26 Şubat 2018 Pazartesi

KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(11. YAZI) 
"Allah'a itaat edin, Resul'e de itaat edin ve (şirkten) sakının. Eğer  yüz çevirirseniz bilin  ki Resul'ümüzün vazifesi apaçık (vahyi) tebliğ etmekten ibarettir"
( Maide, 92)
 Allah'ın elçileri sadece Allah tarafından indirilen vahyi tebliğ etmek, onu duyurmak, okumak ve ilan etmekle yükümlüdürler.
 Allah elçilerinin bundan  başka hiç  bir görevleri yoktur.
 Ancak indirilen vahyi  mükemmel bir şekilde dile getirmekte, örnek olmakta, ona uymakta onu yaşamakta ve kavimlerine yalnız onu tebliğ etmektedirler. 
"De ki: Bana, dini Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk etmem emrolundu.
  Bana Müslümanların (muvahhidlerin) ilki olmam emrolundu.
 "De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından Korkarım.
" De ki: Ben dinimde İhlas ile Ancak Allah'a kulluk ederim"
( Zümer, 11- 12- 13-14)
 Dinde İhlas ile Kulluk etmek ancak  Allah tarafından indirilen vahye  tabi olmakla mümkündür.
 Yani din ve  hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kaynağa göre hareket etmek kesinlikle şirk  olacaktır.
 Dolayısıyla Ehli sünnet ve Şia'nın mezhepleri şirkin tam merkezinde yer alıyorlar.
"Resule düşen (vazife) ancak (vahyi) duyurmadır. Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir"
( Maide, 99)
 Şu gerçeği her müslüman idrak etmek zorundadır.
 Allah Resulü'nden asırlar sonra onun adına iftira edilen hadisler onu asla temsil etmezler.
 Allah Resulü'nü tek temsil eden şey Kur'an'ı Mübin'dir.
 Bu gerçek Kur'an'da en açık bir şekilde ortaya konmuştur.
 Bu gerçeği anlamayan mürekkep yalamışlar aslında  kör ve ahmak cahillerdir.
 Bunlar isterlerse ilâh ve Rab olarak yüceltilen  müctehid âlim ve  mezhep imamları olsunlar değişmez.
 "Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Resul'e  gelin" denildiği vakit, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (din) bize yeter" derler.
 Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?
( Maide ,104)
 Âyette "Allah'ın indirdiğine ve Resul'e  gelin" denilmesinin sebebi:  Vahyin Elçin'in dilinde hayat bulduğu içindir.
 Bundan dolayı bütün davet ve çağrılar "Allah, indirilen vahiy ve gönderilen Resül" kavramı kullanılarak yapılır.
 Çünkü "Resül" vahyi okuyan, onu tebliğ eden,  insanlara onu duyuran ve onu  ilan eden kişidir.  Resul (Elçi) olmazsa vahiy, din, iman, tevhid diye bir şey olmaz.
 Allah tarafından indirilen vahyin insanlara ulaştırılmasında   bundan daha ideal bir yol yoktur.
 İşte bu yüzden Kur'an'da elçilerin üzerinde çok durulmuş ve Kur'an'ın dörtte biri onların hayatlarını anlatmaya  ayrılmıştır.
DİN UYDURMA OLUNCA, HER AHMAKLIK NORMAL OLUR.
"Onlara biz zulmetmedik fakat onlar kendilerine zulmettiler.
Rabb'inin cezalandırma emri geldiği an, Allah ile beraber taptıkları ilahları onlara hiçbir yarar sağlayamadı. İlahları mahvolmalarından başka bir işe  yaramadı"
(Hud, 101)
Allah tarafından indirilen hikmet ve akıl dini devre dışı bırakılınca her türlü  akılsızlık ve ahmaklık din telakki edilir.
Ve bu dinin müşterileri arasında Prof, General, iş adamı, bürokrat,
 doktor, mühendis, öğretmen, hatta bakan ve başbakanlar dahi bulunabilir.
Bu uydurma şeytan dini  insanları o kadar ahmak ve cahil yapar ki, ben demiyorum, Kur'an öyle diyor.
" Yol ve gidişçe hayvanlardan daha aşağı bir duruma sokar"
(Furkan, 44)
Akıl ve mantık, İlim ve hikmetten uzaklaşan biri  en absürt inançlar uğruna mucadele eder, savaşır, cinayet işler,
 büyük bir zevkle vahşet çıkarır, kaos ortamı yaratır,  katliam yapar.
Bütün bunları ancak uydurma dinin mensupları yapabilir.
Uydurma dinden başka hiçbir şey  böyle bir vahşeti  gerçekleştiremez.
Hristiyan ve Yahudilerin yaptıkları katliamlar da uydurma dinden kaynaklanıyor.
Her akıllı  insan şunu anlamak zorundadır.
Kur'an'ı Mübin'e göre
 Şiilik, Sünnilik, Hristiyanlık ve Yahudilik arasında hiçbir fark yoktur.
Hatta kaynakları itibariyle  Şiilik ve sünnilik, Yahudilik ve Hristiyanlıktan daha bozuk ve Kur'an düşmanı iki dindir.
Eğer Şiilik ve sünnilik daha bozuk olmasalardı, müntesipleri olan muhaddis ve müctehitleri Kur'an'a aykırı  şu inançlara sahip olmaz ve şu ictihatları vermezlerdi.
"Kiyamete yakın Mehdi zuhur edecek, İsa(as) yeryüzüne inecek,  dinden dönen öldürülecek, kabir azabı vardır, ölülere Kur'an okunur,  âhirette Allah'ın şefaat ve merhametinden başka şefaat ve merhametin varlığı haktır, namaz kılmayan öldürülür, zina eden dul ve evliler recmedilecek,
 oruç keffareti vardır, sineğin bir  kanadında zehir diğerinde panzehir bulunur, siyah köpeklerin öldürülmesi sünnettir, karga ve güvercinin fasıktır,
kertenkeleyi bir vuruşta öldürene yüz sevap vardır"
Kur'an'ın ifadesiyle ",,,,Hak olan yani Allah tarafından indirilen vahiy olmayınca sapıklıktan başka bir şey kalmıyor"
(Yunus, 32)
Bu uydurma iblis dini adamı son derece  ahmak  ve cahil yapmasaydı
kapısına her gün binlerce kişinin gidip şefaat dilendiği   Adıyaman şeyhi
 "Allah'a göstermeden  kibrit kutusunun içinde müritlerimizi cennete götürüp bırakacağız" diyerek Kur'an ve tevhid  dini ile alay edebilir  miydi?
Veya ülkenin en büyük tarikatınn şeyhi olan cübbeli
"Yarın ahirette azap melekleri birini alıp cehenneme götürürken  ben Nakşibendi tarikatının Halidi kolundanım derse onu derhal serbest bırakırlar" diyerek Kur'an'ı tümden inkar edebilir miydi?
Veya
"Ete kemiğe büründüm Mahmut diye göründüm" diyerek,
şeyhini Allah'ın yerine koyma  dinsizliğini ilan edebilir miydi?
Veya "Azrail (as) bizim efendi hazretlerine geldi, efendi hazretleri Azrail'e "git ben şimdi gelmek istemiyorum"
hezeyanını savurabilir miydi?
 Cübbeli'nin müridi
 "Bir evliyanın huzurunda huşu ile  bir an bulunmak bin yıl makbul olmuş  ibadetten üstündür"
imansızlığını açıkça  sergileyebilir miydi?
Cübbeli'nin başka bir müridi olan  Bayram Ali Özttürk
"Muhammed eşittir Allah" alçaklığına cesaret edebilir miydi?
Ebu Bekir sifil adındaki akademisyen
"Buhari yer göktür, gök yerdir derse, artık benim için yer gök, gök yerdir" diyebilir miydi?
İhsan Şenocak "Buhari çökerse İslam çöker" diyebilir miydi?
Cevat Akşit "Kadınları da  sünnet ettirmenin peşine düşer miydi?
F Gülen ve Nihat Hatipoğlu "Kur'an müslümanlığının sapıklık olduğunu söyleyebilir miydi?
Tuğrul İnançer "Devletin resmi kanalında  Muhammed'e kul olunmadan Allah'a kul olunmaz" diyebilir miydi?
Nurettin Yıldız "Evlilikte yaş haddi yoktur, çocuklar arası evlilik caizdir" sapıklığını açık olarak ortaya koyabilir miydi?
Sonuç olarak:
Başımıza gelen bütün felaketlerin müsebbibi Emevi-Abbasi-Osmanlı-Suudi Arabistan-Diyanet işleri Başkanlığı,
 Nurculuk, Süleymancılık ve Tarikatların uydurma Ehli sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki hurafe  dinin rivayet ve ictihatlarından başka bir şey değildir.
Dolayısıyla Şia ve Ehli sünnet dininin kaynaklarındaki rivayetler ve içtihatların hepsi yalandır.
Kaynaklar yalan, iftira ve cehalet olunca ortaya sapıklıktan başka hiçbir şey çıkmayacaktır.
Ya vahyin hidayeti olacak veya yalan ve sapıklığın karanlığı  ebedi olarak devam edecektir.
Allah Resulü'nden  günümüze kadar uydurma dinin ilahları ve rableri şu şekilde özetlenebilir. Muaviye, Yezid, Haccac bin Yusuf, Mervan,   Ahmet Bin Hanbel,
 Muhammed Bin İdris (İmamı Şafii), İmamı Muhammed, İmam Ebu Yusuf,  Malik Bin Enes(  İmamı Malik) Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace,
 Nesai, Küleyni, Hallacı Mansur,  Nakşibend, Hâlidi Bağdadi,
 Şemsi Tebrizi, Celaleddini Rumi, Muhyiddin'i Arabi, Beyazıti Bestami, Said Nursi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Abdülkerim el Cili, Zahid Kotku, Esad Coşan,
 GÜNÜMÜZDEKİ TAKİPÇİLERİ:
F Gülen, Ebu Hanzala, Haydar Baş,  Ramazan Ayvalı, Osman Ünlü, İskender Evrenosoğlu,
Ömer Döngeloğlu,
Mustafa Karataş, Fatih Çıtlak, Cemal Nur Sargut, Necmettin Nursaçan, Alparslan Kuytul, Ubeydullah Aslan,
 Yusuf Kavaklı, Vehbi Güler.
(NOT, Ehli Sünnet mezheplerine göre bir çocuk ana rahminde iki, dört, yedi yıl bile kaldıktan sonra sağlıklı olarak  doğabilir)
İnanmazsanız fıkıh kitaplarından açıp bakabilirsiniz.
KUR'AN'IN "RESÜL" ANLAMINDA KULLANILDIĞI ÂYETLER
(12.YAZI)
"Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'üne itaat edin, işittiğiniz halde 'ONDAN' yüz çevirmeyin"
( Enfal, 20)
 Yukarıdaki âyette bulunan "Resulehu" "O'nun elçisi"  Elçi olan Muhammed (Aleyhisselam) olabileceği gibi "kitab Resul" olan Kur'an'ın olması da uygundur.
 Çünkü "Beşer Resul" fânidir, ölümlüdür, hayatı belli bir zaman ve coğrafya ile  kayıt altına alınmıştır.
 Vefat edinceye kadar canlı Kur'an "Beşer" olan Resul'dür.
 Vefat ettikten sonra artık "Kitap" olan  "Resul" devreye girecektir.
 "Kitap Resul"ün  hayatı ve tebliğ  faaliyeti kıyamet gününe kadar sürecek olan Allah'ın evrensel mesajıdır.
 "Kitab Resul'ün" hayatı zaman ile sınırlı değildir, bir coğrafyada zorunlu olarak ikamete  mahkum edilemez.
 "Beşer Resul" dünyanın bütün coğrafyalarına, şehirlerine, köy ve kasabalarına, dağ ve ovalarına,  televizyon ve bilgisayarlarına, zihin ve akıllarına, beyin ve gönüllerine  sirayet edecek kadar geniş ve külli  bir potansiyele sahiptir.
 Kısacası  "kitap Resul'ün" ulaşamayacağı  hiçbir yer yoktur.
 Hiç kimse "kitap Resul'ün" maddi olarak önüne bir engel koyamaz.
 Fakat  Şia ve Ehli Sünnet'in sözde âlimleri rivayet ve ictihadlarıyla vahyin  manasını bozarak  önüne  birçok barikatlar ve engeller koymuşlardır.
 Bu âyette dikkatimizi çeken ikinci bir husus  şudur.
 Âyette "Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'üne itaat edin" denildiği halde, devamında 'O'NDAN' yüz çevirmeyin" denildi.
 Halbuki doğrusu "Onlardan yüz çevirmeyin" olması  gerekirdi.
 Fakat burada "Resul" (Elçi) tamamen  Allah'ı temsil ettiğinden,
'ONDAN' yüz çevirme Allah'tan yüz çevirme olacağı için böyle buyrulmuştur.
 Yoksa Kur'an'ı Mübin'de  böyle ince ve hassas  bir sistem kurulmasaydı âyette kesinlikle  bir gramer  hatası olacaktı.
 Yani aslında "O ikisinden (Allah ve Resulü)  yüz çevirmeyin olması gerekirdi"
Âyetlerde bulunan "Resul" kavramı her şeyi değiştiriyor.
 "Ey iman edenler!  Hayat verecek şeylere sizi 'ÇAĞIRDIĞI' zaman, Allah ve Resulü'ne uyun.
Ve bilin ki,  Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun  huzurunda toplanacaksınız"
(Enfal, 24)
  Yukarıdaki âyette de  geçen "Resul" kavramı "kitab Resul" hakkındadır.
 Çünkü "Beşer Resul"ün  hayatı fâni,  "kitap Resul" ise kıyamet gününe kadar dâvetine icabet edenlere hayat vermeye devam edecektir.
Âyetlerde iman edenlerin  Allah ile beraber "Resul'e" (Elçi'ye) de  davet edilmesinin sebebi şudur.
 Allah duyularla algılanan somut  bir varlık olmadığındandır.
 Yani akıl ve tefekkür ile insanın iradesine sığacak bir varlık olmadığından dolayı "Resul" (Elçi) ye de davet yapılmıştır. İnsanları Allah'ın hidayet yoluna ulaştıran tek şey Resul'dür.
 Allah'ın hidayeti onunla birlikte inmiştir.
Kitap Resul ile Beşer Resul'den bağımsız olarak hiç kimse hidayet bulamaz.
Dolayısıyla somut olan "Resul'ün" (Elçin'in) davetine icabet duyularla  kavranamayan Allah'a itaat olacaktır.
 Çünkü "Allah hiç kimseye benzemez"
( Şura, 11)
 İnsanlar sadece Allah'a itaat etmeye  dâvet edilselerdi ne yapacaklarının  bilincine sahip olmazlardı.
 Fakat önlerinde emir ve yasakları, amel ve  ahlak kuralları somut olan bir "Resul" (Elçi) olunca her şey yoluna girmekte, su akarını bulmaktadır.
Enfal 24 te de aynen 21.âyet gibi ilginç bir sistem kurulmuştur.
 Şöyle ki, âyette "Ey  iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi 'ÇAĞIRDIĞI' zaman, Allah ve Resulü'ne uyun. Ve  bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer,,,,"
 Yani âyette "Allah" ve "Resul" kavramları geçtiği halde "sizi çağırdıkları zaman" değil,  "sizi 'ÇAĞIRDIĞI' zaman" buyrulmuştur.
 Çünkü "Resul" ( Elçi) Allah'ı temsil etmektedir. Yani Elçin'in davetine icabet Allah'a icabet olacaktır.

25 Şubat 2018 Pazar

CÜBBELİ AHMET
  13. 01.2018 Cumartesi gecesi saat 11.30 da Lalegül TV'ye rast geldim, Cübbeli Ahmet elinde  bir kağıt sallıyor ve diyor ki,
"Bu kağıtta Allah Resulü'nün soy ağacı mevcuttur, bu kağıdı kim muska yapıp üstünde taşırsa her türlü hastalık ve belalardan kurtularak, Allah Resul'ünün şefaatine nail olacaktır"
 Bu arada ben Rahmân ve Rahim olan  Allah'ın ne kadar sonsuz bir sabra sahip olduğunu düşündüm.
Adam, Allah'ı, dini, imanı, Kur'an'ı, Allah Resulü'nü beş para etmez dünya  metaına alet ederek mal topluyor.
 Milyonlarca insanı Allah ile  aldatarak onların mallarına el koyuyor.
 Dini kullanarak cahil insanları sömürüyor.
 Allah Resulü adına insanları soyuyor.
 Buna rağmen Allah ona en konforlu ve lüks bir hayat yaşatıyor.
 Milyonlarca  insanı Allah'ın yolundan alıkoymak suretiyle  şeytanın yoluna kanalize etmesine fırsat veriyor.
 Ben  bunları düşünürken aklıma Hz. Musa (as)ın Firavun hakkında Allah'a yapmış olduğu bir şikayet geldi.
"Musa dedi ki: Ey Rabb'imiz!
 Gerçekten sen Firavun ve kavmine dünya hayatında ziynet ve nice mallar verdin. Ey  Rabbimiz! (onlara bu nimetleri) insanları senin yolundan saptırsınlar ve elem verici azabı görünce kadar iman etmesinler diye mi (verdin)? Ey Rabb'imiz! Onların mallarını yok et,   kalplerine sıkıntı ver ki
(onlar iman etmezler)
(Allah) İkinizin de (Musa ve Harun) duası kabul olunmuştur. O  halde siz (tevhid üzerinde) istikamet sahibi olun ve sakın Allah'ı bilmezlerin  yoluna tabi olmayın"
 (Yunus, 88-89)
 Dolayısıyla esas hayat ve gerçek yaşantı ahirette olduğu için tevhid akidesi ve güzel ahlak üzerinde  dosdoğru bir hayat geçirmek gerekir.
 Önemli olan budur.
 Dünya zevk ve sefasına aşırı bir şekilde  takılmamak gerekir.
 Allah tarafından bize bahşedilen tevhid akidesi, güzel ahlak, huzur ve güven bize yeter de artar bile.
 Dünya malı, yaşantısı, zevk ve sefası müşriklerin olsun bize sade yaşantı ve huzurlu bir hayat yeterli olacaktır.
"Onlara de ki: Dünya metaı önemsizdir, sorumluluk bilincine sahip olanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl  kadar haksızlık edilmez"
( Nisa, 77)
Cübbeli Ahmet gibi hurafeciler  bize çok gereklidir.
Çünkü cübbeli Ahmet gibi hurafeciler olmazsa tevhid dininin ne kadar temiz, saf ve mukemmel olduğunun farkında olmayız.
En önemlisi uydurma dinin ne kadar hurafe, ahmaklık,  yalan, iftira ve cehalet dolu  olduğunu anlayamayız.
Yani anlayacağınız şu geçici  dünya hayatında şeytan dahil hiçbir şey boşuna yaratılmış değildir.
MESELA:
Şu müthiş  gerçeği cübbeli Ahmet'ten başka kim söyleyebilir?
Bir Tarikat şeyhine cevaben,
"Tarikatlarda yeşil bir sarık sarın, bir kaç kişi tarafından  size efendi hazretleri densin, beş on kişiyi parayla satın alın, arkasında bin-iki bin kişi bedava gelir"
Yani şimdi siz bir sene düşünseniz böyle dört dörtlük bir hakikat aklınıza gelir mi?
DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN'DAN BAŞKA HİÇBİR KAYNAK YOKTUR.
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de  şöyle buyuruyor.
 "De ki: Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size  kitabı apaçık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüphe edicilerden  olmayasın"
( Enam, 114)
"Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O  işitendir, bilendir"
( En'am, 115)
Allah en doğrusunu bilir.
 Yukarıdaki ayette geçen doğruluk "Sıdk" "güzel ahlak ve ibadetler"
 "Adlen" "adalet" kavramından maksadın da "tevhid" olma ihtimali kuvvetlidir.
 Çünkü şirk en büyük zulüm (Lokman, 13) olunca, "tevhid" " en büyük adalet" olacaktır.
 Âli İmran suresi  18. ayette bulunan "kıst" "adalet" kavramı da "tevhid" anlamına gelmektedir.
Âyet şöyledir.
"Allah, adaleti (Tevhid'i) ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilah yoktur"
 Benim Kur'an'ı Mübin'den anladığıma göre iman ve itikatta en büyük adalet "tevhid akidesi"dir. 
Yani dinleri birbirinden ayıran tek şey "tevhid akidesi" onları birbirine eşitleyen tek şey ise "şirktir"
 Şirk istisnasız bütün dinleri eşit hale getirir.
Dolayısıyla  insanların kendilerini "Yahudi, Hristiyan, Ehli sünnet, ve Müslüman" olarak adlandırmalarının Allah katında hiçbir değeri yoktur.
 Tevhid varsa yani din sadece Allah'a özel kalınmışsa, inanç ve itikad saf ve katışıksız ise o din İslam dinidir.
 Kur'an'da geçen bütün "İslam" kavramları ve türevleri istisnasız "saf tevhid akidesi" anlamında kullanmıştır.
 MESELA:
 "Ey iman edenler! Allah'tan O'na yaraşır şekilde korkun ve  ancak "Müslimün" "müslümanlar" olarak can verin"
( Âli İmran, 102)
 Yani Allah'ın huzuruna sakın şirk günahıyla çıkmayın.
 Çünkü "Allah şirki asla bağışlamaz, ondan başka bütün  günahları bağışlar"
( Nisa- 48, 116)
 MESELA:
Yusuf (as) Allah'a şöyle yalvarıyor.
",,,Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim tek sahibimsin. Beni "müslimen" "Müslüman" olarak vefat ettir ve beni salihler arasına kat"
( Yusuf,101)
  MESELA:
"Kim,  İslam'dan başka bir din "gayrel islémi dinen" peşinde koşarsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla  kabul edilmeyecek ve ahirette ziyan edenlerden olacaktır"
( Âli İmran, 85 )
Yukarıdaki âyette geçen "İslam'dan başka" "bütün elçilere indirilen tevhid akidesi İslam dininden" başka demektir.
 İşte "dinler arası" diyalogçu cahillerin yanıldıkları nokta burada yatıyor.
 Allah tarafından sadece İslam(Tevhid) dini inmiştir.
 Bütün elçilere tek bir dinin  ilkeleri nazil olmuştur. 
"Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik diye bir din ve mezhep yoktur.
 İŞTE ÂYET
 "Dini (tevhid, İslam) ayakta tutun ve onda ayrılığa (mezhep, fırka, Şia)  düşmeyin, diye Nuh'a emrettiğini,
sana (ey Muhammed) vahyettiğimizi,  İbrahim'e Musa'ya ve İsa'ya emrettiğimizi Allah size de din kldı.
Fakat kendilerini çağırdığın bu (Tevhid dini) müşriklere çok zor gelir. Allah dilediğini kendisine elçi  seçer ve kendisine yönelen  kimseyi de hidayete ulaştırır"
(Şura, 13)
 Dolayısıyla "İslam" kavramı aynen "Hanif" kavramı gibi "saf, katışıksız, tevhid akidesini ortaya koymak için kullanılmıştır.
 MESELA:
"De ki:
Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, "hanifen"
"Allah'ı birleyen" İbrahim'in dinine iletti.O hiçbir zaman müşriklerden olmadı.
" De ki: Şüphesiz benim salatım,  bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi içindir.
O'nun ortağı yoktur.  Bana sadece bu emrolundu ve ben "evvelel müslimin" müslümanların(muvahhidlerin) ilkiyim"
( Enam, 161- 162)

24 Şubat 2018 Cumartesi

DİN VE HÜKÜM OLARAK KUR'AN'DAN BAŞKA HİÇBİR KAYNAK YOKTUR.
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de  şöyle buyuruyor.
 "De ki: Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size  kitabı apaçık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüphe edicilerden  olmayasın"
( Enam, 114)
"Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O  işitendir, bilendir"
( En'am, 115)
Allah en doğrusunu bilir.
 Yukarıdaki ayette geçen doğruluk "Sıdk" "güzel ahlak ve ibadetler"
 "Adlen" "adalet" kavramından maksadın da "tevhid" olma ihtimali kuvvetlidir.
 Çünkü şirk en büyük zulüm (Lokman, 13) olunca, "tevhid" " en büyük adalet" olacaktır.
 Âli İmran suresi  18. ayette bulunan "kıst" "adalet" kavramı da "tevhid" anlamına gelmektedir.
Âyet şöyledir.
"Allah, adaleti (Tevhid'i) ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilah yoktur"
 Benim Kur'an'ı Mübin'den anladığıma göre iman ve itikatta en büyük adalet "tevhid akidesi"dir. 
Yani dinleri birbirinden ayıran tek şey "tevhid akidesi" onları birbirine eşitleyen tek şey ise "şirktir"
 Şirk istisnasız bütün dinleri eşit hale getirir.
Dolayısıyla  insanların kendilerini "Yahudi, Hristiyan, Ehli sünnet, ve Müslüman" olarak adlandırmalarının Allah katında hiçbir değeri yoktur.
 Tevhid varsa yani din sadece Allah'a özel kalınmışsa, inanç ve itikad saf ve katışıksız ise o din İslam dinidir.
 Kur'an'da geçen bütün "İslam" kavramları ve türevleri istisnasız "saf tevhid akidesi" anlamında kullanmıştır.
 MESELA:
 "Ey iman edenler! Allah'tan O'na yaraşır şekilde korkun ve  ancak "Müslimün" "müslümanlar" olarak can verin"
( Âli İmran, 102)
 Yani Allah'ın huzuruna sakın şirk günahıyla çıkmayın.
 Çünkü "Allah şirki asla bağışlamaz, ondan başka bütün  günahları bağışlar"
( Nisa- 48, 116)
 MESELA:
Yusuf (as) Allah'a şöyle yalvarıyor.
",,,Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim tek sahibimsin. Beni "müslimen" "Müslüman" olarak vefat ettir ve beni salihler arasına kat"
( Yusuf,101)
  MESELA:
"Kim,  İslam'dan başka bir din "gayrel islémi dinen" peşinde koşarsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla  kabul edilmeyecek ve ahirette ziyan edenlerden olacaktır"
( Âli İmran, 85 )
Yukarıdaki âyette geçen "İslam'dan başka" "bütün elçilere indirilen tevhid akidesi İslam dininden" başka demektir.
 İşte "dinler arası" diyalogçu cahillerin yanıldıkları nokta burada yatıyor.
 Allah tarafından sadece İslam(Tevhid) dini inmiştir.
 Bütün elçilere tek bir dinin  ilkeleri nazil olmuştur. 
"Yahudilik, Hıristiyanlık, Şiilik ve Sünnilik diye bir din ve mezhep yoktur.
 İŞTE ÂYET
 "Dini (tevhid, İslam) ayakta tutun ve onda ayrılığa (mezhep, fırka, Şia)  düşmeyin, diye Nuh'a emrettiğini,
sana (ey Muhammed) vahyettiğimizi,  İbrahim'e Musa'ya ve İsa'ya emrettiğimizi Allah size de din kldı.
Fakat kendilerini çağırdığın bu (Tevhid dini) müşriklere çok zor gelir. Allah dilediğini kendisine elçi  seçer ve kendisine yönelen  kimseyi de hidayete ulaştırır"
(Şura, 13)
 Dolayısıyla "İslam" kavramı aynen "Hanif" kavramı gibi "saf, katışıksız, tevhid akidesini ortaya koymak için kullanılmıştır.
 MESELA:
"De ki:
Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, "hanifen"
"Allah'ı birleyen" İbrahim'in dinine iletti.O hiçbir zaman müşriklerden olmadı.
" De ki: Şüphesiz benim salatım,  bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi içindir.
O'nun ortağı yoktur.  Bana sadece bu emrolundu ve ben "evvelel müslimin" müslümanların(muvahhidlerin) ilkiyim"
( Enam, 161- 162)
KUR'AN'IN ALLAH'TAN İNDİRİLDİĞİNİN DELİLLERİ
(4.YAZI)
Kur'an'ın Allah elçilerinden sonra en çok andığı  ve övgüyle söz ettiği kimseler din ve hüküm olarak vahiyi tek kaynak kabul eden muvahhidlerdir.
 Rahmân ve rahîm olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen (Muvahhid) kimse (onun hakikatini )örten kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak aklını kullananlar anlar"
 (Ra'd, 19)
 (Onun hakikatinin üstünü  örten) kafirler diyorlar ki:
 Ona Rabbinden bir delil indirilmeli değil miydi?   De ki: Kuşkusuz Allah dileyen kimseyi saptırır, kendisine yönelen kimseyi de hidayete erdirir"
(Ra'd, 27)
 (Bu hidayete erenler) iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikri olan Kur'an'la huzura erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ın zikri olan (Kur'an'la) huzur bulur"
(Ra'd, 28)
 "Kendilerine  kitap verdiğimiz (Muvahhid) kimseler, sana indirilen Kur'an'a sevinirler. Fakat (Kur'an aleyhinde birleşen) gruplardan onun bir kısmını İnkar den de vardır.
 De ki: "Bana, sadece Allah'a kulluk etmem emrolundu. Ben yalnız O'na davet ediyorum ve dönüş de yalnız O'nadır"
(Ra'd, 36)
 Yukarıdaki ayette bulunan ",,,,Fakat (Kur'an aleyhinde birleşen) gruplardan onun bir kısmını inkar eden de vardır.
 De ki: Bana sadece Allah'a kulluk etmem emrolundu. Ben yalnız ona çağırıyorum ve dönüş yalnız O'nadır"
 bölümü,
 Şia ve Ehli sünnet mezheplerinin  Kur'an'ı nasıl parçaladıklarını, bağlam ve  bütünlüğünü  dağıttıklarını,
 hikmetini zâyi ettiklerini ve dolayısıyla şirke saplandıklarını çok veciz bir şekilde ortaya koyuyor.
 Fakat azınlıkta olan Kur'an ehli  muvahhidlerin Allah'ın kitabına yaklaşımları Şia ve Ehli Sünnet'in âlimleri gibi değildir.
"Onlara (Kur'an) okunduğu zaman: O'na iman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş hakikattir. Esasen Biz daha öncede (sadece Allah'a teslim olan) müslümanlardan idik, derler"
( Kasas- 52, 53)
 Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki,  bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde,  büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler"
(Secde, 15)
"Korkuyla ve umutla Rablerine  yalvarmak üzere ibadet ettikleri için vücutları yataklardan uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz  rızıktan Allah yolunda harcarlar"
(Secde, 16)
 "Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne göz aydınlıklarının  saklandığını hiç kimse bilemez"
(Secde,17)
Şia ve Ehli Sünnet'in âlimleri tüm rivayetlerini ve mezheplerini terkedip, din ve hüküm olarak Kur'an'ı yeterli ve tek kaynak kabul etmedikleri sürece Allah'ın kitabından hiçbir şey anlamayacaklardır.
KUR'AN'IN ALLAH'TAN İNDİRİLDİĞİNİN DELİLLERİ
(3.YAZI)
 Allah "şu kişinin getirdiğine, değil, "Allah'ın indirdiğine" tâbi olun buyurmaktadır.
 "Onlara: "Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola(dine) uyarız" derler.
 Ya ataları akıllarını kullanmamış doğru yolu da(Tevhid'i)  bulamamış idiyseler?
( Bakara, 170)
 (Âyetlerin üzerini örten) kafirler "Sen elçi   değilsin" dediler.
 De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında kitabın (vahyin- Kur'an'ın) bilgisi olan (muvahhidler) yeter"
(Ra'd,  43)
 Bu ayete göre Muhammed (Aleyhisselam)ın Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik edecek kadar kesin delile sahip olanlar Kur'an ehli muvahhidlerdir.
 Başka hiç kimse değildir.
Yani Muhammed (Aleyhisselam)ın Resul (Elçi) olduğunun delili Kuran'dır.
Kur'an'ın Allah tarafından indirildiğine delil  Muhammed (Aleyhisselam) ile onun arkadaşları(ashab) değildir.
 Dolayısıyla Kur'an'ın Allah'a ait olduğunun delili sadece Nebi ve arkadaşları olamaz.
 Çünkü Resul  olan Muhammed (Aleyhisselam) da bir beşerdir ve Kur'an'dan kesin olarak bildiğimiz bir gerçek var ki,
 kim olursa olsun vahiyden bağımsız din ve hüküm olarak bir beşerin sözü insanları asla bağlamaz.
 Kur'an'ın Allah tarafından indirildiğine dair yüzlerce delil olmakla beraber, 
Allah'ın en çok değer verdiği delil, iman edenlerin onunla  kalplerinin mutmain olması ve bu gerçeğe şahitlik etmeleridir"
 Mesela: De ki:
Siz ona İster inanın, ister inanmayın, şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim (Tevhid) verilenler o (Kur'an)  okununca derhal yüzüstü secdeye kapanırlar"
(İsra, 107)
"O (Kur'an) kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık ayetlerdir. Âyetlerimizi ancak zalimler bile bile inkar eder"
(Ankebut, 9)
 Âyetlerde görüldüğü gibi Kur'an'ın Allah tarafından indirildiğinin en önemli delili yine Kur'an'ın kendisidir. 
Her türlü iftiradan korunmuş olması,(Nisa, 82) bir bağlam ve bütünlüğünün, bir hikmetinin  bulunmuş olmasıdır.
 Kıyamet gününe kadar gelecek olan muvahhidlerin üzerinde bıraktığı muhteşem  tesirdir.
 İşte bu yüzden Muhammed (Aleyhisselam) Allah'ın Resulü olmaktadır.
Onun elçiliğine delil isteyenleri Allah, Kur'an'a yönlendirmektedir.
 "Ona Rabbinden deliller indirilmeli değil miydi? derler.
 De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.
Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi?
Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır"
( Ankebut- 50, 51)
KUR'AN'IN ALLAH'TAN İNDİRİLDİĞİNİN DELİLLERİ
(2.YAZI)
 Nasıl olur da bir ümmet kitabını anlamadan sürekli tekrar ederek okur.
 Ancak çok acıdır ki, yalnız Şia ve Ehli Sünnet dininde Kur'an için birisi "okudum" dediğinde  hiç kimse "ne anladığını" sormaz.
İnsanlık tarihinde sadece Allah tarafından  indirilen kitaptar anlaşılmamak ve onların manalarından uzaklaşmak için okunan kitaplardır.
Çünkü Yahudi ve Hristiyanlarda aynı şeyi yapmışlardır.
( Maide, 66- 68- Âli İmran, 187)
Şia ve Ehli sünnet mezhebinin bu gülünç ve ahlaksız durumları âliminden cahiline, ilahiyaçısından diyanetine,
 cemaat liderinden tarikat şeyhine kadar bu minval üzerindedir.
 Yani vahyin  orijinal dilini anlıyor olmak ve o şekilde okumak  Allah'ın kitabını okumak anlamına gelmiyor.
 Mesela:
 Ben görev icabı Suudi Arabistan'da birkaç kez bulundum.
 Onların fetva makamlarıyla günlerce konuştum, tartıştım.
 Onların Kur'an ve tevhid akidesi ile bağlantıları  Mekke müşriklerinden çok daha bozuk olduğunu gördüm. 
Suudi Arabistan'da hakim olan Kur'an ilmi ve  ahlakı değil, tamamen Emevi- Abbasi Ehli Sünnet  dininin Hanbeli versiyonudur.
 Kur'an'ın indiği coğrafyadan Kur'an'a daha uzak bir millet yoktur.
 Bu anlayış ve İnançla Suudi Arabistan hiçbir zaman Kuran'a ulaşamaz.
 Aynı şekilde Kur'an'a en uzak olan zümrelerden birisi de hayatlarını medreselerde Arapça ve uydurma dinin fıkhını öğrenmek ve  öğretmekle çürütmüş mollalar ve seydalardır. 
Arapçayı iyi bilmelerine karşılık Kur'an ehli  muvahhidlerden nefret ettikleri kadar hiç kimseden nefret etmezler.
 Arkadaşlar!
 Önyargılardan uzak, bağlam ve bütünlüğü yani hikmet kavramının gereği yerine getirilmediği takdirde  tefsir Profesörü olmak bile Kur'an'ı bir sarhoş gibi  sayıklamanın ötesine geçmeyecektir.
 İşte bu sebeplerden dolayı Kur'an'ın karşı gelmesine rağmen kendilerine Şia ve Ehli sünnet denilmesinden
 hiç rahatsız olmayanların büyük bir kesimi,  atalarıdan kendilerine verilen kitabın Allah'a ait olup olmadığını sorgulamamakta,
atalarından kendilerine intikal etmesinin, kitabın Allah'a ait olduğunu göstermesi açısından yeterli olduğunu düşünmektedirler.
  Muhammed (Aleyhisselam)ın çok güvenilir olması ve herkese örnek olarak gösterilmesi son derece doğru bir şahsiyet olması getirdiği kitabın Allah'a aidiyetini göstermesi bakımından yeterli midir?
 Gerek Şia'da gerekse Ehli Sünnet âlimlerinin  yanında yaygın olan kanaatin aksine  Kur'an,  onu getiren kişi olan Muhammed  (Aleyhisselam) olduğu için Allah'ın kitabı değildir.
 Kur'an'ı Nebi (Aleyhisselam) ve arkadaşlarından dolayı Allah'ın kitabı olarak görmek, tevhid dinini ataların dini seviyesine indirecektir.
 Bu gerçeği birçok Kur'an ayetinde görmek mümkündür.
 (Devam Edecek)
KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLER MEZHEP İMAMLARINI CİDDİYE ALMAZLAR.
 (Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını), (Hiristiyanlarda) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler.
 Halbuki onlara ancak bir tek İlâha kulluk etmeleri emrolundu.
O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır"
(Tevbe, 31)
Aslında insanların geçmiş âlimleri ciddiye almaları ve onlara gerektiğinden fazla saygı göstermeleri cehaletten kaynaklanmaktadır.
 Birde mezhepçi cahillerin geçmiş âlimleri ulaşılmaz derecede yüce ve kutsal  olarak göstermeleri yüzündendir.
Nedense insanlar her zaman  atalarının uydurma dinini Allah'ın dinine tercih etmişlerdir.
Gelenekçi mezhepçiler  Kur'an'ı bilmiş olsalardı geçmiş âlimleri ve mezhep imamlarını yüceltmez, onların Kur'an cahili kimseler olduklarını bilirlerdi.
 MESELA,
İmam-ı Şafii Kur'an'ın en basit manalarını bile bilmekten aciz birisidir.
 Şafii bazı Kur'an âyetlerinde geçen "kitaptan" maksadın "Kur'an" "Hikmet"ten  maksadın da "Hadisler" ve "Nebi'nin Sünneti" olduğunu iddia etmiştir.
 Halbuki Kur'an'a göre "kitap"tan" kasıt "Kur'an" "Hikmet"ten kasıt ise "Kur'an'ın bağlam ve Bütünlüğü"  "Kur'an'ın Sistemi" "Kur'an'ın Çözümüdür"
(Bakara, 232)
 İmamı Şafi olarak şöhret bulan  Muhammed bin İdris'in Kur'an'dan asgari derecede haberi olsaydı, kadınlara dokunmanın abdesti bozmayacağını, "âyette geçen kadınlara  temastan"(Maide, 6)
 maksadın  normal dokunma değil, cinsel ilişki olduğunu bilirdi.
Eğer mezhep imamları  Kur'an'ı bilselerdi "Nebiye salat etmenin"
(Ahzab, 56)  Muhammed'e salavat çekmek değil,"Nebiye yardım ve destek" anlamına geldiğini bilirlerdi.
İmamı Şafi'nin  Kur'an diye bir kitaptan haberi olsaydı, "bir çocuğun ana rahminde dört yıl  kalabileceği"
içtihadını vermezdi.
 İmam'ı Ahmed bin Hanbel'in  Kur'an diye bir kaynaktan haberi olsaydı,
 insanların sadece Kur'an'dan sorumlu olduklarını, dinin Allah tarafından indirildiğini ve Allah tarafından  tamamlandığını, Allah Resulü'nün sadece Kur'an'ı tebliğ ettiğini bilir, Kur'an'a rağmen ikinci bir kaynak olarak sünen-i yazmaya cür'et etmezdi.
 Kur'an'ın tek kaynak olarak yeterli olduğunun bilincine sahip olurdu.
 Eğer Mâliki mezhebinin imam'ı Mâlik bin Enes  Kur'an'ın bağlam ve  bütünlüğünü bilseydi,
 Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farktan haberi olsaydı,
 Allah'ın kitabına alternatif bir din icat etmez,  Nebi adına  iftira edilen binlerce uydurmayı toplayıp "Muvatta" yı kaleme almazdı.
Hanefi mezhebinin de Kur'an ile hiç bir alakası yoktur, tamamen uydurmalar üzerine bina edilmiştir.
 Yani Ahmet bin Hanbel ile Mâlik bin Enes'in günahı Muhammed bin İdristen daha büyüktür.
 Peki neden Kur'an'dan haberi olmayan bu Mezhep imamları ve muhaddisler ciddi bir itibar  görüyorlar?
 Eğer F Gülen'in 15 Temmuz'da yaptığı darbe başarılı olsaydı,
 Kur'an ehli muvahhidlerin üzerinde binbir baskı  kurulacak,  eserleri ve fikirleri yok edilecek, sürgün edilecek ve özgür iradelerine pranga vurulacaktı.
 Şu anda haklı olarak  terör örgütünün lideri  görülen  F Gülen'in mezhebinin, Ustadın'ın
 özellikle kendisinin fikirleri yüceltilecek,  büyük bir âlim,ulaşılmaz bir  müctehid, beklenen mehdi  olarak gelecek nesillere empoze edilecekti. Günümüz
 Ehli sünnetin cahil hocaları ve  ekran vaizleri de  F Gülen'i  yücelttikçe yüceltecek bir iki  asır sonra F Gülen'in
 fikirleri aynen mezhep imamları gibi  sorgulanamaz bir hale gelecekti.
 İşte gelenekçilerin mezhep imamlarını ve muhaddisleri bu derece yücltmeleri  mezhepçilerin
  Kur'an ilminden uzak olmaları yani  cehaletten kaynaklanmaktadır.
Birde tarihte  onlara karşı çıkacak aykırı bir ses ve  fikir olmadığı içindir.
 Burada en önemli konu, mezhepçi dincilerin ataları gibi
Kur'an ilminden ve Kur'an ahlakından uzak oldukları için ağababalarının  dinine bu şekilde sıkı sıkıya yapışmaktadırlar.
Yani kur'an'sızlık,
cehalet, tefekkürun olmaması, sorgulama nimetinden mahrumiyet onları şirk'in bataklığında kalmaya mahkum ediyor.

13 Şubat 2018 Salı

KABİR'DE ZAMAN YOK,
 Kuran'ı Mübin'in yüzlerce âyetine göre kabir azabı olmadığı gibi, kabir hayatı diye bir şey de söz konusu değildir.
 Kur'an'ı Mübin'in  onlarca âyetine baktığımızda dünya hayatındaki cezalandırma ve kıyamet saatinden sonra sadece ve sadece cehennem azabı vardır.
 Bu konuda bine (1000) yakın ayet bulunmaktadır.
Kur'an'a baktığımızda sadece cehennem azabının anlatıldığını çok açık olarak  görüyoruz.
 Kabir hayatı ve dolayısıyla kabir azabının olmadığı konusu Kur'an'da var olan konuların içinde en açık ve anlaşılır olanıdır.
 Kabir azabının varlığını savunan Şia ve  Ehli Sünnet muhaddis ve  âlimlerinin zerre kadar Kur'an  bilgileri mevcut değildir.
 Ehli Sünnet ve Şia âlimleri Kur'an'a  hakkıyla inanmadıkları için Allah, Kur'an'ın anlaşılmasını onlara imkansız kılmıştır.
(Kehf, 57)
 Yahudi ve Hristiyan din adamları Kur'an'ı Mübin'i  Ehli Sünnet ve Şia'nın  âlimlerinden daha iyi bilir ve daha sağlıklı bilgiler verirler.
Yüzlerce âyete  baktığımızda hesap ve azabın yeniden  diriliş saatinden sonra olacağını görebiliriz.
 Fakat Kur'an'a karşı  gönülleri taşlaşmış,  kulakları sağır ve gözleri kör olan Şia ve  Ehli sünnet âlimleri bunu anlayamaz ve bu gerçekleri idrak edemezler.
 Konuyla alakalı âyetlere baktığımızda şunları söylemek mümkündür .
Dünya hayatının hemen ardından yani ölümün hemen arkasından Allah kıyameti ve âhiret  azabını başlatacaktır.
Yani kabirde kalma,
 "Bir tanışma müddeti kadar,( Yunus, 5)
"Sadece bir akşam ya da  kuşluk vakti kadar,  (Naziat,46)
 "Çok az bir zaman dilimi, (Kehf, 52)
"Bir saat(an) kadar,( Ahkaf, 35)
"Bir yiyeceğin ve içeceğin  sıcakta  bozulma zamanı kadar,,
( Bakara, 259)
"Ölümün hemen ardından ya cehennem veya cennet,,
( Enfal, 50- Muhammed- 27 -- Nahl, 32)
 Yani bilmediğimiz bir gün vefat edeceğiz.  Kıyamet sabahında veya akşamında uyanacağız.
 Uzun ve derin bir uykuya dalmış gibi.
 Aslında bu kabir uykumuz bizim  dünya hayatındaki bir gecelik uykumuzdan çok daha kısa olacaktır.
Bizim bir gecelik uykumuz kabir uykusundan çok daha uzun olacaktır.
 Hatta kabir uykusu "göz açıp kapayıncaya kadar belki ondan daha kısa olacaktır,
 (Nahl,  77-- Kamer, 50)
 Söndürülen ve yine yeniden yakılan bir ampul bir mum  gibi,
 Fişi çekilmiş ve tekrar takılmış bir makine bir cihaz gibi,
 Bir anlık duraklayan zaman tekrar yeniden çalışmaya başlayacak!
 Korku ve paniğe gerek yok, çünkü zaman kaybı diye bir şey asla söz konusu olamaz.
 Kaldığımız yerden başlayacağız.
 Ancak bu yepyeni başlangıç öncekinden apayrı sıfır sorun olarak başlayacak.
 "Yaptıklarına karşılık olarak, onlara ne göz aydınlıklarının saklandığını kimse bilemez"
(Secde, 19)
 Bu yeni başlangıçta "ölüm, korku, hüzünlenme, panik ve üzüntü yoktur,,
( Fussilet, 30-- Â'lâ,13) 
Zaman algımız yeniden devreye girecek,
 Aynen nabız verilen hasta gibi!
 Narkozun etkisi bitince yeniden kendimize gelip uyanacağız.
Âzad edildiğimiz  bir hayattan ailemizle birlikte yepyeni bir yaşam alanına intikal edeceğiz.  KABİR'DE ha bir an, ha bir saat, ha üçyüz yıl, ha bir milyar yıl ne farkeder.
 Dönüşümüz bizi yaratan, besleyen merhameti sonsuz yüce Rabbimiz değil mi?
( Bakara, 156-- Secde, 11)
 Korku ve ümitsizliğe mahal yok, çünkü  ölümün hemen arkası yeniden diriliştir.
 Geçici  dünya kapısı kapanırken baki ve ebedi olan hayatın kapısı açılacak,
Gri perde kapanırken rengarenk perde açılacaktır.
 Kabir karanlık bir kuyunun ağzı değil, bir cennet bahçesinin giriş kapısıdır. 
Sürgün hayattan anavatana dönmüş olduk, acı ve ızdıraplar bitti, huzur, refah ve mutluluklar başladı.
Yalan, dolan, hurafe, şirk, aldatma, zulüm,  katliam ve kaos yok oldu. 
Allah'ın sonsuz merhameti olarak hiç yokluk tatmadık, zaman israfımız olmadı, bundan büyük nimet olur mu?
 İmtihan faslı bitti teneffüs ve  tatil mevsimi  başladı.
Kış sona erdi, ilkbaharın dirilişi göründü.
 Çalışma, yorgunluk, esaret,  emek ve sıkıntı sona erdi,
Emeklilik ve özgürlük devri başladı.
 Ebedi hayatımıza bir an sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz.
 Hemde "Rabbimizin emirlerine sadık kaldığımızdan ötürü Allah ve melekleri tarafından selam selam diye karşılanmış olarak"
(Zümer, 73-- Yasin, 58)

12 Şubat 2018 Pazartesi

ALLAH RESULÜ'NÜN ŞİA VE EHLİ SÜNNET'İN UYDURMA DİNİ İLE HİÇ BİR ALAKASI YOKTUR.
"Senden önceki elçilerle de alay edilmiş, bu yüzden onlarla alay edenleri alay ettikleri şey (azap) kuşatıvermişti"
( En'am ,10)
 Kur'an'da geçen "istihza" "alaya alınma" "tekzib" "yalanlama"  "küfür" "inkar etme" "İsyan" "itaat etmeme" gibi kavramlar hep "Resul" (Elçi) için kullanılmıştır.
Bu kavramlar Nebilerle  alakalı hiç kullanılmamıştır.
 Hatta "iman" kavramının bir çoğu da "Resul" için kullanılmıştır.
 Özellikle "Resul" (Elçi) makam ve  mertebesini  inkar edenlerin kafir oldukları açıkça  ortaya konmuştur.
( Nisa, 136-- Bakara, 285)
 Allah elçilerinin sadece indirilen  vahyi tebliğ ettiklerine dair yüzlerce âyet vardır.
MESELA
 "Onlardan seni dinleyenler de vardır. Fakat onu (Kur'an'ı)  anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik.
Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar.
Hatta o kâfirler sana geldiklerinde:
 "Bu Kur'an  eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek seninle mücadele ederler"
( En'am, 25)
 Yukarıdaki ayet Allah elçisinin sadece Kur'an'ı tebliğ ettiğini ve indirilen vahyi okuduğunu açıkça  göstermektedir.
MESELA
 "Onlar, hem insanları elçiye yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışırlar, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Oysa onlar farkında olmadan ancak kendilerini helak ederler"
( Enam, 26)
 MESELA
 "Andolsun ki senden önceki elçiler de yalanlanmıştı.Onlar yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine karşılık sabrattiler,  sonunda yardımımız onlara yetişti.
 Allah'ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek hiç kimse yoktur. Muhakkak ki  elçilerin haberlerinden bazısı sana da geldi"
 (En'am, 34)
 "Elçilerin yalanlanması" tamamen Allah'tan indirilen vahyin reddedilmesi anlamına gelmektedir.
 Yukarıdaki âyet bu gerçeğe en mükemmel  bir delildir.
 Elçilerin tek görevleri vahyi dillendirmek, onu anlatmak ve onu insanlara duyurmak ve tebliğ etmekten ibarettir.
 Elçilerin başka bir misyonları yoktur.
 Bundan dolayı "tekzib" "yalanlama" sadece "Allah, vahiy ve elçiler için kullanılan bir kavramdır.
 Kur'an'n hiçbir âyetinde Nebiler  için bu kavram kullanılmaz.
 Elçi ile vahiy bir bütünün iki parçası gibidir.
 Elçi olmazsa Allah'ın ayetlerinin hayat bulması imkânsızdır.
 Bu yüzden yalanlama "tekzib" "âyetler  ve "elçiler" için kullanılır.
 MESELA
 "Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah dileyen kimseyi  şaşırtır,  dileyen kimseyi de doğru yola iletir"
 (En'am, 39)
" Andolsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık"
(En'am, 42)
 Yukarıdaki âyette elçilerin gelmesi, aynı zamanda vahyin gelmesi anlamına geldiğini açık olarak  görüyoruz. 
Yani  Allah elçisi Muhammed (Aleyhisselam) ı uydurma hadisler değil, sadece Kur'an temsil  etmektedir.
 Allah Resulü'nü gerçek olarak anlamak ancak  Kur'an'ı  Mübin'i  anlamak ile  alakalı bir durumdur. 
Emevi- Abbasi- Osmanlı- Suudi Arabistan- Diyanet, cemaatler, tarikatların ve Şia'nın hepsi uydurma  hadis kitaplarını anlamak ile Allah resulü arasında hiçbir bağ ve ilişki mevcut  değildir.
 Bu  konuda işte size muhteşem bir âyet.
 "Onların söylediklerinin hakkaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz.
Aslında onlar seni  yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar"
 (En'am, 33)
Yukarıdaki âyette  bulunan ",,,,,onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar"
bölümü, Elçin'in müşriklere sadece Allah'ın ayetleriyle uyarı görevini yaptığını açık olarak ortaya koymaktadır.
ŞİA VE EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİNİN YANINDA MUHAMMED (AS) BİR "İLÂH" VE BİR "RAB" KONUMUNDADIR.
 İnsanlık tarihi Kur'an'dan incelendiğinde tevhid dinine en büyük darbeyi sözde din adamlarının vurduğu görülecektir.
 İslam tarihinde de durum bundan farklı değildir. Yani Allah resulünden sonra özellikle Emevilerle  başlayan süreçte
Ehl-i Sünnet  ve Şia'nın  muhaddisleri tarafından uydurulan rivayetlerle ve bu rivayetlerin üzerine kurulan uydurma şirk  diniyle beşer olan Muhammed(as)
"rab" ve "ilâh" yani dinde ortak otorite ve hüküm koyucu kabul edilmiştir. 
Aslında onun manevi şahsiyeti kullanılarak bu oyun oynanmıştır, yani  Muhammed (as) karizmatik kimliği âlet edilerek kendi  inançlarını ve geleneklerini hakim kılmışlardır.
 Yoksa Allah'ın indirdiği vahiy'den başka otorite ve hüküm olamayacağı ile ilgili yüzlerce ayet vardır.
 İşte bu yalan ve iftira rivayetlerle Muhammed (as) ın dinde ortak otorite ve hüküm mercii  kılınmasıyla hem saf ve hanif olan tevhid dini bozulmuş,
hem de insanların büyük çoğunluğu mezhep imamların ve sözde  müctehid âlimlerin eliyle şirke sürüklenmiştir.
 Halbuki Kur'an'da bu konu hakkında  çok dikkat çekici uyarılar yapılmaktadır.
 "Hiçbir beşerin, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve Nübüvvet vermesinden sonra kalkıp  insanlara:
 Allah'ın berisinde bana da kul olun  demesi mümkün değildir.
 Bilakis şöyle demesi emredilmiştir:
 Okutmakta ve  öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca sadece Rabbinize halis kullar olunuz"
 (Âli İmran, 79)
"Onlar  hahamlarını ve rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i Allah'ın berisinde rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek İlaha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan  başka ilah yoktur.
 O, bunların şirk  koştukları şeylerden uzaktır.  (Tevbe, 31)
"De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim.
(Şu var ki) bana, ilâhınızın sadece bir tek ilâh olduğu vahyedilmiştir.
 Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, ameli salih işlesin ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak etmesin"
(Kehf, 110)
 Şia ve Ehl-i Sünnet'in  uydurma hadisleri Muhammed  (as) ı "ilâh" ve "rab"  konumuna sokmalarının diğer adıdır.
 Mezhepler ve içtihatlar ise imamlarının ve âlimlerinin "ilâh" ve "rab" yerine koyduklarının göstergesidir. 
Çünkü hiçbir zaman uydurma rivayetlerini, mezheplerini ve ictihatlarını sorgulamaya açmazlar.
 Halbuki Allah'ın kesin emri şu şekilde tecelli etmektedir.
( Ey Muhammed!) de ki: Ey ehli kitap!( Yahudiler, Hristiyanlar, Şia, Ehl-i Sünnet) Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim.
O'na hiçbir şeyi şirk  koşmayalım ve  Allah'ın berisinde kimimiz kimimizi rab edinmesin.
Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, İşte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız (sadece Allah'a ve onun kitabına teslim olanlarız) deyiniz"
( Âli İmran, 64)
KUR'AN'IN ALLAH'TAN İNDİRİLDİĞİNİN DELİLLERİ (1.YAZI)
Kur'an'ın Allah tarafından geldiğinin bir çok delili  mevcuttur.
 MESELA,
 Kendisinden binlerce yıl önce indirilen Tevrat'ın İçindeki doğruları
 tasdik etmesi, Allah elçilerinin hayatlarını en ince detayına kadar anlatılması, başta İncil olmak üzere
 Nebilere ve Elçilere indirilen vahiy'leri en mükemmel bir şekilde dile getirmesi,
 Hz. Nuh (Aleyhisselam)dan Muhammed (Aleyhisselam) a
kadar gelen tevhid akidesinin ilkelerinde hiçbir sapmanın olmaması,
 içinde bir ihtilafın bulunmaması, i'caz ve belağatta eşsizliği, 
edebiyatı ve olayları anlatım tarzı, güzel ahlak ve merhamete ağırlık vermesi onun Allah tarafından indirildiğinin en önemli delillerindendir.
 İçinde bilimsel ve  kozmik  veriler (Enbiya, -31-31-33, Zümer, 6, Zâriyat, 7-47)
 gelecek ile alakalı gaybi haberler, insanın nasıl yaratıldığı psikolojik yapısı ile alakalı âyetlerin yoğunluğu
Kur'an'ın Allah'tan geldiği iddiasını ispatlamaya yeterlidir.
Dolayısıyla Kur'an'ın Allah'tan tahrife uğramadan  gelmiş  olduğunun ispatı  Nebi (as) ve ashab olamaz.
Nebi( Aleyhisselam) bile olsa Allah, Kur'an'ın vahiy olduğunun ispatını  bir insana bırakması düşünülemez.
Ama maalesef  bugün Müslümanların büyük çoğunluğu kitaplarının Allah'tan geldiğini gösteren deliller hakkında hiçbir bilgiye sahip değillerdir.
Bunun en büyük sebebi atalarının uydurma dinine sahip olmalarıdır.
 Yani Kur'an tanımaz  ataları onlara "Bu kitab Kuran'dır,
Allah tarafından indirilmiştir" demiş ve onlar da bununla yetinip 
"atalarım, âlimlerim ve mezheb imamlarım böyle diyorlarsa doğrudur" inancıyla Allah tarafından indirilen
Kur'an'ın ilmi, hikmeti, bağlam ve bütünlüğü üzerinde araştırma zahmetine girmemişlerdir.
 Atalarının uydurma dininden ne gelmişse din ve  hüküm olarak onu kabul etmişlerdir.
 İkinci sebeb ise,
kitaplarını hiç bilmedikleri bir dilde  anlamını bilmeden, üzerinde hiç tefekkür etmeden telaffuz etmeleridir.
 Aslında Şia ve Ehli Sünnet âlimleri Kur'an'ı okumuyorlar uykuda olan veya sarhoş olmuş birisi gibi onu sadece sayıklıyorlar.
 Çünkü okumak denilen eylem her dilde anlamayı,
akletmeyi ve ibret almayı yani ders almayı ifade etmek için kullanılır.
 Kur'an'a göre maksadı anlamak ve ibret almak olmayan bir eyleme okumak denemez. "Kendilerine kitap verdimiz kimseler onu, hakkını gözeterek okurlar. 
Çünkü onlar, ona gerçekten iman ederler. Ama her kim nu inkar ederse, işte zarara uğrayanlar bunlardır"
( Bakara, 121)
 Dolayısıyla  birisi "Ben şu kitabı okudum" dediğinde ona "Peki ne anladın? diye sormak kendisine yapılmış  bir hakaret olarak kabul eder.
 Yani "okudum" dedikten sonra ayrıca "anladım"  demek gülünç bir durumdur.
Çünkü dünyada hiçbir eser anlaşılmamak için okunmaz.
 Bir eseri anlamadan okumak  son derece  ahmakça bir gelenek gülünç bir hareket  ve kötü bir ahlaktır.
ALLAH'IN TEK YOLU, HİDAYETİ VE DİNİ   KUR'AN'DIR.
 "Biz elçileri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyecekler"
 (En'am, 48)
"Âyetlerimizi  yalanlayanlara gelince, yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir"
(En'am, 49)
 Yukarıdaki iki âyet"Resul"ile "vahyin" aynı şeyler olduğunu açıklamaktadır.
 Yani vahiy dışında elçiyi, elçin'in görevini, ahlakını ve inancını ortaya koyacak hiçbir kaynak yoktur.
 Emevi-Abbasi imalatı  Ehli Sünnet  ve Şia'nın  uydurmaları Allah Resulü'nü  asla temsil edemezler.
 Emevi- Abbasi Ehli Sünnet'in  uydurma hadisleri ve Şia'nın  hurafeleri Kur'an ve  tevhid akidesinden son derece  uzak şirk ve küfür olan batıl dinin kaynaklarıdır.
Şia ve Ehli Sünnet'in  kaynaklarıyla  değil İslam ile ortak bir bağ kurmak,tam aksine dünyanın en yalan ve  hurafe eserleridir.
 Elçilerin görevi kavimlerini vahiy ile uyarmak ve sadece  Allah'a davet etmektir.
 "Rablerinin huzurunda toplanacak olanları (o güne iman edenleri) Kur'an ile uyar. Onlar için  Rablerinden  başka ne bir veli, ne de bir şefaatçi vardır, belki sakınırlar"
( En'am,  51)
 "Böylece suçluların yolu belli olsun diye âyetleri  iyice açıklıyoruz"
 (En'am,  55)
 "De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delille dayanıyorum.
Siz ise onu yalanladınız.  Çabucak gelmesini istediğiniz azap benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır.
O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır"
( En'am,  57)
 "İşte o bütün elçiler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sende onların yoluna uy.
 De ki:  Ben  buna (elçilik görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum.
 Bu  Kur'an  âlemler (insanlar) için ancak bir öğüttür"
( En'am,  90)
 Yukarıdaki âyet elçilerin yoluna uymak isteyenlerin Kur'an'a  gitmekten başka yollarının olmadığını öğretiyor.
 Allah'ın tek bir dini,  yolu ve hidayeti mevcuttur.  O da Kur'an'dır.
Dolayısıyla Allah resulünden sonra üretilen bütün hadisler sapıklık, şirk, isyan, cehalet, tuğyan ve  küfürdür.
 Onlardan meydana getirilen din ve mezheplerin hepsi batıldır.
 Allah tarafından indirilmeyen bir şeyde hidayet arayanlar ahmaktırlar.
"Böylece biz âyetleri geniş geniş açıklıyoruz ki, "Sen iyi ders almışsın desinler de  bizde anlayan bir toplum için Kur'an'ı iyice açıklayalım"
( En'am, 105)
"Rabbinden sana vahyedilene uy. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir"
 (En'am,  106)
(Ey Elçi! ) De ki: İşte bu(Kur'an), benim yolumdur. Ben Allah'a davet ediyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı şirkten tenzih ederim ve ben müşriklerden değilim"
(Yusuf, 108)

7 Şubat 2018 Çarşamba

KUR'AN'I ÖLÜLERE TERKETMENİN FATURASI AĞIR OLDU. 
"Ya açar nazm'i celil'in bakarız yaprağına,
 Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına   İnmemiştir hele  Kur'an bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için"                                   (Mehmet Akif)
 "Eğer onlar Tevrat'ı İncil'i ve Rablerinden onlara indirileni (Kur'an'ı) doğru dürüst uygulasarardı, şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi (yeraltı ve yerüstü servetlerinden  istifade ederek refah içinde yaşarlardı)
Onlardan aşırılığa kaçmayan (vahiy ehli muvahhid) bir grup vardır, fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür"
( Maide, 66)
 Yukarıdaki âyetten sonra gelen şu âyet hem Allah Resulü'ne  hem de onun şahsında son vahyin ümmetine önemli bir uyarı yapmaktadır. Yani sakın kadim vahiy'lerin  sahipleri gibi yapmayın.
 Siz, size indirilen vahye sahip çıkın, ona sımsıkı sarılın, batıl şeylerin peşinde gitmeyin.
"Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.  Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez"
( Maide, 67 )
Yukarıdaki âyette Allah Resulü'ndan sonra  vahyi terk ederek  başka kaynaklar peşinde gidenlerin kafir olduklarını görüyoruz.
 Ondan sonra gelen âyet konuya açıklık getirmektedir.
" Ey Ehli Kitap!
Siz, Tevrat'ı, İncil'i  ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça ( doğru bir din) üzerinde değilsiniz" de.
Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun  küfür ve azgınlığını elbette arttıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme"
( Maide, 68)
 Dolayısıyla Kur'an'dan ayrı kendilerine rehberler edinen Şiilik,  Hanefilik, Şafilik, malikilik, Hanbelilik  gibi mezhepler, Nurculuk, Süleymancılık,
 Diyanet, Menzil, İsmail Ağa,  İskenderpaşa İhlas Grubu gibi cemaat ve tarikatların yolları şirk dinleri  batıldır. 
Şii'ler Maide 67.âyetini bağlam ve bütünlüğünden kopardıkları için âyetin veda haccı dönüşünde Gadir Hum'da Hz Ali'nin imanetini tayin etmek için indiğini iddia etmişlerdir.
Şia'nın muhaddisleri tarafından  Gadir Hum ile  ilgili binlerce  hadis uydurulmuştur.
"Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azap etsin! Allah şükre karşılığını veren ve her şeyi bilendir"
 (Nisa, 147)
 Dolayısıyla vahye sahip olmanın getirisi bolluk ve bereket, huzur ve mutluluk iken,  onu terk etmenin bedeli yokluk ve  fakirlik, sürgün, katliam ve perişanlık olmuştur.

6 Şubat 2018 Salı

ŞİA VE EHLİ SÜNNET ÂLİMLERİ  KUR'AN'IN             MANASINI TAHRİF ETMİŞLERDİR. 
Aslında Kur'an'ı Mübin'e baktığımızda "sünnet" kavramı "sünnetullah" "Allah'ın sünneti" olarak geçer.
 Konu ile ilgili âyetlere  göz attığımızda "Allah'ın elçi gönderdiği milletlere uyguladığı, şeriat, yol, yöntem,  kanun ve yaptırımlar" olduğu açıkça görülür.
 "İnkar edenlere (şirkten) vazgeçerlerse geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle.
Yok geri dönerlerse kendilerinden öncekilerin durumu(sünnetül-evvelin) gözlerinin önündedir"
(Enfal, 38)
"Öncekilerin başına gelenlerden(sünnetül-evvelin)  ders almaları gerekirken onlar hala buna (Kur'an'a) iman etmiyorlar"
(Hicr,  13)
 "Kendilerine hidayet geldiğinde insanları iman etmekten ve Rablerinden  mağfiret istemekten alıkoyan şey, sadece öncekilerin başına(sünnetül-evvelin)  gelenlerin kendi başlarına da gelmesini, yahut azabın göz göre göre kendilerine gelmesini beklemeleridir"
 (Kehf, 55)
Buna bağlı olarak  Emevi-Abbasi  uydurma ehli sünnet dininin âlimleri Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü,  kitabın sistemi,
vahyin çözümü olan "Hikmet" kavramına Nebi( Aleyhisselam)ın adına uydurulan hadisler ve bu yalan hadislerin  de yaşantısı (sünnet) olduğunu yaymışlardır.
  "Hikmet" kavramının içi boşaltılarak "Nebi (Aleyhisselam) ın adına uydurulan söz ve uygulamaları" anlamı yüklenmiştir.
 Halbuki Kur'an'a baktığımızda yüzlerce ayette itaat edilmesi gereken tek şeyin "Resul" (Elçi) olan Muhammed
(Aleyhisselam)ın "okuduğu, tebliğ  ettiği ve duyurduğu vahiy" olduğu çok kolay anlaşılır.
 Her şey bu kadar açık olarak ortadayken, Nebi ile Resul'ün  arasında bulunan farkları görmeyerek,
 Nebi  adına iftira edilen binlerce rivayeti ve uygulamaları "Resul" sıfatıyla tebliğ ettiği vahiy  seviyesine çıkarıp Kur'an'ı  tamamen devre dışı bırakmışlardır.
Şia ve Ehli sünnet âlimleri hadis ve ictihadlarıyla  toplumun dini hayatını bozarak  hayatlarını alt üst etmişlerdir. 
Ehli sünnet dininin  en önemli âlimlerinden olan Ebu Amr Abdurrahman bin Amr bin Yuhmid el-Evzai (ö. H. 157/774)
"Essünnetü kâdiyetün alel kitab"  "sünnet Kur'an'a egemendir, sünnet (hadisler) son sözü söyler" demiştir.
 Bu Kur'an cahiline göre "Sünnet(hadisler) Kur'an'ın genel olarak bıraktığı şeyi sınırlar ya da onda olmayan hükümler koyar"
Nitekim Allah şöyle buyurmuştur.
 "Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını elçi olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir (Kur'an)ehline sorun"
 (Nahl, 43)
 "Apaçık deliller ve kitaplarla(gönderildiler)  insanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik"
 (Nahl, 44) 
Evzai Nahl 44. âyette bulunan "litubeyyine" "açıklayasın" kelimesinin hangi anlama geldiğini bilmeyen bir Kur'an cahilidir.
Tamam bu Kur'an cahili, âyette geçen "tebyin'in" "vahyi duyurmak, onu anlatmak, içine bir şey ekleyip bir şey çıkarmadan onu tebliğ etmek" olduğunu anlayamadı.
 Onun arkasından gelen binlerce âlim  onlarca âyette geçen Kur'an'ın  Allah tarafından "Tefsir, tebyin, tafsil, tasrif" edildiğini nasıl anlayamadılar.
 (Nahl,89-- Yusuf, 111--Furkan, 33-- Tâhâ,113)
 Yine bu âlimler onlarca âyette Kur'an'ın çok kolay ve Allah  tarafından detaylandırıldığını hiç duymadılar mı?
(Hud,1,2)
Evzai'den sonra gelen Muhammed bin İdris(Şafii) de "Hikmet" kavramına "sünnet" (Hadisler) anlamını vermekle  Evzai'nin Kur'an'sız yolunda hareket etmiş ve dinde büyük bir tahribat yapmıştır.

5 Şubat 2018 Pazartesi

KUR'AN'IN  BAĞLAM VE BÜTÜNLÜĞÜNDEN HABERSİZ  BİR PROF:
MUSTAFA ÖZTÜRK
Bir insan Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden, kitabın hikmetinden, vahyin sisteminden, Nebi ile Resul'ün  arasında bulunan farklardan habersiz olunca, Prof'da olsa şu hezeyanları  söylemeye cesaret etmektedir.
",,,,,, başta ilahi vahyin Hz Peygamber'de ete kemiğe bürünmüş ve hayatın içine katılmış şekli olan Sünnet-i hüda olmak üzere, bir anlamda müslümanların ortak aklı ve algısı demek olan icmâ ile kıyas-ı fukahadan oluşan total bir kaynak olarak görülüyordu.
 Dahası, Kur'an, geleneği oluşturan diğer kaynaklarla birlikte Kur'an olarak algılanıyor ve söz konusu kaynakların da içinde bulunduğu bir bağlamda anlaşılıyordu.
 Bu noktada gerek Kur'an'ın tefsirinde gerek  ahkamın tespit ve tatbikinde Sünnete paradikmatik bir rol atfediliyor ve bu rol es- sünnetü kâdiyetün ale'l Kur'an (Sünnet Kur'an'a egemendir)  sözüyle ifade ediliyordu.
 Bu söz ilk bakışta çok cüretkar bir düşünceyi ifade ediyor gibi gözükebilir, ancak biraz düşünüldüğünde son derece isabetli bir fikri muhtevaya sahip olduğu fark edilir.
 Çünkü bu söz
"Dini deliller hiyerarşisinde Sünnet birinci, Kur'an ikinci sırada yer alır"
 veya "Sünnet mutlak manada Kur'an'ı önceler" gibi kabataslak bir manaya delalet etmekten ziyade, Allah'ın buyruklarının pratik hayattaki karşılığı sünnet tarafından gösterilir" şeklinde bir ince anlam taşımaktadır.
 Nitekim Kur'an Hazreti peygamberin hayatında ete kemiğe bürünmüş ve dolayısıyla rehberlik misyonunu Sünnet sayesinde icra etmiştir. Kısaca, Allah'ın Kur'an'daki tüm istek ve beklentileri Hz Peygamber örnekliğinde (üsve-i hasene) gerçekleşmiştir.
 Bu itibarla sünnet, müslümanlar için Kuran'dan daha önceliklidir.
 Başta sahabe nesli  olmak üzere tüm Müslümanlar, Kur'an hitabına Hz Peygamber sayesinde muhatap oldukları gibi müslümanlığın pratikte neye tekabül ettiğini de yine onun sayesinde öğrenme imkanı buldular. Bu noktada, biz çağdaş müslümanların Hz peygamber'e ve  onun sünnet-i hüdasını bugüne kadar yaşatan herkese sonsuz minnet ve şükran borçlu olduğumuzu bilmek durumundayız. Dikkat edilirse,
 burada Hz. peygamber'e aidiyeti subut ve delalet yönünden kritik edilmesi gereken tek tek hadislerden ve rivayetlerden değil, İslam ümmetinin mutevatiren nesilden nesile davranış kodları olarak aktardığı bir  dini- ahlaki rehberlikten, yani kısaca yaşayan sünnetten söz  edilmektedir.
 İşte bu yaşayan sünnet, bu köklü gelenek ve tarihi tecrübe bütünüyle yok sayılıp salt Kur'an metniyle başbaşa kalınınca ona her şeyi  söyletmek, dolayısıyla onu anlam ve  yorum düzeyinde tahrif etmek pekala mümkün olmaktadır"
(Mustafa Özttürk, Çağdaş İslam Düşüncesi ve Kur'ancılık, s, 216-217-Ankara okulu yayınları)

4 Şubat 2018 Pazar

HANGİSİ BÜYÜK DÜŞMAN?
 Gayri müslim olan Yahudi ve Hristiyanlar mı bu ümmete  daha büyük düşman,  yoksa içeriden olan, sizden görünen, hak yoldaymış gibi  davranan, şeytan gibi
(Araf' 16)
 doğru yol üzerinde oturup da halkı saptıranlar mı daha büyük düşman?
 Yani  Kur'an'ı devre dışı bırakan, sakın Kur'an'ı  dinlemeyin diyen,
muvahhidlere düşman kesilen
 içerideki müşrikler mi daha büyük düşman, yoksa Avrupa ve Amerika mı daha büyük düşman?
 Allah'ın tevhid dini yerine tamamen uydurma şirk bir dini millete dayatan, Allah ile aldatan mı daha büyük  düşman,
 yoksa Yahudi İsrail Devleti mi daha büyük düşman?
Allah tarafından  indirilmiş saf, hanif, berrak dini  binlerce rivayet ile kirleten, hakka batılı karıştıran,
 İslam'a  şirk mikrobunu aşılayan muhaddisler mi daha büyük düşman,
 yoksa Hahamlar ve  Rahipler mi daha büyük düşman?
 Kur'an'ın yolundan rivayet  ve  içtihatlarla ümmeti  saptıran mezhep imamları mı İslam'a  daha büyük  düşman,
 yoksa Vatikan'ın kardinalleri mi daha büyük düşman?
  Kur'an'ın manasını bozarak Allah'ın yolundan uzaklaştıran sözde din adamları mı İslam için en büyük düşman?
 Yoksa gayri müslimlerin din adamları mı daha büyük düşman?
 Kur'an yetersizdir, hadisler, içtihatlar ve mezhepler gereklidir diyen yalancı müfteriler mi daha büyük düşman,
 yoksa ateistler, komünistler ve sosyalistler mi  daha büyük düşman?
 Allah Resulü adına binlerce iftira eden,
 uydurma dini sorgulatmayan, Kur'an'sız  ahmaklar mı daha büyük düşman,
 yoksa  emperyalist batı  mı daha büyük düşman?
SON  SORU:
 Hangisi daha vahşi, tehlikeli ve ölümcüldür?
Şia ve Ehli Sünnet dininin rivayetleri,  hurafeleri, yalanları ve içtihatları mı, yoksa batılıların silahları mı?
ALGI HAKİKATIN YERİNİ ALDI
ALGI:
"Kur'an yeterli değildir, hadisler  olmazsa Kur'an anlaşılmaz"
 "Sünnet'in Kur'an'a ihtiyacından daha çok Kur'an sünnete(hadislere) ihtiyaç duyar.
 "Mezhepler olmazsa din olmaz, mezhepler bir kolaylıktır"
 "Hadisler Kur'an'ı, içtihatlar ise hadislerin tefsiridir" 
"Kur'an çok zor ve anlaşılmaz bir kitaptır"
 "Allah Resulü'nün Kur'an'ı açıklama görevi vardır"
 "Allah Resulü'nün örnekliği hadislerin  hayata geçirilmesidir"
Yani "hadisler Kur'an'ın pratik olarak yaşanmasıdır"
 "Din için sadece Kur'an yeterlidir" diyenler Allah Resulü'nü devre dışı bırakan İslâm düşmanlarıdır" 
"Din ve hüküm olarak Kur'an yeterlidir diyenler dinde usul bilmeyen kimselerdir"
 "Sahabeler gökteki yıldızlar gibidir"
 "Tabiin çok faziletli bir nesildir" 
"Allah Resulü'nün döneminde Asrı Saadet hayatı yaşanmıştır.
 "Ehli sünnet mezhepleri Kur'an'ın yolundadır"
 "Mezhep imamları çok büyük ve değerli alimlerdir.
 "Dinin kaynağı dörttür"
 "Kitab (Kur'an) sünnet (hadisler) İcma (Ehli sünnet âlimlerinin görüş ve  içtihatları) kıyas'ı fükaha.
 "Ahirette  Affedilmeyecek tek  günah insan hakkıdır"
 "Dinin direği namaz kılmaktır"
 "Hac ve  Umre yapanların bütün günahları bağışlanır"
 "Cünup olarak dolaşmak, bir şey yemek ve içmek günahtır"
 Dört mezhepten başka hak mezhep yoktur"  "Buhari hadis kitabı   Allah'tan gelmiş gibi çok doğru bir kitaptır"
"Kütüb-ü Sitte (altı hadis kitabı )Allah Resulü'nün  sözleridir"
 "Hadisler Allah Resulü'nü  temsil ederler" vs,
HAKİKAT:
"Din Allah tarafından indirilen Kur'an ile tamamlamıştır"
( Maide, 3)
 Allah Resulü  hayatı boyunca sadece Kur'an ile uyarı görevini yerine getirmiştir"
( Enam, 51- Kaf, 45- Enbiya, 45)
 "Allah Resulü Muhammed(as) sadece Kur'an'a uymuştur, zaten Allah'ın kendisine emri de bu istikamettedir.
(Enam, 106- 109 - Ahkaf, 9)
 "Hak ve Hakikat sadece Allah'tan gelendir" "Bakara, 147 - Yunus, 84)
"Din  ve hüküm olarak Allah tarafından gelmeyen her şey sapıklıktır"
( Yunus, 32)
 "Kur'an'dan başka hiçbir kitapta hidayet aranamaz"
(Bakara, 121- Yunus, 35- Ra'd, 37)
"Allah'ın ayetlerini gizlemek büyük bir vebal  ve lanetlik bir fiildir"
(Bakara, 159- 160- 161- 162- 163- 174 -175- 176)
 "Allah sadece şirki bağışlamaz"
 (Nisa, 48-116)
"Din ve hüküm olarak  Kur'an yeterli bir kitaptır" (Ankebut, 50- 51)
"Ahirette insanlar sadece Kur'an'dan  hesaba çekileceklerdir"
( Zuhruf, 43- 44)
"Din ve hüküm  olarak Allah'ın sözünden ve ayetlerinden başka  bir söze iman etmek küfürdür"
(Casiye, 6)
 Abdest almak  ve gusül yapmak  sadece salat'ı ikame etmek için farz kılınmışlardır.
(Maide, 6)
 Cünup olarak gezmenin, yemek yemenin hiçbir sakıncası yoktur.
 Allah Resulü'nün arkadaşları arasında iyi, fedakar  doğru ve kahraman insanlar olduğu gibi, kötü ahlak sahibi, cimri ve korkak kimselerde vardı.
(Tevbe-25- 39,40,  Âli İmran-152-153 - Nur-11,12,13,14,15 Mumtehine-1,2,3,4 Cuma, 11 Hucurat, 16 ,17 )
Tevbe, Hucurat, Tahrim  ve Ahzab surelerinin büyük bir bölümü Allah Resulü'nün arkadaşlarını ve hanımlarını menfi hareketleri  sebebiyle kınamalardan  oluşmaktadır. 
Bu gerçeklere bakarak şunu söylemek mümkündür.
 Rivayetlere dayalı mezheplerin dini baştan sonra kadar yalandır.
 Ben şahsen onların "Allah bir" sözlerine bile İnanmıyorum.
(Münafıkun, 1)

2 Şubat 2018 Cuma

KUR'AN EHLİ MUVAHHİDLERE ÂCİZÂNE BİR NASİHAT   
Mezhep imamları Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü anlamamış cahillerle tartışmanın hiçbir mantığı yoktur.
 Hikmet kavramının hangi anlama geldiğini bilmeyen mezhep imamını ilâh ve Rab olarak gören cahillere bir şey anlatmak mümkün değildir.
"Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman edecek değillerdir"
( Yusuf, 103)
( İnsanların çoğunun Allah'a imanları şirkle  beraberdir"
( Yusuf, 106)
 Bırakın kabir azabını, kabir hayatının olmadığına dair bin(1000)
 âyet bulunmasına rağmen,
kabir azabını kabul etmeyenleri tekfir eden  cahillerle konuşmanın bir yararı olmaz.
 "Salatın Nebi'ye ve destek olma ve yardım etme anlamına geldiğini"(Ahzab, 56) bilmeyen mezhep imamı'nın tabiilerine bir şey kabul ettirmenin yolu yoktur.
 İlim adamları, mezhep imamları ve muhaddisleri tarafından Allah yolundan engellenen ümmi  halkın bu yazdıklarımla bir alakaları bulunmamaktadır. 
Benim hedefim sözde  ilim adamlarıdır.
 Kur'an'ın en basit meselelerini anlamamış cahilleri müctehid âlim olarak gören kur'ansız mürekkep yalamışlara Allah'ın mesajını anlatmanın bir çaresi bulunmaz.
 Özellikle Nebi ile Resul'ün arasında bulunan farkları bilmeyen biri  ile konuşmanın hiç bir faydası yoktur.
 Allah'ın kitabına kayıtsız şartsız iman etmeyenlere hakikati ulaştırmak  imkansız bir olaydır.
 "Allah'ın ayetlerine inanmayanlar yok mu, kuşkusuz Allah onları doğru yola iletmez ve onlar için elem verici bir azap vardır.
Allah'ın âyetlerine inanmayanlar, ancak yalan uydurur. İşte onlar yalancıların ta kendileridir"
( Nahl, 104- 105)
 Kur'an'a karşı kör, sağır ve duygusuz ölülere vahyin hayat bahşeden sesini duyurmanın bir yolu yoktur.
 "Andolsun, biz cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar, gözleri vardır, onlarla görmezler,
 kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar bunlardır"
(Araf, 179)
"Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun?  Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar"
( Furkan, 44)
 Mezhepleri din edinen müşrikler Kur'an'ı  asla kabul etmezler.
 "Onların akılları ve  vicdanları Allah'ın kitabına karşı kapalıdır"
 (Kehf,57
 (Ey Muhammed! ) Hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı sen mi kurtaracaksın"
( Zümer, 19)
 Mezhebi hakkında bilgisi olan, ilim! sahipleri, yani  uydurulmuş din ile alakalı bir şuur ve inanca sahip bulunan müşriklerle uğraşmanın hiçbir anlamı yoktur.
 Çünkü onların kalp ve  akılları çürümüş yaşayan birer ölü haline gelmişlerdir.
 "Körle gören, karanlıkla  aydınlık,  gölgeyle sıcak bir olmaz.
Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah dileyene işittir. Sen kabirdekilere işittiremezsin. Sen sadece bir uyarıcısın"
( Fatır, 19-20-21-22-23) 
O halde biz kime tebliğ görevini yapacağız, Kur'an'ı kime anlatacağız. 
"Sen, ancak Kur'an'a uyan ve görmeden Rahman'dan korkan kimseyi uyaralabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükafat ile müjdele"
 (Yasin,11)
 "Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar"
 (Furkan, 73)
"Bizim ayetlerimize ancak  o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini  hamd ile tesbih ederler"
(Secde,15) 
Peki bu uydurma dinin fanatik  müntesipleri ile karşı karşıya  kaldığımızda onlara ne anlatacağız.
 "Kur'an'ın Allah tarafından indirildiğini ve dinin Allah tarafından tamamlandığını"
 (Maide, 3, En'am,114,115)
  "Kur'an'ın din ve hüküm olarak yeterli olduğunu ve hiçbir kaynağa ihtiyaç bırakmadığını"
(Ankebut- 50, 51)
 "Allah'ın huzurunda sadece Kur'an'dan sorumlu olduğumuzu"
(Zuhruf- 43, 44)
"Allah elçisi  Muhammed (as) ın sadece Kur'an'a uyduğunu" (Ahkaf,9- En'am, 106)
"Allah tarafından  indirilmeyen bir şeye iman  etme yükümlülüğünün bulunmadığını"
(Şura,15)
"Allah elçisine sadece indirilen vahye tâbi olması gerektiğinin emredildiğini"
(Yunus,109) 
"Allah elçilerinin  sadece indirilen vahyi  tebliğ ettiklerini"
(Nahl,35, Ra'd,40)
 "Allah Resulü (Aleyhisselam) Mekke ve Medine'de vefat edinceye  sadece Kur'an ile uyarı vazifesini yaptığını"
(En'am,51, Kaf, 45,  Enbiya, 45)
"Atalardan gelen dinde bir hayır ve fazilet olmadığını"
(Bakara-170,171- Zuhruf -23,24- Lokman-21-Mâide-104)
 "Allah elçisinin değerini vahiy'den aldığını ve Resul (as)ı
yalnız vahyin temsil ettiğini, vayhin dışında hidayet bulunmadığını, vahyin haricinde başka kaynaklar edinmenin şirk olduğunu"
(Kasas,87,88) 
"Tek hidayet kaynağının vahiy olduğunu"
(Yunus,35- Bakara, 121)
"Ahirette sadece şirkin bağışlanmayacağını"
(Nisa,48,116)
 Dolayısıyla rivayetlerin ve mezheplerin şirk olduğunu  ve "şirkin en büyük bir zulüm olduğunu"
(Lokman,13)
 "Vahyin koruma altında olduğunu ve her türlü çelişkiden uzak bulunduğunu"
(Hicr,9, Nisa, 82)
 Allah elçisi Muhammed(Aleyhisselam)ın sadece Allah'ın yoluna yani Kur'an'a  davet ettiğini"
(Nahl, 125  -Yusuf, 108)
 "Dinin yalnız Allah'a özel kılınması gerektiğini"
(Zümer,3,11)
 Pek tabii ki "mühaddislerini ve  müctehitlerini birer ilâh ve Rab  olarak olarak gören"
(Tevbe,31)
 uydurma dinciler bütün bu ayetlere iman etmeyeceklerinden  dolayı onlara şunları söyleyeceğiz.
 "Size ve  Allah'ın berisinde taptığınız şeyler cehennem odunusunuz siz oraya  mutlaka gireceksiniz"
( Enbiya, 98)
"Size de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh  olsun! aklınızı kullanmaz mısınız"
( Enbiya,  67)
 Kur'an müminlere şifa ve rahmet, zalimlere husran olduğu için (İsra, 82)
 imana gelmeyecekler.
 O zaman diyeceğiz ki "Allah bize yeter. O'ndan  başka ilah yoktur. Biz sadece ona güvenip dayanırız. O yüce arşın sahibidir"
(Tevbe,129)