25 Kasım 2017 Cumartesi

BATIL EHLİ SÜNNET DİNİNİN FANATİK TARAFTARI :
TÜRKİYE GAZETESİ
(4.YAZI)
 Mezhepçi gelenekçilerin  temsilcisi olan Türkiye Gazetesi yazarlarının neler söylediklerine bir bakalım ve Kur'an'ı Mübin ile karşılaştırmaya çalışalım.
 "Dinini  öğrenmesi için bir kimsenin eline en uygun tercümeyi bile vermek, okyanus ortasında bulunan insana bir tahta parçası vermekten kötüdür"
"Çünkü bu tahta parçası ile insan sahile çıkamayacağı için ölür, imanlı ise cennete gider. Fakat tercüme ile din öğrenmeye kalkışan kimse, imanını kaybedebilir ve ebedi cehenneme düşebilir"
 Batıl Ehli  Sünnet ve Şia dininin âlimleri! Kur'an'ın en  basit  meselelerini bile anlamaktan acizdirler.
Bu meselelerin en önemlisi Kur'an'ın âlimlere değil, İnsanlar hitap ettiği ve insanları muhatap aldığıdır.
"Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı indirdik, hainlerden taraf olma"
( Nisa, 105)
 "Yerine göre müjdeleyici ve sakındırıcı olarak elçiler gönderdik ki insanların elçilerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah İzzet ve hikmet sahibidir"
 (Nisa, 165)
"Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik"
 (Nisa, 174)
 "Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir"
( Yunus, 57)
"Bu Kur'an bütün insanlara bir açıklamadır, takva sahipleri içinde bir hidayet ve bir öğüttür"
( Âli İmran, 138)
"Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenmediler"
(İsra, 89)
 "İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz, fakat onları ancak alimler düşünüp anlayabilir" (Ankebut, 43)
( Ey Elçi!) Şüphesiz  bu kitabı sana insanlar için hak olarak indirdik. Artık kim hidayeti seçerse kendi lehinedir, kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin"
( Zümer, 41)
"Bu (Kur'an) insanlar için basiret nurları, kesin olarak inanan bir toplum için hidayet ve rahmettir"
 (Casiye, 20)
",,,,,,seni insanlara elçi gönderdik, şahit olarak Allah yeter"
( Nisa, 79)
 Elçilerin tek bir görevleri vardır Allah'tan indirilen vahyi insanlara ulaştırmak, gerisi insanların tercihlerine kalmış bir şeydir.
 Kur'an'la tanıştıktan sonra kişi dilerse Kur'an'ın hidayetini dilerse sapıklığı  seçer.
 Sonucun Allah elçileri ile hiçbir alakası yoktur.  Esas muhatap insanlardır.
 Bu yüzden direkt olarak Allah insanlari muhatap alıyor.
 MESELA,
"De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden hak (Kur'an) gelmiştir. Artık  Kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim.(Sadece tebliğ etmekle yükümlüyüm)"
( Resulüm!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O Hakimlerin en hayırlısıdır"
(Yunus, 108,109)
FETÖ'NÜN NE KADAR TEHLİKELİ OLDUĞUNU BİLİYOR MUYUZ?
 Kuran'ı Mübin'i  bilmeyen ve tevhid medeniyetinin farkında olmayan fetö'nün ne kadar tehlikeli olduğunu anlayamaz.
 Bundan dolayı ben diyorum ki, Tayyip Erdoğan düşmanlığı yüzünden fetö'ye destek verenler hem din hemde vatan düşmanıdırlar. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir fanidir,  bugün var yarın yoktur.
 Yani Tayyip Erdoğan günahları ve sevaplarıyla bu dünya hayatından ahirete intikal ettiği zaman partisi aynen Demirel ve Özal gibi  zaafa uğrayacaktır.
 Fakat F Gülen terör örgütü ülkeyi ele geçirseydi bin sene  elinden hiç kimse ülkeyi  kurtaramazdı.
 Gülen terör örgütü  ile Tayyip Erdoğan arasında F Gülen'den yana taraf olanlar bu ülkenin düşmanı gerizekalılardır.
Milli ve yerli olduktan sonra sosyalistinden komünistine kadar seçim ile iktidara kim  gelirse gelsin F Gülen'e tercih edilmesi gerekir.
 Hatta demokratından laik olanına  kadar seçimle kim iktiara gelirse gelsin bir ehli sünnet Cemaat liderinin veya bir Tarikat şeyhinin ülkeyi ele geçirmesinden daha iyidir.
  Suudi Arabistan'da yaşamaktansa Hristiyan  veya Yahudi bir ülkede özgürlük içinde yaşamak İslam şeriatına ve tevhid akidesine daha uygundur.
 Önemli olan insan hakları, merhamet, adalet ve ahlak kurallarıdır.
 15 Temmuz darbesinin ne kadar alçak bir işgal hareketi olduğunu bilmeyen çok cahil, bu darbenin emperyalistlerin destek ve yardımlarıyla  olduğuna inanmayan ahmaktır.
F Gülen'in ne kadar tehlikeli olduğunu anlamayan Kur'an'ı Mübin'den hiçbir şey anlamamıştır.
 F Gülen,  Emevi- Abbasi ehli sünnet dininin en alçak bir talebesidir.
 Cumhurbaşkanı Erdoğan bile fetö'nün ne kadar tehlikeli olduğunun farkında değildir.
 Çünkü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan  sadece devlet ve millet açısından fetö'nün tehlikesine dikkat çekiyor.
 Halbuki fetö'nün en büyük ihaneti vatan ve millete olan ihaneti  degil, Kur'an ve Tevhid, din ve güzel ahlaka yaptığı ihanettir.
 15 Temmuz işgal  darbesinde Fetö   başarılı olsaydı Şeytan'ın kesin bir devrimi gerçekleşecekti.
 Eğer Erdoğan fetö'nün ne kadar tehlikeli olduğunu  gerçek anlamda idrak etseydi hiçbir zaman onlara bir destekte bulunmaz, Kur'an ilmine değer verir, fetö ile aynı inanca sahip olan  diyaneti tasfiye ederdi.
Arkadaşlar!
 Benim fetö'ye olan kinim ve düşmanlığım hükümete yapmak istediği  darbeler ve  içtima-i hayatta açmış olduğu  derin yaralardan daha çok Allah ve Resülünü maddi-manevi çıkarlarına alet etmeleri, Emevi- Abbasi dininin fanatik  bir taraftarı ve Kur'an düşmanı olmalarından dolayıdır.
 Dolayısıyla bu yazımdaki hatalarımı kabul eder, her türlü eleştiriye açık olduğumu beyan ediyor,  Saygılarımı arz ediyorum.
BATIL EHLİ SÜNNET DİNİNİN FANATİK TARAFTARI:
TÜRKİYE GAZETESİ
(3..YAZI)
Din ve hüküm olarak sadece  Allah'tan indirilen insanları bağlar.
Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Nesai, Malik Bin Enes, Ahmet Bin Hanbel,  Muhammed Bin İdris'in uydurmalarından Allah bu ümmeti sorumlu tutmaz.
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin.
 Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver.
(Kaf, 45)
 "De ki: Ben sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağırıyor duymazlar"
(Enbiya, 45)
 Dolayısıyla "Kuran'ı anlayarak okuyun" diyenleri "sapık" diye  değerlendirebilmek ve "Kur'an'ı evinizde bulundurun ancak sakın anlamaya çalışmayın!" demek Kur'an'a göre kafirlerin bir özelliğidir.
"Kafirler: bu Kur'an'ı sakın dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki sesini bastırırsınıız, dediler"
( Fussilet, 26)
Aslında  Kur'an'a karşı gelen Mekke müşrikleri ile günümüz Kur'an karşıtlarının arasında bir fark  yoktur.
 Hatta günümüzdeki  Kur'an karşıtı müşrikler  kadim müşriklerden daha sapık  bir yol üzerindedirler.
 Çünkü Kur'an'ın hikmeti ve evrensel ahlakı, psikolojik hastalıkları tedavi etme yöntemi  gelişen bilim ve teknolojiye paralel olarak  günümüzde daha açık bir şekilde kendini gösteriyor.
 Kur'an'ın geniş  ilmi ve mükemmel  sistemi günümüz dünyadasında daha bariz olarak tezahür ediyor.
 Yani toplumun huzur ve refahı her zamankinden  daha çok Kur'an ahlakına  muhtaç bulunmaktadır.
 Müslüman toplumu için "Kuran'ı anlayarak okumayın!" diyenlerden  daha büyük bir düşman yoktur.
 Günümüz Türkiyesi'nde günlük satışı en yüksek olan bu gerici gazete bakın millete neleri öğütlüyor.
"Anlamadan Kur'an okunmaz" diyerek herkesin Kur'an'ı anlamasını tavsiye etmek, büyük sapıklıktır"
( Türkiye Gazetesi, 30. 01.1990)
 Kur'an hiçbir dile, hatta Arapça'ya bile tercüme edilemez"
( Türkiye gazetesi, 14. 01. 1990)
" Kur'an'ın manası terümesinden anlaşılmaz"(agy)
"Hangi tercüme olursa olsun hiçbir tercümeden   dil öğrenilemez" (agy)
 Kuran'ı anlamak için Arapça bilmek yerine bağlam ve bütünlüğüne, üzerinde  araştırma yapmaya  ve aklı kullanmaya bağlaması Allah'ın  büyük bir mucizesidir.

24 Kasım 2017 Cuma

BATIL EHLİ SÜNNET DİNİNİN FANATİK TARAFTARI:
TÜRKİYE GAZETESİ
(2.YAZI)
 Kur'an, Allah tarafından kolaylaştırılmış bir kitaptır.
(Ey Elçi!)  Biz Kur'an'ı, sadece, onunla Allah'tan sakınanları müjdeleyesin ve şiddetle karşı çıkan bir topluluğu uyarasın diye senin dilinle indirip okutarak kolaylaştırdık"
( Meryem, 97)
"Biz onu (Kur'an'ı) öğüt alınsın diye senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık"
( Duhan, 58)
 Kur'an'ı Mübin hangi dile çevrilirse çevrilsin bağlam ve bütünlüğüne bağlı  kalındıktan sonra önyargısız yani tek rehber ve hidayet menba'ı olarak kabul edildikten sonra çok kolay anlaşılacak bir kitaptır.
 Hatta Arapça'dan başka dillere mensup olan Milletler Araplardan çok daha kolay Kur'an'ı  anlayabilirler.
 Çünkü Arapların Kur'an'a karşı korkunç derecede bir önyargıları vardır.
 Araplar Kur'an'a değil, rivayetlere karşı kendilerini sorumlu olarak görürler.
 Dünyada Kur'an'ı en son anlayabilecek olan millet Arap milletidir.
 Araplar Buhari ve  Müslim'e olan imanlarından dolayı hiçbir zaman Kur'an'ı  gerçek anlamda yani bağlam ve bütünlüğü içinde  anlayamazlar. Günlük satışı kimi dönemlerde bir milyon üzerine çıkan en çok satış yapan Emevi- Abbasi ehli sünnet dininin en fanatik taraftarı olan Türkiye Gazetesi bilindiği üzere kendisini "dindar" bir yayın organı olarak tanıtmakta ve ummi halkın pek çoğu bu gazeteyi para verip almaktadır.
 Osman Ünlü ve Prof. Ramazan Ayvalı gibi cahil yazarların bulunduğu gazetenin "din" bilgisi köşesinden bazı örnekler şöyledir.
"Herkesin Kur'an'ı anlamasını tavsiye etmek büyük sapıklıktır"
( 30.11. 1991 Bir Bilen" köşesi)
"Mushafı (Kur'an'ı) hiç okumayıp sırf hayır ve bereket için evinde saklamak caiz ve sevaptır" (agy)
"Anlamadan Kur'an okunmamalıdır  diyenler,  büyük sapıktır"
 (agy)
 Aslında bu görüşler sadece Türkiye gazetesinin dinci yazarlarıyla sınırlı bir inanç değildir.
 Diyanet İşleri Başkanlığından Cübbeli Ahmet'e,  F Gülen cemaatinden tarikat şeyhlerine kadar bütün Ehli sünnet âlimlerinin! inancı hep bu minvaldedir.
 Nihat Hatipoğlu, Mustafa Karataş, Ömer Döngeloğlu, İhsan Şenocak, Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul, Vehbi Güler, Necmettin Nursaçan, Cevat Akşit, Yusuf Kavaklı, Nurettin Yıldız, Ahmet Şimşirgil gibi ekran vaizlerinin hepsi Kur'an ve  Muvahhit düşmanıdırlar.
 Halbuki "Kur'an'ı anlayarak okuyun" diyenleri büyük sapık  diye nitelendirmekle, gerçekte "Allah'a ve Resülüne büyük "sapık demiş" olduklarının farkına varamayacak kadar Kur'an'a  uzak en ileri derecede bir sapıklığa mahkum olmuşlardır.
 Çünkü  onlarca âyette Allah (Celle Celalühü) Kur'an ile beraber başka bir hidayet'in olamayacağını vurgulamaktadır.
" Allah'ın ayetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu ayetlerden alıkoymasınlar. Rabbine davet et. Asla müşriklerden olma" (Kasas, 87)
" Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an, sana ve ümmetine bir öğüttür ileride ondan sorumlu tutulacaksınız"
( Zuhruf- 43, 44)
BATIL EHLİ SÜNNET DİNİNİN FANATİK TARAFTARI:
TÜRKİYE GAZETESİ.
(1.YAZI)
 Arapça diline yabancı olan biri Kur'an'ı hangi  ölçüde kendi anadiline çevirebilirse,  araştırma ve kabiliyeti kudretinde Allah'ın kitabını anlayabilir.
 Bir yanda "Kur'an'ın meali Kur'an yerine konulamaz, çünkü Kur'an'ın anlamını vermez" diyen günümüz Emevi- Abbasi dininin cahilleri, öte yanda
"Kur'an'ın manasını anlamadan okumanın bile  Kur'an okumak yerine geçeceğini" söyleyen hurafeci muhaddis ve  müctehidler marifetiyle Kur'an'ı anlamadan okumak ümmi halka dayatılmış ve Allah'ın kitabı "anlaşılmaz" diyerek onu "yüceltmek"  benimsetilmiştir.
 Bu Kur'an düşmanları mezhepçiler "Kur'an'ın mealini okumak, Kur'an'ı okumak yerine geçmez, çünkü Türkçe çevirisi,
Arapça olan Kur'an'ın anlamını bütünüyle veremez, ancak, Kur'an'ın Arapça'sını, metnini anlamını hiç bilmeksizin yalnızca dil ile seslendirmek,
 Kur'an okumak yerine geçer" Kur'an'ın anlamını bilmeksizin dinlemek bile, Kur'an'ı dinlemek yerine geçer"
demişlerdir.
 Halbuki Kur'an'ı anlayarak ve üzerinde düşünerek okumakla alakalı onlarca ayet vardır. "Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?"( Muhammed, 24)
 "Andolsun biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Ondan öğüt alan yok mu?"( Kamer- 17, 22, 32, 40)
 "Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik.
 Kötülüklerden korusunlar diye pürüzsüz Arapça bir Kur'an indirdik"( Zümer, 27-28)
 Aslında Kur'an'ın Arapça olarak indirilmesinin sebebi Allah Resulü'nün bir Arap olmasından dolayıdır.
( Allah'ın emirlerini) onlara açıklasın diye her elçiyi  yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dileyen kişiyi saptırır, dileyeni de doğru yola iletir. Çünkü o güç ve hikmet sahibidir"( İbrahim, 4)
 Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne bağlı olarak yukarıdaki ayette geçen "tebyin" kavramı  "Resul'ün vahyi açıklaması, onu duyurması, okuması, tebliğ etmesi ve ilan  etmesi anlamına gelmektedir.
 Tefsir etmesi anlamında değildir.
Çünkü  gerçek anlamda Kur'an'ı sadece Allah tebyin ve tefsir eder.
 "Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, onun karşılığında sana doğrusunu ve daha açığını getirmiş olmayalım"
( Furkan, 33)
 ",,,,,Ayrıca bu kitabı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet menba'ı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik"
 (Nahl, 89)
FETÖ'NÜN GEÇMİŞİ
(2.YAZI)
1977-78  tarihlerinde hiç kimse cemaatin geleceğinin bu kadar tehlikeli bir boyuta ulaşacağını tahmin etmiyordu.
 Bu yüzden ben Hüseyin Gülerce'nin fetö ile ilgili  anlattıklarını samimi olarak görüyorum.
Fakat fetö'nün ne kadar tehlikeli olduğunu en iyi bilen ve erken  keşfeden kişi ise Nurettin Veren'dir.
 F Gülen'in bulunduğu Bozyaka yurdunun giriş katında sağ tarafta yemekhane sol tarafta kantin ikinci katta mescit, abdesthaneler ve dershaneler,
üçüncü katta ise yatakhaneler vardı.
 Dördüncü  kat ise tamamen F Gülen'e ayrılmıştı. Gülen çoğu zaman sabah namazından sonra Risale'i Nur dersleri yapıyordu.
 Yani F Gülen'i Said Nursi'nin Risale-i Nur'larından bağımsız değerlendirmek objektif bir hareket değildir.
 Yemekhanede sabah kahvaltısı  sırasında yaramazlık yaptığından dolayı herkesin içinde F Gülen'den dayak yiyen bir çocuğu hiçbir zaman unutmuyorum.
 Esas konumuza geçecek olursak,
 devlet içinde ve dışında son derece güçlü bir yapılanmaya güvenmeyen birkaç emniyet müdürü ve birkaç savcı hükümette bulunan  dört bakanın çocuğuna asla operasyon yapamaz. Dolayısıyla 7 Şubat MİT krizi, 17/25 Aralık yargı ve emniyet darbesi, MİT tırlarının durdurulması ve en son yapılmak istenen kahpe ve alçak 15 Temmuz 2016 askeri darbesi tamamen fetö'nün işidir.
 Ancak bu vahşi darbe NATO'nun  özellikle Amerika'nın isteği, bilgisi ve desteği altında yapıldı.
 Bu kanlı  darbenin Amerika'nın isteği ve emri dışında yapılması akıl ve mantığa son derece  aykırıdır.
Çünkü  Amerika'nın izni olmadan F Gülen ve cemaati nefes bile alamaz.
 Arkadaşlar! Kim olursa olsun ateistinden komünistine kadar  Fetö  ile kim mücadele ederse ona destek olmak gerekir.
 Fetö öyle rastgele, gözardı edilecek, sıradan, boş verilecek,  basit bir terör örgütü değildir. Dünyanın en alçak, hain, müşrik,  namussuz ve dinsiz bir terör örgütü ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Fetö dinde ahlakta ve sosyal ilişkilerde korkunç tahribatlar yaptı.
 Bütün terör örgütleri fetö'nün yanında masum kalır.
 Eğer fetö darbesi  başarılı olsaydı muvahhidler ezilecek, ülke emperyalistlerin elinde bir oyun  ve oyuncak olacaktı.
 Belki ülke parçalanacak milyonlarca insan perişan olacaktı.
 Dolayısıyla fetö için terör örgütü diyemeyenlere destek vermek bizim kitabımızda yazmaz.
 15 Temmuz 2016 tarihi milletin eliyle  Allah'ın fetö'ye bir azap ve gazabı olmuştur.
 İç düşman her zaman dış düşmandan daha tehlikelidir.
İç düşman olmayınca dış düşman bünyeye zarar vermez.
Fetö kalleş,  takiyeci ve munafık bir terör örgütüdür.
Fetö  pirincin içinde bulunan beyaz taş gibidir. Aslında fetö'nün halk tarafından bu kadar  destek görmesinin altında Atatürk'ü bir sopa gibi kullanan kaymakçı  elit tabaka yobazlarının baskıları ve halka tepeden yan bakmaları olmuştur.
 Millet o derece bunlardan nefret etti ki, bu kibirlilere alternatif önüne kim gelmişse hiç düşünmeden destek vermiştir.
 Demirel, Mesut Yılmaz ve Çillere bile bu halk  baskıcıların kibrinden dolayı destek oldu.
 Eğer Fetö başarılı olsaydı birkaç kişide bulunan tevhid özgürlüğü ve Kur'an müslümanlığı da tarih olacaktı.
ALLAH'A İFTİRA EDEN MUHADDİS VE  MEZHEP İMAMLARININ KUR'AN'DAKİ DURUMLARI.
 Rahmân ve Rahim  olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
 "Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır. Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa eremezler" (En'am, 21)
" Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken "Bana da vahyedildi" diyenden.... daha zalim kim vardır" (En'am, 93)
"Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır. Onlar kıyamet gününde Rablerine arz edilecekler, şahitler de:
İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir,  diyecekler.
 Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerindedir" (Hud, 18)
 "Onlar, insanları Allah yolundan alıkoyan ve onu yamuk göstermek isteyenlerdir. (Gerçekte) ahireti de bunlar inkar ediyorlar"
( Hud, 19)
Biz mezheplere karşı geldiğimiz zaman bizim gibi beşer olanların ictihatlarını reddetmiş oluyoruz, fakat mezhepçi mukallitler uydurma dinleriyle  Allah'ın kitabını ve Resul'ünün ona davetini  reddetmiş oluyorlar.
"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır! Biz onların kalplerine, bunu (Kur'an'ı) anlamalarına engel bir ağırlık, kulaklarına sağırlık verdik. Sen onları hidayete (Tevhid yoluna) davet etsen de artık ebediyyen hidayete eremeyeceklerdir"
(Kehf,57"
"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıkdan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim vardır! Muhakkak ki biz, günahkar (müşriklere) layık oldukları cezayı veririz"
 (Secde, 22)
"İslam'a (Kur'an'a-Tevhid'e) davet edildiği halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır! Allah zalimler güruhunu doğru yola iletmez"
( Saf, 7)
 "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu (Kur'an'ı) söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemesede Allah nurunu( ortaya koyup) tamamlayacaktır" (Saf, 8)
" Müşrikler istemeseler de dinini (son inen vahiyle her yönüyle iyice) açığa çıkarmak için elçisini hidayet ve hak ile gönderen O'dur"
(Saf, 9)
"Allah'a iftira eden ya da onun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır! Onların kitaptaki payları kendilerine erişecektir.  Sonunda elçilerimiz gelip canlarını alırken "Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz ilanlarınız nerede?" derler.
 ( Onlar da) "Bizden uzaklaşıp gittiler" derler.
 Ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler"
( Araf, 37)
 Öyleyse Allah'a karşı yalan uydurandan veya onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır! Bilesiniz ki mücrimler asla iflah olmazlar" (Yunus, 17)
 "Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı  yalan uydurmuş olursunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler" ( Nahl, 116)
 "Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka ilahlar edindiler. Bari bu ilahlar konusunda açık bir delil getirseler.(Ne mümkün!) Öyleyse Allah hakkında yalan uydurandan daha zalim kim vardır"
(Kehe, 15 )
FETÖ'NÜN GEÇMİŞİ (1.Yazı)
Beynelmilel boyutta bir desteğe sahip olmayan bir savcı ve bir general Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin istihbarat teşkilatının tırlarını durduramaz.
Devlet içinde çöreklenmiş ve bir virüs gibi en önemli organlarını ele geçirmiş çok güçlü bir örgüte dayanmadan ülkenin Başbakanına bağlı mit müsteşarını hiçbir savcı ifade vermeye  davet edemez.
Biraz akıllı ve mantıklı, insaflı ve vicdanlı olmak gerekir.
15 Temmuz askeri darbesinin planlı olduğunu söyleyen ve bunun fetö tarafından yapıldığına inanmayan, bu kahpe ve alçak örgütün ne kadar tehlikeli olduğunun farkında değildir.
1976 dan 12 Eylül  1980 tarihine kadar her cuma günü Bornova'da F Gülen'in vaazlarını dinlemeye giderdik.
İstisnasız bütün hutbe ve vaazları ülkenin kurumlarını ve en nihayet Devleti ele geçirmekle ilgiliydi.
 Fakat bunu çok büyük bir ustalıkla dile getiriyordu.
 1977-78  tarihlerinde F Gülen'in kaldığı  İzmir  Bozyaka yurdunun  yakınında Bahçelievler'de bulunan Helal para camii'nin altındaki dershanede kalıyorduk.
 Çoğu zaman sabah namazını Bozyaka yurdunda F Gülen'in arkasında kalıyorduk.  Cumartesi- pazar günleri akşam yemeğinide Bozyaka yurdunda yiyorduk.
 F Gülen cumartesi- pazar günleri  asker ve polislere hadis dersleri veriyordu.
 O yıllarda asker azdı, fakat polislerin bir hayli fazla olduğunu abilerden duyuyorduk.
 O yıllarda bile cemaat tarafından devletin kurumlarını ele geçirmek bilinç altımıza yerleşmişti.
 Hatta asker, polis, savcı ve hakimlerin deşifre olmamak için namazlarını ima ile kıldıkları kulağımıza geliyordu.
Söz konusu tarihlerde Devletin kurumları sağ ve sol örgütler arasında bölüşüldüğü için kurumlara sızma hareketi bize çok  cazip geliyordu.
 Muhafazakar kesimin o tarihlerde  Devletin kibirli bürokrasisinden gördüğü baskı yüzünden   halkın değil F Gülen'e karşı gelmesi aksine  ona korkunç bir şekilde destek veriyordu.
 Çünkü o yıllarda Müslüman! bir polis, asker savcı, kaymakam veya valinin bulunması halk arasında heyecan uyandırıyordu.
 Doğruyu söylemek gerekirse o tarihlerde Ege'de F Gülen'in gelenek ve hurafe de olsa din için ortaya koyduğu yoğun çalışmayı kimse yapmamıştı.
Millet  F Gülen'in anlattıklarının hurafe ve yalan olduğunu nereden bilsin?
 Her kesim kendisine iyi niyetle yaklaşıyordu Hatta CHP Belediyesi bile cuma günleri insanlar F  Gülen'in vaazına rahatça gitmeleri için ek seferler koyuyordu.
 Yani bunu cemaate karşı beslediği iyi niyetten dolayı yapıyordu.
İzmir'in en lüks semti sayılan Güzelyalı'da bile bir kadın şatosunu cemaate vermekten imtina  etmiyordu
O tarihlerde mescit abdesthane ve dershaneler arasında dolaşırken abilerden en çok duyduğumuz şey şuydu
"Aman çocuklar gürültü yapmayın, kapıları vurmayın, çeşmeleri boşuna  akıtmayın,  bağırıp çağırmayın  çünkü hoca efendi çeşmelerin damlamalarından bile rahatsız oluyor, çok hastadır"
  Biz zannederdik ki, F Gülen yarın ölecek, 1977-78 tarihlerinden söz ediyorum.
"CEHALET" NE DEMEKTİR?
Aslında Kur'an'ı Mübin'e baktığımızda âyetlerde geçen "cahil" sözcüğü, bugün dilimizde kullandığımız "cahil sözcüğü" ile aynı anlamı taşımıyor.
 Kur'an'ı Mübin'de geçen "cahil sözcüğü" okuma yazma bilmeyen kişi anlamıyla alakalı bir şey değildir.
Kur'an'ı Mübin'in  dilinde "cahil" ve "cehalet" sözcükleri  bir  kişilik yapısını, olumsuz bir ahlakı, yaşam tarzını ve inanç sistemini ortaya koymak için kullanılır.
"Cahil" sözcüğü ağır başlılığın ve aklı selimin  karşıt anlamlısı  için söylenir.
 Hikmetsiz ve gereksiz bilgi ve inanç peşinde koşan için kullanılır.
 Yani Allah tarafından bir sistem üzerine indirilen vahiy ve ilahi emirleri tek hidayet ve rehber kabul etmeyen, batıl yolda hareket eden, tevhid akidesini görmezlikten gelen, kötü ahlak sahibi, dinde anarşi ve kaos yaratmaya çalışan için "cahil" sözcüğünün kullanıldığını açık olarak görüyoruz.
 MESELA,
"Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetlerinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Salatı ikame edin, zekatı verin, Allah ve Resulüne itaat edin.
 Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"
( Ahzab, 33 )
Yukarıdaki ayette Kur'an'a aykırı yaşam tarzının bir "cehalet" eseri olduğu vurgulanıyor.
MESELA
"De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?
( Zümer, 64)
 Yukarıdaki  ayette şirk "cehalet" müşriklerinde  birer "cahil" oldukları  ortaya konuyor
MESELA
"Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi.
 O da: Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım, demişti"( Bakara, 67)
 Yukarıdaki ayette Musa (aleyhisselam) israiloğullarına kendileri ile alay etmenin bir cehalet eseri olduğunu ve bunun bir elçi olarak  kendisine yakışmadığını söylüyor.
 MESELA
 "Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse (Ey Elçi olan Muhammed! (aleyhisselam) Yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven kur ki onlara bir mucize getiresin. Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma"
 (En'am, 35)
 Yukarıdaki  ayette de inanmak isteyenler için Kur'an'ın yeterli bir mucize olduğu, Kur'an haricinde gözlerle görülebilecek başka olağanüstü olayların istenmesinin bir  cehalet olduğu açık olarak yer alıyor.
 MESELA
 "Yoksa onlar (Kur'an öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır" (Maide, 50)
 Bu ayette din ve hüküm olarak Allah'ın tevhid sisteminden ve İslam ahlakından başka hükümlerin ve ictihatların bir cahiliye olduğu yer alıyor.
 Yani din ve hüküm olarak ya Allah'ın dediği olacak, indirilen Kur'an zihinlere ve gönüllere hakim olacak,  ya da cahiliye İdaresi ve köle sistemi milleti perişan edecektir.
 MESELA
(Allah buyurdu ki)  Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir ameldir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ediyorum"(Hud, 46)
 Hz. Nuh (Aleyhisselam) Nebilik  makam mertebesinde  tevhid akidesine aykırı olarak  oğlunun boğulmamasını  ve iman ile gitmesini isterken, Allah tarafından  böyle bir kınamaya muhatap kalıyor.
 Yoksa Hz. Nuh(as) asla cahil birisi değildi, ve olmadı.
BİZE MODERN BİNALAR DEĞİL, MODERN DÜŞÜNEN İNSAN GEREKLİDİR.
 Aslında ülkenin gelişmesi, toplumun evrensel ahlakı ve tevhid medeniyetini yakalaması insanın  kalitesi ile yakından alakalı bir durumdur.
İnsanlara hizmet veren binaların günün şartlarına göre modern olarak inşa edilmesi önemli olmakla beraber, hiçbir zaman insanımızın yeni fikirlerle inşa edilmesine ulaşamaz.
 Allah'ın kitabına baktığımızda tamamen insanın merkezde bir yer edindiğini görüyoruz.
 İşte bu yüzden
"İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın" inancı ve felsefesi rastgele söylenmiş bir söz olarak algılanmaması gerekir.
 İnsanın günün şartlarına göre  modern fikirlere sahip olması, taze fikirlerle beslenmesi, geçmişin bayat  hurafeleriden uzaklaştırılması toplumun sağlığı için çok önemlidir.
 Yani 21. Asırda yaşayan bir toplum 1000 sene önceki  çürümüşlerin  içtihatlarına ve inançlarına terk edilemez.
Toplum günün  şartlarına göre yaşamak ve hayatını geleceğin teknolojisine göre ayarlamak zorundadır.
 Yoksa modern hizmet binaları yapmakla toplum asla gelişmeyecektir.
 Mesela, Diyanet İşleri Başkanı, müftüsü, imamı ve eğitmeni Kur'an, İlim ve sistemine, evrensel ahlak ve hikmetine göre yetiştirilmediği sürece modern olarak yapılacak caminin bir önemi olur mu?
 Yani camilerin fayans, mermer ve halılarına göstermiş olduğumuz önemin yüzde birini imamların Kur'an ilimlerine ve evrensel ahlaki anlayışlarına göstermediğiniz takdirde yaptığımız modern okul ve camiler sadece bir israf olarak kalacaklardır.
İnsanımızı Allah'ın indirmiş olduğu Kur'an'a yönlendirmediğimiz sürece başımıza gelecek olan  felaketlerden şikayet  etme hakkımız olmayacaktır.
 lüks ve konforlu binalardan önce insanımız kaliteli olmalı.
 Modern Mimari ile beraber insanımız evrensel ahlakı  yakalamak zorundadır.
 İşte  burada bizi her türlü kötü ahlaktan, cinnet geçirmekten,  ilkellikten, Emevi ve Abbasi hurafelerinden kurtaracak yegâne  kaynak Kur'an'dır.
 Şunu anlamak mümkün değildir.
 21. asırda yaşayanlar ellerinde Kur'an gibi bir hidayet ve  rahmet kaynağı varken 1300 sene öncesinde kalan ilkel bir hayata nasıl takılıp kalırlar?
Numan bin Sabit,  Malik Bin Enes, Ahmet Bin Hanbel, Muhammed Bin İdris'in yolu  Allah'ın dosdoğru yoluna nasıl tercih edilir?
 Halbuki tarihi bir tecrübe olarak bu mezheplerin ümmetin refah ve  mutluluk, güzel ahlak ve medeniyetine olumlu hiç  bir  katkıları olmamıştır.
 Kur'an hak din olan Tevhid dini ile bu batıl mezheplerin dininin kıyaslamasını şu şekilde yapıyor.
"Şimdi düşünün bakalım yüzüstü kapanarak yürüyen mi varılacak yere daha iyi ulaşır, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi?
( Mülk, 22)
Dolayısıyla toplumunuzu ölülerden, ölülerin kurumuş, kokmuş, zehirli, ölümcül geleneklerinden, Kur'an'ın hayat veren dinine çıkarmak  zorundasınız.
" Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah ve Resulüne uyun.
 Ve bilin ki, Allah kişiyle onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız"
(Enfal,24)
 Geçmişin fikirleriyle, geçmişin kafasıyla gelecek nasıl inşa edilecektir?
 İşte bu gerçeklerden dolayı diyorum ki, insanımıza özgür ve mutlu bir hayat yaşatma açısından 1300 sene önce Kur'an ilminden ve ahlakından bağımsız olarak kurulan mezheplere bağlı olunacağına sosyalist ve komünist olmak daha faziletlidir.
  Halkınızı geçmişin karanlığında yaşatmanıza hakkınız yoktur.
MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(14.YAZI)
(Ey Elçi! )Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde sakın şüphe edenlerden olmayasın"
(Bakara, 147)
(Ey Elçi! ) Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde sakın şüphe edenlerden olmayasın"
(Âli İmran, 60)
",,,,De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden (Kur'an-Tevhid) sonra onların arzularına (uydurma hadisler, ictihadlar, mezhepler,fırkalar, tarikatlar) uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost  ne de bir yardımcı vardır"
(Bakara, 120)
"Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm ( hikmetli bir söz) olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyarsan, İşte o zaman Allah tarafından senin ne  bir dostun  nede koruyucun vardır"
(Ra'd, 37)
(Ey Elçi!),,,,,,,,, Andolsun ki, Rabbinden sana hak gelmiştir. Sakın şüphe edenlerden olmayasın"
(Yunus, 94)
 Belki eskiden bazı ehlisünnet fanatiklerinin  baskısı altında olan ülkelerde  mezhepçi düşünceye dil uzatsaydık hayatımız tehlikeye girebilirdi.
 Kur'an'ın yeterli olduğunu, mezheplerin sapkınlığını dile getirmenin karşılığı muhafazakar yönetimlerde idam olurdu. Günümüzün demokrasi yönetimleri, insan haklarına verilen değerler dolayısıyla  mezhepçilerin savunduğu dine  ve rejimlere nazaran birçok hususta Kur'an'a daha uygun unsurlar içermektedir.
 Bunun en büyük delili  birçok aşırı  mezhepçi  cemaat liderinin ülkelerindeki baskılardan dolayı  düşman  oldukları Batı ülkelerine iltica etmeleridir.
 Fikir ve inanç hürriyeti isteyen hiç kimse  Suudi Arabistan gibi gerici bir ülkede yaşamak istemez.
 Çünkü Suudi Arabistan gibi bir ülkede yaşamak için Kur'an'ın gerçeklerini inkar etmek, uydurma dinin kaynakları olan Buhari'nin, Müslim'in, Tirmizi'nin, İbni Mace'nin, Ebu Davud'un rivayetlerini başınızın üstünde kayıtsız şartsız kabul etmek zorundasınız.
 Bu yüzden günümüz Mekke'sinde Kur'an'ı merkeze koyan birinin yaşaması asla mümkün olmaz.
 Dolayısıyla Cübbeli Ahmet, Fethullah Gülen, Cevat Akşit, Ramazan Ayvalı, Osman Ünlü, Nihat Hatipoğlu, Ebu Hanzala, Nureddin Yıldız, Ahmet Şimşirgil, Ebubekir sifil, Alparslan Kuytul ve benzerlerinin  şeriat! yönetimindeki bir ülkede yaşamaktansa Hristiyan bir ülkede yaşamak bana daha cazip geliyor.
MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(13.YAZI)
 Eğer bu yazılan gerçeklerin doğru olduğuna imanınız varsa bir müslüman olarak lütfen gereğini yapın ve mezhepçi düşüncedeki Diyanet müftülerini, Cemaat liderlerini ve Tarikat şeyhlerini İslam dini ile özdeşleştirmekten vazgeçin.
Şunu bilin ki bu cahilâne bilgileriyle gerçek dindarlar onlar değil, siz olabilirsiniz.
 Dinde, dinci meslek grupları yoktur.
 Aksi takdirde din bir rant ve menfaat aracı olmaya mahkum olur.
 Zaten bugün din, Kur'an bilmez  Diyanet'in ve cemaatlerin elinde bir oyun ve eğlence aracı olmuştur.
 Seccadesinde Haccına, zikirmatiğinden hatmine, salavatından tesbihatına, mevlidinden türbesine, ümresinden dua kitaplarına kadar din, bu hurafeciler tarafından  tamamen bir menfaat  aracı haline getirilmiştir.
Allah (Celle Celalühü) Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bir tarafa bırak! (onlara zerre kadar  değer verme) kazandıkları(şirk) sebebiyle hiçbir nefsin felakete düşmemesi için Kur'an ile nasihat et. İnsan için Allah'tan başka ne bir dost vardır ne de şefaatçi,,,,"( Enam- 70 )
Bu âyetin verdiği en önemli ders şudur.
 Âhirette insanı ateşten kurtaracak yegâne kuvvet Allah'tır.
 O halde sadece  onun emir ve yasaklarına  sarılmak gerekir.
 Ne mezhep imamı, ne cemaat lideri, ne müctehid, ne tarikat şeyhlerinin insana zerre kadar bir yararı olmayacaktır.
" Allah kuluna yetmez mi ?,,,," (Zümer- 36)
" Allah'tan geri çevrilmesi imkansız bir gün gelmeden önce, Rabbinize (Kur'an'a) uyun. Çünkü o gün, hiçbiriniz sığınacak bir yer bulamazsınız, itiraz da edemezsiniz"
( Şura- 47)
"Öyle bir günden sakının ki, o günde hiç kimse  başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz, hiç kimseden şefaat kabul olunmaz,fidye alınmaz,onlara asla yardım da yapılmaz" (Bakara-48)
"Ey iman edenler! Kendisinde artık alış veriş, dostluk ve şefaat bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infak edin. Gerçekleri gizleyenler zalimlerin ta kendileridir"
( Bakara- 254)
 Yukarıdaki âyete göre ahiret hayatında Allah'ın rahmet ve şefaatinden sonra en büyük şefaatçi Allah yolunda yapılan İnfak olacaktır.
DİNLERİNİ HADİSLERE DAYANDIRAN MEZHEPÇİLERDE ZERRE KADAR KUR'AN BİLGİSİ YOKTUR.
 Dinlerini tamamen uydurma rivayetler üzerine bina eden Ehli sünnet mezhepleri bakın nasıl ahmakça hurafelere iman ediyorlar.
 Buhari, Müslim İbni Mace  Hz Aişe'den şöyle dediğini rivayet ediyorlar.
 "Allah Resulü'ne sihir yapıldı. Nihayet bir gün yanındayken, Allahu teâlâ'ya epeyce dua etti. Sonra şöyle buyurdu.
"Farkettin mi ey Aişe! Niyaz ettiğim hususta Allahu Teala bana cevap verdi"
 Ben "nedir ey Allah'ın Resulü" dedim.
 Şöyle cevap verdi!" Bana iki kişi geldi, birisi başımın yanımda, diğeri de ayak ucumda oturdu.
Sonra biri diğerine dedi ki, "Bu zâtın rahatsıslığı nedir? Öteki "Sihirlenmiş" dedi.
"Kim sihir yapmış? diye sordu.
Diğeri "Beni Zurayk'li Yahudi Lebid bin El-A'sam yapmış" dedi.
Öteki "neye yapmış" diye sordu.
O da "tarağa, taranırken dökülmüş saç döküntüsüne ve erkek hurma kapçığı içine" dedi.
Nerededir o, diye sordu. Diğeri :"Zu-Ervan kuyusundadır" dedi.
Râvi diyor ki: Bunun üzerine Allah'ın Resulü ashabından bir kişi ile beraber bu kuyuya gitti. Kuyunun üzerinde bir kuruma ağacı bulunduğunu gördü. Sonra döndü ve Hz. Ayşe'ye şöyle dedi.
"Vallahi! Suyu kınalanmış su gibi,( üzerindeki ağacın) hurmaları da şeytanın başları gibiydi"
(Buhari -Bed'il Halk,45)
 Halbuki Kur'an Allah Resulü'nün sihirlendiğini söyleyenleri yalanlıyor ve elçisinin Allah tarafından koruma altında olduğunu açık olarak ortaya koyuyor.
" ,,,,,Siz ancak sihirlenmiş bir adama  uymaktasınız! dediler.
( Ey Resul!) Senin hakkında bak ne biçim temsiller getirdiler! Artık onlar sapmışlardır ve hidayete hiçbir yolda bulamazlar"
(Furkan-8,9)
Yukarıdaki âyete göre müşriklerle Buhari aynı söylem ve  inançta bir araya gelmiş oluyorlar.
Hatta ben  Buhari,Müslim, Tirmizi ve benzeri muhaddislerin tevhid dini için müşriklerden bin kat daha zararlı olduklarına inanıyorum.
 "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah kafirler topluluğunu hidayete erdirmez" ( Maide- 67)
 Şimdi Ehli sünnet âlimlerinin ne kadar Kur'an cahili olduklarını gördünüz mü?
Dolayısıyla Şia ve Ehli sünnet muhaddis ve alimlerinin
 Kur'an'dan hiçbir şey anlamadıklarını söylediğimde bunu bir abartı olarak algılamayın.
MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(12.YAZI)
 Kur'an'ı Mübin'de  Şeyhülislam, Hüccetulislam,mezhep imamı, müftü, tarikat şeyhi, mürit, din adamı gibi  müslümanlara hükmeden, onları temsil etmesi gereken sınıfların varlığına yer verilmemiştir.
Kur'an bu sınıfların hiçbirinden söz etmez iken, halkın geniş bir bölümünün cami imamlarıyla, müftülerle, şeyhlerle dini  özdeşleştirdiğini görüyoruz.
 Günümüzde diyanet, cemaatler ve tarikatlar, geleneksel mezhepçi düşüncenin kaleleri konumundadırlar.
 Buradaki müftüler, cemaat liderleri ve şeyhler, Kur'an'ın değil, ancak mezheplerin tapıcısı olmuşlardır.
 Bu kişilere göre tam olarak, "din eşittir mezhep" olduğu için, bu cahiller cemaati din diye Allah tarafından indirilen dini değil, uydurulan mezhepleri övmekte, sürekli olarak herkes kendi mezhep ve meşrebini öncelemektedir.
Halbuki Kuran'ı Mübin'de Allah (Celle Celalühü) şöyle buyurmaktadır.
 "Resulüm!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah'ın insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dostdoğru dün budur, fakat insanların çoğu bilmezler.
Hepiniz O'na(Kur'an'a) yönelerek Allah'a karşı gelmekten sakının, salatı ikame edin, müşriklerden olmayın.
 Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka  kendilerinde olan (inanç) ile kibirlenip sevinmektedir"
 (Rum- 30, 31, 32)
 Diyanet İşleri Başkanlığı ve  İmam Hatip Liseleri de Ehli Sünnet İşleri Başkanlığı ve Hanefi Hatip liseleri haline gelmişlerdir.
 Bundan dolayı bu sıralardan geçen imamların ve müftülerin çoğunluğu Kur'an'ın değil, mezheplerin fanatik savunucusu ve sözcüsü olmuşlardır.
 Bundan önceki bölümlerde Kur'an'ın dini ile Emevi mezheplerinin dini arasındaki farkı görmüştük.
 Buna göre iki yol ortaya çıkmıştır.
1) KUR'AN DİNİN TEK KAYNAĞIDIR
 Ku'ran'ı tek kaynak kabul edip dini  gerçek kaynağından yaşamaya ve anlamaya çalışmak gerekir ki bu Allah'ın emridir, dinde hayati bir konudur.
 İnsanlar sadece Kur'an'dan sorumlu tutulmuşlardır.
"Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl, şüphesiz  sen dosdoğru bir yol üzerindesin. Doğrusu Kur'an sana ve milletine bir öğüttür.
 İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"
( Zuhruf- 43, 44)
( Resulüm!) İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphesiz ki tarafımızdan sana bir zikir (Kur'an) verdik. Kim ondan yüz çevirirse şüphesiz ki kıyamet gününde o, ağır bir günah yükünü yüklenecektir"
(Tâhâ- 99, 100)
(De ki: Ben, sadece vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bir çağrıyı duymazlar"
( Enbiya-45)
2) MEZHEPLER DİNE EŞİTTİR
 Bu hurafeci cahillere göre din, Kur'an'dan değil hadislerden ve mezheplerden öğrenilir.
 işte günümüzdeki mezhepçi Diyanet, cemaatler ve tarikatlar bu uydurma mezhepler dinini temsil etmektedirler.
"ZULÜM" NE DEMEKTİR?
 Aslında Kur'an'da geçen "zulüm"  "zalim" sözcükleri, bugün kullandığımız "zulüm" ve "zalim" sözcükler ile aynı anlama gelmemektedir.
 Bizim bugün "dayak atmak, aç susuz bırakmak, işkence etmek, kesmek, biçmek, ızdırap çektirmek, yaralamak, öldürmek gibi kişiye fiziksel ve ruhsal acılar veren fiillerin tümüne "zulüm"  anlaşılırken,
 böyle fiilleri yapan kişilere "zalim" denirken, Kur'an'da geçen zulüm sözcüğünün anlamı bu olmayıp
 "gerçeğin ortaya çıkmasını önlemek, hakikatın doğru algılanmasının önüne geçmek,  doğru  olan şeyi gizlemek,
adaleti engellemek,  gerçeğin üzerini örtmek, ortamı karartıp doğrunun anlaşılmasını zorlaştırmak yoluyla insanların gerçeği görebilmelerinin önüne geçmek, delilleri silmek, insanların duyu algılarını körelterek batıl ile hakkın arasındaki ayrılıkları seçebilmelerinin yolunu tıkamak, açık olan delilleri karartmak, karanlık, delillerin gizlenmesi, delilerin karanlıklara terk edilmesi, delillerin değiştirilmesi ya da yok edilmesi anlamına gelmektedir.
 Zulüm sözcüğü  Kur'an'da geçen "nur"  "Işık"  sözcüğünün karşıt anlamlısıdır, "nur" aydınlatır,  ortaya çıkarır, apaçık gösterir,  "zulüm" ise gizler karartır,  delilleri saklar ve yok eder. İşte bu yüzden Allah "Nur"'dur.
 "Allah göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun  temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir, o fanus da sanki İnci'ye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden çıkan yağdan tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir.
(Bu,) nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. Allah insanlara işte böyle temsiller getirir. Allah herşeyi hakkıyla bilendir"
(Nur-35)
 Kainattaki bütün hakikatler Allah(cc) sayesinde ortaya çıktığı için yani gerçekler  karanlıklardan Allah sayesinde kurtuldukları için Allah'a Nur denmiştir.
 Mesela,
 Araplar "gece"ye de "zulüm" derler,  çünkü "gece" görüşü engeller, maddelerin gerçek kimlikleriyle görünmelerine mani olur, nesnelerin üzerini karanlıkla örter.
 İşte Kur'an'da geçen zulüm sözcüğü bu anlama gelmektedir.
 Dolayısıyla Allah'ın Kur'an vasıtasıyla göndermiş olduğu hidayeti gizleyenler onu karartanlar, insanlara ulaşmasını engelleyenler zalimlerin ta kendileridir.
"Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve şefaat  bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce size verdiğimiz rızıktan  Allah yolunda harcayın. Kafirler elbette zalimlerin ta kendileridir" (Bakara-254)
 Aslında karanlığa "zulüm" denmesinin sebebi, gerçeğin ve adaletin örtbas edilmesiyle haksızlık ve kargaşa kaos ve terör ortaya çıkacağından dolayıdır.
Yani adalet  bilinmezliğe terk edildiği zaman karanlık hakim olacağından dolayı zülme karanlık denmiştir.
BİZE MODERN BİNALAR DEĞİL, MODERN DÜŞÜNEN İNSAN GEREKLİDİR.
 Aslında ülkenin gelişmesi, toplumun evrensel ahlakı ve tevhid medeniyetini yakalaması insanın  kalitesi ile yakından alakalı bir durumdur.
İnsanlara hizmet veren binaların günün şartlarına göre modern olarak inşa edilmesi önemli olmakla beraber, hiçbir zaman insanımızın yeni fikirlerle inşa edilmesine ulaşamaz.
 Allah'ın kitabına baktığımızda tamamen insanın merkezde bir yer edindiğini görüyoruz.
 İşte bu yüzden
"İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın" inancı ve felsefesi rastgele söylenmiş bir söz olarak algılanmaması gerekir.
 İnsanın günün şartlarına göre  modern fikirlere sahip olması, taze fikirlerle beslenmesi, geçmişin bayat  hurafeleriden uzaklaştırılması toplumun sağlığı için çok önemlidir.
 Yani 21. Asırda yaşayan bir toplum 1000 sene önceki  çürümüşlerin  içtihatlarına ve inançlarına terk edilemez.
Toplum günün  şartlarına göre yaşamak ve hayatını geleceğin teknolojisine göre ayarlamak zorundadır.
 Yoksa modern hizmet binaları yapmakla toplum asla gelişmeyecektir.
 Mesela, Diyanet İşleri Başkanı, müftüsü, imamı ve eğitmeni Kur'an, İlim ve sistemine, evrensel ahlak ve hikmetine göre yetiştirilmediği sürece modern olarak yapılacak caminin bir önemi olur mu?
 Yani camilerin fayans, mermer ve halılarına göstermiş olduğumuz önemin yüzde birini imamların Kur'an ilimlerine ve evrensel ahlaki anlayışlarına göstermediğiniz takdirde yaptığımız modern okul ve camiler sadece bir israf olarak kalacaklardır.
İnsanımızı Allah'ın indirmiş olduğu Kur'an'a yönlendirmediğimiz sürece başımıza gelecek olan  felaketlerden şikayet  etme hakkımız olmayacaktır.
 lüks ve konforlu binalardan önce insanımız kaliteli olmalı.
 Modern Mimari ile beraber insanımız evrensel ahlakı  yakalamak zorundadır.
 İşte  burada bizi her türlü kötü ahlaktan, cinnet geçirmekten,  ilkellikten, Emevi ve Abbasi hurafelerinden kurtaracak yegâne  kaynak Kur'an'dır.
 Şunu anlamak mümkün değildir.
 21. asırda yaşayanlar ellerinde Kur'an gibi bir hidayet ve  rahmet kaynağı varken 1300 sene öncesinde kalan ilkel bir hayata nasıl takılıp kalırlar?
Numan bin Sabit,  Malik Bin Enes, Ahmet Bin Hanbel, Muhammed Bin İdris'in yolu  Allah'ın dosdoğru yoluna nasıl tercih edilir?
 Halbuki tarihi bir tecrübe olarak bu mezheplerin ümmetin refah ve  mutluluk, güzel ahlak ve medeniyetine olumlu hiç  bir  katkıları olmamıştır.
 Kur'an hak din olan Tevhid dini ile bu batıl mezheplerin dininin kıyaslamasını şu şekilde yapıyor.
"Şimdi düşünün bakalım yüzüstü kapanarak yürüyen mi varılacak yere daha iyi ulaşır, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi?
( Mülk, 22)
Dolayısıyla toplumunuzu ölülerden, ölülerin kurumuş, kokmuş, zehirli, ölümcül geleneklerinden, Kur'an'ın hayat veren dinine çıkarmak  zorundasınız.
" Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah ve Resulüne uyun.
 Ve bilin ki, Allah kişiyle onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız"
(Enfal,24)
 Geçmişin fikirleriyle, geçmişin kafasıyla gelecek nasıl inşa edilecektir?
 İşte bu gerçeklerden dolayı diyorum ki, insanımıza özgür ve mutlu bir hayat yaşatma açısından 1300 sene önce Kur'an ilminden ve ahlakından bağımsız olarak kurulan mezheplere bağlı olunacağına sosyalist ve komünist olmak daha faziletlidir.
  Halkınızı geçmişin karanlığında yaşatmanıza hakkınız yoktur.
ALLAH'A İFTİRA EDEN MUHADDİS VE  MEZHEP İMAMLARININ KUR'AN'DAKİ DURUMLARI.
 Rahmân ve Rahim  olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
 "Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır. Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa eremezler" (En'am, 21)
" Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken "Bana da vahyedildi" diyenden.... daha zalim kim vardır" (En'am, 93)
"Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır. Onlar kıyamet gününde Rablerine arz edilecekler, şahitler de:
İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir,  diyecekler.
 Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerindedir" (Hud, 18)
 "Onlar, insanları Allah yolundan alıkoyan ve onu yamuk göstermek isteyenlerdir. (Gerçekte) ahireti de bunlar inkar ediyorlar"
( Hud, 19)
Biz mezheplere karşı geldiğimiz zaman bizim gibi beşer olanların ictihatlarını reddetmiş oluyoruz, fakat mezhepçi mukallitler uydurma dinleriyle  Allah'ın kitabını ve Resul'ünün ona davetini  reddetmiş oluyorlar.
"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır! Biz onların kalplerine, bunu (Kur'an'ı) anlamalarına engel bir ağırlık, kulaklarına sağırlık verdik. Sen onları hidayete (Tevhid yoluna) davet etsen de artık ebediyyen hidayete eremeyeceklerdir"
(Kehf,57"
"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıkdan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim vardır! Muhakkak ki biz, günahkar (müşriklere) layık oldukları cezayı veririz"
 (Secde, 22)
"İslam'a (Kur'an'a-Tevhid'e) davet edildiği halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır! Allah zalimler güruhunu doğru yola iletmez"
( Saf, 7)
 "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu (Kur'an'ı) söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemesede Allah nurunu( ortaya koyup) tamamlayacaktır" (Saf, 8)
" Müşrikler istemeseler de dinini (son inen vahiyle her yönüyle iyice) açığa çıkarmak için elçisini hidayet ve hak ile gönderen O'dur"
(Saf, 9)
"Allah'a iftira eden ya da onun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır! Onların kitaptaki payları kendilerine erişecektir.  Sonunda elçilerimiz gelip canlarını alırken "Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz ilanlarınız nerede?" derler.
 ( Onlar da) "Bizden uzaklaşıp gittiler" derler.
 Ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler"
( Araf, 37)
 Öyleyse Allah'a karşı yalan uydurandan veya onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır! Bilesiniz ki mücrimler asla iflah olmazlar" (Yunus, 17)
 "Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı  yalan uydurmuş olursunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler" ( Nahl, 116)
 "Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka ilahlar edindiler. Bari bu ilahlar konusunda açık bir delil getirseler.(Ne mümkün!) Öyleyse Allah hakkında yalan uydurandan daha zalim kim vardır"
(Kehe, 15 )
"CEHALET" NE DEMEKTİR?
Aslında Kur'an'ı Mübin'e baktığımızda âyetlerde geçen "cahil" sözcüğü, bugün dilimizde kullandığımız "cahil sözcüğü" ile aynı anlamı taşımıyor.
 Kur'an'ı Mübin'de geçen "cahil sözcüğü" okuma yazma bilmeyen kişi anlamıyla alakalı bir şey değildir.
Kur'an'ı Mübin'in  dilinde "cahil" ve "cehalet" sözcükleri  bir  kişilik yapısını, olumsuz bir ahlakı, yaşam tarzını ve inanç sistemini ortaya koymak için kullanılır.
"Cahil" sözcüğü ağır başlılığın ve aklı selimin  karşıt anlamlısı  için söylenir.
 Hikmetsiz ve gereksiz bilgi ve inanç peşinde koşan için kullanılır.
 Yani Allah tarafından bir sistem üzerine indirilen vahiy ve ilahi emirleri tek hidayet ve rehber kabul etmeyen, batıl yolda hareket eden, tevhid akidesini görmezlikten gelen, kötü ahlak sahibi, dinde anarşi ve kaos yaratmaya çalışan için "cahil" sözcüğünün kullanıldığını açık olarak görüyoruz.
 MESELA,
"Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetlerinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Salatı ikame edin, zekatı verin, Allah ve Resulüne itaat edin.
 Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"
( Ahzab, 33 )
Yukarıdaki ayette Kur'an'a aykırı yaşam tarzının bir "cehalet" eseri olduğu vurgulanıyor.
MESELA
"De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?
( Zümer, 64)
 Yukarıdaki  ayette şirk "cehalet" müşriklerinde  birer "cahil" oldukları  ortaya konuyor
MESELA
"Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi.
 O da: Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım, demişti"( Bakara, 67)
 Yukarıdaki ayette Musa (aleyhisselam) israiloğullarına kendileri ile alay etmenin bir cehalet eseri olduğunu ve bunun bir elçi olarak  kendisine yakışmadığını söylüyor.
 MESELA
 "Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse (Ey Elçi olan Muhammed! (aleyhisselam) Yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven kur ki onlara bir mucize getiresin. Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma"
 (En'am, 35)
 Yukarıdaki  ayette de inanmak isteyenler için Kur'an'ın yeterli bir mucize olduğu, Kur'an haricinde gözlerle görülebilecek başka olağanüstü olayların istenmesinin bir  cehalet olduğu açık olarak yer alıyor.
 MESELA
 "Yoksa onlar (Kur'an öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır" (Maide, 50)
 Bu ayette din ve hüküm olarak Allah'ın tevhid sisteminden ve İslam ahlakından başka hükümlerin ve ictihatların bir cahiliye olduğu yer alıyor.
 Yani din ve hüküm olarak ya Allah'ın dediği olacak, indirilen Kur'an zihinlere ve gönüllere hakim olacak,  ya da cahiliye İdaresi ve köle sistemi milleti perişan edecektir.
 MESELA
(Allah buyurdu ki)  Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir ameldir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ediyorum"(Hud, 46)
 Hz. Nuh (Aleyhisselam) Nebilik  makam mertebesinde  tevhid akidesine aykırı olarak  oğlunun boğulmamasını  ve iman ile gitmesini isterken, Allah tarafından  böyle bir kınamaya muhatap kalıyor.
 Yoksa Hz. Nuh(as) asla cahil birisi değildi, ve olmadı.

8 Kasım 2017 Çarşamba

MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(11.YAZI)
İslam toplumunda oluşturulan tüm sorunların çözümünde yöntemin önemi ısrarla vurgulanmalıdır.
 Bunun aksini yapmak  kişilerin Allah'ın dinini değil, heva ve heveslerini, geleneklerini, popülist eğilimlerini, şahsi görüşlerini din yapacaktır.
 Kur'an'ı Mübinde Allah (Celle Celalühü)
 şöyle buyuruyor.
"Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife seçtik.
 O halde insanlar arasında adaletle hükmet heva ve hevese uyuma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır"
(Sâd,  26)
"Ey Elçi! sana da, daha önceki kitabı  doğrulamak ve onların gerçeklerini korumak üzere hak olarak kitabı(Kur'an'ı) indirdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen hakkı bırakıp da onların arzularına uyma,,,," (Maide, 48)
"Ey Resul!  Sana da şu talimatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma.Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et.
Eğer (indirilen hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır" 
(Maide, 49)
Dolayısıyla Kur'an'a artı izah yapılması ve  uydurma rivayetler yoluyla  hükümler eklenmesi kadar, yine hadis ve içtihatlar  yoluyla  Kur'an'dan eksilterek izahlar  yapılması da felakettir.
 Tabi ki burada izahtan kastımız Kur'an'ın kendi bağlam ve bütünlüğü  dışında kaynağı Kur'an'da olmayan konuların din edinilmesini ölümcül bir tehlike olduğunu söylüyoruz.
 O halde dinin Allah tarafından indirildiğini ve Allah tarafından tamamlandığını, İslam (tevhid)  dinin'in en geniş şekilde sadece Kur'an olduğu ile alakalı yüzlerce ayet bulunmasına rağmen mezhep imamları ve hadis simsarları bu  uydurma, batıl ve  şirk olan dini niye  kendilerine rehber edinip  ümmeti  saptırdırlar.
    Bunun iki açıklaması vardır.
 1) Kur'an (İslam) onların dinlerini, geleneklerini kültürlerini yok ettiği için İslam'dan İntikam aldılar.
   Yani onlar İslam ve Kur'an düşmanı idiler. 
 2) Son derece Kur'an cahili idiler.
 Bunun üçüncü bir açıklaması yoktur
 Kur'an ile tam olarak tanışmadan önce diyanet bünyesinde görev yaparken Elazığ  diyanet personeli içinde hadis ilminde birinci olan birisi olarak bunları söylüyorum.
 Yani Kur'an'ın evrenselliği karşısında  hadislerin ne kadar cehalet dolu, ilkel, yerel, basit, hafif, güvenilmez ve gereksiz olduğunu Kur'an bilinmeden anlaşılmayacağını söylüyorum.
Hiç şüphesiz günümüzdeki gelenekçi mezhep tapıcılarının direk olarak  Kur'an'a düşman olduklarını  söyleyemeyiz.
 Fakat korkunç derecede Kur'an cahili oldukları için muvahhidlere saldırarak dolaylı yoldan Kur'an ve İslam düşmanı oluyorlar.
ŞİRK'TEN DAHA BÜYÜK BELA YOKTUR, TARİKATLAR ŞİRK'İN YUVASIDIR.
(2.YAZI)
Arkadaşlar!
 Vahiy dininde şirk  konusu çok hassas bir konudur.
 Son İnan vahiy olan Kur'an en az iki bin ( 2000) ayetle şirk'in üzerinde basa basa durur.
 Allah'ın ahirette affetmeyeceği tek günah ve en büyük kahpelik şirk'tir.
 Bu yüzden Allah (Celle Celalühü) müşriklerle evlenmeyi kesin olarak yasaklamıştır.
 Özellikle şirk kavramının üzerinde önemle durarak şöyle buyurmuştur.
" İman etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin. Hoşunuza gitse bile müşrike bir kadından, imanlı bir cariye kesinlikle daha hayırlıdır.
 İman etmedikçe müşrik  erkekleri de kızlarınızla  evlendirmeyin.
 Hoşunuza gitse bile, müşrik bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha hayırlıdır.
 Müşrikler cehenneme davet ederler. Allah ise rahmet ve yardımı ile cennete ve mağfirete davet eder.
 Allah, öğüt alsınlar diye ayetleri insanlara böyle  açıklar"
( Bakara, 221)
 Başka bir ayette Allah (Celle Celalühü) şöyle buyuruyor.
",,,, Mümin kadınlardan İffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden İffetli kadınlar da mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helaldir,,,"
( Maide, 5)
 Peki müşriklerle evlenmeyi yasak eden Allah neden Yahudi ve Hiristiyanlarla evlenmeyi mubah kılıyor.
 Halbuki Yahudiler ve Hristiyanlar'da müşriktirler.
 Yahudi ve Hiristiynlar'ın müşrik oldukları ile alakalı Kur'an'da birçok ayet vardır.
 Burada  belirleyici olan "şirk" ve "müşrik" kavramlarıdır.
Yani şirk dininde  kişi bir bilinç, şuur, ilim ve inatla inancını koruma ve savunma amacıyla  mücadele ediyorsa bu kişi ile asla evlenilmez. Hangi dine  kendisini izafe ederse etsin bu müşrikle  evlenmek haramdır, ateştir, azaptır, cehennemdir"
 Yani Allah'ın açık âyetlerine göre şirk olduğu belli olan bir inanca sahip olan  fanatik bir müşrik ile bir araya gelip nikah kıyılması Allah tarafından kesin olarak yasaklanmıştır.
 Çünkü müşrik necistir, pistir, mikroptur, alçaktır, kula kulluk ediyor.
" Ey iman edenler!
 Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid'i Haram'a yaklaşmasınlar,,,,,"
 (Tevbe, 28)
Aslında müslüman olmayanların Mekke ve Medine'ye girmeleri, Mescid'i Haram'ı ziyaret etmeleri ve oralarda gezi yapmaları asla haram değildir.
 Bu konunun bağlam ve bütünlüğünden şöyle bir mana çıkıyor.
 "Ey iman edenler!
 İlahlarına bağlı olan  ve onlardan vazgeçmeyen, tevhid dini olan İslamı kabul etmeyen Mekke müşriklerini İbrahim'in kurmuş olduğu, tevhid dininin vatanı olan  Mescid'i Haram'a sokmayın,  orada oturmasınlar  arazi ve mesken edinmesinler,  ibadet kastıyla oraya yaklaşmasınlar.
 Yoksa Yahudi ve Hristiyanların sadece gezme ve  görme amaçlı olarak Mescid'i Haram'a girmelerini hiç kimse engelleyemez.
 Yukarıdaki ayette  belirleyici olan  şuurlu ve  bilinçli şirk'tir.
 Anadan- Babadan kalma taklidi bilinçsiz şirk  değildir.
 Şuurlu  ve İnançla işlenen şirk ile  taklidi şirk  arasında çok büyük bir fark vardır.
 İşte bu yüzden Allah "Şirk" ve "Müşrik"  kavramlarını özellikle kullanıyor.
 MESELA
",,,,Fakat kendilerini çağırdığın bu (din-tevhid) müşriklere ağır gelir"
( Şura,13)
Âyette özellikle "müşrikler" kelimesinin kullanılması, bir bilinç ve inatla  şirk'e  bağlı olan inancı kast ettiği içindir.
 MESELA
"Zâni olan erkek, zâniye olan olan veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez, zâniye olan kadınla da ancak zâni olan veya müşrik olan erkek evlenir. Bu muminlere (muvvahidlere) haram kılınmıştır"
( Nur, 3 )
Aslında zina eden bir kadın ve erkekle evlenmenin bir sakıncası yoktur.
Yani şu veya bu şekilde günaha girerek  zina eden bir erkekle zina eden bir kadınla evlenmek asla  haram değildir.
 Âyette kastedilen zina fiilini alışkanlık haline getiren, onu ahlak edinen, ondan vazgeçmeyen ahlaksız kişilerle alakalıdır.
 Fahişe ile evlenilmez, ancak tevbe ederse o başka.
 Şirk  de böyledir, kişi şirk fiilini bir ahlak ve bir inat haline getirirse, ondan vazgeçme yolu  aramıyorsa,  hangi dinden kendisini gösterirse göstersin onunla  evlenilmez.
 Ben 30 yıldan beri Kur'an'ı inceliyorum, son yıllarda tamamen Kur'an'ın bağlam ve  bütünlüğü ile  alakalı çalışıyorum.
Din ve hüküm olarak  Kur'an'dan başka hiçbir kaynak olmadığına inanıyorum.
 Kur'an'ın bir tevhid ve ahlak  kitabı olduğunu görüyor ve şunu iddia ediyorum.
 Tarikatlarda bulunan şirk insanlık tarihinde işlenen bütün şirklerden daha açık ve daha yoğundur.
 Eğer tarikatlarda olan inanç şirk  ve küfür değilse, söylenilen sözler, bu sözleri söyleyenleri  ve itiraz  etmeden dinleyenleri müşrik yapmıyorsa, artık dünyada hiç kimseye müşrik deme hakkına sahip olmayız.
 Şirk küfründe  hiç kimse tarikatları aşamaz.  Firavun, Nemrut, Ebu Cehil, Ebu Lehep, Velid İbni muğire, As bin Vail tarikat şeyhleri ve onlara ölümüne  bağlı olan müritler  yanında çok saf ve temiz kalırlar.
ŞİRKTEN DAHA BÜYÜK BELA YOKTUR,   
TARİKATLAR ŞİRKİN YUVASIDIR   
Bir insan Kuran'a ne kadar yoğunlaşırsa, Kur'an'ın hakikati ona karşı o derece inkişaf edecektir.
"Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza hidayet edeceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah muhsinlerle (muvahhidlerle) beraberdir"
(Ankebut, 69)
Vahiy, hikmet, ilim, tefekkür ve sorgulama bir kişinin hayatına ve şuuruna  hakim olursa yalan ve hurafelere,  ahmaklık ve iftiralara karşı kin ve nefreti daha da artacaktır.
 İşin gerçeği şudur.
 Bir insan vahiy, ilim akıl ve kainatta bulunan Allah'ın ayetlerine karşı ne kadar imanı artarsa Allah Ve Resulu adına iftira olan hurafelere ve  hurafelerin sahiplerine karşı  o derece kalbinde kin ve düşmanlık ziyadeleşecektir.
 Yani bu ahlaksız imansızlara  karşı duyduğumuz kin ve nefret vahiy ile alakalı bir durumdur.
"Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın ayetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah'ın  yanında gerekse iman edenlerin yanında bu ahlakları  büyük bir nefretle karşılanır. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler"
( Mümin, 35)
Yukarıdaki âyette bulunan ",,,,,,gerekse iman edenlerin yanında bu ahlakları büyük bir nefretle karşılanır" bölümü benim yanımda hazinelerden daha değerlidir.
Bizim bu alçak hurafecilere olan kinimiz Allah'ı ve elçisini dünyalık menfaatlerine âlet etmeleridir.
 Allah ve Resul'üne karşı  yapmış  oldukları hakaretlerdir.
 Yoksa Allah Ve Resulu adına konuşmasalardı, Müslüman olarak geçinmeselerdi, din ve iman adına cahil  halkı aldatmasalardı biz Kur'an ehli  muvahhidlerin  onlara karşı bu kadar kin ve düşmanlık beslememiz gerçekten  mantıksız olurdu.
 Mesela, ben hurafeci mezhepçilere, cemaatlere ve tarikatlara duyduğum kin ve nefreti Yahudi ve Hristiyanlara karşı duymuyorum.
 Çünkü bunlar iman ettiğim dinin milletini   aldatıyorlar.
 Benim ülkemin, yaşadığım vatanın insanını  istismar ediyorlar.
Bile bile dine, imana, Kur'an'a kalleşçe saldırıyorlar.
 Mesela,
 ben Yahudi ve Hristiyan  din adamlarına karşı duyduğum kin ve düşmanlığı ateist ve komünistlere karşı duymuyorum.
Çünkü Yahudi ve Hristiyan din adamları Allah ve elçisi adına insanları aldatıp  sömürüyorlar.
 Peki siyasal islamcılar din satan ve Allah  ile milleti soyan bu namussuzlara karşı niye bir şey yapmıyorlar?
Bu ahlaksızlara karşı siyasal islamcıların sesi niye çıkmıyor?
 Devlet, makam, mevki, saltanat, dünya zevki ve hayatı Allah ve Resul'ünden, din ve imandan, Kur'an ve ahiretten daha mı değerlidir?
Evet siyasal islamcılar
1) Kur'an ve tevhid konusunda korkunç derecede  cahildirler.
Kur'an'sız  müşrik bir toplumun ne kadar tehlikeli olduğunun farkında değiller.
2) Siyasal islamcıların yanında Kur'an dininin dünya saltanatı kadar bir değeri bulunmamaktadır.
Siyasal islamcılar siyaseti konuştuklarının binde birini dine ayırmamaktadırlar.
Siyasal islamcılar Kur'an'ın zerresinden haberleri yoktur.
 Allah'a ve Resul'üne iman eden bir insan sözle bile olsa Allah ve Resul'üne karşı yapılan  hurafelere ve hurafecilere  kayıtsız kalamaz.
Benim Kur'an ehli muvahhid kız ve erkeklere tavsiyem.
Ne olursa olsun, hiç bir zaman tarikat mensubu birisiyle evlenmeyin.
Bu  Kur'an'ın dini için bir yıkımdır.
Yahudi ve Hiristiyanlarla evlenin ama bir  şeyhe ve bir tarikata bağlı olan müşrikle asla yuva kurmayın.
Komünist, ateist ve sosyalistlerle bile evlenin ama bu Ebu cehil ve Ebu lehebten milyon kere milyon daha aşağılık olan müşriklerle bir araya gelmeyin.

6 Kasım 2017 Pazartesi

MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(10.YAZI)
 "Hala Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı" (Nisa, 82)
 Kur'an'ı Mübin her bakımından olduğu gibi hüküm bakımından da  bir bütünlük arz etmektedir.
 İnsanlara emrettiği hükümler hidayet ve  rahmet   bakımından ihtilaf içermez.
  Allah'ın kitabı her bakımdan hiç bir kaynağa ihtiyaç bırakmayacak kadar  emsalsiz bir güzellik ve düzgünlük içindedir.
 Âyetlerinin ihtiva ettiği  hüküm ve gaybi olaylarda da ezelden ebediyete kadar hemen hemen  her şeye temas ettiği halde tüm konuları  muhteşem bir bağlam ve  bütünlük içinde ortaya koymaktadır.
  Yalnızca bunları düşünmek ve tesbit  etmek bile dinin bir beşer ürünü olmaması gerektiğini anlamaya yetecektir.
 Kur'an'dan kopuk mezhepçi yozlaşma uzun yıllar bu topraklarda yaşamış, kendi din, gelenek ve göreneklerini halk arasında bir itikad olarak yerleştirmiştir.
 Dilimizde dahi bunun bir çok örneğini  görmekteyiz.
"Mezhepçi, fırkacı" manasına gelen Kur'an'ın çok sert bir dille kınadığı ve reddettiği batıl inançların ifadesi olan "mezhepçi" kelimesi hakaret olarak kabul edileceğine, sadece Kur'an'a bağlı muvahhid ve hürriyet sevdalılarına  "mezhepsiz"  kelimesi bir  hakaret olarak vurulmaktadır.
Âcil olarak yapılması gereken en önemli mesele,  mezhepler ile Kur'an'ın orta yolunu bulmak değildir.
 Esas yapılması gereken mezheplerin dinde bir sapma ve şirk olduğunun, tamamen uydurma rivayetler üzerine bina edilen mezheplerin dine eşitlenemeyeceğinin  tespit edilmesi ve mezheplerin yok sayılarak bir kenara bırakılmalarıdır.
Kur'an'ın kesin emri budur.
"Ey Resul! Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Hepiniz ona (Kur'an'a) yönelerek Allah'a  karşı gelmekten sakının. Salatı ikame edin,  müşriklerden olmayın. Dinerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka kendilerinde olan(mezhep)  ile böbürlenip kibirlenmektedir"
 (Rum, 30, 31,32)
Dolayısıyla Kur'an'ın dininin tek kaynağı olduğu anlaşıldıktan sonra yapılması gereken, Kur'an'ın açılıp dinin yeni baştan incelenmesi ve doğru olarak bağlam ve bütünlüğü içinde öğrenilmesidir.
 Daha evvel dediğimiz gibi mezhepçi- gelenekçi hurafeciler bu topraklarda uzun yıllar iktidar  oldular onların ictihatlarının çoğu araştırmasız  bir şekilde mutlak gerçekmiş gibi algılanmaya başlandı.
 Gelenekçi-mezhepçi İslamcıların din haline getirdikleri  hurafe ve rivayetlerin birçoğu bu ümmetin inancı  haline dönüştü.
 Bu yüzden ısrarla vurguladığımız gibi aynen Allah Resulünün döneminde olduğu gibi  Kur'an'ı merkeze koyup dinin gerçekten  ne olduğunu Kur'an'dan öğrenmemiz çok önemlidir.
ŞİRKTEN DAHA BÜYÜK BELA YOKTUR,   
TARİKATLAR ŞİRKİN YUVASIDIR   
Bir insan Kuran'a ne kadar yoğunlaşırsa, Kur'an'ın hakikati ona karşı o derece inkişaf edecektir.
"Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza hidayet edeceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah muhsinlerle (muvahhidlerle) beraberdir"
(Ankebut, 69)
Vahiy, hikmet, ilim, tefekkür ve sorgulama bir kişinin hayatına ve şuuruna  hakim olursa yalan ve hurafelere,  ahmaklık ve iftiralara karşı kin ve nefreti daha da artacaktır.
 İşin gerçeği şudur.
 Bir insan vahiy, ilim akıl ve kainatta bulunan Allah'ın ayetlerine karşı ne kadar imanı artarsa Allah Ve Resulu adına iftira olan hurafelere ve  hurafelerin sahiplerine karşı  o derece kalbinde kin ve düşmanlık ziyadeleşecektir.
 Yani bu ahlaksız imansızlara  karşı duyduğumuz kin ve nefret vahiy ile alakalı bir durumdur.
"Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın ayetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah'ın  yanında gerekse iman edenlerin yanında bu ahlakları  büyük bir nefretle karşılanır. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler"
( Mümin, 35)
Yukarıdaki âyette bulunan ",,,,,,gerekse iman edenlerin yanında bu ahlakları büyük bir nefretle karşılanır" bölümü benim yanımda hazinelerden daha değerlidir.
Bizim bu alçak hurafecilere olan kinimiz Allah'ı ve elçisini dünyalık menfaatlerine âlet etmeleridir.
 Allah ve Resul'üne karşı  yapmış  oldukları hakaretlerdir.
 Yoksa Allah Ve Resulu adına konuşmasalardı, Müslüman olarak geçinmeselerdi, din ve iman adına cahil  halkı aldatmasalardı biz Kur'an ehli  muvahhidlerin  onlara karşı bu kadar kin ve düşmanlık beslememiz gerçekten  mantıksız olurdu.
 Mesela, ben hurafeci mezhepçilere, cemaatlere ve tarikatlara duyduğum kin ve nefreti Yahudi ve Hristiyanlara karşı duymuyorum.
 Çünkü bunlar iman ettiğim dinin milletini   aldatıyorlar.
 Benim ülkemin, yaşadığım vatanın insanını  istismar ediyorlar.
Bile bile dine, imana, Kur'an'a kalleşçe saldırıyorlar.
 Mesela,
 ben Yahudi ve Hristiyan  din adamlarına karşı duyduğum kin ve düşmanlığı ateist ve komünistlere karşı duymuyorum.
Çünkü Yahudi ve Hristiyan din adamları Allah ve elçisi adına insanları aldatıp  sömürüyorlar.
 Peki siyasal islamcılar din satan ve Allah  ile milleti soyan bu namussuzlara karşı niye bir şey yapmıyorlar?
Bu ahlaksızlara karşı siyasal islamcıların sesi niye çıkmıyor?
 Devlet, makam, mevki, saltanat, dünya zevki ve hayatı Allah ve Resul'ünden, din ve imandan, Kur'an ve ahiretten daha mı değerlidir?
Evet siyasal islamcılar
1) Kur'an ve tevhid konusunda korkunç derecede  cahildirler.
Kur'an'sız  müşrik bir toplumun ne kadar tehlikeli olduğunun farkında değiller.
2) Siyasal islamcıların yanında Kur'an dininin dünya saltanatı kadar bir değeri bulunmamaktadır.
Siyasal islamcılar siyaseti konuştuklarının binde birini dine ayırmamaktadırlar.
Siyasal islamcılar Kur'an'ın zerresinden haberleri yoktur.
 Allah'a ve Resul'üne iman eden bir insan sözle bile olsa Allah ve Resul'üne karşı yapılan  hurafelere ve hurafecilere  kayıtsız kalamaz.
Benim Kur'an ehli muvahhid kız ve erkeklere tavsiyem.
Ne olursa olsun, hiç bir zaman tarikat mensubu birisiyle evlenmeyin.
Bu  Kur'an'ın dini için bir yıkımdır.
Yahudi ve Hiristiyanlarla evlenin ama bir  şeyhe ve bir tarikata bağlı olan müşrikle asla yuva kurmayın.
Komünist, ateist ve sosyalistlerle bile evlenin ama bu Ebu cehil ve Ebu lehebten milyon kere milyon daha aşağılık olan müşriklerle bir araya gelmeyin.

3 Kasım 2017 Cuma

İNSANLARIN İRADELERİNE KİM HAKİM OLACAK?
(11. YAZI)
Sonuç olarak,
Allah'ın tayin ettiği Elçiye ve Allah tarafından  indirilen  vahye itaat etmek Allah'a itaat etmenin ta kendisidir.
Müşrikler Resule itaat etmiyor "biz ilahlarımız ve evliyamızla  Allah'a yakınlaşmak istiyoruz" diyorlardı.
 Aslında müşrikler  ilahları ve evliyaları vasıtasıyla insanların inançlarını ve mallarını sömürüyorlardı.
Uydurma din aracılığıyla cahil halkı kendilerine kul ediyorlardı.
 Şu anda bizim durumumuzda bundan  pek farklı değildir.
 Yarın ahirette Allah'ın şu sorularına muhatap olmak durumundayız.
"Sen niye bir mezhebe, bir alimin ve şeyhin iradesine ve inancına mahkum oldun?
 Gerçek din insanları  her türlü sömürüden ve istismardan kurtaracak bir ahlaka  sahip olması  gerekir.
Allah tarafından indirilen din yani vahyin  dini, insanları sahtekarlara  kullandıracak niteliklerden uzaktır.
 Eğer bir din Allah'a nisbetlendiriliyor ve bu din yoluyla  insanlar sömürülüyorsa, o din insanları sömürecek niteliğe sahipse bu din Allah'ın dini olamaz.
 Bu din üretilmiş ve uydurulmuş yalancıların   dinidir.
 İnsanların mallarını elinden alan, onları sömüren ve kendileri gibi olanlara  köle yapan din şeytanın dinidir.
 Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de  şöyle buyuruyor.
"Nuh (Aleyhisselam) "Elçilik görevime karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı  verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir" dedi.
( Şuara, 109)
"Hud (Aleyhisselam) "Elçilik görevime karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir" dedi.
( Şuara, 127)
 "Salih (Aleyhisselam) "Elçilik görevime  karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum.  Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir" dedi.
( Şuara, 145)
 "Lut ( Aleyhisselam)" Elçilik görevime karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir" dedi.
( Şuara, 164)
 "Şuayb (Aleyhisselam) "Elçilik görevime karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir" dedi.
( Şuara, 180)
 Ey Elçi! De ki: Ben sizden bir ücret istemişsem,  o sizin olsun. Ücretim yalnız Allah'a aittir. O,  her şeye şahittir" (Sebe, 47)
"Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu elçilere tabi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir"
( Yasin, 21)
"Ey  kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükafatım Ancak Allah'a aittir. Ben iman eden ( fakir ve gariban) kimseleri  kovacak değilim,,,,"
(Hud, 29)
"Ey kavmim! Elçilik görevime karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükafatım, beni yaratandan başkasına ait değildir. Hala aklınızı kullanmıyor musunuz?" (Hud,  51)
MEZHEP TAKLİTÇİLİĞİNİN TEVHİD DİNİNE VERDİĞİ ZARARLAR
(9. YAZI)
 Tevhid sisteminde Kur'an artı mezhepler karışmı bir din asla kabul edilemez.
 Çünkü dinin tek sahibi Allah'tır.
"Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır"
( Zümer, 3)
"Deki: Bana, dini Allah'a has kılarak ona kulluk etmem emrolundu.
Bana Müslümanların(muvahhidlerin)  ilki olmam emrolundu. Deki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım.
 De ki: Ben dinimde İhlas ile Ancak Allah'a kulluk ederim"
( Zümer, 11, 12, 13, 14 )
"Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük ALLAH'IN DİNİNE girmekte olduklarını gördüğün vakit"
 (Nasr, 1,2)
 Dolayısıyla Allah tarafından bize gelen, Allah'ın vahyi olan, dinimizin tek kaynağı  Kur'an'ı Mübin'dir.
Tamamen rivayetlerin üzerine kurulu olan  mezheplerin savunduğu dini yapıda ise Nebi  (Aleyhisselam) adına tarihin en karanlık çağında  uydurulan  rivayetler, 
sahabe'den geldiği varsayılan uygulamalar ve haberler, mezhep imamlarının bunlara dayanan veya kendinden kararları hep beraber karmakarışık anonim  bir komisyon dini oluşmuştur.
 Kuran'ı Mübin'i  dinin tek kaynağı kabul eden şuurlu  bir muvahhit için Kur'an'ın ortaya koyduğu din ile mezheplerin dini arasında ortak bir yol bulma şeklinde belalı  bir yöntem  düşünülemez. 
Sağlıklı yöntem yalnızca Kur'an'ın din olduğunu anlayıp, dini  yalnız ve yalnız Kur'an ekseninde anlama olmalıdır.
 Kur'an'ın bir hükmünün nasıl  anlaşılacağı ile ilgili bir anlaşmazlık olursa, çözüm Kur'an ehli muvahhidlerin görüşlerinin ortaya konması, Kur'an'ın kendi bağlam ve bütünlüğü  içinde anlaşılması ile  olacaktır.
",,,,,Eğer bilmiyorsanız zikir ( Kur'an) ehlinden sorunuz"
(Enbiya, 7)
 Yoksa halkın, her konuda tek bir kişinin veya taklitçi ekölün  tüm içtihatlarını sorgulamadan Allah tarafından gelmiş vahiy  gibi benimsemesi hiçbir zaman akıllı  bir çözüm yolu değildir.
 Bir kişi bir konuda haklı iken, diğeri başka bir konuda haklı olabilir.
 Ayrıca önceden bir yorumu benimseyen kişi sonradan fikrini değiştirebilir.

1 Kasım 2017 Çarşamba

VAHİY, NEBİ VE  RESÜL SİSTEMİNDE YENİ KEŞİFLER:
(2.YAZI)
"NEZİR"
Nezir kavramının Allah (celle Celéluhu) için kullanıldığı ayetler.
"Apaçık kitab'a andolsun ki, biz onu (Ku'ran'ı) mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz uyarıcıyız" (Duhan, 2,3)
" Biz, yakın bir azap  ile size uyardık,,,
(Nebe,40)
Nezir kavramının Allah'ın  Elçileri için kullanıldığı ayetler.
"Yerine göre müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçiler gönderdik ki insanların elçilerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah İzzet ve hikmet sahibidir"
(Nisa, 165)
"Kendilerine azabın geleceği, bu yüzden zalimlerin: Ey Rabb'imiz!
 Yakın bir müddete kadar  bize süre ver de senin davetine uyalım ve  elçilere tâbi olalım" diyecekleri gün hakkında insanları uyar"
( İbrahim, 44)
Vahyin  uyarıcı olarak kullandığı ayetler.
"Biz ona (elçiye)  şiir öğretmedik.  zaten ona yaraşacak bir şey de değildir. Onun söyledikleri ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kuran'dır.
 Diri olanları uyyarsın ve kafirler cezayı hak desinler diye"
( Yasin, 69-70)
 Elçilerin sadece vahiy ile uyarıcı olduğunu ortaya koyan ayetler.
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı  duymazlar"
( Enbiya, 45 )
"Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la  öğüt ver"
( Kaf, 45 )
"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından  korkanları (o güne iman edenleri )Kur'an ile Uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, belki kendilerini korurlar" ( Enam, 51)
 "Rablerini  inkâr edenler için cehennem azabı vardır. O, ne kötü dönüştür.
 Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu  işitirler. Neredeyse  cehennem öfkesinden çatlayacak!
 Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara:
Size,(bu azap ile)  korkutucu  bir elçi gelmemiş miydi? diye sorarlar.
Onlar şöyle cevap verirler.
Evet, doğrusu bize, (bu azap ile) korkutan bir elçi gelmişti, fakat biz onu yalan saymış ve Allah'ın  bir şey gönderdiği yok,  siz olsa olsa büyük bir  sapıklık içindesiniz demiştik.
 Ve şayet  kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık şimdi şu alevli cehennemin mahkumları arasında olmazdık! diye ilave ederler. Böylece günahlarını itiraf ederler. Artık Allah'ın rahmetinden uzak olsun, o alevli cehennemi mahkumları"
(Mülk, 6, 7, 8, 9, 10, 11)
VAHİY, NEBİ VE RESÜL SİSTEMİNDE YENİ KEŞİFLER:
(3.YAZI)
Arkadaşlar!
Vahiy, Nebi ve Resul sisteminin arasında bulunan farkları araştırmamızın ve ortaya çıkarmamızın  asıl sebebi:
Dinin Allah tarafından indirildiği, Resul'ün dilinden hayata  aktarıldığı, sadece Allah tarafından indirilen ve Allah Resulü tarafından tebliğ edilen dinin gerçek olduğu, Allah Resulü'nün Emevi Abbasi uydurmaları olan tüm hadislerden münezzeh ve müberra olduğunu ortaya koymak içindir.
 Allah Resulü gibi diğer elçilerinde  değerlerini vahiy'den aldıklarını göstermek içindir.
 İslam dininin hadislerle hiç bir şekilde ilişkisi yoktur.
Hadislerin hepsi şirktir, küfürdür.
Çünkü hadisler  uydurma dinin taşıyıcısı olmuşlardır
  Dolayısıyla bu hakikat ortaya çıkınca hadisler, mezhepler, tarikatlar, cemaatler, fırkalar ve  hiziplerin yalan oldukları,  dinde bir hükümlerinin olmadığı ortaya çıkacaktır.
 Uydurma dinin örümcek yuvasından daha çürük olduğu öğrenilecek ve Kur'an'a dönüş sağlanacaktır
"HAK"
HAK kavramının Allah (cc) için kullanıldığı âyetler.
"Çünkü Allah hakkın ta kendisidir. O'dan başka taptıkları ise hiç şüphesiz batıldır. Gerçekten Allah çok yüce, şanı çok büyüktür"
(Lokman, 30)
"İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan ayrıldıktan sonra sapıklıktan başka bir şey kalır mı? O halde nasıl şirke döndürülüyörsunuz"
(Yunus, 32)
HAK kavramının Kur'an için kullanıldığı âyetler.
"Doğrusu biz seni hak (Kur'an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin"
(Bakara, 119)
"Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde sakın şüphe edenlerden olmayasın"
(Bakara, 147)
"Kafirlere azabın sebebi, Allah'ın kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır.( Buna rağmen farklı yorum yapıp manasını bozarak)  kitapta ayrılığa  düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"
(Bakara, 176)
HAK kavramının Resul(Elçi)  için kullanıldığı âyetler.
"İman  etmelerinden,  Resul'ün hak olduğuna şehadet getirmelerinden ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkarcılara sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez"
(Âli İmran, 86)
" Ey insanlar!  Rasul size rabbinizden gerçeği getirdi (bunda şüphe yoktur), şu halde kendi lehinize olarak ona iman edin.
Eğer inkar ederseniz, göklerde ve yerde ne varsa şüphesiz hepsi Allah'ındır.( O'nun sizin imanınıza ihtiyacı yoktur) Allah geniş İlim ve hikmet sahibidir"
(Nisa, 170)
Âyetlerde açık olarak "Allah, hak, hidayet, Resul, vahiy, doğru yol" hepsi birbirinin içine girmiş hakikati ve doğru yolun Allah tarafından elçinin mübarek lisanıyla hayata aktarıldığı ortaya konuluyor.
 Yani Allah Resulü'nün Emevi- Abbasi uydurma  rivayetleriyle  hiçbir alakası yoktur.
 Allah Resulü'nün hadislerle hiçbir ilişkisi olamaz.
 Kur'an yüzlerce ayette bunu açık olarak ortaya koymaktadır, onu anlatmaya çalışıyoruz.
Allah Elçilerinin misyonu indirilen  vahiy ile ilgilidir.
 Elçileri asla vahiy'den bağımsız olarak görmeyin.
Hadisleri unutun, yok farzedin, inkar edin.
Hadisleri tümden inkar etmeyen Kur'an'a iman etmiş olamaz.