SÖZÜN ÖZÜ
(1.YAZI)
Kur'an, İslam dinin temelidir, apaçıktır ve mesajı bütün insanlar tarafından anlaşılan yani "Mübin" olan bir kitaptır.
"De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak (Kur'an) gelmiştir. Artık (bundan sonra) kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır.
Ben sizin üzerinize vekil değilim. (Sadece tebliğ etmekle memurum )
(Ey Resul! ) Sen, sana vahyedilene tâbi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır"
"Andolsun ki biz size gerekeni açık açık bildiren âyetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve sorumluluk bilincine sahip kimseler için öğütler indirdik"
(Nur-34)
"De ki: Ben ancak, bu şehrin Rabbine-ki O burayı muharrem kılmıştır-kulluk etmekle emrolundum. Her şey zaten ona aittir. Bana Müslümanlardan olmam ve Kur'an okumam emrolundu.
Artık ( bundan sonra) kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir; kimde saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım"
(Neml-91,92)
Kur'an, insanlar tarafından bilinemez, kendisine ulaşılamaz, anlaşılamaz, çok mukaddes, esrarengiz, sırlarla dolu bir kitap olarak tanıtıldığı sürece insan ile Yüce Allah veya insan ile din arasında arıcılığa soyunan yalancı sahtekarlar var olacaktır.
Veya Allah Resulü'ne iftira edilen hadis ve mezhep ictihadlarına göz yumulacak olursa, dini menfaat aracına ve ranta çevirecek kurum ve kişiler eksik olmayacaktır.
Şia ve Ehli Sünnet âlimlerince öne sürülen Kur'an'ın yetersizliği, Kur'an'ın hadislere olan ihtiyacının hadislerin Kur'an'a ihtiyacından daha fazladır hezeyanları,
Sünnet'in (hadislerin) Kur'an'a egemen olduğu (essünnetü kâdiyetun alel kitébi) veya Kur'an'ın bilinmezliğine, veya Allah'ın rahmet ve mağfiretinden daha çok azaba ve korkuya, insanları bekleyen korkunç akibete sürekli vurgu yapılması,
ümmi insanları sahte ve sanal sığınaklar ve çıkış yolları aramaya sevk etmiş, neticede karşı durulması zor olan cezbedici bir din piyasası ve hayli karlı lânet olası bir ticaret alanı ortaya çıkarmıştır.
Halbuki daha Allah Resulü hayatta iken indirilen vahiy ile din tamamlanmış (Mâide-3) hiç kimseye Allah adına söz söyleme hakkı ve aracılık yetkisi verilmemiştir.
Dolayısıyla Allah'ın kitab'ı öncelikli olarak insana hitap eder.
Kur'an ehli muvahhidler dini yeniden inşa eden değil, sözün gücüne dayandığından dolayı Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü kendi içinde bulunan çözümünü yani hikmetini topluma aktaran kimselerdir.
Kur'an'ın en temel özelliği bireyi muhatap alması, kitlelerle ilgili mesajlarında da her zaman bireyin sorumluluğunu devrede tutmasıdır.
Yani Kur'an'ı Mübin toplumsal yapı ve kurallar, insan için koruyucu sınırlar, zorlayıcı yaptırımlar içerse de en sonunda her insan kendi inanç dünyasını kendisi inşa edecektir.
"Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahman'a gelecektir.
O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tespit etmiştir. Bunların hepsi de kıyamet gününde O'nun huzuruna tek başına yapayalnız gelecektir"
(Meryem-93,94,95)
Nihayi karar bireyindir ve onun inancını kabul veya reddedecek olan yüce Allah'tır.
Kur'an'da bu anlamıyla aracı bir kurum ve sınıftan söz edilemez.
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne baktığımızda "kafir, münafık, Allah'ın âyetlerini yalanlama, onları inkar etme, üzerini örtme, görmezden gelme, onları gizleme, şirk, zulüm, gibi kavramlar ümmi halk yani Allah'ın hidayet yolundan engellenen saf insanlar için kullanılmamıştır.
Bu gibi kavramlar bilinçli ve şuurlu bir şekilde Kur'an'ın yetersizliliğini iddia eden, Allah'ın dosdoğru yolunu yamuk gösteren yani ilim adamları ve dinde söz söyleme hakkını elinde bulunduran Kur'an'ın deyimi ile "kitap yüklü eşekler" ile alakalı bir durumdur.
Allah'ın yolundan engellenen, Kur'an'ın yolundan uzaklaştırılan güzel ahlak sahibi ve merhametli olan kilise, havra, cemevi cami cemaati için cehenneme girme söz konusu değildir.
Cehenneme girme ümmilere uydurma din dayatan, Allah ile insanları aldatan, dini menfaat aracına dönüştüren ilim adamları, tarikat şeyhleri, cemaat liderleri ve onlara fanatik bir şekilde bağlı olanlar için söz konusudur.
( Bakara- 165, 166, 167; Şuara-90--103)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder