapıklığa döndürülüyorsunuz?"
(Yunus,32)
Mevlid okuma ve okutma Osmanlı Ehli Sünnet âlimlerinin milleti aldatmak maksadıyla Kur'an yerine yol verdikleri Allah Resulü adına İftira edilmiş bir kasidedir.
Daha doğrusu bu Kur'an'sız cahiller ataları Emevi- Abbasi Ehli Sünnet muhaddis ve müctehitlerinden intikal eden uydurma dine harfiyen uydukları için,
ümmeti bu hurafelerden daha beter, daha yalan, daha çirkin uygulamalara mahkum etmişlerdir.
İşte bu hurafelerin en önemlilerinden biri hiç şüphesiz "mevlid kasidesisenin ibadet niyetiyle okunması ve okutulması" hadisesidir.
Süleyman Çelebi'nin "Vesiletü'n Necat" "Kurtuluş Vesilesi"
olarak şöhret bulan "Mevlid Kasidesi" baştan sona kadar şirk,
yalan, hurafe, hayal ürünü, saçma sapan, Allah ve Resulü'ne iftiralarla doludur.
Bu son derece yalan ve hurafe olan kasideye bugün bile hiç kimse itiraz etmeden Diyanet'in camilerinde okutulmaktadır.
Bu mevlid kasidesinin sevap niyetiyle okutulması Kur'an dini adına tam bir utanç vesikasıdır.
Baştan sona kadar yalan olan bu saçma sapan mevlid kasidesi İslam'ın aklına ve tevhid akidesine, Kur'an'ın hikmet ve mantığına bir hakarettir.
Dolayısıyla bu uydurma ve tamamen yalan olan kasidenin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından mescitlerde ibadet niyetiyle okutulması yüz kızartıcı bir hadisedir.
Yani şimdi siz bu ümmi ve zavallı milleti nereye ve ne zamana kadar aldatmaya devam edeceksiniz.
Şimdi hiç kimse çıkıp mevlid kasidesini okumanın ve okutmanın sevap olarak Allah'ın indinde bir karşılığının var olduğunu söyleyebilir mi?
Bu mevlid kasidesi Allah Resulü adına yalan olduğu için sosyal bir faaliyet olarak da değerlendirilemez.
Bunun yerine toplantılar tertiplenip Kur'an özellikleri,
Allah Resulü'nün Kur'an'daki ahlakı, mücadelesi, Allah Elçilerinin Kur'an'daki hayatları, İslam ahlakı, kardeşlik ve dayanışma ruhu, doğruluk ve istikamet, insan hakları ve adaletin önemi anlatılabilir.
Ama maalesef bu yalan ve hurafeler, Kur'an hakikatının ve ilminin ortaya çıkmasını engelliyorlar.
Bizim Mardin yöresinde Arapça bir Mevlid okunuyor ki, düşman başına, tam bir rezillik ve maskaralık,
(7.YAZI)
UYDURMA DİNİN OSMANLI VERSİYONU: MEVLİD OKUTMA
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
" İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan ayrıldıktan sonra sapıklıktan başka ne kalır? O halde nasıl sapıklığa döndürülüyorsunuz?"
(Yunus,32)
Mevlid okuma ve okutma Osmanlı Ehli Sünnet âlimlerinin milleti aldatmak maksadıyla Kur'an yerine yol verdikleri Allah Resulü adına İftira edilmiş bir kasidedir.
Daha doğrusu bu Kur'an'sız cahiller ataları Emevi- Abbasi Ehli Sünnet muhaddis ve müctehitlerinden intikal eden uydurma dine harfiyen uydukları için,
ümmeti bu hurafelerden daha beter, daha yalan, daha çirkin uygulamalara mahkum etmişlerdir.
İşte bu hurafelerin en önemlilerinden biri hiç şüphesiz "mevlid kasidesisenin ibadet niyetiyle okunması ve okutulması" hadisesidir.
Süleyman Çelebi'nin "Vesiletü'n Necat" "Kurtuluş Vesilesi"
olarak şöhret bulan "Mevlid Kasidesi" baştan sona kadar şirk,
yalan, hurafe, hayal ürünü, saçma sapan, Allah ve Resulü'ne iftiralarla doludur.
Bu son derece yalan ve hurafe olan kasideye bugün bile hiç kimse itiraz etmeden Diyanet'in camilerinde okutulmaktadır.
Bu mevlid kasidesinin sevap niyetiyle okutulması Kur'an dini adına tam bir utanç vesikasıdır.
Baştan sona kadar yalan olan bu saçma sapan mevlid kasidesi İslam'ın aklına ve tevhid akidesine, Kur'an'ın hikmet ve mantığına bir hakarettir.
Dolayısıyla bu uydurma ve tamamen yalan olan kasidenin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından mescitlerde ibadet niyetiyle okutulması yüz kızartıcı bir hadisedir.
Yani şimdi siz bu ümmi ve zavallı milleti nereye ve ne zamana kadar aldatmaya devam edeceksiniz.
Şimdi hiç kimse çıkıp mevlid kasidesini okumanın ve okutmanın sevap olarak Allah'ın indinde bir karşılığının var olduğunu söyleyebilir mi?
Bu mevlid kasidesi Allah Resulü adına yalan olduğu için sosyal bir faaliyet olarak da değerlendirilemez.
Bunun yerine toplantılar tertiplenip Kur'an özellikleri,
Allah Resulü'nün Kur'an'daki ahlakı, mücadelesi, Allah Elçilerinin Kur'an'daki hayatları, İslam ahlakı, kardeşlik ve dayanışma ruhu, doğruluk ve istikamet, insan hakları ve adaletin önemi anlatılabilir.
Ama maalesef bu yalan ve hurafeler, Kur'an hakikatının ve ilminin ortaya çıkmasını engelliyorlar.
Bizim Mardin yöresinde Arapça bir Mevlid okunuyor ki, düşman başına, tam bir rezillik ve maskaralık,
İNSANLARIN BAŞINA BELA EDİLEN HURAFE BİR DİN
(8.YAZI)
"VEFAT EDENE TELKİN" AHMAKLIĞI:
Ahmaklığın ve saçmalıkların en önemli iki sebebi vardır.
1-) Kur'an'dan kopma ve Kur'an ile bütün akli bağları koparma, tamamen Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, anlamına ve hikmetine ilgisiz kalma.
2-) Kur'an'ın dinine tamamen aykırı, şirk ve hurafelerle batıl bir din ve karanlık bir rehber edinme.
Yani insanın uydurma ve sapık bir dini olmazsa bu kadar ahmak olması katiyen mümkün değildir.
Bir toplum ne kadar Kur'an'dan, ilim ve akıldan uzaklaşırsa o derece ahmaklığın ve cehaletin karanlığına mahkum olur.
Fakat esas belirleyici olan vahiy dininin yerine ikame edilen yeni din oluyor.
Vahiy dinini terk edip sadece akla yönelenlerde tevhid ve evrensel ahlak, fazilet ve fedakarlık olmaz.
Fakat akıl ve mantık, bilim ve teknik icat ve ilerleme olacaktır.
Ancak Allah'ın vahiy dinini terk edenler, bunun yerine ataların uydurma dinini benimseyen mukallitlerde tevhid ve güzel ahlak, fazilet ve fedakarlık olmayacağı gibi, akıl ve mantık, İlim ve teknik, icat ve gelişme, sorgulama ve teknolojiye ilgide olmaz.
Sadece fırkacılık, mezhepçilik, akılsızlık, bağnazlık, gericilik, ahmaklık ilme ve tefekküre düşmanlık olacaktır.
İşte Kur'an'sız ahmaklarda var olan ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bütün imamları tarafından halen uygulanan "TELKİN" hurafesi böyle bir Kur'an'sız'lığın ürünüdür.
Bu telkin uygulaması Emevi- Abbasi- Osmanlı- Suudi Arabistan-
Diyanet İşleri Başkanlığı-Nurcuların-Suleymancıların-Enver Örencilerin-
Tarikatçıların ölümüne bağlı olduğu - Ehli sünnet dininin rivayetlerinde bulunan şu uydurma hadisten ileri gelmektedir.
"Lakkinü emveteküm bi lâ ilâhe illallah"
"Ölülerinizi Kelime-i Tevhid ile telkin ediniz"
Yani "Onlara kelime-i tevhidi hatırlatın, belki onlar da bunu son anlarında tekrar eder ve iman üzere ölürler"
Bu uydurma hadis zamanla vefat edecek olanın yanında değil de, vefat eden kişinin mezarı başında yapılmaktadır.
Bu uydurma hadis Kur'an'ın onlarca ayetine aykırıdır.
Çünkü birçok ayete göre insanlara dünya hayatında yaptıklarından başka hiçbir şey yoktur.
İnsanları ahiret hayatında amellerinden başka hiçbir şey kurtarmaz.
"Bilsin ki insan için kendi amelinden başka bir şey yoktur"
( Necm, 39)
"Her nefis kazandığına karşılık bir rehindir" (Müddessir, 38)
Yukarıdaki âyet gerçekten çok muhteşemdir.
"O gün, herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir, onlara asla zulmedilmez"
(Nahl, 111)
"O günü hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"
( Yasin, 54)
Vefat eden kişiye mezar başında imamın "Rabbim Allah'tır, Elçim Muhammed(as)dır, kıblem Kâbe'dir, mezhebim ehli sünnettir, cennet ve cehennem haktır de" "TELKİN" çekerek kopya vermesi Kur'an adına çok ahmakça ve çok çirkin bir harekettir.
Kur'an'ın birçok ayetine göre ölülere bir şey duyurmak mümkün değildir.
( Fatır- 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26; Rum- 52, 53) Fakat bu hurafeci dincilerin Kur'an, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama yapmaları da mümkün gözükmemektedir.
(Furkan, 44)
Vefat eden kişi defnedilirken ölüm ve sonrası ile alakalı ayetler, insan hakları ve adalet, ölümün Allah'ın bir kanunu ve nimeti olduğu, dünya hayatının geçiciliği, cennet ve cehennem ile alakalı bir hatırlatma yapılır.
Helal ve haramlarla ilgili bir konuşma da yapılabilir.
İnsan öldükten sonra kıyamet gününe kadar derin bir uyku içinde olacaktır.
Bırakın kabir azabını, kabir hayatı diye bir şey yoktur.
Bizim bir gecelik uykumuz kabir uykusundan çok uzundur.
Kabir uykusu yüz bin sene de olsa bir saat gibi geçecektir.
Dolayısıyla kabir sorgusu, azabı, Nekir- Münker adlı melekler söz konusu değildir.
Sorgu, hesap, azap, cennet ve cehennem kıyamet saatinden sonra ahirette olacaktır.
(8.YAZI)
"VEFAT EDENE TELKİN" AHMAKLIĞI:
Ahmaklığın ve saçmalıkların en önemli iki sebebi vardır.
1-) Kur'an'dan kopma ve Kur'an ile bütün akli bağları koparma, tamamen Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne, anlamına ve hikmetine ilgisiz kalma.
2-) Kur'an'ın dinine tamamen aykırı, şirk ve hurafelerle batıl bir din ve karanlık bir rehber edinme.
Yani insanın uydurma ve sapık bir dini olmazsa bu kadar ahmak olması katiyen mümkün değildir.
Bir toplum ne kadar Kur'an'dan, ilim ve akıldan uzaklaşırsa o derece ahmaklığın ve cehaletin karanlığına mahkum olur.
Fakat esas belirleyici olan vahiy dininin yerine ikame edilen yeni din oluyor.
Vahiy dinini terk edip sadece akla yönelenlerde tevhid ve evrensel ahlak, fazilet ve fedakarlık olmaz.
Fakat akıl ve mantık, bilim ve teknik icat ve ilerleme olacaktır.
Ancak Allah'ın vahiy dinini terk edenler, bunun yerine ataların uydurma dinini benimseyen mukallitlerde tevhid ve güzel ahlak, fazilet ve fedakarlık olmayacağı gibi, akıl ve mantık, İlim ve teknik, icat ve gelişme, sorgulama ve teknolojiye ilgide olmaz.
Sadece fırkacılık, mezhepçilik, akılsızlık, bağnazlık, gericilik, ahmaklık ilme ve tefekküre düşmanlık olacaktır.
İşte Kur'an'sız ahmaklarda var olan ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bütün imamları tarafından halen uygulanan "TELKİN" hurafesi böyle bir Kur'an'sız'lığın ürünüdür.
Bu telkin uygulaması Emevi- Abbasi- Osmanlı- Suudi Arabistan-
Diyanet İşleri Başkanlığı-Nurcuların-Suleymancıların-Enver Örencilerin-
Tarikatçıların ölümüne bağlı olduğu - Ehli sünnet dininin rivayetlerinde bulunan şu uydurma hadisten ileri gelmektedir.
"Lakkinü emveteküm bi lâ ilâhe illallah"
"Ölülerinizi Kelime-i Tevhid ile telkin ediniz"
Yani "Onlara kelime-i tevhidi hatırlatın, belki onlar da bunu son anlarında tekrar eder ve iman üzere ölürler"
Bu uydurma hadis zamanla vefat edecek olanın yanında değil de, vefat eden kişinin mezarı başında yapılmaktadır.
Bu uydurma hadis Kur'an'ın onlarca ayetine aykırıdır.
Çünkü birçok ayete göre insanlara dünya hayatında yaptıklarından başka hiçbir şey yoktur.
İnsanları ahiret hayatında amellerinden başka hiçbir şey kurtarmaz.
"Bilsin ki insan için kendi amelinden başka bir şey yoktur"
( Necm, 39)
"Her nefis kazandığına karşılık bir rehindir" (Müddessir, 38)
Yukarıdaki âyet gerçekten çok muhteşemdir.
"O gün, herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir, onlara asla zulmedilmez"
(Nahl, 111)
"O günü hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"
( Yasin, 54)
Vefat eden kişiye mezar başında imamın "Rabbim Allah'tır, Elçim Muhammed(as)dır, kıblem Kâbe'dir, mezhebim ehli sünnettir, cennet ve cehennem haktır de" "TELKİN" çekerek kopya vermesi Kur'an adına çok ahmakça ve çok çirkin bir harekettir.
Kur'an'ın birçok ayetine göre ölülere bir şey duyurmak mümkün değildir.
( Fatır- 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26; Rum- 52, 53) Fakat bu hurafeci dincilerin Kur'an, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama yapmaları da mümkün gözükmemektedir.
(Furkan, 44)
Vefat eden kişi defnedilirken ölüm ve sonrası ile alakalı ayetler, insan hakları ve adalet, ölümün Allah'ın bir kanunu ve nimeti olduğu, dünya hayatının geçiciliği, cennet ve cehennem ile alakalı bir hatırlatma yapılır.
Helal ve haramlarla ilgili bir konuşma da yapılabilir.
İnsan öldükten sonra kıyamet gününe kadar derin bir uyku içinde olacaktır.
Bırakın kabir azabını, kabir hayatı diye bir şey yoktur.
Bizim bir gecelik uykumuz kabir uykusundan çok uzundur.
Kabir uykusu yüz bin sene de olsa bir saat gibi geçecektir.
Dolayısıyla kabir sorgusu, azabı, Nekir- Münker adlı melekler söz konusu değildir.
Sorgu, hesap, azap, cennet ve cehennem kıyamet saatinden sonra ahirette olacaktır.
16 Ocak 2018 Salı
BİR MÜŞRİK İÇİN "MERHUM" KELİMESİ KULLANMAK CAİZ OLUR MU?
Hilal tv'de Mustafa İslamoğlu Hoca'yı dinliyorum, Allah'ın Esmasından "El Béri" ismini anlatıyor.
Mustafa İslamoğlu hoca, "Muhyiddin İbni Arabi'nin kadim Yunan'dan getirdiği felsefe ve tasavvuf ile nasıl bir şirk dini meydana getirdiğini" dile getiriyor.
Dikkatimi çeken şey ise, Mustafa İslamoğlu hoca konuşmasının başında bu büyük müşrik için"merhum"kelimesi kullanması oldu.
Çünkü Muhyiddin İbni Arabi, Allah'ın tevhid dininin en büyük düşmanı olan tasavvuf şirk dininin en önemli müşriklerindendir.
Hatta Ömer Nasuhi Bilmen, Muhyiddin İbni Arabi hakkında şöyle der.
"Eserlerinde söyledikleri küfür ve şirk sözlerden dolayı kafir ve müşrik olmayacaksa, artık dünyada hiç bir söz, inanç ve fikre küfür ve şirk deme hakkımız olmaz"
Ömer Nasuhi Bilmen, Muhyiddin İbni Arabi için şöyle devam ediyor.
"Dolayısıyla Muhyiddin İbni Arabi'nin bu şirk sözlerini iyi niyet içinde te'vil etmenin bir manası yoktur"
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar müşrikler için af dilemek ne Nebi'ye yaraşır ne de iman edenlere"
(Tevbe, 113)
Kur'an'ı anlatan ilim adamları tevhid akidesi ile alakalı bir hata yapmamak için dillerinden çıkan kelimelere son derece dikkat etmek zorundadırlar.
Hilal tv'de Mustafa İslamoğlu Hoca'yı dinliyorum, Allah'ın Esmasından "El Béri" ismini anlatıyor.
Mustafa İslamoğlu hoca, "Muhyiddin İbni Arabi'nin kadim Yunan'dan getirdiği felsefe ve tasavvuf ile nasıl bir şirk dini meydana getirdiğini" dile getiriyor.
Dikkatimi çeken şey ise, Mustafa İslamoğlu hoca konuşmasının başında bu büyük müşrik için"merhum"kelimesi kullanması oldu.
Çünkü Muhyiddin İbni Arabi, Allah'ın tevhid dininin en büyük düşmanı olan tasavvuf şirk dininin en önemli müşriklerindendir.
Hatta Ömer Nasuhi Bilmen, Muhyiddin İbni Arabi hakkında şöyle der.
"Eserlerinde söyledikleri küfür ve şirk sözlerden dolayı kafir ve müşrik olmayacaksa, artık dünyada hiç bir söz, inanç ve fikre küfür ve şirk deme hakkımız olmaz"
Ömer Nasuhi Bilmen, Muhyiddin İbni Arabi için şöyle devam ediyor.
"Dolayısıyla Muhyiddin İbni Arabi'nin bu şirk sözlerini iyi niyet içinde te'vil etmenin bir manası yoktur"
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar müşrikler için af dilemek ne Nebi'ye yaraşır ne de iman edenlere"
(Tevbe, 113)
Kur'an'ı anlatan ilim adamları tevhid akidesi ile alakalı bir hata yapmamak için dillerinden çıkan kelimelere son derece dikkat etmek zorundadırlar.
İNSANLARIN BAŞINA BELA EDİLEN HURAFE BİR DİN
( 6.YAZI)
CÜNÜP VE ABDESTSİZ OLARAK DOLAŞILMAZ HURAFELERİ
Aslında Rahmân ve Rahim olan Allah tarafından indirilip Resul'ünün dilinde hayat bulan vahiy'den başka hiçbir şeye din ve hüküm olarak iman edilmez ve ibadet olarak geçerli olmaz.
Fakat Ehli Sünnet ve Şia'nın ilim adamları hak olana batıl elbisesini giydirdikleri,
(Bakara, 42)
tevhid dinine şirke bulaştırdıkları,
(En'am,82)
ümmi insanlar Kur'an'dan ve dinden bilgi sahibi olmadıkları için,
(Bakara,78, 79)
hangi amelin hak, hangisinin batıl olduğunu bilmeleri mümkün değildir.
İşte bunlardan biride "cünüp bu abdestsiz dolaşmak haramdır,
cünüp olarak dolaşanlara melekler lanet ederler" türündeki hurafe ve yalan inançlar ve sözlerdir.
ARKADAŞLAR!
Abdest almak ve cünüplükten temizlenmek maddi değil, hükmi bir temizliktir.
Yani cünüp olan bir müslüman kirli ve pis değildir.
Sadece ve sadece namaz ibadetini yerine getiremez. Ancak namazın kazası olmadığından dolayı cünüp olan teyemmüm abdesti ile namaz kılabilir
(Maide, 6)
Cünüplükten temizlenme ve abdest alma namaz kılmak için meşru kılınmıştır.
Namaz kılma dışında hiçbir şey için abdest almak ve cünüplükten temizlenmek gerekli değildir.
Ayrıca çok önemli bir şey daha vardır. Oda abdestsizlik ve cünüplük arasında hiçbir farkın olmadığıdır.
Dolayısıyla namaz dışında kalan bütün ibadetleri ve sosyal ilişkileri abdestsiz ve cenabet halinde yapmanın hiçbir sakıncası yoktur.
Yani abdestsiz ve cünup olarak Kur'an'a dokunma, camiye,
hatta Mescid-i Haram'a girme,
yemek yeme, arkadaşlarla sohbette bulunma, geziye çıkma,
kurban kesme gibi bütün faaliyetleri yapmanın hiçbir sakıncası yoktur.
Kısacası bir kişi namaz kılma haricinde kalan bütün dini ve sosyal ilişkileri cünüp ve abdestsiz olarak yapabilir.
Buna hiçbir şey engel değildir.
Sürekli olarak abdestli bulunma bir sevap ve fazilet değildir.
Allah indinde infak, adalet, güzel ahlak ve doğruluk gibi ameller değerlidir.
Boşuna kendimizi kandırmayalım
Sürekli abdestli olmaya çalışmak sağlık açısından çok zararlı olabilir.
Allah Resulü'nden sonra İslam coğrafyasının genişlemesiyle insanlar eski inançlarını hadis adı altında İslam'a sokmuşlardır.
İşte bundan dolayı Kur'an ile yasaklanmayan bir şey haram değildir.
( 6.YAZI)
CÜNÜP VE ABDESTSİZ OLARAK DOLAŞILMAZ HURAFELERİ
Aslında Rahmân ve Rahim olan Allah tarafından indirilip Resul'ünün dilinde hayat bulan vahiy'den başka hiçbir şeye din ve hüküm olarak iman edilmez ve ibadet olarak geçerli olmaz.
Fakat Ehli Sünnet ve Şia'nın ilim adamları hak olana batıl elbisesini giydirdikleri,
(Bakara, 42)
tevhid dinine şirke bulaştırdıkları,
(En'am,82)
ümmi insanlar Kur'an'dan ve dinden bilgi sahibi olmadıkları için,
(Bakara,78, 79)
hangi amelin hak, hangisinin batıl olduğunu bilmeleri mümkün değildir.
İşte bunlardan biride "cünüp bu abdestsiz dolaşmak haramdır,
cünüp olarak dolaşanlara melekler lanet ederler" türündeki hurafe ve yalan inançlar ve sözlerdir.
ARKADAŞLAR!
Abdest almak ve cünüplükten temizlenmek maddi değil, hükmi bir temizliktir.
Yani cünüp olan bir müslüman kirli ve pis değildir.
Sadece ve sadece namaz ibadetini yerine getiremez. Ancak namazın kazası olmadığından dolayı cünüp olan teyemmüm abdesti ile namaz kılabilir
(Maide, 6)
Cünüplükten temizlenme ve abdest alma namaz kılmak için meşru kılınmıştır.
Namaz kılma dışında hiçbir şey için abdest almak ve cünüplükten temizlenmek gerekli değildir.
Ayrıca çok önemli bir şey daha vardır. Oda abdestsizlik ve cünüplük arasında hiçbir farkın olmadığıdır.
Dolayısıyla namaz dışında kalan bütün ibadetleri ve sosyal ilişkileri abdestsiz ve cenabet halinde yapmanın hiçbir sakıncası yoktur.
Yani abdestsiz ve cünup olarak Kur'an'a dokunma, camiye,
hatta Mescid-i Haram'a girme,
yemek yeme, arkadaşlarla sohbette bulunma, geziye çıkma,
kurban kesme gibi bütün faaliyetleri yapmanın hiçbir sakıncası yoktur.
Kısacası bir kişi namaz kılma haricinde kalan bütün dini ve sosyal ilişkileri cünüp ve abdestsiz olarak yapabilir.
Buna hiçbir şey engel değildir.
Sürekli olarak abdestli bulunma bir sevap ve fazilet değildir.
Allah indinde infak, adalet, güzel ahlak ve doğruluk gibi ameller değerlidir.
Boşuna kendimizi kandırmayalım
Sürekli abdestli olmaya çalışmak sağlık açısından çok zararlı olabilir.
Allah Resulü'nden sonra İslam coğrafyasının genişlemesiyle insanlar eski inançlarını hadis adı altında İslam'a sokmuşlardır.
İşte bundan dolayı Kur'an ile yasaklanmayan bir şey haram değildir.
14 Ocak 2018 Pazar
İNSANLARIN BAŞINA BELA EDİLEN HURAFE BİR DİN
(4.YAZI)
MUHAMMED (AS) A SALAVAT OKUMA CEHALETİ:
Uydurma Şia ve Ehli Sünnet dininin ne derece batıl bir din olduğunu ve Allah'ın kitabı ile yakından uzaktan ilgisinin olmadığını "Muhammed'e salavat okuma" inancı kadar hiçbir şey gösteremez.
"Muhammed (Aleyhisselam) a salavat getirme" meselesi uydurma dinin, tevhid dinini nasıl kuşattığını,
uydurma ve hurafe dinin ümmetin üzerinde nasıl sorgulanamaz bir baskı kurduğunu,
saf hakikat olan bir kaynağı nasıl tahrif ettiğini ortaya koyan en önemli bir iftira ve yalan olan bir duadır.
"Muhammed (Aleyhisselam) a salavat getirmenin" çıkarıldığı Ahzab suresi 56.âyetinin gerçek manası şöyledir.
"Allah ve melekleri Nebi'ye (Muhammed'e değil) yardım ederler. Ey iman edenler! Siz de ona yardım edin ve tam bir teslimiyetle onun emniyetini ve huzurunu sağlayın"
Yani âyet "Nebi ( Aleyhisselam) a yardım etme ve destek olmakla"
alakalı iken, sanki "Allah ve melekleri Muhammed'e salavat okuyorlar" gibi âyetin manası tamamen değiştirilerek
"Nebi'ye yardım ve destek, güven ve huzur sağlanması ile ilgili iken, hiç alakasız bir şekilde "Muhammed'e salavat okumaya" çevrilip şirk işlenmiştir.
İşte bundan dolayı
"Muhammed'e salavat getirme" meselesi uydurma dinin mensubu âlimlerin ne kadar Kur'ansız ve cahil olduklarını gösteren en bariz bir gösterge, en açık delildir.
Halbuki ayette asla Muhammed adı geçmemektedir.
Âyetin amacı Nübüvvet makam ve mertebesini koruma ve kollama ile alakalıdır.
Yani âyetin bağlamı "Nübüvvet şeref ve haysiyetini muhafaza etmeye"yöneliktir.
Aslında Kur'an'ı Mübin'i bağlam ve bütünlüğü içinde anlamaya çalışan bu manaya hemen vakıf olacaktır.
Yani söz konusu âyet son derece kolay ve basittir, açık ve net bir ayet-i kerimedir. ARKADAŞLAR!
Kur'an'da "salavat" kavramı dirilerle alakalı "yardım etme ve destek olma" anlamında kullanılmıştır.
Kur'an'da geçen salat ve salavatın ölülerle hiçbir alakası yoktur.
Ancak bu âyette Nübüvvet makam ve mertebesini korumak için bir istisna gösterilmiştir.
Allah (Celle Celalühü) Ahzab Suresi 56. âyetindeki emirle Allah Resulü'nün arkadaşlarına Nebi (Âleyhisselam) ı yalnız başına terk etmemelerini, ona sahip olmalarını, ona yardım etmelerini ve destek olmalarını isterken,
kıyamet gününe kadar gelecek olan müminlere de Nebi'nin bıraktığı tevhid mirasına sahip çıkmalarını, manevi şahsiyetini münafık ve kafirlere karşı savunmalarını,
Nübüvvet makam mertebesini, şeref ve haysiyetini muhafaza etmelerini istemektedir.
Allah(cc) Nübüvvet onurunu ve ahlakını her türlü hurafe, yalan ve iftiralardan korumalarını emretmektedir.
İşte müminlerin Nebi (Aleyhisselam) a yardım etme ve destek olmaları bu şekilde tecelli edecektir.
Dolayısıyla Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirmek ve salavat okumak ile alakalı bütün hadisler ve salavat dualarının tümü iftiradır, yalandır.
Önemine binaen tekrar etmekte fayda görüyorum.
Muhammed'e salavat çekme meselesinde çok açık bir şirk, art niyet ve büyük bir cehalet mevcuttur.
İlgili âyette hiçbir zaman Muhammed ismi geçmiyor iken,
Allah (Celle Celalühü) "Allah ve melekleri Nebi'ye salat ederler" buyurduğu halde,
Yani Ahzab suresi 56. Âyet "Nebi'ye yardım etme ve destek olma" iken ahmakça bir cehaletle âyeti "Muhammed'e salavat okuma" olarak çevirmişlerdir.
Dolayısıyla manası gâyet açık olan bir âyeti tahrif etmişlerdir.
Şia ve Ehli sünnet âlimleri Allah'ın kitabından hiçbir şey anlamamışlardır.
Çünkü gerçek anlamda Kur'an'a iman etmiş değillerdir.
Allah ve melekleri sadece Nebi'ye değil, müminlere de salat ederler.
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize yardımını gönderen odur. Melekleri de size destek olurlar. Allah müminlere karşı çok merhametlidir"
( Ahzab, 43)
Yukarıdaki âyette geçen "salat" "yusalli" "yardım eder" ile Ahzab 56.âyette geçen "salat" "yusallune" "yardım ederler" kelimesi arasında hiçbir fark yoktur.
İkisinin kökü, yapısı, metin ve manası aynıdır.
Kur'an ehli bir muvahhid hiçbir zaman Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirmez. Çünkü Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirmek ve salavat okumak şuuğursuzluğun ve cehaletin zirvesidir.
Allah Resulü'nün arkadaşlarının Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirdiklerine inanan biri Kur'an'dan ve Allah Resulü'nün ahlakından bir şey anlamamış sayılır.
Geleneksel hurafe dinde "salavat çekme" olayında koyu karanlık bir cehalet daha vardır. "Allah ve melekleri Nebi'ye destek olurlar" buyrulduğu halde, Şia ve Ehli sünnet âlimleri "Allahümme salli alâ muhammedin"
Yani "Allah'ım sen Muhammed'e yardım et ve destek ol" diye dua ediyorlar.
Yüzyıllardan beri Ehli Sünnet ve Şia'nın yalan ve hurafeleriyle beslenen, zehirli kaynaklarından gıdalanan bir millete Kur'an'i hikmet ve rahmeti kabul ettirmek o kadar zor bir olay ki, bünye tamamen ölümcül virüsle kaplanmış, tedavi olma imkanı kalmamış, uzun bir gecikme dönemi yaşanmıştır.
(4.YAZI)
MUHAMMED (AS) A SALAVAT OKUMA CEHALETİ:
Uydurma Şia ve Ehli Sünnet dininin ne derece batıl bir din olduğunu ve Allah'ın kitabı ile yakından uzaktan ilgisinin olmadığını "Muhammed'e salavat okuma" inancı kadar hiçbir şey gösteremez.
"Muhammed (Aleyhisselam) a salavat getirme" meselesi uydurma dinin, tevhid dinini nasıl kuşattığını,
uydurma ve hurafe dinin ümmetin üzerinde nasıl sorgulanamaz bir baskı kurduğunu,
saf hakikat olan bir kaynağı nasıl tahrif ettiğini ortaya koyan en önemli bir iftira ve yalan olan bir duadır.
"Muhammed (Aleyhisselam) a salavat getirmenin" çıkarıldığı Ahzab suresi 56.âyetinin gerçek manası şöyledir.
"Allah ve melekleri Nebi'ye (Muhammed'e değil) yardım ederler. Ey iman edenler! Siz de ona yardım edin ve tam bir teslimiyetle onun emniyetini ve huzurunu sağlayın"
Yani âyet "Nebi ( Aleyhisselam) a yardım etme ve destek olmakla"
alakalı iken, sanki "Allah ve melekleri Muhammed'e salavat okuyorlar" gibi âyetin manası tamamen değiştirilerek
"Nebi'ye yardım ve destek, güven ve huzur sağlanması ile ilgili iken, hiç alakasız bir şekilde "Muhammed'e salavat okumaya" çevrilip şirk işlenmiştir.
İşte bundan dolayı
"Muhammed'e salavat getirme" meselesi uydurma dinin mensubu âlimlerin ne kadar Kur'ansız ve cahil olduklarını gösteren en bariz bir gösterge, en açık delildir.
Halbuki ayette asla Muhammed adı geçmemektedir.
Âyetin amacı Nübüvvet makam ve mertebesini koruma ve kollama ile alakalıdır.
Yani âyetin bağlamı "Nübüvvet şeref ve haysiyetini muhafaza etmeye"yöneliktir.
Aslında Kur'an'ı Mübin'i bağlam ve bütünlüğü içinde anlamaya çalışan bu manaya hemen vakıf olacaktır.
Yani söz konusu âyet son derece kolay ve basittir, açık ve net bir ayet-i kerimedir. ARKADAŞLAR!
Kur'an'da "salavat" kavramı dirilerle alakalı "yardım etme ve destek olma" anlamında kullanılmıştır.
Kur'an'da geçen salat ve salavatın ölülerle hiçbir alakası yoktur.
Ancak bu âyette Nübüvvet makam ve mertebesini korumak için bir istisna gösterilmiştir.
Allah (Celle Celalühü) Ahzab Suresi 56. âyetindeki emirle Allah Resulü'nün arkadaşlarına Nebi (Âleyhisselam) ı yalnız başına terk etmemelerini, ona sahip olmalarını, ona yardım etmelerini ve destek olmalarını isterken,
kıyamet gününe kadar gelecek olan müminlere de Nebi'nin bıraktığı tevhid mirasına sahip çıkmalarını, manevi şahsiyetini münafık ve kafirlere karşı savunmalarını,
Nübüvvet makam mertebesini, şeref ve haysiyetini muhafaza etmelerini istemektedir.
Allah(cc) Nübüvvet onurunu ve ahlakını her türlü hurafe, yalan ve iftiralardan korumalarını emretmektedir.
İşte müminlerin Nebi (Aleyhisselam) a yardım etme ve destek olmaları bu şekilde tecelli edecektir.
Dolayısıyla Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirmek ve salavat okumak ile alakalı bütün hadisler ve salavat dualarının tümü iftiradır, yalandır.
Önemine binaen tekrar etmekte fayda görüyorum.
Muhammed'e salavat çekme meselesinde çok açık bir şirk, art niyet ve büyük bir cehalet mevcuttur.
İlgili âyette hiçbir zaman Muhammed ismi geçmiyor iken,
Allah (Celle Celalühü) "Allah ve melekleri Nebi'ye salat ederler" buyurduğu halde,
Yani Ahzab suresi 56. Âyet "Nebi'ye yardım etme ve destek olma" iken ahmakça bir cehaletle âyeti "Muhammed'e salavat okuma" olarak çevirmişlerdir.
Dolayısıyla manası gâyet açık olan bir âyeti tahrif etmişlerdir.
Şia ve Ehli sünnet âlimleri Allah'ın kitabından hiçbir şey anlamamışlardır.
Çünkü gerçek anlamda Kur'an'a iman etmiş değillerdir.
Allah ve melekleri sadece Nebi'ye değil, müminlere de salat ederler.
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize yardımını gönderen odur. Melekleri de size destek olurlar. Allah müminlere karşı çok merhametlidir"
( Ahzab, 43)
Yukarıdaki âyette geçen "salat" "yusalli" "yardım eder" ile Ahzab 56.âyette geçen "salat" "yusallune" "yardım ederler" kelimesi arasında hiçbir fark yoktur.
İkisinin kökü, yapısı, metin ve manası aynıdır.
Kur'an ehli bir muvahhid hiçbir zaman Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirmez. Çünkü Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirmek ve salavat okumak şuuğursuzluğun ve cehaletin zirvesidir.
Allah Resulü'nün arkadaşlarının Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirdiklerine inanan biri Kur'an'dan ve Allah Resulü'nün ahlakından bir şey anlamamış sayılır.
Geleneksel hurafe dinde "salavat çekme" olayında koyu karanlık bir cehalet daha vardır. "Allah ve melekleri Nebi'ye destek olurlar" buyrulduğu halde, Şia ve Ehli sünnet âlimleri "Allahümme salli alâ muhammedin"
Yani "Allah'ım sen Muhammed'e yardım et ve destek ol" diye dua ediyorlar.
Yüzyıllardan beri Ehli Sünnet ve Şia'nın yalan ve hurafeleriyle beslenen, zehirli kaynaklarından gıdalanan bir millete Kur'an'i hikmet ve rahmeti kabul ettirmek o kadar zor bir olay ki, bünye tamamen ölümcül virüsle kaplanmış, tedavi olma imkanı kalmamış, uzun bir gecikme dönemi yaşanmıştır.
İNSANLARIN BAŞINA BELA EDİLEN HURAFE BİR DİN
(5.YAZI)
"ABDESTSİZ VE CÜNUP, HAYIZ VE NİFAS HALİNDE KUR'AN'A DOKUNULMAZ" AHMAKLIĞI
Uydurma dinin belalarından biri de "Kur'an'ı Mübin'e abdestsiz ve cünup, hayız ve nifas halinde dokunulmaz" ictihadıdır.
Halbuki Kur'an'a dokunmanın ve onu okumanın abdest alma ve cenabetle hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır.
Mekke müşriklerinin "Bu Kur'an'ı Muhammed'e şeytanlar indiriyor"
( Şuara- 210, 211)
iftiralarına karşılık olarak hepsi Mekke'de nazil olan birçok ayette
"Şeytanların, indirilen vahiy'de herhangi bir şekilde tasarrufa güçlerinin yetmeyeceğine dikkat çekilmiştir.
Hepsi Mekke'de indirilen bu âyetlerde Kur'an'ın meleklerin elleriyle indirildiği,
"Hayır! Şüphesiz bunlar (âyetler) değerli ve güvenilir kâtiplerin elleriyle (yazılıp) tertemiz kılınmış, yüce makamlara kaldırılmış mukaddes sahifelerde (yazılı) bir öğüttür, dileyen ondan (Kur'an'dan) öğüt alır"
(Abese- 11, 12, 13, 14, 15, 16)
"Muhakkak ki Kur'an âlemlerin (insanların) Rabb'inin indirmesidir. (Ey Resul! ) Onu Ruhul Emin uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap dili ile, senin kalbine indirmiştir"
(Şuara- 192, 193, 194, 195)
"O'nu şeytanlar indirmedi. Bu onlara düşmez, zaten güçlüleri de yetmez. Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır"
( Şuara- 210, 211, 212)
Bütün bu âyetler "Kur'an'ın Allah tarafından indirildiğini, Allah'ın koruması altında olduğunu ve dinin Allah tarafından tamamlandığını" bildirmektedir.
Şimdi Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin aşağıdaki ayetleri nasıl tahrif ettiklerini açık olarak göreceğiz.
"Hayır ! Vahyin yer ettiği sinelere kasem olsun ki, Bilirseniz, gerçekten bu büyük bir yemindir. Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta bulunan değerli bir Kuran'dır. Temiz olmayanlar ona dokunamaz. O, âlemlerin Rabbinden indirilmiştir "
(Vakıa-75,76,77,78,79)
Aslında Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne göre hareket eden biri için yukarıdaki âyetler son derece kolay çözülebilecek bir açıklamaya sahiptirler.
Kur'an'a dokunmanın ve onu okumanın abdest, gusül, hayız ve nifas yani maddi bir temizlik ile alakalı bir şey asla değildir.
Hatta insanlarla alakalı bir şey değildir.
Şimdi Allah'ın izin ve inayetiyle, Kur'an sitemenin, bağlam ve bütünlüğünün, İlim ve hikmetinin önemi ile Emevi- Abbasi- Osmanlı- Suudi Arabistan- Ehli sünnet ve Şia hurafecilerinin uydurduğu din arasındaki farkı göreceksiniz.
Bütün bu gerçekleri anlatmamızın sebebi, Ehli Sünnet ve Şia âlimlerinin aslında Kur'an'a hiçbir zaman gerçek anlamda inanmadıklarını ve Allah'ın kitabına itibar etmediklerini ortaya koymak içindir.
Bütün mesele: hak ile batıl, doğru ile yalan, indirilmiş ile iftira edilmiş, sanal ile gerçek, ilahların ve evliyanın şirk dini ile Allah'ın bütün elçilere indirdiği tevhid dini arasındaki farkı anlamamız içindir.
Arkadaşlar!
Şimdi dikkat edin!
Eğer Allah (Celle Celalühü) insanların Kur'an'a abdestsiz ve cünup olarak dokunmamalarını isteseydi "lé yemessuhu" "dokunamaz" buyurmaz, "dokunmayın" derdi.
"Zinaya yaklaşmayın,,,"
(İsra, 32)
İçki ve kumar hakkında "Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz"
(Maide, 90) buyurduğu gibi.
Allah (Celle Celalühü) helal ve haramlarda açık ve net bir dil kullanır.
Vakıa suresi 79. ayette geçen "lé yemessuhu" ibaresi "Nehiy" "yasaklama" anlamında değil, "Nefiy" "ona asla dokunamazlar, ona dokunmaları mümkün değildir" anlamında kullanılmıştır.
Yani
"Ey Mekke müşrikleri! Şeytanların Kur'an'a dokunmaları mümkün değildir, Allah'ın koruması altındadır, yalan konuşup iftira atmayın" demek istenmiştir.
Vakıa suresi 79.âyette geçen "temiz olmayanlar ona dokunamaz" "Şeytanlar Kur'an'la
oynayamazlar, ona bir şey ekleyemezler, onda tasarruf sahibi olamazlar" anlamına gelmektedir.
Kur'an sadece Müslümanlara özel kılınmış, yalnız iman edenlere hitap eden bir kitap değildir.
Kur'an tüm insanların hidayet ve kurtuluş reçetesi, yol haritasıdır.
Bu ilahi mesaja ulaşmak, bilgilerinden faydalanmak için hiçbir engelin olmaması gerekir.
Dolayısıyla Kur'an'a cünüp olan, abdestsiz, hayız ve nifas halinde bulunan kadınlar, Ay'a Güneş'e tapan, Budist, Yahudi, Hristiyan, ineğe tapan, kısaca kim olursa olsun, herkes, her zaman, her durumda dokunabilir ve onu okuyabilir.
Bunun aksini savunmak hurafedir, yalandır, uydurmadır, cehalettir.
Allah ve Resulü'ne iftiradır.
Tam aksine cünüp olan, abdestsiz, hayız ve nifas halinde Kur'an'a dokunmak, bütün bu yalan ve hurafelere karşı gelmek olacağından ve bir uydurma harama son verileceğinden dolayı sevap olarak kabul edilebilir.
"Kur'an'ı abdestsiz ve cünup olarak dokunulmaz" diyenler, Kur'an'ın ruhunu ve amacını anlamamış cahillerdir.
İsterlerse mezhep imamı olsunlar.
Açık ve net olarak söylüyoruz.
Kur'an'ı cünüp, abdestsiz, hayız ve nifas halinde okumak ve ona dokunmak önemli bir fazilet ve büyük bir şuurdur.
Tekrar ederek söylüyoruz.
"Kur'an'a abdestsiz ve cünüp, hayız ve nifas halinde dokunulmaz" diyenler, Allah ve Resulü'ne iftira ediyorlar.
Böyle söyleyenler, helal olan bir şeyi haram kıldıklarından dolayı zalim oluyorlar.
" De ki: Allah hakkında iftira edenler asla kurtuluşa eremezler"
(Yunus, 69)
"Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir, şu da haramdır" demeyin.
Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz, kuşkusuz Allah'a karşı iftira gidenler kurtuluşa eremezler"
(Nahl,116)
Kur'an'a cünüp, abdestsiz, hayız ve nifas halinde dokunanlardan Allah razı olsun.
(5.YAZI)
"ABDESTSİZ VE CÜNUP, HAYIZ VE NİFAS HALİNDE KUR'AN'A DOKUNULMAZ" AHMAKLIĞI
Uydurma dinin belalarından biri de "Kur'an'ı Mübin'e abdestsiz ve cünup, hayız ve nifas halinde dokunulmaz" ictihadıdır.
Halbuki Kur'an'a dokunmanın ve onu okumanın abdest alma ve cenabetle hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır.
Mekke müşriklerinin "Bu Kur'an'ı Muhammed'e şeytanlar indiriyor"
( Şuara- 210, 211)
iftiralarına karşılık olarak hepsi Mekke'de nazil olan birçok ayette
"Şeytanların, indirilen vahiy'de herhangi bir şekilde tasarrufa güçlerinin yetmeyeceğine dikkat çekilmiştir.
Hepsi Mekke'de indirilen bu âyetlerde Kur'an'ın meleklerin elleriyle indirildiği,
"Hayır! Şüphesiz bunlar (âyetler) değerli ve güvenilir kâtiplerin elleriyle (yazılıp) tertemiz kılınmış, yüce makamlara kaldırılmış mukaddes sahifelerde (yazılı) bir öğüttür, dileyen ondan (Kur'an'dan) öğüt alır"
(Abese- 11, 12, 13, 14, 15, 16)
"Muhakkak ki Kur'an âlemlerin (insanların) Rabb'inin indirmesidir. (Ey Resul! ) Onu Ruhul Emin uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap dili ile, senin kalbine indirmiştir"
(Şuara- 192, 193, 194, 195)
"O'nu şeytanlar indirmedi. Bu onlara düşmez, zaten güçlüleri de yetmez. Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır"
( Şuara- 210, 211, 212)
Bütün bu âyetler "Kur'an'ın Allah tarafından indirildiğini, Allah'ın koruması altında olduğunu ve dinin Allah tarafından tamamlandığını" bildirmektedir.
Şimdi Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin aşağıdaki ayetleri nasıl tahrif ettiklerini açık olarak göreceğiz.
"Hayır ! Vahyin yer ettiği sinelere kasem olsun ki, Bilirseniz, gerçekten bu büyük bir yemindir. Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta bulunan değerli bir Kuran'dır. Temiz olmayanlar ona dokunamaz. O, âlemlerin Rabbinden indirilmiştir "
(Vakıa-75,76,77,78,79)
Aslında Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne göre hareket eden biri için yukarıdaki âyetler son derece kolay çözülebilecek bir açıklamaya sahiptirler.
Kur'an'a dokunmanın ve onu okumanın abdest, gusül, hayız ve nifas yani maddi bir temizlik ile alakalı bir şey asla değildir.
Hatta insanlarla alakalı bir şey değildir.
Şimdi Allah'ın izin ve inayetiyle, Kur'an sitemenin, bağlam ve bütünlüğünün, İlim ve hikmetinin önemi ile Emevi- Abbasi- Osmanlı- Suudi Arabistan- Ehli sünnet ve Şia hurafecilerinin uydurduğu din arasındaki farkı göreceksiniz.
Bütün bu gerçekleri anlatmamızın sebebi, Ehli Sünnet ve Şia âlimlerinin aslında Kur'an'a hiçbir zaman gerçek anlamda inanmadıklarını ve Allah'ın kitabına itibar etmediklerini ortaya koymak içindir.
Bütün mesele: hak ile batıl, doğru ile yalan, indirilmiş ile iftira edilmiş, sanal ile gerçek, ilahların ve evliyanın şirk dini ile Allah'ın bütün elçilere indirdiği tevhid dini arasındaki farkı anlamamız içindir.
Arkadaşlar!
Şimdi dikkat edin!
Eğer Allah (Celle Celalühü) insanların Kur'an'a abdestsiz ve cünup olarak dokunmamalarını isteseydi "lé yemessuhu" "dokunamaz" buyurmaz, "dokunmayın" derdi.
"Zinaya yaklaşmayın,,,"
(İsra, 32)
İçki ve kumar hakkında "Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz"
(Maide, 90) buyurduğu gibi.
Allah (Celle Celalühü) helal ve haramlarda açık ve net bir dil kullanır.
Vakıa suresi 79. ayette geçen "lé yemessuhu" ibaresi "Nehiy" "yasaklama" anlamında değil, "Nefiy" "ona asla dokunamazlar, ona dokunmaları mümkün değildir" anlamında kullanılmıştır.
Yani
"Ey Mekke müşrikleri! Şeytanların Kur'an'a dokunmaları mümkün değildir, Allah'ın koruması altındadır, yalan konuşup iftira atmayın" demek istenmiştir.
Vakıa suresi 79.âyette geçen "temiz olmayanlar ona dokunamaz" "Şeytanlar Kur'an'la
oynayamazlar, ona bir şey ekleyemezler, onda tasarruf sahibi olamazlar" anlamına gelmektedir.
Kur'an sadece Müslümanlara özel kılınmış, yalnız iman edenlere hitap eden bir kitap değildir.
Kur'an tüm insanların hidayet ve kurtuluş reçetesi, yol haritasıdır.
Bu ilahi mesaja ulaşmak, bilgilerinden faydalanmak için hiçbir engelin olmaması gerekir.
Dolayısıyla Kur'an'a cünüp olan, abdestsiz, hayız ve nifas halinde bulunan kadınlar, Ay'a Güneş'e tapan, Budist, Yahudi, Hristiyan, ineğe tapan, kısaca kim olursa olsun, herkes, her zaman, her durumda dokunabilir ve onu okuyabilir.
Bunun aksini savunmak hurafedir, yalandır, uydurmadır, cehalettir.
Allah ve Resulü'ne iftiradır.
Tam aksine cünüp olan, abdestsiz, hayız ve nifas halinde Kur'an'a dokunmak, bütün bu yalan ve hurafelere karşı gelmek olacağından ve bir uydurma harama son verileceğinden dolayı sevap olarak kabul edilebilir.
"Kur'an'ı abdestsiz ve cünup olarak dokunulmaz" diyenler, Kur'an'ın ruhunu ve amacını anlamamış cahillerdir.
İsterlerse mezhep imamı olsunlar.
Açık ve net olarak söylüyoruz.
Kur'an'ı cünüp, abdestsiz, hayız ve nifas halinde okumak ve ona dokunmak önemli bir fazilet ve büyük bir şuurdur.
Tekrar ederek söylüyoruz.
"Kur'an'a abdestsiz ve cünüp, hayız ve nifas halinde dokunulmaz" diyenler, Allah ve Resulü'ne iftira ediyorlar.
Böyle söyleyenler, helal olan bir şeyi haram kıldıklarından dolayı zalim oluyorlar.
" De ki: Allah hakkında iftira edenler asla kurtuluşa eremezler"
(Yunus, 69)
"Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir, şu da haramdır" demeyin.
Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz, kuşkusuz Allah'a karşı iftira gidenler kurtuluşa eremezler"
(Nahl,116)
Kur'an'a cünüp, abdestsiz, hayız ve nifas halinde dokunanlardan Allah razı olsun.
13 Ocak 2018 Cumartesi
İNSANLARIN BAŞINA BELA EDİLEN HURAFE BİR DİN
(3.YAZI)
Uydurma dinde insanların başına bela edilen musibetlerin en önemlileri şunlardır.
2-) KUR'AN'I ÖLÜLERE OKUMA BELASI
Şia ve Ehli Sünnet'in uydurma dininde en akılsızca rivayet ve içtihatlar dirilere okunması emredilen (Yasin, 70) Kur'an'ın ölülere okunmasıdır.
Halbuki Kur'an'ın hiçbir âyetinin ölülerle alakası yoktur.
Kur'an baştan sona kadar diri olan insanlarla alakalıdır.
Hatta Kur'an'ı Mübin, diri olan insanlardan da öte kalbi ve gönlü, zihni ve aklı, fıtratı ve vicdanı, ahlakı ve irfanı diri olan temiz insanlarla alakalıdır.
MESELA
Rahmân ve RAHÎM olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Körle gören, karanlıkla aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah dileyene işittirir.
Sen kabirdekilere işittiremezsin! Sen sadece bir uyarıcısın.
Biz seni müjdeleyici ve sakındırıcı olarak hak(Kur'an) ile gönderdik. Her millet için mutlaka bir uyarıcı (Elçi) bulunmuştur.
Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme) onlardan öncekiler de yalanlamışlardı.
( Oysa ki) elçileri onlara açık âyetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getirmişlerdi. Sonra ben, o inkar edenleri yakaladım
(Bak ki) cezam nasıl oldu"
(Fatır, 19- 20-21-22- 23-24-25-26)
(Resulüm!) Elbette sen ölülere duyuramazsın, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara o daveti işittiremezsin. Körleri de sapıklıklarından (vazgeçirip) doğru yola iletemezsin.Ancak teslimiyet göstererek âyetlerimize iman edenlere duyurabilirsin"
(Rum- 52-53)
Kur'an'ın birçok ayetinde "ahirette insanı sadece yaptıkları kurtarır, insana yaptığından başka hiçbir şey yoktur(Yasin, 54- Necm, 39- Müddessir, 38 )
buyrulduğu halde, ölüler adına hayır yapmayı ve ruhlarına Kur'an okumayı cehalet ve ahmaklıkla izah etmekten başka bir yol kalmıyor.
Dolayısıyla tamamen canlı ve dinamik hayat ile alakalı olan kitabı ölülere özel bir metin haline getiren Kur'an'sız ahmaklara ne diyeceğimizi gerçekten şaşırıyoruz.
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah ve Resul'ünün çağrısına uyun.
Ve bilin ki Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve sizi mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız"
( Enfal, 24)
Kur'an'ı ölülere okuma dünyanın en ahmakça uygulamalarından biridir.
Kur'an'a yapılabilecek en büyük hakaret diriler için gönderilen hidayet ve rahmet olan bir kaynağı ölülere okumaktır.
Özellikle defin işleminde ve taziyelerde Yasin ve Fatiha süreleri okuma hurafeleri tevhid dini adına asla kabul edilemez bir ihanettir.
(NOT= Bu paylaşmış olduğum yazıların ümmi halkla hiçbir alakası yoktur.
Kur'an'ı Mübin gibi benim tek muhatabım insanları Allah'ın yolundan alıkoyan sözde ilim adamlarıdır)
(3.YAZI)
Uydurma dinde insanların başına bela edilen musibetlerin en önemlileri şunlardır.
2-) KUR'AN'I ÖLÜLERE OKUMA BELASI
Şia ve Ehli Sünnet'in uydurma dininde en akılsızca rivayet ve içtihatlar dirilere okunması emredilen (Yasin, 70) Kur'an'ın ölülere okunmasıdır.
Halbuki Kur'an'ın hiçbir âyetinin ölülerle alakası yoktur.
Kur'an baştan sona kadar diri olan insanlarla alakalıdır.
Hatta Kur'an'ı Mübin, diri olan insanlardan da öte kalbi ve gönlü, zihni ve aklı, fıtratı ve vicdanı, ahlakı ve irfanı diri olan temiz insanlarla alakalıdır.
MESELA
Rahmân ve RAHÎM olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Körle gören, karanlıkla aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah dileyene işittirir.
Sen kabirdekilere işittiremezsin! Sen sadece bir uyarıcısın.
Biz seni müjdeleyici ve sakındırıcı olarak hak(Kur'an) ile gönderdik. Her millet için mutlaka bir uyarıcı (Elçi) bulunmuştur.
Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme) onlardan öncekiler de yalanlamışlardı.
( Oysa ki) elçileri onlara açık âyetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getirmişlerdi. Sonra ben, o inkar edenleri yakaladım
(Bak ki) cezam nasıl oldu"
(Fatır, 19- 20-21-22- 23-24-25-26)
(Resulüm!) Elbette sen ölülere duyuramazsın, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara o daveti işittiremezsin. Körleri de sapıklıklarından (vazgeçirip) doğru yola iletemezsin.Ancak teslimiyet göstererek âyetlerimize iman edenlere duyurabilirsin"
(Rum- 52-53)
Kur'an'ın birçok ayetinde "ahirette insanı sadece yaptıkları kurtarır, insana yaptığından başka hiçbir şey yoktur(Yasin, 54- Necm, 39- Müddessir, 38 )
buyrulduğu halde, ölüler adına hayır yapmayı ve ruhlarına Kur'an okumayı cehalet ve ahmaklıkla izah etmekten başka bir yol kalmıyor.
Dolayısıyla tamamen canlı ve dinamik hayat ile alakalı olan kitabı ölülere özel bir metin haline getiren Kur'an'sız ahmaklara ne diyeceğimizi gerçekten şaşırıyoruz.
"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah ve Resul'ünün çağrısına uyun.
Ve bilin ki Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve sizi mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız"
( Enfal, 24)
Kur'an'ı ölülere okuma dünyanın en ahmakça uygulamalarından biridir.
Kur'an'a yapılabilecek en büyük hakaret diriler için gönderilen hidayet ve rahmet olan bir kaynağı ölülere okumaktır.
Özellikle defin işleminde ve taziyelerde Yasin ve Fatiha süreleri okuma hurafeleri tevhid dini adına asla kabul edilemez bir ihanettir.
(NOT= Bu paylaşmış olduğum yazıların ümmi halkla hiçbir alakası yoktur.
Kur'an'ı Mübin gibi benim tek muhatabım insanları Allah'ın yolundan alıkoyan sözde ilim adamlarıdır)
İNSANLARIN BAŞINA BELA EDİLEN HURAFE BİR DİN
(4.YAZI)
MUHAMMED (AS) A SALAVAT OKUMA CEHALETİ:
Uydurma Şia ve Ehli Sünnet dininin ne derece batıl bir din olduğunu ve Allah'ın kitabı ile yakından uzaktan ilgisinin olmadığını "Muhammed'e salavat okuma" inancı kadar hiçbir şey gösteremez.
"Muhammed (Aleyhisselam) a salavat getirme" meselesi uydurma dinin, tevhid dinini nasıl kuşattığını,
uydurma ve hurafe dinin ümmetin üzerinde nasıl sorgulanamaz bir baskı kurduğunu,
saf hakikat olan bir kaynağı nasıl tahrif ettiğini ortaya koyan en önemli bir iftira ve yalan olan bir duadır.
"Muhammed (Aleyhisselam) a salavat getirmenin" çıkarıldığı Ahzab suresi 56.âyetinin gerçek manası şöyledir.
"Allah ve melekleri Nebi'ye (Muhammed'e değil) yardım ederler. Ey iman edenler! Siz de ona yardım edin ve tam bir teslimiyetle onun emniyetini ve huzurunu sağlayın"
Yani âyet "Nebi ( Aleyhisselam) a yardım etme ve destek olmakla"
alakalı iken, sanki "Allah ve melekleri Muhammed'e salavat okuyorlar" gibi âyetin manası tamamen değiştirilerek
"Nebi'ye yardım ve destek, güven ve huzur sağlanması ile ilgili iken, hiç alakasız bir şekilde "Muhammed'e salavat okumaya" çevrilip şirk işlenmiştir.
İşte bundan dolayı
"Muhammed'e salavat getirme" meselesi uydurma dinin mensubu âlimlerin ne kadar Kur'ansız ve cahil olduklarını gösteren en bariz bir gösterge, en açık delildir.
Halbuki ayette asla Muhammed adı geçmemektedir.
Âyetin amacı Nübüvvet makam ve mertebesini koruma ve kollama ile alakalıdır.
Yani âyetin bağlamı Muhammed (Aleyhisselam) ın şahsiyeti değil, "Nübüvvet şeref ve haysiyetini muhafaza etmeye" yöneliktir.
Aslında Kur'an'ı Mübin'i bağlam ve bütünlüğü içinde anlamaya çalışan bu manaya hemen vakıf olacaktır.
Yani söz konusu âyet son derece kolay ve basittir, açık ve net bir ayet-i kerimedir. ARKADAŞLAR!
Kur'an'da "salavat" kavramı dirilerle alakalı "yardım etme ve destek olma" anlamında kullanılmıştır.
Kur'an'da geçen salat ve salavatın ölülerle hiçbir alakası yoktur.
Ancak bu âyette Nübüvvet makam ve mertebesini korumak için bir istisna gösterilmiştir.
Allah (Celle Celalühü) Ahzab Suresi 56. âyetindeki emirle Allah Resulü'nün arkadaşlarına Nebi (Âleyhisselam) ı yalnız başına terk etmemelerini, ona sahip olmalarını, ona yardım etmelerini ve destek olmalarını isterken,
kıyamet gününe kadar gelecek olan müminlere de Nebi'nin bıraktığı tevhid mirasına sahip çıkmalarını, manevi şahsiyetini münafık ve kafirlere karşı savunmalarını,
Nübüvvet makam mertebesini, şeref ve haysiyetini muhafaza etmelerini istemektedir.
Allah(cc) Nübüvvet onurunu ve ahlakını her türlü hurafe, yalan ve iftiralardan korumalarını emretmektedir.
İşte müminlerin Nebi (Aleyhisselam) a yardım etme ve destek olmaları bu şekilde tecelli edecektir.
Dolayısıyla Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirmek ve salavat okumak ile alakalı bütün hadisler ve salavat dualarının tümü iftiradır, yalandır.
Önemine binaen tekrar etmekte fayda görüyorum.
Muhammed'e salavat çekme meselesinde çok açık bir şirk, art niyet ve büyük bir cehalet mevcuttur.
İlgili âyette hiçbir zaman Muhammed ismi geçmiyor iken,
Allah (Celle Celalühü) "Allah ve melekleri Nebi'ye salat ederler" buyurduğu halde,
Yani Ahzab suresi 56. Âyet "Nebi'ye yardım etme ve destek olma" iken ahmakça bir cehaletle âyeti "Muhammed'e salavat okuma" olarak çevirmişlerdir.
Dolayısıyla manası gâyet açık olan bir âyeti tahrif etmişlerdir.
Şia ve Ehli sünnet âlimleri Allah'ın kitabından hiçbir şey anlamamışlardır.
Çünkü gerçek anlamda Kur'an'a iman etmiş değillerdir.
Allah ve melekleri sadece Nebi'ye değil, müminlere de salat ederler.
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize yardımını gönderen odur. Melekleri de size destek olurlar. Allah müminlere karşı çok merhametlidir"
( Ahzab, 43)
Yukarıdaki âyette geçen "salat" "yusalli" "yardım eder" ile Ahzab 56.âyette geçen "salat" "yusallune" "yardım ederler" kelimesi arasında hiçbir fark yoktur.
İkisinin kökü, yapısı, metin ve manası aynıdır.
Kur'an ehli bir muvahhid hiçbir zaman Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirmez. Çünkü Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirmek ve salavat okumak şuuğursuzluğun ve cehaletin zirvesidir.
Allah Resulü'nün arkadaşlarının Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirdiklerine inanan biri Kur'an'dan ve Allah Resulü'nün ahlakından bir şey anlamamış sayılır.
Geleneksel hurafe dinde "salavat çekme" olayında koyu karanlık bir cehalet daha vardır. "Allah ve melekleri Nebi'ye destek olurlar" buyrulduğu halde, Şia ve Ehli sünnet âlimleri "Allahümme salli alâ muhammedin"
Yani "Allah'ım sen Muhammed'e yardım et ve destek ol" diye dua ediyorlar.
Yüzyıllardan beri Ehli Sünnet ve Şia'nın yalan ve hurafeleriyle beslenen, zehirli kaynaklarından gıdalanan bir millete Kur'an'i hikmet ve rahmeti kabul ettirmek o kadar zor bir olay ki, bünye tamamen ölümcül virüsle kaplanmış, tedavi olma imkanı kalmamış, uzun bir gecikme dönemi yaşanmıştır.
(4.YAZI)
MUHAMMED (AS) A SALAVAT OKUMA CEHALETİ:
Uydurma Şia ve Ehli Sünnet dininin ne derece batıl bir din olduğunu ve Allah'ın kitabı ile yakından uzaktan ilgisinin olmadığını "Muhammed'e salavat okuma" inancı kadar hiçbir şey gösteremez.
"Muhammed (Aleyhisselam) a salavat getirme" meselesi uydurma dinin, tevhid dinini nasıl kuşattığını,
uydurma ve hurafe dinin ümmetin üzerinde nasıl sorgulanamaz bir baskı kurduğunu,
saf hakikat olan bir kaynağı nasıl tahrif ettiğini ortaya koyan en önemli bir iftira ve yalan olan bir duadır.
"Muhammed (Aleyhisselam) a salavat getirmenin" çıkarıldığı Ahzab suresi 56.âyetinin gerçek manası şöyledir.
"Allah ve melekleri Nebi'ye (Muhammed'e değil) yardım ederler. Ey iman edenler! Siz de ona yardım edin ve tam bir teslimiyetle onun emniyetini ve huzurunu sağlayın"
Yani âyet "Nebi ( Aleyhisselam) a yardım etme ve destek olmakla"
alakalı iken, sanki "Allah ve melekleri Muhammed'e salavat okuyorlar" gibi âyetin manası tamamen değiştirilerek
"Nebi'ye yardım ve destek, güven ve huzur sağlanması ile ilgili iken, hiç alakasız bir şekilde "Muhammed'e salavat okumaya" çevrilip şirk işlenmiştir.
İşte bundan dolayı
"Muhammed'e salavat getirme" meselesi uydurma dinin mensubu âlimlerin ne kadar Kur'ansız ve cahil olduklarını gösteren en bariz bir gösterge, en açık delildir.
Halbuki ayette asla Muhammed adı geçmemektedir.
Âyetin amacı Nübüvvet makam ve mertebesini koruma ve kollama ile alakalıdır.
Yani âyetin bağlamı Muhammed (Aleyhisselam) ın şahsiyeti değil, "Nübüvvet şeref ve haysiyetini muhafaza etmeye" yöneliktir.
Aslında Kur'an'ı Mübin'i bağlam ve bütünlüğü içinde anlamaya çalışan bu manaya hemen vakıf olacaktır.
Yani söz konusu âyet son derece kolay ve basittir, açık ve net bir ayet-i kerimedir. ARKADAŞLAR!
Kur'an'da "salavat" kavramı dirilerle alakalı "yardım etme ve destek olma" anlamında kullanılmıştır.
Kur'an'da geçen salat ve salavatın ölülerle hiçbir alakası yoktur.
Ancak bu âyette Nübüvvet makam ve mertebesini korumak için bir istisna gösterilmiştir.
Allah (Celle Celalühü) Ahzab Suresi 56. âyetindeki emirle Allah Resulü'nün arkadaşlarına Nebi (Âleyhisselam) ı yalnız başına terk etmemelerini, ona sahip olmalarını, ona yardım etmelerini ve destek olmalarını isterken,
kıyamet gününe kadar gelecek olan müminlere de Nebi'nin bıraktığı tevhid mirasına sahip çıkmalarını, manevi şahsiyetini münafık ve kafirlere karşı savunmalarını,
Nübüvvet makam mertebesini, şeref ve haysiyetini muhafaza etmelerini istemektedir.
Allah(cc) Nübüvvet onurunu ve ahlakını her türlü hurafe, yalan ve iftiralardan korumalarını emretmektedir.
İşte müminlerin Nebi (Aleyhisselam) a yardım etme ve destek olmaları bu şekilde tecelli edecektir.
Dolayısıyla Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirmek ve salavat okumak ile alakalı bütün hadisler ve salavat dualarının tümü iftiradır, yalandır.
Önemine binaen tekrar etmekte fayda görüyorum.
Muhammed'e salavat çekme meselesinde çok açık bir şirk, art niyet ve büyük bir cehalet mevcuttur.
İlgili âyette hiçbir zaman Muhammed ismi geçmiyor iken,
Allah (Celle Celalühü) "Allah ve melekleri Nebi'ye salat ederler" buyurduğu halde,
Yani Ahzab suresi 56. Âyet "Nebi'ye yardım etme ve destek olma" iken ahmakça bir cehaletle âyeti "Muhammed'e salavat okuma" olarak çevirmişlerdir.
Dolayısıyla manası gâyet açık olan bir âyeti tahrif etmişlerdir.
Şia ve Ehli sünnet âlimleri Allah'ın kitabından hiçbir şey anlamamışlardır.
Çünkü gerçek anlamda Kur'an'a iman etmiş değillerdir.
Allah ve melekleri sadece Nebi'ye değil, müminlere de salat ederler.
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize yardımını gönderen odur. Melekleri de size destek olurlar. Allah müminlere karşı çok merhametlidir"
( Ahzab, 43)
Yukarıdaki âyette geçen "salat" "yusalli" "yardım eder" ile Ahzab 56.âyette geçen "salat" "yusallune" "yardım ederler" kelimesi arasında hiçbir fark yoktur.
İkisinin kökü, yapısı, metin ve manası aynıdır.
Kur'an ehli bir muvahhid hiçbir zaman Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirmez. Çünkü Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirmek ve salavat okumak şuuğursuzluğun ve cehaletin zirvesidir.
Allah Resulü'nün arkadaşlarının Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirdiklerine inanan biri Kur'an'dan ve Allah Resulü'nün ahlakından bir şey anlamamış sayılır.
Geleneksel hurafe dinde "salavat çekme" olayında koyu karanlık bir cehalet daha vardır. "Allah ve melekleri Nebi'ye destek olurlar" buyrulduğu halde, Şia ve Ehli sünnet âlimleri "Allahümme salli alâ muhammedin"
Yani "Allah'ım sen Muhammed'e yardım et ve destek ol" diye dua ediyorlar.
Yüzyıllardan beri Ehli Sünnet ve Şia'nın yalan ve hurafeleriyle beslenen, zehirli kaynaklarından gıdalanan bir millete Kur'an'i hikmet ve rahmeti kabul ettirmek o kadar zor bir olay ki, bünye tamamen ölümcül virüsle kaplanmış, tedavi olma imkanı kalmamış, uzun bir gecikme dönemi yaşanmıştır.
11 Ocak 2018 Perşembe
İNSANLARIN BAŞINA BELA EDİLEN HURAFE BİR DİN
(2.YAZI)
Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak insanları bağlamaz.
Uydurma Ehli sünnet ve Şia dininde insanların başına bela edilen musibetlerin en önemlileri şunlardır.
1-) HATİM BELASI:
Kur'an'ın birçok ayetinde vahyin anlaşılması, üzerinde tefekkür edilmesi ve hayata geçirilmesi ile alakalı iken,
Kur'an cahili ahmaklar, Kur'an'ın anlaşılmadan sürekli olarak hatim yapılması, güzel sesle ve tecvitli olarak okunması ile ilgili onlarca rivayet uydurmuşlardır.
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyeceker mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı"
( Nisa, 82)
"Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?
( Muhammed, 24)
"Andolsun biz Kuran'ı düşünenler için kolaylaştırdık.Ondan öğüt alan yok mu?
( Kamer, 17- 22 -32 -40)
Hatta Kur'ansız hurafecilerin rivayetlerine göre "Allah Resulü (as) unutmamak için her yıl Cebrail ile karşılıklı olarak Kur'an'ı bir sefer mukabele ediyorlardı"
"Vefat ettiği yıl Kur'an'ı iki sefer cebrail'e okumuş, Cebrail de onu dinlemiştir"
Allah(cc) tarafından Elçin'in kalbine yerleştirilen vahyin unutulmasının mümkün olmayacağını Kur'an cahili ahmak hurafeciler nereden bileceklerdi.
(Ey Resul!) Onu Ruhul Emin uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir"
( Şuara, 193- 194- 195)
(Ey Elçi! )Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu, toplamak senin kalbine yerleştirmek ve onu okutmak bize aittir"
(Kıyame- 16, 17)
"Sana (Kur'an'ı) okutacağız artık unutmayacaksın"
(Âl'â, 6)
Uydurmacı rivayetçiler Allah Resulü adına öyle alçakça iftiralar ortaya koydular ki, insanları Kur'an'ı anlamaktan en uzak bir mesafeye savurmuşlardır.
İşte insanların başına bela edilen uydurma dinin en önemli projelerinden biri Kur'an'ı manasını anlamadan onu okuma ve hatim yapma musibetidir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, cemaatler ve tarikatlarda bu uydurma dinin rivayetlerine harfiyen uyarak, Kur'an'ı metin olarak telaffuz ederler ama ona iman etmezler.
"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu, hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, ona iman ederler. Ama kim onu inkar ederse (görmezlikten gelirse) işte gerçekten zarara uğrayanlar bunlardır"
( Bakara, 121)
Aslında Kur'an'ı tek hüküm kaynağı, yegane rehber olarak kabul etmeyenler ona iman etmeyenlerdir.
Diyanet İşleri başkanlığında, cemaatlerde ve tarikatlarda Kur'an'ı anlamaya çalışma ve ondan konuşma söz konusu değildir.
MESELA
Diyanet İşleri Başkanlığında, cemaat ve tarikatlarda binlerce Kur'an kursu ve medreseye rağmen bir tane Kur'an'dan konuşacak âlim yetişmemiştir.
Dolayısıyla insanları bu hatim yapma belasından kurtarmadığımız sürece onu anlamaya yanaşmayacaklardır.
Günümüzde özellikle kadınlar arasında neredeyse her mahallede, toplu olarak, manasından tamamen uzak, üzerinde hiç tefekkür etmeden, sürekli olarak, papağanlar gibi, sadece Arapçasını okuyarak, hiç ara vermeden saatlerce, belki günlerce Kur'an'ı hatim yapmak moda olmuştur.
Kur'an, sanki manası olmayan, sadece Arapça'sını okumak için gönderilmiş bir kitap olarak biliniyor.
Boş yere israf edilen bunca zamana yazıktır, günahtır.
insanlar Arapça'sını okudukları Allah'ın kitabı ile gerçek anlamda danışmadan ölüp gidiyorlar.
Bu ahmaklığın ve cehaletin hesabı nasıl verilecek.
İnsanlar arasında Kur'an, manası olmayan, anlaşılması imkansız,
ulaşılması son derece zor, çok mukaddes ve yücelerde bulunan, ruhani ve dokunulmaz bir kitapmış gibi saygı görmekte fakat hiçbir zaman manasının ne olduğu araştırılıp soruşturulmayan bir kitap haline getirilmiştir.
Bu hatim yapma ve mukabele okuma belasından bir an önce insanların kurtarılması gerekir.
Kur'an'ı Mübin'i manasız olarak okumanın bir yararının olmadığı ve sevabının bulunmadığının İnsanlara çok açık bir şekilde anlatılmalıdır.
(2.YAZI)
Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynak insanları bağlamaz.
Uydurma Ehli sünnet ve Şia dininde insanların başına bela edilen musibetlerin en önemlileri şunlardır.
1-) HATİM BELASI:
Kur'an'ın birçok ayetinde vahyin anlaşılması, üzerinde tefekkür edilmesi ve hayata geçirilmesi ile alakalı iken,
Kur'an cahili ahmaklar, Kur'an'ın anlaşılmadan sürekli olarak hatim yapılması, güzel sesle ve tecvitli olarak okunması ile ilgili onlarca rivayet uydurmuşlardır.
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyeceker mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı"
( Nisa, 82)
"Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?
( Muhammed, 24)
"Andolsun biz Kuran'ı düşünenler için kolaylaştırdık.Ondan öğüt alan yok mu?
( Kamer, 17- 22 -32 -40)
Hatta Kur'ansız hurafecilerin rivayetlerine göre "Allah Resulü (as) unutmamak için her yıl Cebrail ile karşılıklı olarak Kur'an'ı bir sefer mukabele ediyorlardı"
"Vefat ettiği yıl Kur'an'ı iki sefer cebrail'e okumuş, Cebrail de onu dinlemiştir"
Allah(cc) tarafından Elçin'in kalbine yerleştirilen vahyin unutulmasının mümkün olmayacağını Kur'an cahili ahmak hurafeciler nereden bileceklerdi.
(Ey Resul!) Onu Ruhul Emin uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir"
( Şuara, 193- 194- 195)
(Ey Elçi! )Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu, toplamak senin kalbine yerleştirmek ve onu okutmak bize aittir"
(Kıyame- 16, 17)
"Sana (Kur'an'ı) okutacağız artık unutmayacaksın"
(Âl'â, 6)
Uydurmacı rivayetçiler Allah Resulü adına öyle alçakça iftiralar ortaya koydular ki, insanları Kur'an'ı anlamaktan en uzak bir mesafeye savurmuşlardır.
İşte insanların başına bela edilen uydurma dinin en önemli projelerinden biri Kur'an'ı manasını anlamadan onu okuma ve hatim yapma musibetidir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, cemaatler ve tarikatlarda bu uydurma dinin rivayetlerine harfiyen uyarak, Kur'an'ı metin olarak telaffuz ederler ama ona iman etmezler.
"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu, hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, ona iman ederler. Ama kim onu inkar ederse (görmezlikten gelirse) işte gerçekten zarara uğrayanlar bunlardır"
( Bakara, 121)
Aslında Kur'an'ı tek hüküm kaynağı, yegane rehber olarak kabul etmeyenler ona iman etmeyenlerdir.
Diyanet İşleri başkanlığında, cemaatlerde ve tarikatlarda Kur'an'ı anlamaya çalışma ve ondan konuşma söz konusu değildir.
MESELA
Diyanet İşleri Başkanlığında, cemaat ve tarikatlarda binlerce Kur'an kursu ve medreseye rağmen bir tane Kur'an'dan konuşacak âlim yetişmemiştir.
Dolayısıyla insanları bu hatim yapma belasından kurtarmadığımız sürece onu anlamaya yanaşmayacaklardır.
Günümüzde özellikle kadınlar arasında neredeyse her mahallede, toplu olarak, manasından tamamen uzak, üzerinde hiç tefekkür etmeden, sürekli olarak, papağanlar gibi, sadece Arapçasını okuyarak, hiç ara vermeden saatlerce, belki günlerce Kur'an'ı hatim yapmak moda olmuştur.
Kur'an, sanki manası olmayan, sadece Arapça'sını okumak için gönderilmiş bir kitap olarak biliniyor.
Boş yere israf edilen bunca zamana yazıktır, günahtır.
insanlar Arapça'sını okudukları Allah'ın kitabı ile gerçek anlamda danışmadan ölüp gidiyorlar.
Bu ahmaklığın ve cehaletin hesabı nasıl verilecek.
İnsanlar arasında Kur'an, manası olmayan, anlaşılması imkansız,
ulaşılması son derece zor, çok mukaddes ve yücelerde bulunan, ruhani ve dokunulmaz bir kitapmış gibi saygı görmekte fakat hiçbir zaman manasının ne olduğu araştırılıp soruşturulmayan bir kitap haline getirilmiştir.
Bu hatim yapma ve mukabele okuma belasından bir an önce insanların kurtarılması gerekir.
Kur'an'ı Mübin'i manasız olarak okumanın bir yararının olmadığı ve sevabının bulunmadığının İnsanlara çok açık bir şekilde anlatılmalıdır.
10 Ocak 2018 Çarşamba
İNSANLARIN BAŞINA BELA EDİLEN HURAFE BİR DİN
(1.YAZI)
"Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bir tarafa bırak!
Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felakete uğramaması için Kur'an ile nasihat et.
Çünkü insan için Allah'tan başka ne bir dost vardır, ne de şefaatçı.
Kişi, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez.
Onlar kazandıkları günahlar yüzünden felakete sürüklenmiş kimselerdir.
İnkar ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır"
(En'am, 70)
"De ki: Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım?
Allah bizi doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle(şirk) düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise:
"Bize gel!"
diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (inkarcılığa) mı döndürüleceğiz?
De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin(insanların) Rabbine teslim olmamız emredilmiştir"
(En'am, 71)
Kuran'a baktığımızda elçilerin gönderiliş sebeplerinin "dinde kolaylık sağlamak, insanların üzerinde bulunan ağır yüklerini ve esaret zincirlerini alıp atmak" olduğunu açık olarak görürüz.
(Âraf, 157)
Kur'an'ın indiriliş amacı "insanları maddi- manevi sıkıntılardan kurtarmak içindir"
(Tâhâ, 2)
"İnsanlara bilmediklerini açıklamak ve öğretmek, salih insanların yollarına iletmek ve günahlarını bağışlamak içindir"
(Nisa, 26)
Yani vahiy'lerin indiriliş amacı "insanların yükünü hafifletmek ve onları özgür kırmak içindir"
( Nisa, 28)
Dolayısıyla Kuran'da olmayan bir şey kesinlikle Allah'ın emri değildir.
Çünkü "Din Allah tarafından indirilmiş ve Allah tarafından tanımlanmıştır"
(Maide, 3-- Enam, 115)
Kur'an'ın birçok âyetine göre Allah Resulü (Aleyhisselam) sadece Kur'an'a tâbi olmuş (En'am, 106-- Yunus, 109-- Ahkaf, 9)
İnsanlara sadece Kur'an'ı tebliğ etmiş,
( Maide, 99-- Ra'd, 40)
Ve insanları sadece Kur'an ile uyarmıştır, (En'am, 19, 51-- Kaf, 45-- Enbiya 45)
Fakat Allah Resulü'nden kısa süre sonra Kur'an tamamen devre dışı bırakılarak, Allah'ın kitabı terk edilerek ümmetin başına hurafe ve iftira bir din bela edilmiştir.
Ümmetin başına bela edilen bu uydurma din ve kötü ahlak Kur'an'ın muazzez dinine ve mükemmel ahlakına tamamen zıt ve aykırı bir din ve ahlak olmuştur.
Neredeyse Allah'ın "yapmayın" dediği herşey ümmete ilâhi bir emir gibi gösterilmiştir.
Şia ve Ehli Sünnet'in hadis kaynakları ve Ku'ran cahili âlimlerin ictihatları sebebiyle neredeyse manası tahrif ve dejenere edilmemiş ayet unutulmamıştır.
Din öyle alçakça ve ahlaksızca oyun ve eğlence aracı edilmiş ki, tamamen Allah'a ve elçisine iftira mekanizmasına dönüştürülmüştür.
Halbuki Allah'ın ilim adamlarını önemle en çok uyardığı konu "Allah'a yalan yere iftira edilmemesi"dir
"İslam'a (indirilen vahye) çağrıldığı halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır? Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Saf, 7)
"Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya onun âyetlerini yalanlayandan (görmezlikten gelenlerden) daha zalim kim vardır.
Şüphe yok ki zalimler kurtuluşa eremezler"
( En'am, 21)
Allah'tan korkmaz zalimler Allah'a öyle iftiralar yapmışlar ki, halbuki Allah (Celle Celalühü) İnsanları sadece indirmiş olduğu vahiy'den sorumlu tuttuğunu çok açık olarak ortaya koymaktadır.
"Ey iman edenler! Açıklanması hâlinde sizi zora sokabilecek şeyler hakkında soru sormayın! Nitekim Kur'an iniyorken onlar hakkında soru sorarsanız size açıklanır.
(Açıklanmadığına göre) Allah onlarla sizi sorumlu tutmamıştır. Allah bağışlayan ve merhamet edendir"
( Maide, 101)
(1.YAZI)
"Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bir tarafa bırak!
Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felakete uğramaması için Kur'an ile nasihat et.
Çünkü insan için Allah'tan başka ne bir dost vardır, ne de şefaatçı.
Kişi, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez.
Onlar kazandıkları günahlar yüzünden felakete sürüklenmiş kimselerdir.
İnkar ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır"
(En'am, 70)
"De ki: Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım?
Allah bizi doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle(şirk) düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise:
"Bize gel!"
diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (inkarcılığa) mı döndürüleceğiz?
De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin(insanların) Rabbine teslim olmamız emredilmiştir"
(En'am, 71)
Kuran'a baktığımızda elçilerin gönderiliş sebeplerinin "dinde kolaylık sağlamak, insanların üzerinde bulunan ağır yüklerini ve esaret zincirlerini alıp atmak" olduğunu açık olarak görürüz.
(Âraf, 157)
Kur'an'ın indiriliş amacı "insanları maddi- manevi sıkıntılardan kurtarmak içindir"
(Tâhâ, 2)
"İnsanlara bilmediklerini açıklamak ve öğretmek, salih insanların yollarına iletmek ve günahlarını bağışlamak içindir"
(Nisa, 26)
Yani vahiy'lerin indiriliş amacı "insanların yükünü hafifletmek ve onları özgür kırmak içindir"
( Nisa, 28)
Dolayısıyla Kuran'da olmayan bir şey kesinlikle Allah'ın emri değildir.
Çünkü "Din Allah tarafından indirilmiş ve Allah tarafından tanımlanmıştır"
(Maide, 3-- Enam, 115)
Kur'an'ın birçok âyetine göre Allah Resulü (Aleyhisselam) sadece Kur'an'a tâbi olmuş (En'am, 106-- Yunus, 109-- Ahkaf, 9)
İnsanlara sadece Kur'an'ı tebliğ etmiş,
( Maide, 99-- Ra'd, 40)
Ve insanları sadece Kur'an ile uyarmıştır, (En'am, 19, 51-- Kaf, 45-- Enbiya 45)
Fakat Allah Resulü'nden kısa süre sonra Kur'an tamamen devre dışı bırakılarak, Allah'ın kitabı terk edilerek ümmetin başına hurafe ve iftira bir din bela edilmiştir.
Ümmetin başına bela edilen bu uydurma din ve kötü ahlak Kur'an'ın muazzez dinine ve mükemmel ahlakına tamamen zıt ve aykırı bir din ve ahlak olmuştur.
Neredeyse Allah'ın "yapmayın" dediği herşey ümmete ilâhi bir emir gibi gösterilmiştir.
Şia ve Ehli Sünnet'in hadis kaynakları ve Ku'ran cahili âlimlerin ictihatları sebebiyle neredeyse manası tahrif ve dejenere edilmemiş ayet unutulmamıştır.
Din öyle alçakça ve ahlaksızca oyun ve eğlence aracı edilmiş ki, tamamen Allah'a ve elçisine iftira mekanizmasına dönüştürülmüştür.
Halbuki Allah'ın ilim adamlarını önemle en çok uyardığı konu "Allah'a yalan yere iftira edilmemesi"dir
"İslam'a (indirilen vahye) çağrıldığı halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır? Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez"
(Saf, 7)
"Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya onun âyetlerini yalanlayandan (görmezlikten gelenlerden) daha zalim kim vardır.
Şüphe yok ki zalimler kurtuluşa eremezler"
( En'am, 21)
Allah'tan korkmaz zalimler Allah'a öyle iftiralar yapmışlar ki, halbuki Allah (Celle Celalühü) İnsanları sadece indirmiş olduğu vahiy'den sorumlu tuttuğunu çok açık olarak ortaya koymaktadır.
"Ey iman edenler! Açıklanması hâlinde sizi zora sokabilecek şeyler hakkında soru sormayın! Nitekim Kur'an iniyorken onlar hakkında soru sorarsanız size açıklanır.
(Açıklanmadığına göre) Allah onlarla sizi sorumlu tutmamıştır. Allah bağışlayan ve merhamet edendir"
( Maide, 101)
8 Ocak 2018 Pazartesi
ALLAH'IN TEVHİD DİNİNE GÖRE İNANILMAMASI GEREKEN ŞEYLER
(1.YAZI)
Bir mümin olarak Kur'an'ı Mübin'de yer almadıkları için inanmak ve amel etmek zorunda olmadığımız, dolayısıyla dinde yeri olmayanların bir kısmı şunlardır.
Kur'an'ın tek başına yetersiz olmadığı iddiası. Allah Resulü adına iftira edilen hadislerin dinin ikinci kaynağı olduğu.
Mezhep âlimlerinin fetvaları ile helal ve haramların belirlenmesi.
Rivayet çıkarımlarına göre bazı Kur'an ayetlerinin nesh edilmesi.
Mezhepleri dine eşit saymak, mezhepleri insanlara tek çıkar yol olarak göstermek.
Kur'an'ı tecvid, makam ve teğanni ile müzik şeklinde okumak,
Hatim ve mukabele yapmak, Kur'an'ı anlamadan sadece metin olarak telaffuz etmek. Cebrail ile Allah Resulü'nün karşılıklı olarak Kur'an'ı mukabele ettiklerine inanmak.
Kur'an'ı Mübin'i özellikle Yasin ve Fatiha sürelerini ölülerin ruhlarına okumak.
Kâinatın Allah Resulü için yaratıldığına iman etmek.
Allah Resulü'nün en üstün Elçi olduğuna inanmak.
Bazı kimseleri evliya kabul etmek ve türbelerini ziyaret etmek.
Tarikat şeyhlerinden şifa, şefaat ve yarar beklemek.
Tarikatlardaki bütün ibadetler, zikirler ve diğer uygulamaların hepsi batıldır.
Şeyhlerin mürşid olarak kabul edilmeleri, şeyhlerin keramet gösterebileceklerine inanmak.
Ahmak cahillerin söyledikleri "şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır" sözü.
Sadece Ehli Sünnet veya Ehli Beytin cennetlik olduklarına inanmak.
Yahudi, Hristiyan ve diğer dinlere mensup olanların hepsinin cehennemlik olduklarına inanmak.
Hanefilik, Şafiilik, Hanbelilik, Malikilik, Maturidilik, Eşarilik gibi mezheplerin eleştirilmez olduğuna inanmak
Aklı inkar etmek.
Ahiret hayatında Allah'ın rahmet ve şefaatinden başka kimselerin rahmet ve şefaatine inanmak.
Erkekleri kadınlardan üstün gösteren bütün rivayetler uydurmadır.
Kadınların cehennemlik olduklarını söyleyen hadislerin hepsi yalandır.
Zina eden evli ve dul olanların taşlanarak öldürülmeleri.
Dul ile evlilerin zina sebebiyle öldürülmelerini söyleyen âyetin bir keçi tarafından yenildiğini iddia eden rivayetler.
Erkeklerin altın takma ve İpek giymelerinin haram olması.
Yemekte altın ve gümüş takımlarının kullanılmasının haram olması.
Resim yapmanın ve satranç oynamanın haram olması.
Müzik enstrümanları ve müzik dinleme ile ilgili yasaklar.
Midye, karides, ıstakoz gibi deniz ürünlerinin haram olması,
Cinsel ilişkinin örtü altında olmasının gerekli olduğu.
Eşlerin cinsel ilişki esnasında bile birbirlerinin organlarına bakamayacağı.
Yıkanırken bile kişinin cinsel organının açıkta olmasının haram olduğu.
Meleklerden utanması gerektiği, peştemal ile yıkanmanın şart olduğu ile alakalı bütün söylentiler yalandır, uydurmadır.
(Eşler arasındaki cinsel ilişkilerde iki şey dışında kalan herşey caizdir. Ters yönde cinsel temas, hayız ve nifas halinde cinsel temas)
Bu iki şey dışında kalan hiçbir şey dinen yasak değildir.
(1.YAZI)
Bir mümin olarak Kur'an'ı Mübin'de yer almadıkları için inanmak ve amel etmek zorunda olmadığımız, dolayısıyla dinde yeri olmayanların bir kısmı şunlardır.
Kur'an'ın tek başına yetersiz olmadığı iddiası. Allah Resulü adına iftira edilen hadislerin dinin ikinci kaynağı olduğu.
Mezhep âlimlerinin fetvaları ile helal ve haramların belirlenmesi.
Rivayet çıkarımlarına göre bazı Kur'an ayetlerinin nesh edilmesi.
Mezhepleri dine eşit saymak, mezhepleri insanlara tek çıkar yol olarak göstermek.
Kur'an'ı tecvid, makam ve teğanni ile müzik şeklinde okumak,
Hatim ve mukabele yapmak, Kur'an'ı anlamadan sadece metin olarak telaffuz etmek. Cebrail ile Allah Resulü'nün karşılıklı olarak Kur'an'ı mukabele ettiklerine inanmak.
Kur'an'ı Mübin'i özellikle Yasin ve Fatiha sürelerini ölülerin ruhlarına okumak.
Kâinatın Allah Resulü için yaratıldığına iman etmek.
Allah Resulü'nün en üstün Elçi olduğuna inanmak.
Bazı kimseleri evliya kabul etmek ve türbelerini ziyaret etmek.
Tarikat şeyhlerinden şifa, şefaat ve yarar beklemek.
Tarikatlardaki bütün ibadetler, zikirler ve diğer uygulamaların hepsi batıldır.
Şeyhlerin mürşid olarak kabul edilmeleri, şeyhlerin keramet gösterebileceklerine inanmak.
Ahmak cahillerin söyledikleri "şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır" sözü.
Sadece Ehli Sünnet veya Ehli Beytin cennetlik olduklarına inanmak.
Yahudi, Hristiyan ve diğer dinlere mensup olanların hepsinin cehennemlik olduklarına inanmak.
Hanefilik, Şafiilik, Hanbelilik, Malikilik, Maturidilik, Eşarilik gibi mezheplerin eleştirilmez olduğuna inanmak
Aklı inkar etmek.
Ahiret hayatında Allah'ın rahmet ve şefaatinden başka kimselerin rahmet ve şefaatine inanmak.
Erkekleri kadınlardan üstün gösteren bütün rivayetler uydurmadır.
Kadınların cehennemlik olduklarını söyleyen hadislerin hepsi yalandır.
Zina eden evli ve dul olanların taşlanarak öldürülmeleri.
Dul ile evlilerin zina sebebiyle öldürülmelerini söyleyen âyetin bir keçi tarafından yenildiğini iddia eden rivayetler.
Erkeklerin altın takma ve İpek giymelerinin haram olması.
Yemekte altın ve gümüş takımlarının kullanılmasının haram olması.
Resim yapmanın ve satranç oynamanın haram olması.
Müzik enstrümanları ve müzik dinleme ile ilgili yasaklar.
Midye, karides, ıstakoz gibi deniz ürünlerinin haram olması,
Cinsel ilişkinin örtü altında olmasının gerekli olduğu.
Eşlerin cinsel ilişki esnasında bile birbirlerinin organlarına bakamayacağı.
Yıkanırken bile kişinin cinsel organının açıkta olmasının haram olduğu.
Meleklerden utanması gerektiği, peştemal ile yıkanmanın şart olduğu ile alakalı bütün söylentiler yalandır, uydurmadır.
(Eşler arasındaki cinsel ilişkilerde iki şey dışında kalan herşey caizdir. Ters yönde cinsel temas, hayız ve nifas halinde cinsel temas)
Bu iki şey dışında kalan hiçbir şey dinen yasak değildir.
EMEVİ-ABBASİ DEVLETİ
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
Ben diyanette 25 yıl görev yaptığım için biliyorum.
Yalan yere bir devlet kurumuna iftira etmekten Allah'a sığınırım
Bazen Ankara'dan Başkan, başkan yardımcıları, akademisyenler ve müfettişler gelip müftülük konferans salonunda görevlilere özel konuşmalar yaparlardı.
Bu konuşmaların hiçbirinde Kur'an, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama ile alakalı olmazdı.
Konuşmalar ve direktifler genellikle "Halkın razı edilmesi, şikayetlerin olmaması, görevin hakkıyla yerine getirilmesi" ile ilgili olurdu.
Yani bu konuşmacılar "Arkadaşlar! Allah elçilerinin yaptıkları gibi, siz sadece hak ve hakikatın tercümanı olun, insanlara yalnız doğruları anlatın, millet isterse rahatsız olsun, halk şikayet etsin, önemli olan doğrulardır" demezlerdi.
Diyanet İşleri Başkanlığı(Ankara) gününü gün etme peşinde koşar.
Hiçbir zaman Kur'an ilimlerini kendine dert edinmez.
Diyanet 1300 sene önce uydurulmuş Emevi-Abbasi Ehli sünnet dininin Hanefi mezhebini
icra etmeyi kendine tek görev olarak belirlemiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ilginç bir ahlakını da söylemeden geçmek olmaz.
Diyanet İşleri Başkanlığı (Ankara) büyük bir kibir ve korkunç bir gurura sahiptir.
Yani İlim ve fikir bakımından Emevi- Abbasi Ehli sünnet dininin kaynaklarındaki rivayetler rehberliğinde Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından çıkmış fetvalar haricinde hiçbir görüşü kabul etmez.
Diyanet İşleri Başkanlığı o kadar hantal ve gerici bir yapıya sahiptir ki,
7 Şubat 2012 MİT krizi, 17/25 Aralık 2013 Fetö darbe girişimi, 2014 MİT'E ait tırların durdurulması,
15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimine kadar Kur'an'a en yabancı, İslam'a en aykırı tevhid akidesine en düşman olan Fetö yapılanması, inancı ve fikirleri ile alakalı bir çalışması, bir raporu, bir yazısı bile bulunmamaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı(Ankara) uydurma hadis dininden kendini kurtarıp Kur'an'ı Mübin'i tek rehber ve kaynak olarak almadığı sürece bu yobazlığın cenderesinde erimeye devam edecektir.
Yıllardan beri Diyanet'in çıkarmış olduğu yayınları ansiklopedisinden takvimine kadar bütün eserlerini okudum.
İnsanları yeniden düşündürecek,hayret ettirecek ilmi hiçbir eseri olmamıştır.
Hep hurafe, gelenek, uydurma, ezber ve 1300 seneden beri tekrar edilip gelen Ehli sünnet âlimlerinin değersiz bilgileri.
UYDURMA DİNDE SİSTEM ŞÖYLE KURULMUŞTUR.
Emevi- Abbasi- Osmanlı Ehli sünnet dini, Suudi Arabistan,
Diyanet İşleri Başkanlığı, Nurculuk, Süleymancılık, Diğer cemaatler ve tarikatlar. HALBUKİ İNDİRİLMİŞ VAHİY DİNİNDE SİSTEM ŞÖYLE KURULMUŞTUR.
"Size Allah'ın ayetleri okunurken, üstelik Allah Resulü'de aranızda iken nasıl inkara saparsınız? Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir"
(Âli İmran, 101)
SİSTEM
"Allah'ın ayetleri, âyetleri okuyan Elçi (Resul) Allah'a bağlanma, sırat-ı müstakim (dosdoğru yol)
Sonuç:
Bir toplum, cemaat ve kişilerde bu sistem hakim olmayınca kesinlikle şirkin ve küfrün yolu sonuna kadar açılmış olacaktır.
Dolayısıyla Eğer Diyanet Emevi-Abbasi Devleti'nin uydurma din anlayışını değil de Kur'an ve tevhid Devleti'nin diyaneti olsaydı, Fetö diye lanetli bir doğum meydana gelmeyecekti.
Fetö gibi hurafeci, acımasız ve kahredici bir terör örgütünün bu topraklarda neşvünema bulması Diyanet'in gerici ve yobaz anlayışının bir eseridir.
Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an, İlim ve Tevhid medeniyetine yol verseydi böyle ahmak cahillerin ortaya çıkmasının önüne geçmiş olacaktı.
Yobaz Diyanet'in (Ankara)
yobaz imamı
(Kur'an ehli Muvahhid imamları tenzih ederiz) babaları tarafından katledilen 2 ve 3 yaşındaki masum yavrular için bile cemaatten helallik istemiştir.
Benim Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan yana hiçbir umudum yoktur.
Beynini, zihnini, ruhunu ve aklını Şafi'ye Ahmet b. Hanbel'e, Buhari'ye, Malik b. Enes'e kiraya veren ile F Gülen'e, Mahmud'a ve Menzil'e kiraya veren arasında ne fark vardır?
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
Ben diyanette 25 yıl görev yaptığım için biliyorum.
Yalan yere bir devlet kurumuna iftira etmekten Allah'a sığınırım
Bazen Ankara'dan Başkan, başkan yardımcıları, akademisyenler ve müfettişler gelip müftülük konferans salonunda görevlilere özel konuşmalar yaparlardı.
Bu konuşmaların hiçbirinde Kur'an, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama ile alakalı olmazdı.
Konuşmalar ve direktifler genellikle "Halkın razı edilmesi, şikayetlerin olmaması, görevin hakkıyla yerine getirilmesi" ile ilgili olurdu.
Yani bu konuşmacılar "Arkadaşlar! Allah elçilerinin yaptıkları gibi, siz sadece hak ve hakikatın tercümanı olun, insanlara yalnız doğruları anlatın, millet isterse rahatsız olsun, halk şikayet etsin, önemli olan doğrulardır" demezlerdi.
Diyanet İşleri Başkanlığı(Ankara) gününü gün etme peşinde koşar.
Hiçbir zaman Kur'an ilimlerini kendine dert edinmez.
Diyanet 1300 sene önce uydurulmuş Emevi-Abbasi Ehli sünnet dininin Hanefi mezhebini
icra etmeyi kendine tek görev olarak belirlemiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ilginç bir ahlakını da söylemeden geçmek olmaz.
Diyanet İşleri Başkanlığı (Ankara) büyük bir kibir ve korkunç bir gurura sahiptir.
Yani İlim ve fikir bakımından Emevi- Abbasi Ehli sünnet dininin kaynaklarındaki rivayetler rehberliğinde Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından çıkmış fetvalar haricinde hiçbir görüşü kabul etmez.
Diyanet İşleri Başkanlığı o kadar hantal ve gerici bir yapıya sahiptir ki,
7 Şubat 2012 MİT krizi, 17/25 Aralık 2013 Fetö darbe girişimi, 2014 MİT'E ait tırların durdurulması,
15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimine kadar Kur'an'a en yabancı, İslam'a en aykırı tevhid akidesine en düşman olan Fetö yapılanması, inancı ve fikirleri ile alakalı bir çalışması, bir raporu, bir yazısı bile bulunmamaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı(Ankara) uydurma hadis dininden kendini kurtarıp Kur'an'ı Mübin'i tek rehber ve kaynak olarak almadığı sürece bu yobazlığın cenderesinde erimeye devam edecektir.
Yıllardan beri Diyanet'in çıkarmış olduğu yayınları ansiklopedisinden takvimine kadar bütün eserlerini okudum.
İnsanları yeniden düşündürecek,hayret ettirecek ilmi hiçbir eseri olmamıştır.
Hep hurafe, gelenek, uydurma, ezber ve 1300 seneden beri tekrar edilip gelen Ehli sünnet âlimlerinin değersiz bilgileri.
UYDURMA DİNDE SİSTEM ŞÖYLE KURULMUŞTUR.
Emevi- Abbasi- Osmanlı Ehli sünnet dini, Suudi Arabistan,
Diyanet İşleri Başkanlığı, Nurculuk, Süleymancılık, Diğer cemaatler ve tarikatlar. HALBUKİ İNDİRİLMİŞ VAHİY DİNİNDE SİSTEM ŞÖYLE KURULMUŞTUR.
"Size Allah'ın ayetleri okunurken, üstelik Allah Resulü'de aranızda iken nasıl inkara saparsınız? Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir"
(Âli İmran, 101)
SİSTEM
"Allah'ın ayetleri, âyetleri okuyan Elçi (Resul) Allah'a bağlanma, sırat-ı müstakim (dosdoğru yol)
Sonuç:
Bir toplum, cemaat ve kişilerde bu sistem hakim olmayınca kesinlikle şirkin ve küfrün yolu sonuna kadar açılmış olacaktır.
Dolayısıyla Eğer Diyanet Emevi-Abbasi Devleti'nin uydurma din anlayışını değil de Kur'an ve tevhid Devleti'nin diyaneti olsaydı, Fetö diye lanetli bir doğum meydana gelmeyecekti.
Fetö gibi hurafeci, acımasız ve kahredici bir terör örgütünün bu topraklarda neşvünema bulması Diyanet'in gerici ve yobaz anlayışının bir eseridir.
Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an, İlim ve Tevhid medeniyetine yol verseydi böyle ahmak cahillerin ortaya çıkmasının önüne geçmiş olacaktı.
Yobaz Diyanet'in (Ankara)
yobaz imamı
(Kur'an ehli Muvahhid imamları tenzih ederiz) babaları tarafından katledilen 2 ve 3 yaşındaki masum yavrular için bile cemaatten helallik istemiştir.
Benim Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan yana hiçbir umudum yoktur.
Beynini, zihnini, ruhunu ve aklını Şafi'ye Ahmet b. Hanbel'e, Buhari'ye, Malik b. Enes'e kiraya veren ile F Gülen'e, Mahmud'a ve Menzil'e kiraya veren arasında ne fark vardır?
İLÂHİ BİR ÖRGÜ MUHTEŞEM BİR TASARIM
Bugün (05. 01. 2018 cuma) arkadaşlarla Kur'an üzerinde sohbet ederken, Allah'ın izniyle Kur'an'ın ilginç bir özelliğine rast geldik.
Konu:
Kur'an gibi bir kitap meydana getirilebilir mi?
Veya Din ve hüküm olarak neden Kur'an tek kaynaktır?
Aslında Kur'an'ı Mübin'de, Kur'an gibi değil bir kitabın meydana getirilmesi, bir süre dahi meydana getirmenin mümkün olmadığı kayıt altına alınıp hükme bağlanmıştır.
MESELA
"Yoksa, onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir süre getirin"
( Yunus, 38)
Sonra Kur'an gibi bir sürenin getirilmesinin neden mümkün olmadığını tefekkür etmeye başladık.
Halbuki tarihte Arapların içinde edebiyatta ve belağatta şöhret bulmuş birçok şair ve edip bulunuyordu.
Buna rağmen Kur'an'ın onlara meydan okumasının sebebi şudur.
Kur'an'ın bir bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bir sistemi, iç örgüsünde bir ilmi, mekanizmasında bir hikmeti, kendi dinamiği içinde bir yapısı ve hassas bağlantıları olan olağanüstü bir kitaptır.
Yani sistemin dışından meydana getirilecek bir parça hiçbir zaman bu ilahi örgü ve sisteme ayak uyduramayacaktır.
Çünkü Kur'an sistemi kendi içine dışarıdan orijinal olmayan yabancı bir maddeyi kabul etmeyecektir.
Kur'an canlı bir organizma gibi kendi içine katılmak istenen yabancı maddeleri zayıf, gariban, cılız fakat kahraman olan muvahhidlerin diliyle dışarıya atacaktır.
İster mana olsun ister metin olsun, Kur'an din ve hüküm olarak kendi sistemine aykırı olan hiçbir inancı, ahlakı ve ibadeti kabul etmez.
İşte fakir, saf, hanif ve hasbi olan muvahhidlerin
Kuran'a aykırı olan hükümlere şiddetle karşı gelmelerinin bir sebebi budur.
Yani ihlas sahibi muvahhidleri uydurulmuş yabancı dine karşı uyaran ve harekete geçiren Kur'an'ın kendisidir.
Dolayısıyla Kur'an gibi bir sürenin ortaya getirilmesi sisteme adapte olamayacağından dolayı imkânsızdır.
Bu gerçeği şu âyet en veciz bir şekilde ortaya koymaktadır.
"Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyeceker mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı"
( Nisa, 82)
Yani hariçten uydurulacak en ufak bir söz hiçbir zaman Kur'an'ın hikmetine uyum sağlamayacaktır.
Bu gerçeklerden dolayı tarihte Kur'an gibi bir kitabın ortaya konabileceğini iddia edenler cahil ahmak kimselerdir.
Orijinal sistem kendi içine sanal, uydurulmuş, rastgele, sahte bir mekanizmanın karışmasını asla kabul etmeyecektir.
Muvahhidlerin en sert, en açık, net ve yalın bir şekilde uydurma dine bundan dolayı karşı geliyorlar.
Bunun başka bir sebebi yoktur
"Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah yanında, gerekse iman edenler yanında( bu ahlaksız durumları) büyük bir nefretle karşılanır. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler"
( Mümin, 35)
Bir kitap düşünün ki, daha önce indirilmiş kutsal kitapların geniş bir özetini versin,
elçilerin hayatını ve tevhid mücadelesini anlatsın,
yüzlerce dağınık konuya temas etsin, 23 yılda oluşan sorulara cevap versin,
İçinde bilimsel konular dahil her türlü sorunlarla ilgilensin buna karşılık örgüsünde sisteminde bağlam ve bütünlüğünde en ufak bir çelişki olmasın.
İşte bu muhteşem eserin ve akıllı tasarımın adı Kuran'dır.
"Andolsun onlara inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim
(Hikmet, bağlam ve bütünlük, sistem) üzere açıkladığımız bir kitap getirdik"
( Araf, 52)
Bütün rivayetler Kur'an sistemine tamamen aykırı oldukları için istisnasız onların hepsini inkar ediyoruz.
Bugün (05. 01. 2018 cuma) arkadaşlarla Kur'an üzerinde sohbet ederken, Allah'ın izniyle Kur'an'ın ilginç bir özelliğine rast geldik.
Konu:
Kur'an gibi bir kitap meydana getirilebilir mi?
Veya Din ve hüküm olarak neden Kur'an tek kaynaktır?
Aslında Kur'an'ı Mübin'de, Kur'an gibi değil bir kitabın meydana getirilmesi, bir süre dahi meydana getirmenin mümkün olmadığı kayıt altına alınıp hükme bağlanmıştır.
MESELA
"Yoksa, onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir süre getirin"
( Yunus, 38)
Sonra Kur'an gibi bir sürenin getirilmesinin neden mümkün olmadığını tefekkür etmeye başladık.
Halbuki tarihte Arapların içinde edebiyatta ve belağatta şöhret bulmuş birçok şair ve edip bulunuyordu.
Buna rağmen Kur'an'ın onlara meydan okumasının sebebi şudur.
Kur'an'ın bir bağlam ve bütünlüğü, kendi içinde bir sistemi, iç örgüsünde bir ilmi, mekanizmasında bir hikmeti, kendi dinamiği içinde bir yapısı ve hassas bağlantıları olan olağanüstü bir kitaptır.
Yani sistemin dışından meydana getirilecek bir parça hiçbir zaman bu ilahi örgü ve sisteme ayak uyduramayacaktır.
Çünkü Kur'an sistemi kendi içine dışarıdan orijinal olmayan yabancı bir maddeyi kabul etmeyecektir.
Kur'an canlı bir organizma gibi kendi içine katılmak istenen yabancı maddeleri zayıf, gariban, cılız fakat kahraman olan muvahhidlerin diliyle dışarıya atacaktır.
İster mana olsun ister metin olsun, Kur'an din ve hüküm olarak kendi sistemine aykırı olan hiçbir inancı, ahlakı ve ibadeti kabul etmez.
İşte fakir, saf, hanif ve hasbi olan muvahhidlerin
Kuran'a aykırı olan hükümlere şiddetle karşı gelmelerinin bir sebebi budur.
Yani ihlas sahibi muvahhidleri uydurulmuş yabancı dine karşı uyaran ve harekete geçiren Kur'an'ın kendisidir.
Dolayısıyla Kur'an gibi bir sürenin ortaya getirilmesi sisteme adapte olamayacağından dolayı imkânsızdır.
Bu gerçeği şu âyet en veciz bir şekilde ortaya koymaktadır.
"Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyeceker mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı"
( Nisa, 82)
Yani hariçten uydurulacak en ufak bir söz hiçbir zaman Kur'an'ın hikmetine uyum sağlamayacaktır.
Bu gerçeklerden dolayı tarihte Kur'an gibi bir kitabın ortaya konabileceğini iddia edenler cahil ahmak kimselerdir.
Orijinal sistem kendi içine sanal, uydurulmuş, rastgele, sahte bir mekanizmanın karışmasını asla kabul etmeyecektir.
Muvahhidlerin en sert, en açık, net ve yalın bir şekilde uydurma dine bundan dolayı karşı geliyorlar.
Bunun başka bir sebebi yoktur
"Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah yanında, gerekse iman edenler yanında( bu ahlaksız durumları) büyük bir nefretle karşılanır. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler"
( Mümin, 35)
Bir kitap düşünün ki, daha önce indirilmiş kutsal kitapların geniş bir özetini versin,
elçilerin hayatını ve tevhid mücadelesini anlatsın,
yüzlerce dağınık konuya temas etsin, 23 yılda oluşan sorulara cevap versin,
İçinde bilimsel konular dahil her türlü sorunlarla ilgilensin buna karşılık örgüsünde sisteminde bağlam ve bütünlüğünde en ufak bir çelişki olmasın.
İşte bu muhteşem eserin ve akıllı tasarımın adı Kuran'dır.
"Andolsun onlara inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim
(Hikmet, bağlam ve bütünlük, sistem) üzere açıkladığımız bir kitap getirdik"
( Araf, 52)
Bütün rivayetler Kur'an sistemine tamamen aykırı oldukları için istisnasız onların hepsini inkar ediyoruz.
4 Ocak 2018 Perşembe
ŞİA VE EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİNİN EN BÜYÜK GÜNAHLARI:
Çok ilginç, daha bugün Allah'ın yardımıyla üç ayetin hangi anlama geldiğini öğrendim.
Eskiden bu ayetleri okur okur fakat tam olarak ne demek istediklerini, neyi kasdettiklerini anlayamazdım.
Demek ki her şeyin bir zamanı vardır.
Bu gibi durumlarda bir çok defa hayretler içerisinde kalıyorum.
Daha Kur'anda Allah bize neler gösterecek.
Daha Kur'an'da nelerle karşılaşacağız, bizden sonra gelecek olan muvahhidler Kur'an'dan nelerle karşılaşacaklar.
Sözü fazla uzatmadan ayetlere geleceğim.
Bu ayetler ile alakalı hiçbir meal ve tefsir tam olarak hangi anlama gelebileceğini ortaya koymamıştır.
Fakat Allah'a binlerce şükür olsun ki Resül ve Nebi kavramları üzerinde İnceden İnceye tefekkür ettiğinizde çok ilginç manzaralar önünüze çıkmıyor da değil.
İşte ayetler
"Allah'ı ve elçilerini (ve rusulihi) inkâr edenler Allah ile elçilerini birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına iman etmeyiz" diyenler ve bunlar(iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu: İşte gerçekten kafir olanlar bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır"
"Allah'a ve Elçilerine " Ve Rüsülihi " iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince işte Allah onlara bir gün mükafatını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir"
( Nisa, 150- 151- 152)
Evet "şirk en büyük zulümdür"(Lokman,13 )
"Şirk ahirette affedilmeyecek tek günah ve büyük bir iftiradır"
( Nisa, 48- 116)
Mel'un bir günah da "Allah'ın ayetlerini ve hidayet yolunu gizlemeye çalışmak ve onu insanlara ulaştırmamaktır"
(Bakara, 159- 160- 161- 162- 174- 175- 176)
İşte bu iki kahredici ve lanetlik günahtan sonra en büyük bir günah ve gerçek kafirlik de "Allah ve Elçilerini birbirinden ayırmak" olarak önümüze konmuştur.
Bu günah öyle bir küfürdür ki, siz eğer Allah ile Elçilerini birbirinden ayırırsanız artık onlarla alakalı her türlü yalan ve iftirayı yapabilirsiniz.
Tabii burada Allah'ı, indirilen vahyin temsil ettiğini unutmayalım.
Yani Allah'ın elçilerini vahiden ayrı bir yerde değerlendirme altına alamazsınız.
Allah'ın elçilerini Kur'an'dan koparıp, vahiy'den alarak başka bir kaynak ile onların hayatlarını ve özelliklerini ortaya koyamazsınız.
Onların hayatları ve ahlaklarıyla keyfinize göre oynayamazsınız.
Çünkü Allah onların bütün özelliklerini, ahlaklarını, inançlarını, mücadelelerini kayıt altına almıştır.
Allah'ın Elçilerini Kur'an'dan öğrenmek ve anlatmak zorundasınız.
Çünkü Allah onların inanç ve hayatlarını, söz ve hareketlerini kayıt ve koruma altına almış ki, başka bir inanç, din, hayat ve yön ortaya çıkmasın.
Elçiler Allah'ın Vahiy ile tayin ettiği kimselerdir. Siz kendi keyfinize göre, kendi gelenek ve inanclarınızı Allah'ın elçilerine uyarlayamazsınız Allah'ın elçilerine Allah'ın indirdiği Vahiy ile gitmek zorundasınız.
Dolayısıyla Allah'ın elçilerine hadis ve rivayetler yoluyla ulaşmak, onları hadislerle anlatmak cinayetlerin ve küfrün en büyüklerindendir. Hadisleri reddetmeyen kim olursa olsun büyük bir cinayet işliyor demektir.
Siz eğer Allah elçilerini vahiy'den, yani Allah'tan ayırırsanız, Yahudiler gibi Süleyman (Aleyhisselam)'ı sihirbaz, muhterem ve tertemiz annemiz Meryem (Aleyhesselam)'ı zina eden bir fahişe, İsa (Aleyhisselam) 'ı gayri meşru bir çocuk bile yaparsınız.
Siz eğer Allah Resulü Muhammed (Aleyhisselam)ı Kur'an'dan ayırırsanız uydurma bir din bile icad edersiniz ve bu dinde namaz kılmayan, zina eden, ve dinden döneni bile öldürebilirsiniz.
Eğer Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparırsanız keyfinize göre eğlenecek bir din hatta bir kaç din ve mezhep bile yaratabilirsiniz.
Siz yeter ki Allah Resulü'nü Allah'tan ayırın o zaman sağ elle yemek yiyemeyen bir çocuğa bile Resülüllah'ın beddua edip onu kötürüm haline getirdiğini söylerseniz.
Siz yeter ki Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırın kargayı fasık yapar kertenkeleyi öldürmeyi sevap sayarsınız.
Uydurmanın en alçağıyla zina eden maymunu Allah'ın Resulüne recmettiirsiniz.
İşte sizin atalarınız Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni mace, mâlik, Şafii ve Hanbeli tamda bu operasyonu yaptılar.
Bütün bu kaos, anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, ihtilaf ve ayrımcılık Allah Resulü'nü Kur'an'dan kopardıkları için olmuştur.
Çünkü hayatı kayıt ve koruma altına alınan bir Resulden keyfinize göre bir din ve hüküm uyduramazdınız.
Siz şirkin en katmerlisini işlediniz.
Çok ilginç, daha bugün Allah'ın yardımıyla üç ayetin hangi anlama geldiğini öğrendim.
Eskiden bu ayetleri okur okur fakat tam olarak ne demek istediklerini, neyi kasdettiklerini anlayamazdım.
Demek ki her şeyin bir zamanı vardır.
Bu gibi durumlarda bir çok defa hayretler içerisinde kalıyorum.
Daha Kur'anda Allah bize neler gösterecek.
Daha Kur'an'da nelerle karşılaşacağız, bizden sonra gelecek olan muvahhidler Kur'an'dan nelerle karşılaşacaklar.
Sözü fazla uzatmadan ayetlere geleceğim.
Bu ayetler ile alakalı hiçbir meal ve tefsir tam olarak hangi anlama gelebileceğini ortaya koymamıştır.
Fakat Allah'a binlerce şükür olsun ki Resül ve Nebi kavramları üzerinde İnceden İnceye tefekkür ettiğinizde çok ilginç manzaralar önünüze çıkmıyor da değil.
İşte ayetler
"Allah'ı ve elçilerini (ve rusulihi) inkâr edenler Allah ile elçilerini birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına iman etmeyiz" diyenler ve bunlar(iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu: İşte gerçekten kafir olanlar bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır"
"Allah'a ve Elçilerine " Ve Rüsülihi " iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince işte Allah onlara bir gün mükafatını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir"
( Nisa, 150- 151- 152)
Evet "şirk en büyük zulümdür"(Lokman,13 )
"Şirk ahirette affedilmeyecek tek günah ve büyük bir iftiradır"
( Nisa, 48- 116)
Mel'un bir günah da "Allah'ın ayetlerini ve hidayet yolunu gizlemeye çalışmak ve onu insanlara ulaştırmamaktır"
(Bakara, 159- 160- 161- 162- 174- 175- 176)
İşte bu iki kahredici ve lanetlik günahtan sonra en büyük bir günah ve gerçek kafirlik de "Allah ve Elçilerini birbirinden ayırmak" olarak önümüze konmuştur.
Bu günah öyle bir küfürdür ki, siz eğer Allah ile Elçilerini birbirinden ayırırsanız artık onlarla alakalı her türlü yalan ve iftirayı yapabilirsiniz.
Tabii burada Allah'ı, indirilen vahyin temsil ettiğini unutmayalım.
Yani Allah'ın elçilerini vahiden ayrı bir yerde değerlendirme altına alamazsınız.
Allah'ın elçilerini Kur'an'dan koparıp, vahiy'den alarak başka bir kaynak ile onların hayatlarını ve özelliklerini ortaya koyamazsınız.
Onların hayatları ve ahlaklarıyla keyfinize göre oynayamazsınız.
Çünkü Allah onların bütün özelliklerini, ahlaklarını, inançlarını, mücadelelerini kayıt altına almıştır.
Allah'ın Elçilerini Kur'an'dan öğrenmek ve anlatmak zorundasınız.
Çünkü Allah onların inanç ve hayatlarını, söz ve hareketlerini kayıt ve koruma altına almış ki, başka bir inanç, din, hayat ve yön ortaya çıkmasın.
Elçiler Allah'ın Vahiy ile tayin ettiği kimselerdir. Siz kendi keyfinize göre, kendi gelenek ve inanclarınızı Allah'ın elçilerine uyarlayamazsınız Allah'ın elçilerine Allah'ın indirdiği Vahiy ile gitmek zorundasınız.
Dolayısıyla Allah'ın elçilerine hadis ve rivayetler yoluyla ulaşmak, onları hadislerle anlatmak cinayetlerin ve küfrün en büyüklerindendir. Hadisleri reddetmeyen kim olursa olsun büyük bir cinayet işliyor demektir.
Siz eğer Allah elçilerini vahiy'den, yani Allah'tan ayırırsanız, Yahudiler gibi Süleyman (Aleyhisselam)'ı sihirbaz, muhterem ve tertemiz annemiz Meryem (Aleyhesselam)'ı zina eden bir fahişe, İsa (Aleyhisselam) 'ı gayri meşru bir çocuk bile yaparsınız.
Siz eğer Allah Resulü Muhammed (Aleyhisselam)ı Kur'an'dan ayırırsanız uydurma bir din bile icad edersiniz ve bu dinde namaz kılmayan, zina eden, ve dinden döneni bile öldürebilirsiniz.
Eğer Allah Resulü'nü Kur'an'dan koparırsanız keyfinize göre eğlenecek bir din hatta bir kaç din ve mezhep bile yaratabilirsiniz.
Siz yeter ki Allah Resulü'nü Allah'tan ayırın o zaman sağ elle yemek yiyemeyen bir çocuğa bile Resülüllah'ın beddua edip onu kötürüm haline getirdiğini söylerseniz.
Siz yeter ki Allah Resulü'nü Kur'an'dan ayırın kargayı fasık yapar kertenkeleyi öldürmeyi sevap sayarsınız.
Uydurmanın en alçağıyla zina eden maymunu Allah'ın Resulüne recmettiirsiniz.
İşte sizin atalarınız Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni mace, mâlik, Şafii ve Hanbeli tamda bu operasyonu yaptılar.
Bütün bu kaos, anarşi, zulüm, katliam, kargaşa, ihtilaf ve ayrımcılık Allah Resulü'nü Kur'an'dan kopardıkları için olmuştur.
Çünkü hayatı kayıt ve koruma altına alınan bir Resulden keyfinize göre bir din ve hüküm uyduramazdınız.
Siz şirkin en katmerlisini işlediniz.
KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLER MEZHEP İMAMLARINI CİDDİYE ALMAZLAR.
(Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını), (Hiristiyanlarda) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler.
Halbuki onlara ancak bir tek İlâha kulluk etmeleri emrolundu.
O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır"
(Tevbe, 31)
Aslında insanların geçmiş âlimleri ciddiye almaları ve onlara gerektiğinden fazla saygı göstermeleri cehaletten kaynaklanmaktadır.
Birde mezhepçi cahillerin geçmiş âlimleri ulaşılmaz derecede yüce ve kutsal olarak göstermeleri yüzündendir.
Nedense insanlar her zaman atalarının uydurma dinini Allah'ın dinine tercih etmişlerdir.
Gelenekçi mezhepçiler Kur'an'ı bilmiş olsalardı geçmiş âlimleri ve mezhep imamlarını yüceltmez, onların Kur'an cahili kimseler olduklarını bilirlerdi.
MESELA,
İmam-ı Şafii Kur'an'ın en basit manalarını bile bilmekten aciz birisidir.
Şafii bazı Kur'an âyetlerinde geçen "kitaptan" maksadın "Kur'an" "Hikmet"ten maksadın da "Hadisler" ve "Nebi'nin Sünneti" olduğunu iddia etmiştir.
Halbuki Kur'an'a göre "kitap"tan" kasıt "Kur'an" "Hikmet"ten kasıt ise "Kur'an'ın bağlam ve Bütünlüğü" "Kur'an'ın Sistemi" "Kur'an'ın Çözümüdür"
(Bakara, 232)
İmamı Şafi olarak şöhret bulan Muhammed bin İdris'in Kur'an'dan asgari derecede haberi olsaydı, kadınlara dokunmanın abdesti bozmayacağını, "âyette geçen kadınlara temastan"(Maide, 6)
maksadın normal dokunma değil, cinsel ilişki olduğunu bilirdi.
Eğer mezhep imamları Kur'an'ı bilselerdi "Nebiye salat etmenin"
(Ahzab, 56) Muhammed'e salavat çekmek değil,"Nebiye yardım ve destek" anlamına geldiğini bilirlerdi.
İmamı Şafi'nin Kur'an diye bir kitaptan haberi olsaydı, "bir çocuğun ana rahminde dört yıl kalabileceği"
içtihadını vermezdi.
İmam'ı Ahmed bin Hanbel'in Kur'an diye bir kaynaktan haberi olsaydı,
insanların sadece Kur'an'dan sorumlu olduklarını, dinin Allah tarafından indirildiğini ve Allah tarafından tamamlandığını, Allah Resulü'nün sadece Kur'an'ı tebliğ ettiğini bilir, Kur'an'a rağmen ikinci bir kaynak olarak sünen-i yazmaya cür'et etmezdi.
Kur'an'ın tek kaynak olarak yeterli olduğunun bilincine sahip olurdu.
Eğer Mâliki mezhebinin imam'ı Mâlik bin Enes Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilseydi,
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farktan haberi olsaydı,
Allah'ın kitabına alternatif bir din icat etmez, Nebi adına iftira edilen binlerce uydurmayı toplayıp "Muvatta" yı kaleme almazdı.
Hanefi mezhebinin de Kur'an ile hiç bir alakası yoktur, tamamen uydurmalar üzerine bina edilmiştir.
Yani Ahmet bin Hanbel ile Mâlik bin Enes'in günahı Muhammed bin İdristen daha büyüktür.
Peki neden Kur'an'dan haberi olmayan bu Mezhep imamları ve muhaddisler ciddi bir itibar görüyorlar?
Eğer F Gülen'in 15 Temmuz'da yaptığı darbe başarılı olsaydı,
Kur'an ehli muvahhidlerin üzerinde binbir baskı kurulacak, eserleri ve fikirleri yok edilecek, sürgün edilecek ve özgür iradelerine pranga vurulacaktı.
Şu anda haklı olarak terör örgütünün lideri görülen F Gülen'in mezhebinin, Ustadın'ın
özellikle kendisinin fikirleri yüceltilecek, büyük bir âlim,ulaşılmaz bir müctehid, beklenen mehdi olarak gelecek nesillere empoze edilecekti. Günümüz
Ehli sünnetin cahil hocaları ve ekran vaizleri de F Gülen'i yücelttikçe yüceltecek bir iki asır sonra F Gülen'in
fikirleri aynen mezhep imamları gibi sorgulanamaz bir hale gelecekti.
İşte gelenekçilerin mezhep imamlarını ve muhaddisleri bu derece yücltmeleri mezhepçilerin
Kur'an ilminden uzak olmaları yani cehaletten kaynaklanmaktadır.
Birde tarihte onlara karşı çıkacak aykırı bir ses ve fikir olmadığı içindir.
Burada en önemli konu, mezhepçi dincilerin ataları gibi
Kur'an ilminden ve Kur'an ahlakından uzak oldukları için ağababalarının dinine bu şekilde sıkı sıkıya yapışmaktadırlar.
Yani kur'an'sızlık,
cehalet, tefekkürun olmaması, sorgulama nimetinden mahrumiyet onları şirk'in bataklığında kalmaya mahkum ediyor.
(Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını), (Hiristiyanlarda) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler.
Halbuki onlara ancak bir tek İlâha kulluk etmeleri emrolundu.
O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır"
(Tevbe, 31)
Aslında insanların geçmiş âlimleri ciddiye almaları ve onlara gerektiğinden fazla saygı göstermeleri cehaletten kaynaklanmaktadır.
Birde mezhepçi cahillerin geçmiş âlimleri ulaşılmaz derecede yüce ve kutsal olarak göstermeleri yüzündendir.
Nedense insanlar her zaman atalarının uydurma dinini Allah'ın dinine tercih etmişlerdir.
Gelenekçi mezhepçiler Kur'an'ı bilmiş olsalardı geçmiş âlimleri ve mezhep imamlarını yüceltmez, onların Kur'an cahili kimseler olduklarını bilirlerdi.
MESELA,
İmam-ı Şafii Kur'an'ın en basit manalarını bile bilmekten aciz birisidir.
Şafii bazı Kur'an âyetlerinde geçen "kitaptan" maksadın "Kur'an" "Hikmet"ten maksadın da "Hadisler" ve "Nebi'nin Sünneti" olduğunu iddia etmiştir.
Halbuki Kur'an'a göre "kitap"tan" kasıt "Kur'an" "Hikmet"ten kasıt ise "Kur'an'ın bağlam ve Bütünlüğü" "Kur'an'ın Sistemi" "Kur'an'ın Çözümüdür"
(Bakara, 232)
İmamı Şafi olarak şöhret bulan Muhammed bin İdris'in Kur'an'dan asgari derecede haberi olsaydı, kadınlara dokunmanın abdesti bozmayacağını, "âyette geçen kadınlara temastan"(Maide, 6)
maksadın normal dokunma değil, cinsel ilişki olduğunu bilirdi.
Eğer mezhep imamları Kur'an'ı bilselerdi "Nebiye salat etmenin"
(Ahzab, 56) Muhammed'e salavat çekmek değil,"Nebiye yardım ve destek" anlamına geldiğini bilirlerdi.
İmamı Şafi'nin Kur'an diye bir kitaptan haberi olsaydı, "bir çocuğun ana rahminde dört yıl kalabileceği"
içtihadını vermezdi.
İmam'ı Ahmed bin Hanbel'in Kur'an diye bir kaynaktan haberi olsaydı,
insanların sadece Kur'an'dan sorumlu olduklarını, dinin Allah tarafından indirildiğini ve Allah tarafından tamamlandığını, Allah Resulü'nün sadece Kur'an'ı tebliğ ettiğini bilir, Kur'an'a rağmen ikinci bir kaynak olarak sünen-i yazmaya cür'et etmezdi.
Kur'an'ın tek kaynak olarak yeterli olduğunun bilincine sahip olurdu.
Eğer Mâliki mezhebinin imam'ı Mâlik bin Enes Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilseydi,
Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farktan haberi olsaydı,
Allah'ın kitabına alternatif bir din icat etmez, Nebi adına iftira edilen binlerce uydurmayı toplayıp "Muvatta" yı kaleme almazdı.
Hanefi mezhebinin de Kur'an ile hiç bir alakası yoktur, tamamen uydurmalar üzerine bina edilmiştir.
Yani Ahmet bin Hanbel ile Mâlik bin Enes'in günahı Muhammed bin İdristen daha büyüktür.
Peki neden Kur'an'dan haberi olmayan bu Mezhep imamları ve muhaddisler ciddi bir itibar görüyorlar?
Eğer F Gülen'in 15 Temmuz'da yaptığı darbe başarılı olsaydı,
Kur'an ehli muvahhidlerin üzerinde binbir baskı kurulacak, eserleri ve fikirleri yok edilecek, sürgün edilecek ve özgür iradelerine pranga vurulacaktı.
Şu anda haklı olarak terör örgütünün lideri görülen F Gülen'in mezhebinin, Ustadın'ın
özellikle kendisinin fikirleri yüceltilecek, büyük bir âlim,ulaşılmaz bir müctehid, beklenen mehdi olarak gelecek nesillere empoze edilecekti. Günümüz
Ehli sünnetin cahil hocaları ve ekran vaizleri de F Gülen'i yücelttikçe yüceltecek bir iki asır sonra F Gülen'in
fikirleri aynen mezhep imamları gibi sorgulanamaz bir hale gelecekti.
İşte gelenekçilerin mezhep imamlarını ve muhaddisleri bu derece yücltmeleri mezhepçilerin
Kur'an ilminden uzak olmaları yani cehaletten kaynaklanmaktadır.
Birde tarihte onlara karşı çıkacak aykırı bir ses ve fikir olmadığı içindir.
Burada en önemli konu, mezhepçi dincilerin ataları gibi
Kur'an ilminden ve Kur'an ahlakından uzak oldukları için ağababalarının dinine bu şekilde sıkı sıkıya yapışmaktadırlar.
Yani kur'an'sızlık,
cehalet, tefekkürun olmaması, sorgulama nimetinden mahrumiyet onları şirk'in bataklığında kalmaya mahkum ediyor.
MEZHEPLERİN DİNİ BAŞTAN SONA KADAR YALANDIR
(2.YAZI)
Aslında bütün hadisler yalandır.
Fakat Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehit âlimlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını ortaya koymak için bazı rivayet ve ictihatlarını dikkatinize sunmak istiyorum.
Dört Halife devrinin faziletine dair bütün rivayetler yalandır.
Sakal bırakmak, bıyıkların kısaltılması, sarık sarmak, kılık kıyafetlerle alakalı bütün hadisler yalandır.
Dört Halifeyi sırasına göre anlatan rivayetler yalandır.
Arkadaşlar!
Kur'an bana şu gerçeği göstermiştir.
Allah Resulü döneminde Medine'de yaşayan bir sahabi ile günümüzde yaşayan hanif bir Müslüman arasında fazilet açısından hiçbir fark yoktur.
(Neyse konumuza geçecek olursak)
Misvak kullanmak ile alakalı bütün rivayetler yalandır.
Allah Resulü'nün cinsel hayatını anlatan bütün hadisler alçakça bir uydurmadır.
Dört Halife ile ilgili bütün rivayetler özellikle "Hulafe'i Raşidin" isimlendirmesi ahmakça bir uydurmadır.
En hayırlı asır benim yaşadığım asır, daha sonra gelen asır ve sonraki asırlardır rivayeti yalandır.
Sahabenin hepsini âdil ve gökteki yıldızlar gibi olduklarını gösteren rivayetlerin mecmuu yalandır.
Muaviye'nin vahiy katibi olduğu, onu öven ve çok cömert olduğu ile ilgili hadislerin küllisi uydurmadır.
Amr bin As, Halit bin Velid ve onun Allah'ın Kılıcı olduğu ile alakalı hadislerin kâffesi yalandır.
İyi amellerin sağdan yapılması gerektiği, bazı amellere sol el ve sol ayak ile başlanması ile ilgili rivayetler yalandır.
Tuvaletlerin kıbleye karşı olmaması ile alakalı bütün rivayetler uydurmadır.
İsra ve Mirac'ta cereyan ettiği öne sürülen olaylarla alakalı rivayetlerin tamamı mecüsilikten gelmiş masallardır.
Kur'an'a göre mirac diye bir şeyin olması mümkün değildir.(En'am, 35)
Halife Kureyş'ten olmalıdır,
Halife Kureyş'ten seçilir hadisleri, Aşere-i Mübeşşere (Cennetle müjdeli on sahabi) hadislerinin hepsi yalandır.
Bazı sanat dallarını kötüleyen hadislerin hepsi yalandır.
Müziğin haram olduğu ile ilgili hadisler, kertenkeleyi öldürmenin sahip olduğu ile ilgili bütün rivayetler Allah Resulü'ne karşı aşağılık iftiradır.
Ehli Sünnet, Ehli Beyt, Fırkayı Naciye ilgili rivayetlerin tümü iftiradır.
Ümmetim şu kadar fırka ve şubelere ayrılacak rivayetleri, on imam ile ilgili bütün rivayetler, Gadir Hum, kırtas rivayeti ve Kerbela'nın faziletine dair bütün hadisler yalandır.
Namaz kılmayanın kâfir olduğu ile alakalı hadisler yalandır.
Hz Hüseyin'in Kerbela'da şehit olacağını bildiren bütün rivayetlerle Kerbela'nın faziletini öngören rivayetler yalandır.
Hanzala adlı sahabenin melekler tarafından yıkandığı ile alakalı rivayetler.
Dihye el Kelbi ile ilgili rivayetler, Ebu Hureyre'nin Allah Resulü'nden söz ederken "Dostum ve kardeşim bana şunu söyledi" yollu rivayetlerin küllisi hurafedir.
Yemeklerin çoğalması, ağaçların Allah Resulü için yürümesi, taşların Allah Resulü'nün ellerinde zikir etmeleri, şefaat ile alakalı rivayetlerin hepsi uydurmadır.
Hz Ali'nin Allah'ın aslanı olduğu ile ilgili rivayetler, Ebu Bekir'in sıddık, Ömer'in faruk olduğu ile ilgili bütün rivayetler yalandır. Osman'ın cömert ve büyük edep sahibi olduğu ile alakalı rivayetler yalandır.
"Benden sonra Resul gelseydi Ömer olurdu" hadisi, Buhari de bulunan yüz kişiyi öldürenin affedildiğini söyleyen rivayeti yalandır.
İçinde lanet ve kaba kelimeler barındıran bütün rivayetler uydurmadır.
Salavat getirmek ile alakalı bütün rivayetler yalandır.
Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirmek diye birşey yoktur.
Ahzab süresi 56. ayette Nebi (Aleyhisselam)'a Allah ve meleklerinin yardım ve desteği vardır.
(2.YAZI)
Aslında bütün hadisler yalandır.
Fakat Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehit âlimlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını ortaya koymak için bazı rivayet ve ictihatlarını dikkatinize sunmak istiyorum.
Dört Halife devrinin faziletine dair bütün rivayetler yalandır.
Sakal bırakmak, bıyıkların kısaltılması, sarık sarmak, kılık kıyafetlerle alakalı bütün hadisler yalandır.
Dört Halifeyi sırasına göre anlatan rivayetler yalandır.
Arkadaşlar!
Kur'an bana şu gerçeği göstermiştir.
Allah Resulü döneminde Medine'de yaşayan bir sahabi ile günümüzde yaşayan hanif bir Müslüman arasında fazilet açısından hiçbir fark yoktur.
(Neyse konumuza geçecek olursak)
Misvak kullanmak ile alakalı bütün rivayetler yalandır.
Allah Resulü'nün cinsel hayatını anlatan bütün hadisler alçakça bir uydurmadır.
Dört Halife ile ilgili bütün rivayetler özellikle "Hulafe'i Raşidin" isimlendirmesi ahmakça bir uydurmadır.
En hayırlı asır benim yaşadığım asır, daha sonra gelen asır ve sonraki asırlardır rivayeti yalandır.
Sahabenin hepsini âdil ve gökteki yıldızlar gibi olduklarını gösteren rivayetlerin mecmuu yalandır.
Muaviye'nin vahiy katibi olduğu, onu öven ve çok cömert olduğu ile ilgili hadislerin küllisi uydurmadır.
Amr bin As, Halit bin Velid ve onun Allah'ın Kılıcı olduğu ile alakalı hadislerin kâffesi yalandır.
İyi amellerin sağdan yapılması gerektiği, bazı amellere sol el ve sol ayak ile başlanması ile ilgili rivayetler yalandır.
Tuvaletlerin kıbleye karşı olmaması ile alakalı bütün rivayetler uydurmadır.
İsra ve Mirac'ta cereyan ettiği öne sürülen olaylarla alakalı rivayetlerin tamamı mecüsilikten gelmiş masallardır.
Kur'an'a göre mirac diye bir şeyin olması mümkün değildir.(En'am, 35)
Halife Kureyş'ten olmalıdır,
Halife Kureyş'ten seçilir hadisleri, Aşere-i Mübeşşere (Cennetle müjdeli on sahabi) hadislerinin hepsi yalandır.
Bazı sanat dallarını kötüleyen hadislerin hepsi yalandır.
Müziğin haram olduğu ile ilgili hadisler, kertenkeleyi öldürmenin sahip olduğu ile ilgili bütün rivayetler Allah Resulü'ne karşı aşağılık iftiradır.
Ehli Sünnet, Ehli Beyt, Fırkayı Naciye ilgili rivayetlerin tümü iftiradır.
Ümmetim şu kadar fırka ve şubelere ayrılacak rivayetleri, on imam ile ilgili bütün rivayetler, Gadir Hum, kırtas rivayeti ve Kerbela'nın faziletine dair bütün hadisler yalandır.
Namaz kılmayanın kâfir olduğu ile alakalı hadisler yalandır.
Hz Hüseyin'in Kerbela'da şehit olacağını bildiren bütün rivayetlerle Kerbela'nın faziletini öngören rivayetler yalandır.
Hanzala adlı sahabenin melekler tarafından yıkandığı ile alakalı rivayetler.
Dihye el Kelbi ile ilgili rivayetler, Ebu Hureyre'nin Allah Resulü'nden söz ederken "Dostum ve kardeşim bana şunu söyledi" yollu rivayetlerin küllisi hurafedir.
Yemeklerin çoğalması, ağaçların Allah Resulü için yürümesi, taşların Allah Resulü'nün ellerinde zikir etmeleri, şefaat ile alakalı rivayetlerin hepsi uydurmadır.
Hz Ali'nin Allah'ın aslanı olduğu ile ilgili rivayetler, Ebu Bekir'in sıddık, Ömer'in faruk olduğu ile ilgili bütün rivayetler yalandır. Osman'ın cömert ve büyük edep sahibi olduğu ile alakalı rivayetler yalandır.
"Benden sonra Resul gelseydi Ömer olurdu" hadisi, Buhari de bulunan yüz kişiyi öldürenin affedildiğini söyleyen rivayeti yalandır.
İçinde lanet ve kaba kelimeler barındıran bütün rivayetler uydurmadır.
Salavat getirmek ile alakalı bütün rivayetler yalandır.
Muhammed (Aleyhisselam)a salavat getirmek diye birşey yoktur.
Ahzab süresi 56. ayette Nebi (Aleyhisselam)'a Allah ve meleklerinin yardım ve desteği vardır.
MEZHEPLERİN DİNİ BAŞTAN SONA KADAR YALANDIR
(3.YAZI)
Aslında bütün hadisler yalandır.
Fakat Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehit âlimlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını ortaya koymak için bazı rivayet ve ictihatlarını dikkatinize sunmak istiyorum.
Ehl-i Sünnet âlimlerinin indinde en meşhur ve mütevatir olarak görülen cibril hadisi de uydurmadır.
Çünkü bu uydurma rivayette İslam'ın beş, imanın altı şart üzerine kurulu olduğu ve Cebrail'in Allah Resulü'nün dizleri önünde bir insan suretinde temessül ederek oturduğunu anlatır.
1-) Kadim elçiler döneminde melekler insan suretine temessül ederken son vahiy böyle bir şeyi asla kabul etmemektedir.
2-) İslam: Tevhid, adalet, ilim, aklı kullanma, teşekkür etme, emri bil maruf- nehyi anil münker üzerine kuruludur.
3-) Bu yalan ve iftira olan rivayette İman esasları arasında sayılan "hayır ve şerrin Allah'tan olduğu" Kur'an'da bulunan iman esasları arasında yer almaz.
Kur'an'a göre imanın şartları şunlardır.
Allah'a, meleklerine, elçilerine, kitaplarına ve ahiret gününe inanmaktır.
( Nisa, 136- Bakara, 285)
"Resim bulunan eve melekler giremez" rivayetlerini uyduran cahiller ölüm meleğini istisna etmeyi unutmuşlardır.
"O kulların üstünde yegane kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir.
Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler"
(En'am, 61)
"De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz"
(Secde, 11)
SONUÇ OLARAK
Hangi hadisi ele alırsanız alın altı çürük, sakat, ve yalan çıkıyor.
İşte bu rivayetlerin oluşturduğu din yüzünden İslam toplumu önemli maddi- manevi hazineler üzerinde en perişan ve sefil bir hayatı sürdürmektedir.
Aslında Kuran'ı Mübin bütün bu rivayetlerin hiç birine asla ihtiyaç bırakmayan büyük zenginliğe sahip bir kitaptır.
Dolayısıyla daha sayamadığımız binlerce hadisin uydurma olduğunu Allah Resulü'nün Kur'an'da anlatılan ahlakı, ilmi, hikmeti ve hayatı sayesinde biliyoruz.
(3.YAZI)
Aslında bütün hadisler yalandır.
Fakat Şia ve Ehli Sünnet muhaddis ve müctehit âlimlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını ortaya koymak için bazı rivayet ve ictihatlarını dikkatinize sunmak istiyorum.
Ehl-i Sünnet âlimlerinin indinde en meşhur ve mütevatir olarak görülen cibril hadisi de uydurmadır.
Çünkü bu uydurma rivayette İslam'ın beş, imanın altı şart üzerine kurulu olduğu ve Cebrail'in Allah Resulü'nün dizleri önünde bir insan suretinde temessül ederek oturduğunu anlatır.
1-) Kadim elçiler döneminde melekler insan suretine temessül ederken son vahiy böyle bir şeyi asla kabul etmemektedir.
2-) İslam: Tevhid, adalet, ilim, aklı kullanma, teşekkür etme, emri bil maruf- nehyi anil münker üzerine kuruludur.
3-) Bu yalan ve iftira olan rivayette İman esasları arasında sayılan "hayır ve şerrin Allah'tan olduğu" Kur'an'da bulunan iman esasları arasında yer almaz.
Kur'an'a göre imanın şartları şunlardır.
Allah'a, meleklerine, elçilerine, kitaplarına ve ahiret gününe inanmaktır.
( Nisa, 136- Bakara, 285)
"Resim bulunan eve melekler giremez" rivayetlerini uyduran cahiller ölüm meleğini istisna etmeyi unutmuşlardır.
"O kulların üstünde yegane kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir.
Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler"
(En'am, 61)
"De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz"
(Secde, 11)
SONUÇ OLARAK
Hangi hadisi ele alırsanız alın altı çürük, sakat, ve yalan çıkıyor.
İşte bu rivayetlerin oluşturduğu din yüzünden İslam toplumu önemli maddi- manevi hazineler üzerinde en perişan ve sefil bir hayatı sürdürmektedir.
Aslında Kuran'ı Mübin bütün bu rivayetlerin hiç birine asla ihtiyaç bırakmayan büyük zenginliğe sahip bir kitaptır.
Dolayısıyla daha sayamadığımız binlerce hadisin uydurma olduğunu Allah Resulü'nün Kur'an'da anlatılan ahlakı, ilmi, hikmeti ve hayatı sayesinde biliyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)