KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI YÜZÜNDEN YAPISI VE MANASI DEĞİŞEN KELİMELER
(30. YAZI)
ÖRNEK 196:
Enam süresi,
",,,,meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın!
99. ayetinde bulunan "unzuru ilé semerihi" "meyvesine bakın" kelimesini, Kisai "unzuru ilé sumurihi" "meyvelerine bakın" yani çoğul olarak okumuştur.
örnek 197:
Enam süresi
"De ki: Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitabı açık olarak indiren O'dur.
Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbim tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüphe edenlerden olmayasın!
114. âyetinde bulunan "münezzelün min Rabbike" "Rabbin tarafından indirilmiş" kelimesini, Kisai "münzelün min Rabbike" Rabbin tarafından inmiş" olarak okumuştur.
ÖRNEK 198 :
Enam süresi,
"Üzerine Allah'ın adı anılıp kesilenden yememenize sebep olan nedir?
Oysa Allah, çaresiz yemek zorunda kaldığınız dışında, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır,,," 119. âyetinde bulunan
"mé harrame aleyküm" "size haram kıldığı" kelimesini,
Kisai "mé hurrime aleyküm" "size haram kılınan" olarak okumuştur.
ÖRNEK 199:
Enam süresi,
"De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım!
Yurdun (dünyanın) sonunun kimin lehine olduğunu yakında bileceksiniz"
135. âyetinde bulunan "men tekünü" "olduğunu" kelimesini, Kisai "men yükünü" "olacağını" olarak okumuştur.
örnek 200:
Enam Süresi
",,,,Her biri meyve verdiği zaman meyvesinden yeyin,,,,"141. âyetinde bulunan "külü min semerihi" "meyvesinden yeyin" kelimesini, Kisai "külü min sumurihi" meyvelerinde yeyin" olarak okumuştur.
ÖRNEK 201:
Hicr süresi
"Hakikaten bunda iman edenler için bir ibret vardır" 77. âyetinde bulunan "leé yeten" "bir ayet, bir ibret, bir delil" kelimesini, Nâfi "leéyéten" "ayetler, ibretler, deliller" olarak okumuştur.
ÖRNEK 202 :
Bakara süresi
",,,,,(Ramazan ayının) tümünü tutmaya güçleri yetenlere bir miskini doyuracak fidye gerekir,,,," 184. âyetinde bulunan "miskinin" kelimesini, Nâfi "mesekinin" "miskinler" yani çoğul olarak okumuştur.
ÖRNEK 203 :
Rum süresi
"Allah ilkin yaratılışı başlatan, ölümden sonra da bunu (yaratmayı) tekrar eder.
Sonunda hep O'na döndürüleceksiniz" 11. ayetinin sonunda bulunan "turceun" "döndürüleceksiniz"
kelimesini, Ebu Amir "yurceun" döndürülecekler" olarak okumuştur.
ÖRNEK 204 :
Rum Süresi
"O'nun delillerinden biride, gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin çeşitli olmasıdır.
Şüphesiz bunda âlimler (bilenler) için alınacak dersler vardır"
22. âyetinde bulunan "âlimin" "bilenler" kelimesini,
Türkiye, İran, Suriye, Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkelerde okunan Kur'an'larda
(Âsım kıraatı) haricinde kalan bütün kıraat âlimleri bu kelimeyi "âlemin" "insanlar" olarak okumuşlardır.
Sadece kıraat âlimi Âsım bu kelimeyi "âlimin" "âlimler" olarak okumuştur.
29 Eylül 2018 Cumartesi
26 Eylül 2018 Çarşamba
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(22. YAZI)
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"O halde müşriklerin tapmakta oldukları şeylerin batıl olduklarından asla şüphen olmasın.
Çünkü bunlar yalnız daha önce babaları (onlara) taptığı için tapıyorlar. Biz onların azaptan hakkettiklerini eksiksiz olarak mutlaka vereceğiz"
(Hud, 109)
CÜBBELİ AHMED'İN ŞİRK SAPIKLIĞI:
Binlerce kişinin önünde büyük bir spor salonunda, milyonlarca kişinin seyrettiği tarikat televizyonunda cübbeli Ahmet şunları anlatıyor.
NAKŞİBENDİ'NİN ALLAH İLE PAZARLIĞI!!
"Sen öyle bir makama ulaşmışsın ki, her istediğin kabul olacak dendi.
Bakın Nakşibendi Hazretleri ne istemiş?
Çok önemli bir şey istemiş!
Efendi hazretlerimizden devamlı duyduğumuz bir şeydi.
Ya Rabbi! Senden özel bir tarikat vermeni, bana özel zikirler öğretmeni istiyorum ki, kim o yoluma girerse, mutlaka sana kavuşması nasip olsun!!
Yani Ey Allah'ım! Bana bir tarikat bahşet ki, mutlaka ulaştırsın, gireni yolda bırakmasın! Zaten baştan ne istediler?
Senin istediğin olacak dediler!!
Böylece Nakşi Tarikatı, Nakşibendilik böylece Allah tarafından kendine ilham edildi!!
Ya bunları nereden biliyorsun?
Yani kabirde yanında değildin.
Allah Allah tefsirler yazıyor! tefsirler okuyorum ben.
Hep roman, gazete okusaydım bunları bilmezdim.
Ruhul Beyan da yazıyor.
Nesefi Hazretleri dostlarına görünüyor. Evliyaullahın keşfi açık, mezarın başında duruyor içeriyi seyrediyor.
Şah-ı Nakşibendi Hazretleri gömülürken bütün evliyaullah dolu.
Şahı Nakşibendi hazretleri kabre veriliyor.
Oradaki bir veli ne görüyor?
Toprağa verilirken, cennetten bir taht getiriliyor, manevi tarafı işin, gözle görülen toprak, taht getiriliyor.
O mübarek tahta kabul ediliyor.
Oradan iki tane Huri edeple geliyorlar,
"Efendi Hazretleri!
Rabbimiz bizi sizin için halketti, bekliyoruz ha bekliyoruz!
Ya sen ancak teşrif ettin! diyorlar.
O da onlara ne diyor?
O zat bütün bu olanları seyrediyor!
Kimi toprağa görüyor, kimi o tarafa görüyor, kimi perdenin arkasını görüyor.
Efendi Hazretleri çok anlatırdı bu meseleyi! Nakşibendi Hazretleri ne diyor?
"Benim Rabbimle sözleşmem var!
Bana cemalini göstermedikçe, bir de bana intisab eden müritlerimi elimle cennete yerleştirmedikçe hiçbir cennet nimetinden istifade etmeyeceğim" der.
Ya! millet tarikata geliyor, tasavvufa giriyor. Bunlar üşütmüş ha! ahirette görürsün kim üşütmüş?
Yapayalnız kaldığın zaman!
"Allah kuluna yetmez mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah kimi saptırırsa artık onun yolunu doğrultacak biri yoktur"
(Zümer, 36)
( Ey Elçi!) Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilah yoktur. Ben sadece ona güvenip dayanırım. O yüce arşın sahibidir"
( Tevbe, 129)
Dünyada ve ahirette Allah'tan başkasına dayanıp güvenilmeyeceği ile ilgili yüzlerce ayet mevcuttur.
Fakat Kur'an'sız kitapsızlara hiç bir âyet ve nasihat fayda etmez.
(Ey Resul!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen inanmaları için insanları zorlayacak mısın?
Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları pislik içinde bırakır.
De ki: "Göklerde ve yerde neler var bakında (ibret alın!) Fakat inanmayan bir topluma deliler ve uyarılar fayda sağlamaz"
(Yunus, 99, 100, 101)
(22. YAZI)
Rahman ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"O halde müşriklerin tapmakta oldukları şeylerin batıl olduklarından asla şüphen olmasın.
Çünkü bunlar yalnız daha önce babaları (onlara) taptığı için tapıyorlar. Biz onların azaptan hakkettiklerini eksiksiz olarak mutlaka vereceğiz"
(Hud, 109)
CÜBBELİ AHMED'İN ŞİRK SAPIKLIĞI:
Binlerce kişinin önünde büyük bir spor salonunda, milyonlarca kişinin seyrettiği tarikat televizyonunda cübbeli Ahmet şunları anlatıyor.
NAKŞİBENDİ'NİN ALLAH İLE PAZARLIĞI!!
"Sen öyle bir makama ulaşmışsın ki, her istediğin kabul olacak dendi.
Bakın Nakşibendi Hazretleri ne istemiş?
Çok önemli bir şey istemiş!
Efendi hazretlerimizden devamlı duyduğumuz bir şeydi.
Ya Rabbi! Senden özel bir tarikat vermeni, bana özel zikirler öğretmeni istiyorum ki, kim o yoluma girerse, mutlaka sana kavuşması nasip olsun!!
Yani Ey Allah'ım! Bana bir tarikat bahşet ki, mutlaka ulaştırsın, gireni yolda bırakmasın! Zaten baştan ne istediler?
Senin istediğin olacak dediler!!
Böylece Nakşi Tarikatı, Nakşibendilik böylece Allah tarafından kendine ilham edildi!!
Ya bunları nereden biliyorsun?
Yani kabirde yanında değildin.
Allah Allah tefsirler yazıyor! tefsirler okuyorum ben.
Hep roman, gazete okusaydım bunları bilmezdim.
Ruhul Beyan da yazıyor.
Nesefi Hazretleri dostlarına görünüyor. Evliyaullahın keşfi açık, mezarın başında duruyor içeriyi seyrediyor.
Şah-ı Nakşibendi Hazretleri gömülürken bütün evliyaullah dolu.
Şahı Nakşibendi hazretleri kabre veriliyor.
Oradaki bir veli ne görüyor?
Toprağa verilirken, cennetten bir taht getiriliyor, manevi tarafı işin, gözle görülen toprak, taht getiriliyor.
O mübarek tahta kabul ediliyor.
Oradan iki tane Huri edeple geliyorlar,
"Efendi Hazretleri!
Rabbimiz bizi sizin için halketti, bekliyoruz ha bekliyoruz!
Ya sen ancak teşrif ettin! diyorlar.
O da onlara ne diyor?
O zat bütün bu olanları seyrediyor!
Kimi toprağa görüyor, kimi o tarafa görüyor, kimi perdenin arkasını görüyor.
Efendi Hazretleri çok anlatırdı bu meseleyi! Nakşibendi Hazretleri ne diyor?
"Benim Rabbimle sözleşmem var!
Bana cemalini göstermedikçe, bir de bana intisab eden müritlerimi elimle cennete yerleştirmedikçe hiçbir cennet nimetinden istifade etmeyeceğim" der.
Ya! millet tarikata geliyor, tasavvufa giriyor. Bunlar üşütmüş ha! ahirette görürsün kim üşütmüş?
Yapayalnız kaldığın zaman!
"Allah kuluna yetmez mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah kimi saptırırsa artık onun yolunu doğrultacak biri yoktur"
(Zümer, 36)
( Ey Elçi!) Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilah yoktur. Ben sadece ona güvenip dayanırım. O yüce arşın sahibidir"
( Tevbe, 129)
Dünyada ve ahirette Allah'tan başkasına dayanıp güvenilmeyeceği ile ilgili yüzlerce ayet mevcuttur.
Fakat Kur'an'sız kitapsızlara hiç bir âyet ve nasihat fayda etmez.
(Ey Resul!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen inanmaları için insanları zorlayacak mısın?
Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları pislik içinde bırakır.
De ki: "Göklerde ve yerde neler var bakında (ibret alın!) Fakat inanmayan bir topluma deliler ve uyarılar fayda sağlamaz"
(Yunus, 99, 100, 101)
24 Eylül 2018 Pazartesi
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(21. YAZI)
Her şeye muktedir olan Allah daha iyi bilir, belki de insanlık tarihinin en azılı, en yalancı, en ahlaksız ve en akılsız müşriği bizim zamanımıza denk geldi.
Bu bizim günahımız mı, sevabımız mı bilmiyorum.
Aslında madeni değerli kılan şey ateşte yanması ve pişmesidir.
Dolayısıyla bu sahtekar din satıcısı müşriğin bizim zamanımıza denk gelmesi bizim için bir iyiliktir.
Çünkü yüce Allah, bu müşriklere günahlarını arttırmaları, muvahhidlere de sevaplarını arttırmaları için fırsat veriyor.
Yoksa sonsuz rahmet ve merhamet sahibi olan Allah bu kadar zulüm ve alçaklığa müsaade etmezdi.
İşte size apaçık âyetlerden kanıtlar.
(Ey Resul! ) Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları cezalandırmayı, korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor"
( İbrahim, 42)
(Ey Elçi! ) Hakikatın üstünü örtüp onu inkâr etmede yarışanlar sana kaygı vermesin. Çünkü onlar,
Allah'a hiçbir zarar veremezler.
Allah onlara ahiretten yana bir nasip vermemek istiyor.
Onlar için çok büyük bir azap vardır.
Şurası muhakkak ki, imana bedel küfrü satın alanlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elem verici bir azap vardır.
İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet
vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz.
Onlar için alçaltıcı bir azap vardır"
(Âli İmran--176, 177, 178)
CÜBBELİ AHMED'İN ŞİRK SAPIKLIĞI
Cübbeli'nin sosyal medyaya düşen bazı konuşmaları:
"İşte orada sözler açıldı, efendi hazretleri muhabbet ediyordu.
Çok da neşeliydi, Mevlana Hâlid'in ziyaretinden bahsediyordu.
Bu Mevlana Hâlid'in ne kadar büyük olduğunu anlatıyordu.
Bazı kıssalar anlatıyordu.
Efendi babamdan duydum, buyurdu.
Ali Haydar Efendi Hazretleri'nden işittim, buyurdu.
"Yarın ahirette kabirden çıkan bir adamı azap melekleri yakalasa, azaba götürürlerken yaka paça, o adam dese ki,
"Ben Nakşibendi tarikatının Hâlidi kolundanım" dese, bırakırlar"
Bunu dört mezhep imamı Ali Haydar Efendi söylüyor.
Yani neyi anlatmak istiyor.
Hâlidi kolunun ne kadar büyük bir kol olduğunu anlatmak için bunu söylüyor.
CÜBBELİ AHMED'E GÖRE TARİKATLAR
Uşşakı tarikatı Şabaniye kolu lideri ile ağız dalaşına giren Cübbeli Ahmed'in söylediği bir gerçek.
"Yeşil sarığı sararsan abi, bir de cübbeyi giyersen, beş on adamda bulursan yanına, isterse parayla bul farketmez.
Parayla on kişi bulursan, bedava bin kişi geliyor"
CÜBBELİ AHMET MÜŞRİĞİ KORKUNÇ BİR İFTİRA İLE ALLAH RESULÜ'NE KARŞI ŞU ALÇAKLIĞIDA YAPTI.
Televizyonda binlerce kişinin önünde yaptığı konuşmaya bir bakın,
"Sahabe-i Kiram ne yapıyordu?
(Allah Resulü'nün) idrarını ne yaptı?
İçti!
(Allah Resulü) idrarını bir kapa yapmıştı gece, yatağın altına koyuyordu, sonra onu cariyesi, hizmetçisi içti!!
Dedi: "Ne yaptın onu" dökecekti diye.
"İçtim onu" dedi.
(Allah Resulü) Niye içtin ama,
"lekedihtezerti bihizérin minenner"
"Cehennemden sağlam bir kaleye girdin, daha cehennem seni yakmaz"
Cübbeli Ahmed'e göre "Kur'an bana yeter diyen kafirdir"
CÜBBELİ Ahmet bu şirk sapıklığını, ataları olan Ehl-i Sünnet uydurma dininin muhaddis ve müctehidlerinden öğrenmiştir.
(21. YAZI)
Her şeye muktedir olan Allah daha iyi bilir, belki de insanlık tarihinin en azılı, en yalancı, en ahlaksız ve en akılsız müşriği bizim zamanımıza denk geldi.
Bu bizim günahımız mı, sevabımız mı bilmiyorum.
Aslında madeni değerli kılan şey ateşte yanması ve pişmesidir.
Dolayısıyla bu sahtekar din satıcısı müşriğin bizim zamanımıza denk gelmesi bizim için bir iyiliktir.
Çünkü yüce Allah, bu müşriklere günahlarını arttırmaları, muvahhidlere de sevaplarını arttırmaları için fırsat veriyor.
Yoksa sonsuz rahmet ve merhamet sahibi olan Allah bu kadar zulüm ve alçaklığa müsaade etmezdi.
İşte size apaçık âyetlerden kanıtlar.
(Ey Resul! ) Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları cezalandırmayı, korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor"
( İbrahim, 42)
(Ey Elçi! ) Hakikatın üstünü örtüp onu inkâr etmede yarışanlar sana kaygı vermesin. Çünkü onlar,
Allah'a hiçbir zarar veremezler.
Allah onlara ahiretten yana bir nasip vermemek istiyor.
Onlar için çok büyük bir azap vardır.
Şurası muhakkak ki, imana bedel küfrü satın alanlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elem verici bir azap vardır.
İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet
vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz.
Onlar için alçaltıcı bir azap vardır"
(Âli İmran--176, 177, 178)
CÜBBELİ AHMED'İN ŞİRK SAPIKLIĞI
Cübbeli'nin sosyal medyaya düşen bazı konuşmaları:
"İşte orada sözler açıldı, efendi hazretleri muhabbet ediyordu.
Çok da neşeliydi, Mevlana Hâlid'in ziyaretinden bahsediyordu.
Bu Mevlana Hâlid'in ne kadar büyük olduğunu anlatıyordu.
Bazı kıssalar anlatıyordu.
Efendi babamdan duydum, buyurdu.
Ali Haydar Efendi Hazretleri'nden işittim, buyurdu.
"Yarın ahirette kabirden çıkan bir adamı azap melekleri yakalasa, azaba götürürlerken yaka paça, o adam dese ki,
"Ben Nakşibendi tarikatının Hâlidi kolundanım" dese, bırakırlar"
Bunu dört mezhep imamı Ali Haydar Efendi söylüyor.
Yani neyi anlatmak istiyor.
Hâlidi kolunun ne kadar büyük bir kol olduğunu anlatmak için bunu söylüyor.
CÜBBELİ AHMED'E GÖRE TARİKATLAR
Uşşakı tarikatı Şabaniye kolu lideri ile ağız dalaşına giren Cübbeli Ahmed'in söylediği bir gerçek.
"Yeşil sarığı sararsan abi, bir de cübbeyi giyersen, beş on adamda bulursan yanına, isterse parayla bul farketmez.
Parayla on kişi bulursan, bedava bin kişi geliyor"
CÜBBELİ AHMET MÜŞRİĞİ KORKUNÇ BİR İFTİRA İLE ALLAH RESULÜ'NE KARŞI ŞU ALÇAKLIĞIDA YAPTI.
Televizyonda binlerce kişinin önünde yaptığı konuşmaya bir bakın,
"Sahabe-i Kiram ne yapıyordu?
(Allah Resulü'nün) idrarını ne yaptı?
İçti!
(Allah Resulü) idrarını bir kapa yapmıştı gece, yatağın altına koyuyordu, sonra onu cariyesi, hizmetçisi içti!!
Dedi: "Ne yaptın onu" dökecekti diye.
"İçtim onu" dedi.
(Allah Resulü) Niye içtin ama,
"lekedihtezerti bihizérin minenner"
"Cehennemden sağlam bir kaleye girdin, daha cehennem seni yakmaz"
Cübbeli Ahmed'e göre "Kur'an bana yeter diyen kafirdir"
CÜBBELİ Ahmet bu şirk sapıklığını, ataları olan Ehl-i Sünnet uydurma dininin muhaddis ve müctehidlerinden öğrenmiştir.
22 Eylül 2018 Cumartesi
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(20. YAZI)
CÜBBELİ AHMED'İN ŞİA VERSİYONU:
Uydurulmuş dinin Şia versiyonu televizyonda yaptığı konuşmada hiç utanmadan şu ahmaklıkları anlatıyor.
"Hz Musa (as) dedi: Ya Rabbi!
Dünya ve ahirette kendime fayda sağlayacak bir zikir bana öğret.
Hz. Musa'nın Allah'tan istediği söz, bana bir zikir öğret.
Allah (azze ve celle)
Hz.Musa'ya buyurdu ki:
"Musa! Yarın falan sahraya çık, orada küçük inci gibi bir taş göreceksin.
O taşı kaldırmaya çalış.
O taşı kaldırmaya çalışırken o zikri de öğreneceksin.
Benden istediğin zikri öğreneceksin.
Hz.Musa ertesi sabah sahraya geldi.
O inci tanesi büyüklüğünde olan taşı gördü. Elini attı kaldıramadı.
İnci büyüklüğünde bir taş, küçücük bir taşı kaldıramadı.
İki eliyle tuttu kaldıramadı.
Hz. Musa çok uğraştı, o taşı kaldıramadı.
Taş Hz. Musa'ya seslendi,
Dedi: "Musa!
Sen ve seninle beraber bütün insanlar yan yana gelip tutsanız, yine beni kaldıramazsınız! yine kaldıramazsınız!
Eğer beni kaldırmak istiyorsan.
Dün Allah'tan istediğin bir zikir vardı.
O zikri söylersen bu taşı kaldırırsın.
Dedi Nedir o zikir?
Dedi o zikir şudur.
"Ya Ali medet!
Kur'an cahili ahmağın verdiği kaynak,
(Kerameti Salih'in)
KUR'AN'IN İLMİ VE HİKMETİ OLMAYINCA AHMAKLIKTA SINIR KALMIYOR.
Yine bir televizyonda konuşan iki Kur'an düşmanı tasavvufçu, şirk sapıklıklarını şu şekilde ortaya koyuyorlar.
MUHİTTİN'İ ARABİ MARS'TA OLAN BİR MİLLETİ AFRİKA'YA YERLEŞTİRMİŞ!!!
"Şimdi hocam bakın mübareğin yazısı gene elime geldi, bunu kitap'ta yazdım.
Muhittin Arabi'nin Mars'taki "Selam" yazısı, o kutup muydu! kutbul- Aktap mıydı?
(karşısındaki eşek cevap veriyor)
"O kutbul- Aktaptı.
Yani Hızır makamındadır.
Orada küçük bir bilgi daha vereyim,
beyinler karışsın artık, beyin jimnastik yapmakla, bilgileri hatırlar.
Muhittin'i Arabi hazretleri o dönemde orada çok az kalmış bir kavmi, yetmiş veya üç yüz kişilik bir kavmi getirip Mars'a bırakmış.
Evet onların yardımına koştu.
Kutbul- Aktab'ın görevlerinden biri de odur. MESELA
"Hocamdan bir örnek vereyim.
Bir gece bir yerde sohbet ediyorlar : diyorlar ki, İşte keşke seydamız yanımızda olsaydı, kar böyle bellere kadar gelmiş.
Dağ köyleri, biraz sonra kapı çalınıyor, hocam ayakları çırılçıplak, paçaları ve kolları sıvamış, abdest alacak vaziyette, o halde ayakkabı ve çorap da ayağında yok.
Kapı çalıyor, beni mi çağırdınız?
Falan mahalde, bir elma fidanının köklerini buzlar sıkıştırmıştı, bizden yardım istedi.
Ona yardım ettik de geliyoruz.
İşte kutbul- aktap budur.
Şimdi Muhittin Arabi hazretleri o dönemde orada Mars'ta bir yardım sinyali alıyor.
Orada 270 veya 300 kişilik bir grubu Kuzey Afrika'ya yerleştirdi kendisi"
Bu namussuz müşriklere
"Elma fidanını buzlardan kurtaran, Mars'ta olan bir kavmi Afrika'ya getirip yerleştiren bu alçak şeyhleriniz! ve gavslarınız!
İslam aleminin içinde bulunduğu kaos, anarşi, esaret, zulüm, katliam,
kargaşa, terör ve düşman istilalarından niye kurtarmıyorlar?
Diye soracak olsak, acaba bize ne cevap verecekler?
Aldatılmış, vahiy yolundan engellenmiş, din duygusu ile sömürülmüş,
Allah ile aldatılmış ümmi halk, baştan aşağı sapıklık ve küfür,
şirk ve yalan olan Şiilik, Sünnilik ve en kahpe İslam düşmanı olan kahrolası tasavvuftan kendini kurtarmak zorundadır.
(20. YAZI)
CÜBBELİ AHMED'İN ŞİA VERSİYONU:
Uydurulmuş dinin Şia versiyonu televizyonda yaptığı konuşmada hiç utanmadan şu ahmaklıkları anlatıyor.
"Hz Musa (as) dedi: Ya Rabbi!
Dünya ve ahirette kendime fayda sağlayacak bir zikir bana öğret.
Hz. Musa'nın Allah'tan istediği söz, bana bir zikir öğret.
Allah (azze ve celle)
Hz.Musa'ya buyurdu ki:
"Musa! Yarın falan sahraya çık, orada küçük inci gibi bir taş göreceksin.
O taşı kaldırmaya çalış.
O taşı kaldırmaya çalışırken o zikri de öğreneceksin.
Benden istediğin zikri öğreneceksin.
Hz.Musa ertesi sabah sahraya geldi.
O inci tanesi büyüklüğünde olan taşı gördü. Elini attı kaldıramadı.
İnci büyüklüğünde bir taş, küçücük bir taşı kaldıramadı.
İki eliyle tuttu kaldıramadı.
Hz. Musa çok uğraştı, o taşı kaldıramadı.
Taş Hz. Musa'ya seslendi,
Dedi: "Musa!
Sen ve seninle beraber bütün insanlar yan yana gelip tutsanız, yine beni kaldıramazsınız! yine kaldıramazsınız!
Eğer beni kaldırmak istiyorsan.
Dün Allah'tan istediğin bir zikir vardı.
O zikri söylersen bu taşı kaldırırsın.
Dedi Nedir o zikir?
Dedi o zikir şudur.
"Ya Ali medet!
Kur'an cahili ahmağın verdiği kaynak,
(Kerameti Salih'in)
KUR'AN'IN İLMİ VE HİKMETİ OLMAYINCA AHMAKLIKTA SINIR KALMIYOR.
Yine bir televizyonda konuşan iki Kur'an düşmanı tasavvufçu, şirk sapıklıklarını şu şekilde ortaya koyuyorlar.
MUHİTTİN'İ ARABİ MARS'TA OLAN BİR MİLLETİ AFRİKA'YA YERLEŞTİRMİŞ!!!
"Şimdi hocam bakın mübareğin yazısı gene elime geldi, bunu kitap'ta yazdım.
Muhittin Arabi'nin Mars'taki "Selam" yazısı, o kutup muydu! kutbul- Aktap mıydı?
(karşısındaki eşek cevap veriyor)
"O kutbul- Aktaptı.
Yani Hızır makamındadır.
Orada küçük bir bilgi daha vereyim,
beyinler karışsın artık, beyin jimnastik yapmakla, bilgileri hatırlar.
Muhittin'i Arabi hazretleri o dönemde orada çok az kalmış bir kavmi, yetmiş veya üç yüz kişilik bir kavmi getirip Mars'a bırakmış.
Evet onların yardımına koştu.
Kutbul- Aktab'ın görevlerinden biri de odur. MESELA
"Hocamdan bir örnek vereyim.
Bir gece bir yerde sohbet ediyorlar : diyorlar ki, İşte keşke seydamız yanımızda olsaydı, kar böyle bellere kadar gelmiş.
Dağ köyleri, biraz sonra kapı çalınıyor, hocam ayakları çırılçıplak, paçaları ve kolları sıvamış, abdest alacak vaziyette, o halde ayakkabı ve çorap da ayağında yok.
Kapı çalıyor, beni mi çağırdınız?
Falan mahalde, bir elma fidanının köklerini buzlar sıkıştırmıştı, bizden yardım istedi.
Ona yardım ettik de geliyoruz.
İşte kutbul- aktap budur.
Şimdi Muhittin Arabi hazretleri o dönemde orada Mars'ta bir yardım sinyali alıyor.
Orada 270 veya 300 kişilik bir grubu Kuzey Afrika'ya yerleştirdi kendisi"
Bu namussuz müşriklere
"Elma fidanını buzlardan kurtaran, Mars'ta olan bir kavmi Afrika'ya getirip yerleştiren bu alçak şeyhleriniz! ve gavslarınız!
İslam aleminin içinde bulunduğu kaos, anarşi, esaret, zulüm, katliam,
kargaşa, terör ve düşman istilalarından niye kurtarmıyorlar?
Diye soracak olsak, acaba bize ne cevap verecekler?
Aldatılmış, vahiy yolundan engellenmiş, din duygusu ile sömürülmüş,
Allah ile aldatılmış ümmi halk, baştan aşağı sapıklık ve küfür,
şirk ve yalan olan Şiilik, Sünnilik ve en kahpe İslam düşmanı olan kahrolası tasavvuftan kendini kurtarmak zorundadır.
İNSANLAR KENDİ AMELLERİYLE Mİ CENNETE GİRERLER, YOKSA ALLAH'IN RAHMET VE MAĞFİRETİYLE Mİ?
Şu dünya hayatında itikadına ve imanına şirk bulaştırmayanlar, ahiret hayatında emniyette olurlar.
"İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlardır"
(En'am, 82)
Yukarıdaki ayette bulunan "zulmün" "şirk" anlamında kullanıldığını Lokman süresi 13. âyetinde görüyoruz.
"Lokman, oğluna öğüt vererek: Evladım! Allah'a şirk koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti"
Yoksa herkes kendine, ailesine, çocuklarına ve çevresinde bulunan canlı cansız varlıklara bazen zulmeder.
Tevhid akidesinden sonra âhirette infak yapmaktan daha büyük bir ŞEFAATÇİ ve yardımcı yoktur.
"Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve ŞEFAAT
bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan (ALLAH'IN YOLUNDA) İNFAK EDİN. Gerçekleri inkar edenler elbette zalimlerin ta kendileridir"
(Bakara, 254)
İnsanı âhirette kendi amelinden başka hiçbir şey kurtaramaz.
",,,,Her kişi kazandığına karşılık bir rehinedir"
(Tur, 21)
"Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir"
(Müddessir, 38)
Yani âhirette insanı sadece amelleri kurtaracaktır
"O gün (âhirette) hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"
(Yasin, 54)
",,,,,,Onlara: İşte size cennet, yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona varis kılındınız diye seslenilir"
(Âraf, 43)
"Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka birşey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir"
(Necm-- 39, 40, 41
Fakat bazı âyetler âhirette kurtuluş ve saadetin Allah'ın merhamet ve mağfiretine bağlı olduğunu söylüyor.
"O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, kendilerine yardım da edilmez.
Ancak Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Şüphesiz O, üstündür, merhametlidir"
(Duhan--40, 41, 42)
Ben uzun zaman önce bu konuda çok düşündüm.
İnsanlar kendi amelleriyle mi, yoksa Allah'ın rahmet ve mağfiretiyle mi cennete girerler?
Sonra bununla alakalı aklıma şöyle güzel bir örnek geldi.
"Hava ne kadar güzel olursa olsun, yağmur ne kadar bereketli yağarsa yağsın, güneş ne kadar güzel açarsa açsın,
rüzgar ne kadar olumlu olursa olsun, toprakta tohum olmayınca orada bir şey bitmeyecek, o topraktan asla ürün alınmayacaktır.
Yani ameller birer çekirdektir.
İnsanların amelleri Allah'ın rahmet ve mağfiretini celbeder.
Âmel olmayınca rahmet ve mağfiret tecelli etmez.
Allah'ın rahmet ve mağfireti amellere bağlı bir durumdur.
Amel çekirdekleri içinde en bereketli olanı da infak çekirdeğidir. Bire yedi yüz belki sonsuz bir karşılığı vardır.
(Bakara, 261)
Bu örneği şu âyet açık olarak ortaya koyar.
",,,,,,rahmetim her şeyi kuşatmıştır.
Onu, takva sahiplerine, zekatı verenlere ve âyetlerimize iman edenlere yazacağım"
(Âraf, 156)
Tohum ve çekirdekler ameli,
yağmur, güneş, hava ve rüzgar Allah'ın rahmet ve mağfiretini temsil ederler.
Dolayısıyla hiç çalışma ve emek olmadan sadece dua ederek Allah'ın yardımını beklemek cehalettir.
İnsan ilk önce üzerine düşen görevi yapmalı sonra Allah'a dayanıp güvenmelidir.
Yüce Allah'da üzerine düşen görevi mutlaka yerine getirecektir.
",,,,,Müminlere yardım etmek bize düşen bir görevdir"
(Rum, 47)
",,,,Allah kâfirlere müminler aleyhine yol vermez"
(Nisa, 141)
Her zaman söylüyorum,
Vahiy'den bağımsız olarak asla hidayet olmaz. Yani Allah hiç kimseye vahiy'den bağımsız olarak hidayet vermez.
Hidayet bulmanın ve hidayete ulaşmanın tek yolu Kuran'dır.
(Sebe, 50; Bakara, 159; Fussilet, 44)
Tevhid ve infak olmayınca da rahmet ve mağfiret olmaz.
"Allah müminlerden, mallarını ve canlarını kendilerine verilecek cennet karşılığında satın almıştır.
Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler.
Bu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak olarak verilmiş bir sözdür.
Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır.
O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu gerçekten bir kurtuluştur"
(Tevbe, 111)
Şu dünya hayatında itikadına ve imanına şirk bulaştırmayanlar, ahiret hayatında emniyette olurlar.
"İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlardır"
(En'am, 82)
Yukarıdaki ayette bulunan "zulmün" "şirk" anlamında kullanıldığını Lokman süresi 13. âyetinde görüyoruz.
"Lokman, oğluna öğüt vererek: Evladım! Allah'a şirk koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti"
Yoksa herkes kendine, ailesine, çocuklarına ve çevresinde bulunan canlı cansız varlıklara bazen zulmeder.
Tevhid akidesinden sonra âhirette infak yapmaktan daha büyük bir ŞEFAATÇİ ve yardımcı yoktur.
"Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve ŞEFAAT
bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan (ALLAH'IN YOLUNDA) İNFAK EDİN. Gerçekleri inkar edenler elbette zalimlerin ta kendileridir"
(Bakara, 254)
İnsanı âhirette kendi amelinden başka hiçbir şey kurtaramaz.
",,,,Her kişi kazandığına karşılık bir rehinedir"
(Tur, 21)
"Her nefis kazandığına karşılık bir rehinedir"
(Müddessir, 38)
Yani âhirette insanı sadece amelleri kurtaracaktır
"O gün (âhirette) hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız"
(Yasin, 54)
",,,,,,Onlara: İşte size cennet, yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona varis kılındınız diye seslenilir"
(Âraf, 43)
"Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka birşey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir"
(Necm-- 39, 40, 41
Fakat bazı âyetler âhirette kurtuluş ve saadetin Allah'ın merhamet ve mağfiretine bağlı olduğunu söylüyor.
"O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, kendilerine yardım da edilmez.
Ancak Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Şüphesiz O, üstündür, merhametlidir"
(Duhan--40, 41, 42)
Ben uzun zaman önce bu konuda çok düşündüm.
İnsanlar kendi amelleriyle mi, yoksa Allah'ın rahmet ve mağfiretiyle mi cennete girerler?
Sonra bununla alakalı aklıma şöyle güzel bir örnek geldi.
"Hava ne kadar güzel olursa olsun, yağmur ne kadar bereketli yağarsa yağsın, güneş ne kadar güzel açarsa açsın,
rüzgar ne kadar olumlu olursa olsun, toprakta tohum olmayınca orada bir şey bitmeyecek, o topraktan asla ürün alınmayacaktır.
Yani ameller birer çekirdektir.
İnsanların amelleri Allah'ın rahmet ve mağfiretini celbeder.
Âmel olmayınca rahmet ve mağfiret tecelli etmez.
Allah'ın rahmet ve mağfireti amellere bağlı bir durumdur.
Amel çekirdekleri içinde en bereketli olanı da infak çekirdeğidir. Bire yedi yüz belki sonsuz bir karşılığı vardır.
(Bakara, 261)
Bu örneği şu âyet açık olarak ortaya koyar.
",,,,,,rahmetim her şeyi kuşatmıştır.
Onu, takva sahiplerine, zekatı verenlere ve âyetlerimize iman edenlere yazacağım"
(Âraf, 156)
Tohum ve çekirdekler ameli,
yağmur, güneş, hava ve rüzgar Allah'ın rahmet ve mağfiretini temsil ederler.
Dolayısıyla hiç çalışma ve emek olmadan sadece dua ederek Allah'ın yardımını beklemek cehalettir.
İnsan ilk önce üzerine düşen görevi yapmalı sonra Allah'a dayanıp güvenmelidir.
Yüce Allah'da üzerine düşen görevi mutlaka yerine getirecektir.
",,,,,Müminlere yardım etmek bize düşen bir görevdir"
(Rum, 47)
",,,,Allah kâfirlere müminler aleyhine yol vermez"
(Nisa, 141)
Her zaman söylüyorum,
Vahiy'den bağımsız olarak asla hidayet olmaz. Yani Allah hiç kimseye vahiy'den bağımsız olarak hidayet vermez.
Hidayet bulmanın ve hidayete ulaşmanın tek yolu Kuran'dır.
(Sebe, 50; Bakara, 159; Fussilet, 44)
Tevhid ve infak olmayınca da rahmet ve mağfiret olmaz.
"Allah müminlerden, mallarını ve canlarını kendilerine verilecek cennet karşılığında satın almıştır.
Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler.
Bu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak olarak verilmiş bir sözdür.
Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır.
O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu gerçekten bir kurtuluştur"
(Tevbe, 111)
15 Eylül 2018 Cumartesi
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI YÜZÜNDEN YAPISI VE MANASI DEĞİŞEN KELİMELER
(27. YAZI)
ÖRNEK 182
Mücadele suresi
"Ey iman edenler! Size meclislerde yer açın,,,," denildiği zaman, yer açın ki,,, 11. âyetinde bulunan "mecélisi" "meclislerde" kelimesini, Ebu Amir "Meclisi" "meclis" yani tekil olarak okumuştur.
ÖRNEK 183:
Mümtehine suresi
"Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler.
Çünkü Allah aranızı ayırır,,,, 3. âyetinde bulunan "yefsilu beyneküm"
(Allah) aranızı ayırır" kelimesini, Ebu Amir "yufsalu beyneküm" (Allah tarafından) aranız ayrılır" olarak okumuştur.
ÖRNEK 184:
Talak suresi
"iman edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir Resul göndermiştir,,,,"11. âyetinde bulunan "éyétin mübeyyinétin" "apaçık âyetler" kelimesini,
Ebu Amir "éyétin mübeyyenétin" "açıklanmış ayetler" olarak okumuştur.
Yani "mübeyyinétin" kelimesinde bulunan "ye" harfini Ebu Amir "esre değil "fetha" "üstün" olarak okumuştur.
Hatta Ebu Amir Kur'an'da bulunan bütün "éyétin mübeyyinétin" "apaçık âyetler" kelimelerini "éyétin mübeyyenétin" "açıklanmış ayetler" olarak okumuştur.
Yani bu kıraate göre Allah ayetleri açıklanmış olarak indirmiştir.
ÖRNEK 185:
Ali İmran suresi
"Nice Nebiler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler,,,," 146. âyetinde bulunan "kâtelu" "savaştılar" kelimesini, Nâfi "kutilu" "öldürüldüler" olarak okumuştur.
Yani kıraat imamı Nâfi, Kaf'ı fethe ile değil, ötre ile okumuştur.
ÖRNEK 186:
Ali İmran suresi
"Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki,
Allah'ın mağfiret ve rahmeti onların topladıkları şeylerden daha hayırlıdır" 47. âyetinde bulunan
"yec'maun" "topladıkları" kelimesini, Nâfi "tec'meun" "topladığınız" olarak okumuştur.
Kıraat imamı Nafi, kelimenin başında bulunan "ye" harfini "te" ile okumuştur.
ÖRNEK 187:
Ali İmran suresi
",,,,Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler,,,,"
ve kâtelu ve kutilu" "çarpıştılar ve öldürüldüler" kelimelerini, Kisai, yerlerini değiştirerek, yani "ve kutilu ve kâtelu" olarak okumuştur.
Bu kıraate göre "bazıları öldürüldüler bazıları da gazi oldular" anlamına gelmektedir.
(27. YAZI)
ÖRNEK 182
Mücadele suresi
"Ey iman edenler! Size meclislerde yer açın,,,," denildiği zaman, yer açın ki,,, 11. âyetinde bulunan "mecélisi" "meclislerde" kelimesini, Ebu Amir "Meclisi" "meclis" yani tekil olarak okumuştur.
ÖRNEK 183:
Mümtehine suresi
"Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler.
Çünkü Allah aranızı ayırır,,,, 3. âyetinde bulunan "yefsilu beyneküm"
(Allah) aranızı ayırır" kelimesini, Ebu Amir "yufsalu beyneküm" (Allah tarafından) aranız ayrılır" olarak okumuştur.
ÖRNEK 184:
Talak suresi
"iman edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir Resul göndermiştir,,,,"11. âyetinde bulunan "éyétin mübeyyinétin" "apaçık âyetler" kelimesini,
Ebu Amir "éyétin mübeyyenétin" "açıklanmış ayetler" olarak okumuştur.
Yani "mübeyyinétin" kelimesinde bulunan "ye" harfini Ebu Amir "esre değil "fetha" "üstün" olarak okumuştur.
Hatta Ebu Amir Kur'an'da bulunan bütün "éyétin mübeyyinétin" "apaçık âyetler" kelimelerini "éyétin mübeyyenétin" "açıklanmış ayetler" olarak okumuştur.
Yani bu kıraate göre Allah ayetleri açıklanmış olarak indirmiştir.
ÖRNEK 185:
Ali İmran suresi
"Nice Nebiler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler,,,," 146. âyetinde bulunan "kâtelu" "savaştılar" kelimesini, Nâfi "kutilu" "öldürüldüler" olarak okumuştur.
Yani kıraat imamı Nâfi, Kaf'ı fethe ile değil, ötre ile okumuştur.
ÖRNEK 186:
Ali İmran suresi
"Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki,
Allah'ın mağfiret ve rahmeti onların topladıkları şeylerden daha hayırlıdır" 47. âyetinde bulunan
"yec'maun" "topladıkları" kelimesini, Nâfi "tec'meun" "topladığınız" olarak okumuştur.
Kıraat imamı Nafi, kelimenin başında bulunan "ye" harfini "te" ile okumuştur.
ÖRNEK 187:
Ali İmran suresi
",,,,Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler,,,,"
ve kâtelu ve kutilu" "çarpıştılar ve öldürüldüler" kelimelerini, Kisai, yerlerini değiştirerek, yani "ve kutilu ve kâtelu" olarak okumuştur.
Bu kıraate göre "bazıları öldürüldüler bazıları da gazi oldular" anlamına gelmektedir.
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(18.YAZI )
MENZİL NAKŞİBENDİ TARİKATININ ŞİRK SAPIKLIĞI:
Semerkand tv'de etrafına şirk sapıklığı ile sarhoş olmuş bir kaç genci toplayan Kur'an cahili müşrik aynen şu ahmaklıkları anlatıyor.
"Sonra daha neler oldu.
Hayatından birkaç misal verelim.
Orada iki belde arasında bir zelzele oldu.
Halk telaşa düştü, korktular! zelzele hakikaten adamı korkutuyor.
O arz bildiğin sağlam toprak, binalar üzerine konulduğu, sağlam o toprak deniz dalgası gibi sallanıyor.
Bizde birkaç defa depreme, o Gölcük depremine İstanbul'da hissettik onu.
On katlı bina kayık gibi sallanıyor.
Toprak sanki sıvı deniz olmuş.
Halk korktu, telaş etti, sokağa çıktı.
Gavs'tan yardım istediler!
O da zelzeleye doğru hitap etti!
"Ey zelzele! dedi.
Sen Allah'ın bir mahlukusun! dedi.
Allah'tan seni sakinleştirmesini dilerim! dedi. Sakinleş! dedi.
Zelzele kendi lisan-ı haliyle (kendi özel diliyle) ona cevap verdi.
Dedi ki: Sana itaat olunmakla emrolundum! dedi.
Ve zelzele bitti.
Hadi bakalım şimdi kerameti- evliyayı inkar edenlere anlatacak bir hadise daha"
Hz. İbrahim (as) gibi bir Resul
"Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek"
"Saffat, 99)
Yine İbrahim (as)
"İnsanların dirilecekleri gün, beni mahcup etme"
(Şuara, 87) diyorsa,
Nuh (as)
"Bunun üzerine, Rabb'ine: Ben mağlup oldum, bana yardım et"
(Kamer, 10)
diyorsa, biz bu Kur'an cahili müşrik tağutlara ne diyelim?
Yani şimdi siz istediğiniz kadar, iyi niyet besleyerek,
"Ali hoca çok âlimdir, hafızdır, takva sahibi ve ihlaslı mübarek bir kişidir" deseniz.
Ben yarın hesap gününde Allah'ın huzurunda ne kadar alçak ve günahkar olduğumu bilmiyor muyum?
Yani yarın âhirette Allah rahmet ve mağfiretiyle bana acımaz ve ayıplarımı örtmezse rezil ve rüsvay olacağımı bilmiyor muyum ?
İsa (as) a "Allah" ve "Rab" olarak iman eden Hristiyanlara Kur'an şöyle seslenir.
"Meryem oğlu Mesih ancak bir resuldür.
Ondan önce de birçok Resuller gelip geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır.
Her ikisi de yemek yerlerdi.
Bak onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl haktan yüz çeviriyorlar.
De ki: Allah'ı bırakıp da sizin için fayda ve zarara gücü yetmeyen şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Hakkıyla işiten ve bilen yalnız Allah'tır"
(Mâide, 75, 76)
Yukarıdaki ayette bulunan "Her ikisi de yemek yerlerdi" cümlesi önemlidir. Yani yemeğe ihtiyaç hissedenden ilah ve Rab olur mu?
Yani şimdi bunların müşrik gavsları affedersiniz, özür diliyorum.
Tuvalete gittiği zaman ne yaptığını görmüyor mu?
Bile bile insanları aldatmak, ilahlık taslamak, kurtarıcı rab rolüne soyunmak nasıl bir alçaklıktır?
FETÖ'NÜN ŞİRK SAPIKLIĞI:
Vahiy ehli muvahhidleri "Kur'an sapığı" olarak lanse eden fetö lideri F Gülen, Kur'an cahili şakirtlerine yaptığı bir konuşmasında aynen şunları söyledi.
"Senelerce evvel birisi (aslında kendisini söylüyor)
Bazı şeyler arz edeceğim size, bana dedi ki, önemli bir zat, (kendisi)
Huzuru Risalet penahideydim (Allah Resulü'nün huzurunda) ümmeti Muhammed'in ve hususuyle Türk insanının derdiyle iki büklümdüm.
Bir inledim, bir inledim birde sonra murakabe yaptım.
Sonra ya Resulullah! dedim.
Halimiz ne olacak bizim?
Birdenbire Resulü Ekrem temessül buyurdu. (canlı olarak göründü) rüya değil, buyurdular ki, "Türkiye'nin meselesini falanlara (Fetö'ye) bıraktık biz"
Bakış bu, şimdi hakkınızda Nebi'nin hüsnü zannı bu.
Hâşâ o doğru söyler, doğru görür.
Bilmem bu hüsnü zannı nereye koymayı düşünürsünüz?
Bence Ramazanlar'da öpüp başınıza koyduğunuz lihye'i şerifelerden (güya Allah Resulü'nün sakalından) çok mukaddestir. Bırakın onu da,
bunu öpün, başınıza koyun ve kemerbeste'i ubudiyet içinde bu işe(Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin işgal edilmesine) sahip çıkın.
(18.YAZI )
MENZİL NAKŞİBENDİ TARİKATININ ŞİRK SAPIKLIĞI:
Semerkand tv'de etrafına şirk sapıklığı ile sarhoş olmuş bir kaç genci toplayan Kur'an cahili müşrik aynen şu ahmaklıkları anlatıyor.
"Sonra daha neler oldu.
Hayatından birkaç misal verelim.
Orada iki belde arasında bir zelzele oldu.
Halk telaşa düştü, korktular! zelzele hakikaten adamı korkutuyor.
O arz bildiğin sağlam toprak, binalar üzerine konulduğu, sağlam o toprak deniz dalgası gibi sallanıyor.
Bizde birkaç defa depreme, o Gölcük depremine İstanbul'da hissettik onu.
On katlı bina kayık gibi sallanıyor.
Toprak sanki sıvı deniz olmuş.
Halk korktu, telaş etti, sokağa çıktı.
Gavs'tan yardım istediler!
O da zelzeleye doğru hitap etti!
"Ey zelzele! dedi.
Sen Allah'ın bir mahlukusun! dedi.
Allah'tan seni sakinleştirmesini dilerim! dedi. Sakinleş! dedi.
Zelzele kendi lisan-ı haliyle (kendi özel diliyle) ona cevap verdi.
Dedi ki: Sana itaat olunmakla emrolundum! dedi.
Ve zelzele bitti.
Hadi bakalım şimdi kerameti- evliyayı inkar edenlere anlatacak bir hadise daha"
Hz. İbrahim (as) gibi bir Resul
"Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek"
"Saffat, 99)
Yine İbrahim (as)
"İnsanların dirilecekleri gün, beni mahcup etme"
(Şuara, 87) diyorsa,
Nuh (as)
"Bunun üzerine, Rabb'ine: Ben mağlup oldum, bana yardım et"
(Kamer, 10)
diyorsa, biz bu Kur'an cahili müşrik tağutlara ne diyelim?
Yani şimdi siz istediğiniz kadar, iyi niyet besleyerek,
"Ali hoca çok âlimdir, hafızdır, takva sahibi ve ihlaslı mübarek bir kişidir" deseniz.
Ben yarın hesap gününde Allah'ın huzurunda ne kadar alçak ve günahkar olduğumu bilmiyor muyum?
Yani yarın âhirette Allah rahmet ve mağfiretiyle bana acımaz ve ayıplarımı örtmezse rezil ve rüsvay olacağımı bilmiyor muyum ?
İsa (as) a "Allah" ve "Rab" olarak iman eden Hristiyanlara Kur'an şöyle seslenir.
"Meryem oğlu Mesih ancak bir resuldür.
Ondan önce de birçok Resuller gelip geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır.
Her ikisi de yemek yerlerdi.
Bak onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl haktan yüz çeviriyorlar.
De ki: Allah'ı bırakıp da sizin için fayda ve zarara gücü yetmeyen şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Hakkıyla işiten ve bilen yalnız Allah'tır"
(Mâide, 75, 76)
Yukarıdaki ayette bulunan "Her ikisi de yemek yerlerdi" cümlesi önemlidir. Yani yemeğe ihtiyaç hissedenden ilah ve Rab olur mu?
Yani şimdi bunların müşrik gavsları affedersiniz, özür diliyorum.
Tuvalete gittiği zaman ne yaptığını görmüyor mu?
Bile bile insanları aldatmak, ilahlık taslamak, kurtarıcı rab rolüne soyunmak nasıl bir alçaklıktır?
FETÖ'NÜN ŞİRK SAPIKLIĞI:
Vahiy ehli muvahhidleri "Kur'an sapığı" olarak lanse eden fetö lideri F Gülen, Kur'an cahili şakirtlerine yaptığı bir konuşmasında aynen şunları söyledi.
"Senelerce evvel birisi (aslında kendisini söylüyor)
Bazı şeyler arz edeceğim size, bana dedi ki, önemli bir zat, (kendisi)
Huzuru Risalet penahideydim (Allah Resulü'nün huzurunda) ümmeti Muhammed'in ve hususuyle Türk insanının derdiyle iki büklümdüm.
Bir inledim, bir inledim birde sonra murakabe yaptım.
Sonra ya Resulullah! dedim.
Halimiz ne olacak bizim?
Birdenbire Resulü Ekrem temessül buyurdu. (canlı olarak göründü) rüya değil, buyurdular ki, "Türkiye'nin meselesini falanlara (Fetö'ye) bıraktık biz"
Bakış bu, şimdi hakkınızda Nebi'nin hüsnü zannı bu.
Hâşâ o doğru söyler, doğru görür.
Bilmem bu hüsnü zannı nereye koymayı düşünürsünüz?
Bence Ramazanlar'da öpüp başınıza koyduğunuz lihye'i şerifelerden (güya Allah Resulü'nün sakalından) çok mukaddestir. Bırakın onu da,
bunu öpün, başınıza koyun ve kemerbeste'i ubudiyet içinde bu işe(Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin işgal edilmesine) sahip çıkın.
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI YÜZÜNDEN YAPISI VE MANASI DEĞİŞEN KELİMELER:
(28. YAZI)
ÖRNEK 188 :
Sad suresi
"işte, hesap günü için size vâdolunan şeyler bunlardır" 53. âyetinde bulunan "hézé mé tuadun" "size vâdolunan" kelimesini, Nâfi "hézé mé yuadun" "onlara vâdolunan" olarak okumuştur.
ÖRNEK 189 :
Fatiha suresi
"Ceza gününün sahibidir" 4. âyetinde bulunan "mélik" "sahibidir" kelimesini, Nâfi "melik" "sultanı, padişahı, meliği" yani Nâfi "mé" yi uzatmadan okumuştur.
ÖRNEK 190 :
Bakara Suresi
"Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elem verici bir azap vardır"
10. âyetinde bulunan "yekzibun" "söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle" kelimesini, Nâfi "yukezzibune" "hakikatı yalanladıkları sebebiyle" olarak okumuştur.
Yani bir kıraate göre "yalan söylüyorlar" başka bir okuyuşta ise "yalanlıyorlar"
ÖRNEK 191:
Bakara Suresi
"(srailoğullarına) Bu kasabaya girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yiyin, kapısından eğilerek girin, girerken "hıtta!" "Ya Rabbi bizi affet" deyiniz ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım"
58. âyetinde bulunan "neğfirleküm hatâyâküm" "hatalarınızı bağışlayalım"
kelimesini, Nâfi "yuğferleküm hatâyâküm" (Allah tarafından) hatalarınız bağışlansın" olarak okumuştur.
ÖRNEK 192 :
Bakara Suresi
"Hayır! kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepçevre kuşatırsa İşte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar" 81. âyette bulunan "hatietuhu" "kötülüğü" kelimesini, Nâfi "hatiétuhu" "kötülükleri" olarak okumuştur.
Yani bu okuyuşu göre âyetin manası "kim bir kötülük eder de "kötülükleri" kendisini çepeçevre kuşatırsa oluyor.
ÖRNEK 193:
Bakara Suresi
"Bu misakı kabul eden sizler (verdiğiniz sözün aksine) birbirini öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz,,," 85. âyetinde bulunan
"tezaharune" birleşiyorsunuz" kelimesini, diğer kıraat İmamları "tezzaharuna" "sırt sırta veriyorsunuz, dayanışma içine giriyorsunuz" olarak okumuştur.
ÖRNEK 194:
Bakara Suresi
"kim Allah'a, meleklerine, elçilerine, Cibril'e ve Mikél'e düşman olursa bilsin ki Allah da hakikatın üstünü örten kafirlerin düşmanıdır" 98. âyetinde bulunan "Cibril" ve "mikél" kelimelerini, Nafi "Cebrail" ve "Mikail" olarak okumuştur.
(28. YAZI)
ÖRNEK 188 :
Sad suresi
"işte, hesap günü için size vâdolunan şeyler bunlardır" 53. âyetinde bulunan "hézé mé tuadun" "size vâdolunan" kelimesini, Nâfi "hézé mé yuadun" "onlara vâdolunan" olarak okumuştur.
ÖRNEK 189 :
Fatiha suresi
"Ceza gününün sahibidir" 4. âyetinde bulunan "mélik" "sahibidir" kelimesini, Nâfi "melik" "sultanı, padişahı, meliği" yani Nâfi "mé" yi uzatmadan okumuştur.
ÖRNEK 190 :
Bakara Suresi
"Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elem verici bir azap vardır"
10. âyetinde bulunan "yekzibun" "söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle" kelimesini, Nâfi "yukezzibune" "hakikatı yalanladıkları sebebiyle" olarak okumuştur.
Yani bir kıraate göre "yalan söylüyorlar" başka bir okuyuşta ise "yalanlıyorlar"
ÖRNEK 191:
Bakara Suresi
"(srailoğullarına) Bu kasabaya girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yiyin, kapısından eğilerek girin, girerken "hıtta!" "Ya Rabbi bizi affet" deyiniz ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım"
58. âyetinde bulunan "neğfirleküm hatâyâküm" "hatalarınızı bağışlayalım"
kelimesini, Nâfi "yuğferleküm hatâyâküm" (Allah tarafından) hatalarınız bağışlansın" olarak okumuştur.
ÖRNEK 192 :
Bakara Suresi
"Hayır! kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepçevre kuşatırsa İşte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar" 81. âyette bulunan "hatietuhu" "kötülüğü" kelimesini, Nâfi "hatiétuhu" "kötülükleri" olarak okumuştur.
Yani bu okuyuşu göre âyetin manası "kim bir kötülük eder de "kötülükleri" kendisini çepeçevre kuşatırsa oluyor.
ÖRNEK 193:
Bakara Suresi
"Bu misakı kabul eden sizler (verdiğiniz sözün aksine) birbirini öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz,,," 85. âyetinde bulunan
"tezaharune" birleşiyorsunuz" kelimesini, diğer kıraat İmamları "tezzaharuna" "sırt sırta veriyorsunuz, dayanışma içine giriyorsunuz" olarak okumuştur.
ÖRNEK 194:
Bakara Suresi
"kim Allah'a, meleklerine, elçilerine, Cibril'e ve Mikél'e düşman olursa bilsin ki Allah da hakikatın üstünü örten kafirlerin düşmanıdır" 98. âyetinde bulunan "Cibril" ve "mikél" kelimelerini, Nafi "Cebrail" ve "Mikail" olarak okumuştur.
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(19. YAZI)
Her zaman söylüyorum.
Kur'an'ın ilmi ve hikmeti olmayınca ahmaklıkta sınır kalmıyor.
Yani Kur'an'ın üzerinde tefekkür etme nimetinden mahrum olan bir kişi, Prof da olsa sırtında kitap taşıyan eşeğin mertebesinden daha düşük bir mertebeye sahip olur.
(Cuma, 5)
Çünkü bu kişi Allah'ın kendisine ihsan ettiği akıl nimetini zayi etmektedir.
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar"
(Furkan, 44)
Kur'an cahilleri kadar yalan ve boş konuşan kimse yoktur.
MESELA:
Kur'an ve ilim düşmanı, düşünce özürlüsü aynı zamanda yök üyesi olan Prof. Dr.Nihat Hatipoğlu bakın ne diyor.
"Şöyle bir kelime yaygınlaşıyor Türkiye'de.
Bir şerdir bu, bir şer.
Altını çiziyorum.
Hanımefendi kardeşlerimiz içinde, beyefendiler içinde söylüyorum.
Bu çağımızın en büyük mikrop ve bid'atlerinden biridir.
Tek bir kuralımız var, kitap, Kur'an diyorlar.
Böyle çok cafcaflı bir söz, öyle hoş, öyle ışık saçan bir söz gibi,,,"
Halbuki dinin daha Allah Resulü hayatta iken tamamlandığını,
( Enam, 115 ; Maide, 3)
Allah elçilerinin sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerini ve sadece vahye tabi olduklarını (Enbiya, 45; Kaf, 45; Yunus, 109; Ahkaf,9 )
ortaya koyan yüzlerce âyet mevcuttur.
Şirk ve hurafe, kötü ahlak ve aldatma, sahtekarlık ve dini rant yapmada, aynı zamanda konuşma ve anlatım
tarzında DNA testine ihtiyaç bırakmadan babasının oğlu olan MUHAMMED SAİT HATİPOĞLU bakın ne diyor.
"Anladım ki, senin o şerefli isminin yanına yazılabilecek kimse, anladım ki, senin katında en sevgili odur ya Rabbi!
Öyle diyordu yüce Allah, sadakne- doğru söyledin Adem!
Hakikaten aynen öyledir, diyordu.
Şayet diyordu "la şekke" "şüphesiz ki" eğer ki Muhammed olmasaydı, ne sen olacaktın (Adem) ne İbrahim olacaktı, ne Musa olacaktı, ne Nuh olacaktı.
Ne de İsa (as) olacaktı.
Ne de bu gördüğün kainat olacaktı.
Şayet Muhammed olmasaydı hiçbiriniz olmayacaktınız"
OSMAN ÜNLÜ'NÜN ŞİRK SAPIKLIĞI
"İslam dininin bildirdiği din bilgileri, Ehli sünnet alimlerinin kitaplarında yazılı olan bilgilerdir.
Ehl-i sünnet alimlerinin bildirdiği iman ve İslam bilgileri arasında, manaları açık olan naslardan yani ayeti kerimelerden, hadisi şeriflerden birine inanmayan kafir olur.
İnanmadığını gizlerse buna münafık denir. Hem gizler, hem de müslüman görünerek Müslümanları aldatmaya çalışırsa buna zındık denir.
Manası açık olmayan nasları (âyet ve hadisleri) yanlış te'vil ederek, yanlış inanırsa kafir olmaz.
Fakat Ehl-i sünnetin doğru yolundan ayrıldığı için cehenneme girecektir.
Halbuki din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kaynağa iman etmek küfürdür.
(Casiye, 6; Mürselat, 50)
Osman Ünlü "Hurma'nin Hz Adem'in yaratıldığı çamurdan yaratıldığı için bizim Halamız sayılır" diyen ahmağın biridir.
(19. YAZI)
Her zaman söylüyorum.
Kur'an'ın ilmi ve hikmeti olmayınca ahmaklıkta sınır kalmıyor.
Yani Kur'an'ın üzerinde tefekkür etme nimetinden mahrum olan bir kişi, Prof da olsa sırtında kitap taşıyan eşeğin mertebesinden daha düşük bir mertebeye sahip olur.
(Cuma, 5)
Çünkü bu kişi Allah'ın kendisine ihsan ettiği akıl nimetini zayi etmektedir.
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar"
(Furkan, 44)
Kur'an cahilleri kadar yalan ve boş konuşan kimse yoktur.
MESELA:
Kur'an ve ilim düşmanı, düşünce özürlüsü aynı zamanda yök üyesi olan Prof. Dr.Nihat Hatipoğlu bakın ne diyor.
"Şöyle bir kelime yaygınlaşıyor Türkiye'de.
Bir şerdir bu, bir şer.
Altını çiziyorum.
Hanımefendi kardeşlerimiz içinde, beyefendiler içinde söylüyorum.
Bu çağımızın en büyük mikrop ve bid'atlerinden biridir.
Tek bir kuralımız var, kitap, Kur'an diyorlar.
Böyle çok cafcaflı bir söz, öyle hoş, öyle ışık saçan bir söz gibi,,,"
Halbuki dinin daha Allah Resulü hayatta iken tamamlandığını,
( Enam, 115 ; Maide, 3)
Allah elçilerinin sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerini ve sadece vahye tabi olduklarını (Enbiya, 45; Kaf, 45; Yunus, 109; Ahkaf,9 )
ortaya koyan yüzlerce âyet mevcuttur.
Şirk ve hurafe, kötü ahlak ve aldatma, sahtekarlık ve dini rant yapmada, aynı zamanda konuşma ve anlatım
tarzında DNA testine ihtiyaç bırakmadan babasının oğlu olan MUHAMMED SAİT HATİPOĞLU bakın ne diyor.
"Anladım ki, senin o şerefli isminin yanına yazılabilecek kimse, anladım ki, senin katında en sevgili odur ya Rabbi!
Öyle diyordu yüce Allah, sadakne- doğru söyledin Adem!
Hakikaten aynen öyledir, diyordu.
Şayet diyordu "la şekke" "şüphesiz ki" eğer ki Muhammed olmasaydı, ne sen olacaktın (Adem) ne İbrahim olacaktı, ne Musa olacaktı, ne Nuh olacaktı.
Ne de İsa (as) olacaktı.
Ne de bu gördüğün kainat olacaktı.
Şayet Muhammed olmasaydı hiçbiriniz olmayacaktınız"
OSMAN ÜNLÜ'NÜN ŞİRK SAPIKLIĞI
"İslam dininin bildirdiği din bilgileri, Ehli sünnet alimlerinin kitaplarında yazılı olan bilgilerdir.
Ehl-i sünnet alimlerinin bildirdiği iman ve İslam bilgileri arasında, manaları açık olan naslardan yani ayeti kerimelerden, hadisi şeriflerden birine inanmayan kafir olur.
İnanmadığını gizlerse buna münafık denir. Hem gizler, hem de müslüman görünerek Müslümanları aldatmaya çalışırsa buna zındık denir.
Manası açık olmayan nasları (âyet ve hadisleri) yanlış te'vil ederek, yanlış inanırsa kafir olmaz.
Fakat Ehl-i sünnetin doğru yolundan ayrıldığı için cehenneme girecektir.
Halbuki din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kaynağa iman etmek küfürdür.
(Casiye, 6; Mürselat, 50)
Osman Ünlü "Hurma'nin Hz Adem'in yaratıldığı çamurdan yaratıldığı için bizim Halamız sayılır" diyen ahmağın biridir.
KUR'AN'DAN YÜZ ÇEVİRMEK BÜTÜN KÖTÜLÜKLERİN ANASIDIR :
Kral, komutana neden savaşı kaybettiklerini sorar.
Komutan, bunun yüz tane nedeninin olduğunu söyleyince, Kral, saymasını emreder.
"Bir! der, barutumuz bitmişti"
Komutan "barutumuz bitmişti" deyince, kral "Gerisini saymana gerek kalmadı" demiş.
Kıyamet koptuktan,
insanlar cennet ve cehennemde yerlerini aldıktan sonra Allah, cehenneme girecek olanlara ilk soracağı şey şu olacaktır.
"Size ayetlerim okunurdu da, siz onları yalanlardınız değil mi?
(Müminün, 101, 102, 103, 104, 105 )
Bütün kötülüklerin anası nedir?
Diye bana soracak olursanız.
Bütün kötülüklerin anasının Allah'ın rahmet ve hidayet mesajından yüz çevirmek olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Çünkü Allah tarafından indirilen apaçık delillerin ve hidayetin üstünü örtmenin Kur'an'a göre cezası "lanet üstüne lanet" olduğunu görürsünüz.
(Bakara- 159, 160 ,161, 162, 174, 175 ,176) Kuran'a ihanet ve Kur'an'dan yüz çevirme bize aklımızı, ruhumuzu, inancımızı, ahlakımızı, kaybettirdi.
Kur'an'ın ilim ve ahlakından sapma olunca adalet, eşitlik ve özgürlük gibi değerlerin yerine anlamsız zikirler ve merasimler oturtuldu.
Kur'an'ın hikmeti olmayınca merhametsiz ve tembel bir ümmet olduk.
Halbuki Allah'ın âyetleriyle her türlü kirlilikten temizlenme imkanımız vardı.
Kur'an'dan uzaklaşma ve ona sırt çevirmenin en kahredici cezası, Allah'ı hakkıyla takdir edememe ve onu hakkıyla tanımama belasını beraberinde getirmiştir.
Kur'an kaybedilince ümmetin yanında batıl hak, hak batıl oldu.
Kur'an'a karşı kör olunca eşkıya evliya, Allah'ın dostları eşkiya sayıldı.
Kitaba ihanet edilince hak ve hakikatın yerini batıl ve zan işgal etti.
Allah'ın yüzlerce âyetinde kendisini bize tanıttırdığı kitap olmayınca Allah'ı hakkıyla takdir edemedik.
Kur'an'ı inkar ve onu yalanlama hastalığı, Allah elçilerinin ne kadar değerli olduğunun bilincini ve şuurunu kaybettirdi.
Halbuki Kur'an'ın dörtte biri Allah elçilerinin inanç, ahlak, edep ve hayat mücadelelerine ayrılmıştı.
Allah tarafından indirilen kitap bilinmeyince Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (Aleyhimusselam) ı gerçek anlamda tanımayı kaybettik.
Bizim hayatımızda tevhid dininin atası olan İbrahim(as) var mı?
Bizim inancımızda Nuh (as) nerede duruyor?
Allah'ın çilekeş elçileri Musa ve İsa (as) bizim ahlak ve aklımızda yer alıyor mu?
Hani bizde Yusuf'un haya ve edebi?
Yakub ve Eyyüb'ün sabrının yüz binde biri bizde mevcut mu?
Allah'ın dostu, muvahhidlerin önderi İbrahim'in tevhid hassasiyeti nerde kaldı?
İndirilen kitap olmayınca bize enjekte edilen bütün bölücülük ve mezhepçilik hastalıklarına maruz kaldık.
Allah'ın âyetleri, bizi karanlıklardan aydınlığa çıkaran hidayet ve rahmet, sırat-ı müstakim ve apaçık deliller değil miydi?
Din ve hüküm, ahlak ve ibadet olarak Kur'an'dan başka bir kaynağa ihtiyaç var mıydı?
Allah'ın hidayet mesajı olmayınca bölündük, parçalandık, birbirimizi vahşice katlettik, İslam düşmanlarına karşı çok kolay yutulur bir lokma olduk.
(Hac, 31)
Allah'ın kitabı önümüzü aydınlatan basiret nurları değil miydi?
(Casiye, 20)
Allah'ın ayetleri dünya ve ahiret için bize yeterli olan her şeyi açıklamıyor muydu?
(Nahl, 89, Yusuf, 111)
Allah'ın ipi bizi bir arada tutan, karanlıklı uçurumlardan ve cehennemden koruyan bir sığınak değil miydi?
(Âli İmran, 103)
Hani Allah'ın kitabından başka hiçbir kaynağa uyulmayacaktı?
(Âraf, 3; En'am, 153-155)
Din daha Allah Resulü hayatta iken Allah tarafından tamamlanmamış mıydı?
(Mâide, 3; En'am, 115)
Allah'ın sözünden ve âyetlerinden başka bir şeye iman küfür değil miydi?
(Casiye, 6)
Allah'ın elçileri vahiy'den başka bir şeye ne zaman tâbi oldular?
(En'am, 106;Yunus, 109; Ahkaf,9)
Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri!
Allah Resulü vahiy'den başka bir şeyle uyarı ve ikaz yaptığını gösterebilir misiniz?
(Enbiya, 45; Kaf, 45; En'am, 51)
Ey Şia ve Ehli Sünnet'in Kur'an cahili âlimleri!
Hani Allah'ın indirdiği kitab rant ve menfaat aracı yapılmayacaktı.
(Âli İmran, 187, Bakara, 41)
Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri!
Biz Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul eden muvahhidlere, Allah'ın kitabından ictihatlarınızda kullanmış olduğunuz tek bir âyet gösterebilir misiniz?
Allah'ın indirdiği kitaba sımsıkı sarılması, (Zuhruf, 43) onun üzerinde tedebbür edilmesiyle ilgili Allah'ın ne kadar emirleri vardı?
(Nisa, 82; Sâd, 29)
Allah kitabı bizim için hayat ve şifa kaynağı olduğu, (Enfal, 24; Yunus, 57)
Nebi ile Resul arasındaki olan farkları bize Kur'an öğretmedi mi?
Fakat sizler, Allah yerine yalancıları rabler edindiniz.
Bu ümmeti Allah'tan başka herkese kul ve köle ettiniz.
Kur'an'ı terkederek, Nebi adına iftira edilen yalan sözleri tek rehber edindiniz.
Siz var ya, siz! Allah ve Resulü'ne iftira üzerine iftira ettiniz. Siz Allah ve Resulü adına yalan söylediniz.
Siz batılı hakka bulaştırdınız, bile bile hakkı gizlediniz.
(Bakara, 42)
Allah adına insanları aldattınız, ümmetin inancını, ahlakını, ruhunu, irfanını, vicdanını kirlettiniz.
Kısaca ümmete her türlü güzelliğini kaybettirdiniz.
Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri!
Ben iddia ediyorum, insanlık tarihinde Allah'ın indirdiği vahye hiçbir toplum sizin kadar düşman olmadı.
Hiçbir millet sizin gibi vahye böyle acı darbeler indirmedi.
Hiçbir zaman vahiy böyle yoğun bir ihanetle karşılaşmadı.
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
"Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar"
( Furkan, 44)
Kral, komutana neden savaşı kaybettiklerini sorar.
Komutan, bunun yüz tane nedeninin olduğunu söyleyince, Kral, saymasını emreder.
"Bir! der, barutumuz bitmişti"
Komutan "barutumuz bitmişti" deyince, kral "Gerisini saymana gerek kalmadı" demiş.
Kıyamet koptuktan,
insanlar cennet ve cehennemde yerlerini aldıktan sonra Allah, cehenneme girecek olanlara ilk soracağı şey şu olacaktır.
"Size ayetlerim okunurdu da, siz onları yalanlardınız değil mi?
(Müminün, 101, 102, 103, 104, 105 )
Bütün kötülüklerin anası nedir?
Diye bana soracak olursanız.
Bütün kötülüklerin anasının Allah'ın rahmet ve hidayet mesajından yüz çevirmek olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Çünkü Allah tarafından indirilen apaçık delillerin ve hidayetin üstünü örtmenin Kur'an'a göre cezası "lanet üstüne lanet" olduğunu görürsünüz.
(Bakara- 159, 160 ,161, 162, 174, 175 ,176) Kuran'a ihanet ve Kur'an'dan yüz çevirme bize aklımızı, ruhumuzu, inancımızı, ahlakımızı, kaybettirdi.
Kur'an'ın ilim ve ahlakından sapma olunca adalet, eşitlik ve özgürlük gibi değerlerin yerine anlamsız zikirler ve merasimler oturtuldu.
Kur'an'ın hikmeti olmayınca merhametsiz ve tembel bir ümmet olduk.
Halbuki Allah'ın âyetleriyle her türlü kirlilikten temizlenme imkanımız vardı.
Kur'an'dan uzaklaşma ve ona sırt çevirmenin en kahredici cezası, Allah'ı hakkıyla takdir edememe ve onu hakkıyla tanımama belasını beraberinde getirmiştir.
Kur'an kaybedilince ümmetin yanında batıl hak, hak batıl oldu.
Kur'an'a karşı kör olunca eşkıya evliya, Allah'ın dostları eşkiya sayıldı.
Kitaba ihanet edilince hak ve hakikatın yerini batıl ve zan işgal etti.
Allah'ın yüzlerce âyetinde kendisini bize tanıttırdığı kitap olmayınca Allah'ı hakkıyla takdir edemedik.
Kur'an'ı inkar ve onu yalanlama hastalığı, Allah elçilerinin ne kadar değerli olduğunun bilincini ve şuurunu kaybettirdi.
Halbuki Kur'an'ın dörtte biri Allah elçilerinin inanç, ahlak, edep ve hayat mücadelelerine ayrılmıştı.
Allah tarafından indirilen kitap bilinmeyince Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (Aleyhimusselam) ı gerçek anlamda tanımayı kaybettik.
Bizim hayatımızda tevhid dininin atası olan İbrahim(as) var mı?
Bizim inancımızda Nuh (as) nerede duruyor?
Allah'ın çilekeş elçileri Musa ve İsa (as) bizim ahlak ve aklımızda yer alıyor mu?
Hani bizde Yusuf'un haya ve edebi?
Yakub ve Eyyüb'ün sabrının yüz binde biri bizde mevcut mu?
Allah'ın dostu, muvahhidlerin önderi İbrahim'in tevhid hassasiyeti nerde kaldı?
İndirilen kitap olmayınca bize enjekte edilen bütün bölücülük ve mezhepçilik hastalıklarına maruz kaldık.
Allah'ın âyetleri, bizi karanlıklardan aydınlığa çıkaran hidayet ve rahmet, sırat-ı müstakim ve apaçık deliller değil miydi?
Din ve hüküm, ahlak ve ibadet olarak Kur'an'dan başka bir kaynağa ihtiyaç var mıydı?
Allah'ın hidayet mesajı olmayınca bölündük, parçalandık, birbirimizi vahşice katlettik, İslam düşmanlarına karşı çok kolay yutulur bir lokma olduk.
(Hac, 31)
Allah'ın kitabı önümüzü aydınlatan basiret nurları değil miydi?
(Casiye, 20)
Allah'ın ayetleri dünya ve ahiret için bize yeterli olan her şeyi açıklamıyor muydu?
(Nahl, 89, Yusuf, 111)
Allah'ın ipi bizi bir arada tutan, karanlıklı uçurumlardan ve cehennemden koruyan bir sığınak değil miydi?
(Âli İmran, 103)
Hani Allah'ın kitabından başka hiçbir kaynağa uyulmayacaktı?
(Âraf, 3; En'am, 153-155)
Din daha Allah Resulü hayatta iken Allah tarafından tamamlanmamış mıydı?
(Mâide, 3; En'am, 115)
Allah'ın sözünden ve âyetlerinden başka bir şeye iman küfür değil miydi?
(Casiye, 6)
Allah'ın elçileri vahiy'den başka bir şeye ne zaman tâbi oldular?
(En'am, 106;Yunus, 109; Ahkaf,9)
Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri!
Allah Resulü vahiy'den başka bir şeyle uyarı ve ikaz yaptığını gösterebilir misiniz?
(Enbiya, 45; Kaf, 45; En'am, 51)
Ey Şia ve Ehli Sünnet'in Kur'an cahili âlimleri!
Hani Allah'ın indirdiği kitab rant ve menfaat aracı yapılmayacaktı.
(Âli İmran, 187, Bakara, 41)
Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri!
Biz Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul eden muvahhidlere, Allah'ın kitabından ictihatlarınızda kullanmış olduğunuz tek bir âyet gösterebilir misiniz?
Allah'ın indirdiği kitaba sımsıkı sarılması, (Zuhruf, 43) onun üzerinde tedebbür edilmesiyle ilgili Allah'ın ne kadar emirleri vardı?
(Nisa, 82; Sâd, 29)
Allah kitabı bizim için hayat ve şifa kaynağı olduğu, (Enfal, 24; Yunus, 57)
Nebi ile Resul arasındaki olan farkları bize Kur'an öğretmedi mi?
Fakat sizler, Allah yerine yalancıları rabler edindiniz.
Bu ümmeti Allah'tan başka herkese kul ve köle ettiniz.
Kur'an'ı terkederek, Nebi adına iftira edilen yalan sözleri tek rehber edindiniz.
Siz var ya, siz! Allah ve Resulü'ne iftira üzerine iftira ettiniz. Siz Allah ve Resulü adına yalan söylediniz.
Siz batılı hakka bulaştırdınız, bile bile hakkı gizlediniz.
(Bakara, 42)
Allah adına insanları aldattınız, ümmetin inancını, ahlakını, ruhunu, irfanını, vicdanını kirlettiniz.
Kısaca ümmete her türlü güzelliğini kaybettirdiniz.
Ey Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri!
Ben iddia ediyorum, insanlık tarihinde Allah'ın indirdiği vahye hiçbir toplum sizin kadar düşman olmadı.
Hiçbir millet sizin gibi vahye böyle acı darbeler indirmedi.
Hiçbir zaman vahiy böyle yoğun bir ihanetle karşılaşmadı.
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
"Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar"
( Furkan, 44)
KUR'AN'DA KIRAAT FARKLILIKLARI YÜZÜNDEN YAPISI VE MANASI DEĞİŞEN KELİMELER:
(29. YAZI)
ÖRNEK 195:
Bakara süresi
"Biz (azimüşşan) Kabe'yi insanların toplanma yeri ve güvenli bir yer kıldık.
Sizde İbrahim'in makamında bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın) diye emretmiştik,,,,, 125. âyetinde bulunan
"vettehizu" "edinin, orada namaz kılın" kelimesini, Nâfi "vettehezu" (insanlar kendilerinden geleneksel olarak ) edindiler" olarak okumuştur.
Kıraat imamı Nafi'nin bu âyette bulunan kelimeyi "emir" "vettehizu" olarak değil de, "vettehezu" "âdet, gelenek" olarak okuması çok önemlidir.
Çünkü Kabe'nin yedi sekiz metre yakınında Osmanlı Devletinden
kalma ve Suudi Arabistan Kralları tarafından devam ettirilen camdan uydurma bir makamın dikilmesi ve insanların
orada namaz kılmaya kalkışmaları yüzünden izdiham olmakta, birçok sıkıntı, kavga, kargaşa meydana gelmektedir.
Mescid-i Haram'a televizyondan bakıldığında her zaman camdan uydurma makam tarafının kalabalık, diğer tarafların rahat ve sakin olduğu görülüyor.
Hatta bu uydurma makam putu dolayısıyla Suudi Arabistan'ın Kur'an ve ilim düşmanı düşman Kralı tarafından Mescidi Haram'da açılan inşaatlar nedeniyle Milyarlarca dolar israf olmaktadır.
Halbuki o camdan makamın kaldırılıp atılması neticesinde bir çok sıkıntı ve zahmetin önüne geçilmiş olacaktır.
Bundan dolayı bazen Arap dilinin özelliklerinden dolayı Emevi Devleti zamanında Kur'an'ın harekelenmesi sırasında, bazı kıraat İmamlarının Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilmemeleri yüzünde metinde bir hata yapmış olabilirler mi çok düşünüyorum.
İleride bu konuda bazı örnekler vermeye çalışacağım.
Halbuki âyet Nâfi kıraatine göre okunmuş olsaydı bir çok olumsuzluktan kurtulmuş olunacaktı.
Çünkü Nâfi'ye göre mana şöyle oluyor.
"Onlar da İbrahim'in makamında "vettehezu min makami İbrahim'e musallé" (âdet, gelenek olarak) bir namaz yeri edindiler"
Yani burada "vettehizu min makami İbrahim'e musallé" "sizde İbrahim'in makamında bir namaz yeri edinin" diye Allah'ın bir emri bulunmuyor.
Aynı zamanda âyette bulunan "İbrahim'in makamı" Kabe'nin yanında olan camdan put değil,
Mescidi haramın her tarafıdır.
Bu makamdan maksat Hz. İbrahim'in tevhid mücadelesi ve şirke karşı kıyamıdır, örnekliğidir. müşriklere karşı baş kaldırışıdır.
Onun davasına sahip çıkın, onun tevhid anlayışı sizin için örnek olsun demek istenmiştir.
Dolayısıyla
"İbrahim'in makamı" camdan yapılmış bir "put" değil, tevhid mücadelesini ayakta tutmak ve tevhid akidesine destek olma anlamına gelmektedir.
Aynı zamanda âyette söz konusu edilen "İbrahim'in makamı" Mescid-i Haram'ın her tarafıdır.
ÖRNEK 196 : Bakara süresi
"İnsanların bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler.
İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır.
Keşke zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve
Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi
"165. âyetinde bulunan "velev yera" kelimesini, Nâfi "velev terâ" "görebilseydin" olarak okumuştur.
Yani sen ey Resul! "Onların ahiretteki azaplarını bir görseydin" anlamına gelmektedir.
(29. YAZI)
ÖRNEK 195:
Bakara süresi
"Biz (azimüşşan) Kabe'yi insanların toplanma yeri ve güvenli bir yer kıldık.
Sizde İbrahim'in makamında bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın) diye emretmiştik,,,,, 125. âyetinde bulunan
"vettehizu" "edinin, orada namaz kılın" kelimesini, Nâfi "vettehezu" (insanlar kendilerinden geleneksel olarak ) edindiler" olarak okumuştur.
Kıraat imamı Nafi'nin bu âyette bulunan kelimeyi "emir" "vettehizu" olarak değil de, "vettehezu" "âdet, gelenek" olarak okuması çok önemlidir.
Çünkü Kabe'nin yedi sekiz metre yakınında Osmanlı Devletinden
kalma ve Suudi Arabistan Kralları tarafından devam ettirilen camdan uydurma bir makamın dikilmesi ve insanların
orada namaz kılmaya kalkışmaları yüzünden izdiham olmakta, birçok sıkıntı, kavga, kargaşa meydana gelmektedir.
Mescid-i Haram'a televizyondan bakıldığında her zaman camdan uydurma makam tarafının kalabalık, diğer tarafların rahat ve sakin olduğu görülüyor.
Hatta bu uydurma makam putu dolayısıyla Suudi Arabistan'ın Kur'an ve ilim düşmanı düşman Kralı tarafından Mescidi Haram'da açılan inşaatlar nedeniyle Milyarlarca dolar israf olmaktadır.
Halbuki o camdan makamın kaldırılıp atılması neticesinde bir çok sıkıntı ve zahmetin önüne geçilmiş olacaktır.
Bundan dolayı bazen Arap dilinin özelliklerinden dolayı Emevi Devleti zamanında Kur'an'ın harekelenmesi sırasında, bazı kıraat İmamlarının Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bilmemeleri yüzünde metinde bir hata yapmış olabilirler mi çok düşünüyorum.
İleride bu konuda bazı örnekler vermeye çalışacağım.
Halbuki âyet Nâfi kıraatine göre okunmuş olsaydı bir çok olumsuzluktan kurtulmuş olunacaktı.
Çünkü Nâfi'ye göre mana şöyle oluyor.
"Onlar da İbrahim'in makamında "vettehezu min makami İbrahim'e musallé" (âdet, gelenek olarak) bir namaz yeri edindiler"
Yani burada "vettehizu min makami İbrahim'e musallé" "sizde İbrahim'in makamında bir namaz yeri edinin" diye Allah'ın bir emri bulunmuyor.
Aynı zamanda âyette bulunan "İbrahim'in makamı" Kabe'nin yanında olan camdan put değil,
Mescidi haramın her tarafıdır.
Bu makamdan maksat Hz. İbrahim'in tevhid mücadelesi ve şirke karşı kıyamıdır, örnekliğidir. müşriklere karşı baş kaldırışıdır.
Onun davasına sahip çıkın, onun tevhid anlayışı sizin için örnek olsun demek istenmiştir.
Dolayısıyla
"İbrahim'in makamı" camdan yapılmış bir "put" değil, tevhid mücadelesini ayakta tutmak ve tevhid akidesine destek olma anlamına gelmektedir.
Aynı zamanda âyette söz konusu edilen "İbrahim'in makamı" Mescid-i Haram'ın her tarafıdır.
ÖRNEK 196 : Bakara süresi
"İnsanların bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler.
İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise onlarınkinden çok daha fazladır.
Keşke zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve
Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi
"165. âyetinde bulunan "velev yera" kelimesini, Nâfi "velev terâ" "görebilseydin" olarak okumuştur.
Yani sen ey Resul! "Onların ahiretteki azaplarını bir görseydin" anlamına gelmektedir.
4 Eylül 2018 Salı
İNSANLARIN BAŞINA MUSALLAT EDİLEN VAHŞİ BİR DİN:
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanif (O'nun birliğini tanıyan saf ve ihlaslı kullar olun) Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar kapışmış, yahut rüzgar onu uzak bir mesafeye sürüklemiş bir nesne gibidir"
(Hac, 31)
Uydurma dinlerin ve şirk mezheplerin insanlığa yaptığı kötülüğü düşünerek Allah tarafından indirilen rahmet ve hidayet dini olan İslam'la büyük bir onur duyuyoruz.
Günümüze kadar şirk dinler insanlığa ne yaptı, ve ne yapmaktadır?
Bir din öbür dinle, bir mezhep diğer mezheple, bir cemaat öteki cemaatle, bir tarikat başka bir tarikatla hiçbir zaman anlaşamaz ve bir araya gelemez.
Hatta aynı inanç ve felsefeye bağlı olanlar bile birçok kola ayrılmışlardır.
İnsanlık tarihinde de, bugün de "şirk dinler" hep kan, gözyaşı, katliam, kargaşa, şiddet, esaret, terör, taklit, sömürü, cehalet ve karanlık üretmişlerdir.
Kur'an'da birçok âyette gördüğümüz gibi bir inanç ve görüşte olanlar başka inançta olanlar eliyle ölümlerin en beterine mahkum edilmişlerdir.
(Bürüc, 1- 10 )
Diri diri yakılanlar, işkencenin en acısına çarptırılanlar, ezilenler, vahşice katledilenler arasında kadınlar, masum çocuklar ve ihtiyarlar da vardı.
Yahudilerin ilk Hıristiyanlara, güçlü hale gelen Hristiyanların Yahudilere, kendini ilâh ilan eden Firavun'un İsrailoğullarına, Emevilerin Abbasilere,
Abbasilerin Emevilere, Ehl-i Sünnet'in Şia'ya, Şia'nın Ehli Sünnet'e, Yezid'in Hüseyin'e, İsrail Devleti'nin Filistin halkına,
Budistlerin Arakanlılara, ya da biraz özgür düşünceden yana olanlara, dahası kendi dindaşlarına yaptıklarını, gösterdikleri acımasızlıkları, şirk din adına olan türlü işkenceleri, yüzyıllar boyunca süren engizisyon mahkemelerini ve kilise katliamlarını bir düşünün.
Aynı türden acımasızlıklar yüzünden bir de emevileri düşünün.
İşte Emeviler, bir değil binlerce cinayet....
Nice özgür düşünen bilge insanlar, ilim adamları, muvahhidler her türlü işkenceyle öldürmüşlerdir.
Ben bu gerçekler için mezhep ve tarikat şirkinden arınmışlığı önemli bir insanlık değeri ve büyük bir onur sayıyorum.
Onun için Allah'tan başka tüm ilahları ve evliyayı reddediyor, vahye dayanan tevhid inancını açık olarak ilan etmeyi seve seve haykırıyorum.
Ve onun için diyorum ki, "Vahye dayanan tevhid inancını müşriklerin iddia ettikleri gibi bir sapıklık değil, İnsanlığın en gelişmiş, medeniyetin en derinleşmiş biçimidir.
Vahiy, Allah tarafından indirilen hidayet dışında hiçbir gücün ve inancın zihinleri, akılları, duyguları ve fikirleri prangalamayacağı bir dünya inşa ediyor.
Şirk karanlığında her çeşit sapıklık, tefrika, bölünme, cehalet, akılsızlık ve ahmaklık, taklit ve bağnazlık, sanat düşmanlığı ve yobazlık hakimdir.
Yine şirk bataklığında yüzlerce yıllık ahmaklıkları ve ilkellikleri insanlığa "asrı saadet devri" diye yutturmalar vardır.
Aklın, mantığın, bilimin, sanatın, estetiğin, "hak mezheplerin emri" adı altında ezilmesi ve sindirilmesi mevcuttur.
Dünya egemenlerinin önünde köpek gibi kuyruk sallarken, kendi halkının yanında, fakir- fukaranın önünde çalım satmak ve kibirlenmeler vardır.
Vahiy, geçmişten bize, bu günden daha güzel bir dünya bırakabilirdi.
Bunun olmamasında mezheplerden kaynaklı şirk karanlığının çok ama çok büyük bir payı vardır.
Bu mezhep karanlığı olmasaydı, insanlık bugün başka türlü bir noktada olacaktı.
Yüzyıllarca türlü iftira ve entrikalarla örülen şirk karanlığı yüzünden tevhid'in medeniyeti ve vahiy ahlakı maalesef yaşayacak uygun zemin bulamadı.
Mezhepler, Şialar, fırkalar, insanların geçmişi boyunca ayrılıklar, ihtilaflar, bölünmeler, parçalanmalar, acılar ve ölümlerin kaynağı olmuştur.
Çıkar ve menfaatleri şirk karanlığı üzerine kurulu olanlar, bu karanlıklardan türlü biçimde yaralananlar, tüm karanlık böceklerin korktuğu tek bir şey vardır.
KUR'AN'IN AYDINLIK VE HİDAYET YOLU Dolayısıyla mezhepler insanlığa çok şey kaybettirmişlerdir.
Mezhepler, insanlara sadece esaret, taklit, bağnazlık, yobazlık, gözyaşı ve cehalet getirmişlerdir.
Mezhepler, aklın ve bilimin yolunda olmaya çalışan birçok bilim adamının öldürülmesine sebep olmuşlardır.
Mezhepler, sürekli ölüm getirdikleri için birçok değerimizi yitirtmiştir.
Mezhepler, insanların akıllarını ve duygularını prangaladığı ve hapsettiği için uydurma dinin kendisi baştan baştan terör ve şiddet mekanizmasıdır.
"Allah" ile "insanlar" arasında aracılık yaptığını ileri sürerek ortaya çıkan cahil ahmaklar, ilkel karanlık zamanların inançlarını pazarlayagelmişlerdir.
Yalanlarla örülü karanlıklar nedeniyle de milyarlarca insanı bugün dâhi çevrelerinde toplamayı başarmışlardır.
Çıkarları aynı karanlık ve cehalete bağlı olan egemen güçler de bu geleneğin sürmesinde etkili olmuşlardır.
İnsanların özgürlükleri, insanca yaşamaları, büyük oranda mezhep ve fırkaların dininden temizlenmiş olmalarına bağlıdır.
"Şirk'"in inanç dünyasının alanı başkadır.
"Vahy"in ve "tevhid'in alanı başkadır.
Şirk hep karanlık kesimdedir.
Vahiy, tevhid, adalet, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama ise aydınlık kesimde yerini almıştır.
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Kendisine şirk koşmaksızın Allah'ın hanif (O'nun birliğini tanıyan saf ve ihlaslı kullar olun) Kim Allah'a şirk koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini akbabalar kapışmış, yahut rüzgar onu uzak bir mesafeye sürüklemiş bir nesne gibidir"
(Hac, 31)
Uydurma dinlerin ve şirk mezheplerin insanlığa yaptığı kötülüğü düşünerek Allah tarafından indirilen rahmet ve hidayet dini olan İslam'la büyük bir onur duyuyoruz.
Günümüze kadar şirk dinler insanlığa ne yaptı, ve ne yapmaktadır?
Bir din öbür dinle, bir mezhep diğer mezheple, bir cemaat öteki cemaatle, bir tarikat başka bir tarikatla hiçbir zaman anlaşamaz ve bir araya gelemez.
Hatta aynı inanç ve felsefeye bağlı olanlar bile birçok kola ayrılmışlardır.
İnsanlık tarihinde de, bugün de "şirk dinler" hep kan, gözyaşı, katliam, kargaşa, şiddet, esaret, terör, taklit, sömürü, cehalet ve karanlık üretmişlerdir.
Kur'an'da birçok âyette gördüğümüz gibi bir inanç ve görüşte olanlar başka inançta olanlar eliyle ölümlerin en beterine mahkum edilmişlerdir.
(Bürüc, 1- 10 )
Diri diri yakılanlar, işkencenin en acısına çarptırılanlar, ezilenler, vahşice katledilenler arasında kadınlar, masum çocuklar ve ihtiyarlar da vardı.
Yahudilerin ilk Hıristiyanlara, güçlü hale gelen Hristiyanların Yahudilere, kendini ilâh ilan eden Firavun'un İsrailoğullarına, Emevilerin Abbasilere,
Abbasilerin Emevilere, Ehl-i Sünnet'in Şia'ya, Şia'nın Ehli Sünnet'e, Yezid'in Hüseyin'e, İsrail Devleti'nin Filistin halkına,
Budistlerin Arakanlılara, ya da biraz özgür düşünceden yana olanlara, dahası kendi dindaşlarına yaptıklarını, gösterdikleri acımasızlıkları, şirk din adına olan türlü işkenceleri, yüzyıllar boyunca süren engizisyon mahkemelerini ve kilise katliamlarını bir düşünün.
Aynı türden acımasızlıklar yüzünden bir de emevileri düşünün.
İşte Emeviler, bir değil binlerce cinayet....
Nice özgür düşünen bilge insanlar, ilim adamları, muvahhidler her türlü işkenceyle öldürmüşlerdir.
Ben bu gerçekler için mezhep ve tarikat şirkinden arınmışlığı önemli bir insanlık değeri ve büyük bir onur sayıyorum.
Onun için Allah'tan başka tüm ilahları ve evliyayı reddediyor, vahye dayanan tevhid inancını açık olarak ilan etmeyi seve seve haykırıyorum.
Ve onun için diyorum ki, "Vahye dayanan tevhid inancını müşriklerin iddia ettikleri gibi bir sapıklık değil, İnsanlığın en gelişmiş, medeniyetin en derinleşmiş biçimidir.
Vahiy, Allah tarafından indirilen hidayet dışında hiçbir gücün ve inancın zihinleri, akılları, duyguları ve fikirleri prangalamayacağı bir dünya inşa ediyor.
Şirk karanlığında her çeşit sapıklık, tefrika, bölünme, cehalet, akılsızlık ve ahmaklık, taklit ve bağnazlık, sanat düşmanlığı ve yobazlık hakimdir.
Yine şirk bataklığında yüzlerce yıllık ahmaklıkları ve ilkellikleri insanlığa "asrı saadet devri" diye yutturmalar vardır.
Aklın, mantığın, bilimin, sanatın, estetiğin, "hak mezheplerin emri" adı altında ezilmesi ve sindirilmesi mevcuttur.
Dünya egemenlerinin önünde köpek gibi kuyruk sallarken, kendi halkının yanında, fakir- fukaranın önünde çalım satmak ve kibirlenmeler vardır.
Vahiy, geçmişten bize, bu günden daha güzel bir dünya bırakabilirdi.
Bunun olmamasında mezheplerden kaynaklı şirk karanlığının çok ama çok büyük bir payı vardır.
Bu mezhep karanlığı olmasaydı, insanlık bugün başka türlü bir noktada olacaktı.
Yüzyıllarca türlü iftira ve entrikalarla örülen şirk karanlığı yüzünden tevhid'in medeniyeti ve vahiy ahlakı maalesef yaşayacak uygun zemin bulamadı.
Mezhepler, Şialar, fırkalar, insanların geçmişi boyunca ayrılıklar, ihtilaflar, bölünmeler, parçalanmalar, acılar ve ölümlerin kaynağı olmuştur.
Çıkar ve menfaatleri şirk karanlığı üzerine kurulu olanlar, bu karanlıklardan türlü biçimde yaralananlar, tüm karanlık böceklerin korktuğu tek bir şey vardır.
KUR'AN'IN AYDINLIK VE HİDAYET YOLU Dolayısıyla mezhepler insanlığa çok şey kaybettirmişlerdir.
Mezhepler, insanlara sadece esaret, taklit, bağnazlık, yobazlık, gözyaşı ve cehalet getirmişlerdir.
Mezhepler, aklın ve bilimin yolunda olmaya çalışan birçok bilim adamının öldürülmesine sebep olmuşlardır.
Mezhepler, sürekli ölüm getirdikleri için birçok değerimizi yitirtmiştir.
Mezhepler, insanların akıllarını ve duygularını prangaladığı ve hapsettiği için uydurma dinin kendisi baştan baştan terör ve şiddet mekanizmasıdır.
"Allah" ile "insanlar" arasında aracılık yaptığını ileri sürerek ortaya çıkan cahil ahmaklar, ilkel karanlık zamanların inançlarını pazarlayagelmişlerdir.
Yalanlarla örülü karanlıklar nedeniyle de milyarlarca insanı bugün dâhi çevrelerinde toplamayı başarmışlardır.
Çıkarları aynı karanlık ve cehalete bağlı olan egemen güçler de bu geleneğin sürmesinde etkili olmuşlardır.
İnsanların özgürlükleri, insanca yaşamaları, büyük oranda mezhep ve fırkaların dininden temizlenmiş olmalarına bağlıdır.
"Şirk'"in inanç dünyasının alanı başkadır.
"Vahy"in ve "tevhid'in alanı başkadır.
Şirk hep karanlık kesimdedir.
Vahiy, tevhid, adalet, ilim, aklı kullanma, tefekkür ve sorgulama ise aydınlık kesimde yerini almıştır.
3 Eylül 2018 Pazartesi
ŞİRK SAPIKLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(17. YAZI)
Eğer son Nebi ve Resul olan Muhammed (as) dan sonra başka bir Nebi ve Resul gönderilmiş olsaydı bu ahmak müşriklerin ona iman etmeleri mümkün değildi.
Çünkü bu müşrikler Allah Resulü'nün, hatta bütün Allah elçilerinin en kapsamlı tevhid kitab-ı olan Kur'an'ı kabul etmemekle
son derece kararlı hareket etmekte ve Kur'an ehli muvahhidleri aynen müşrik ataları gibi sapık ilan etmektedirler.
Ayrıca Kur'an, ilim, hikmet, tevhid, adalet, merhamet, güzel ahlak gibi üstün meziyetler ve erdemler,
bu müşriklerin sahip oldukları sapık inanç ve çirkin ahlakla bir araya gelemezler, müşriklerin akıl ve zihinlerinde beraber barınamazlar.
İnanç ve küfür,
tevhid ve şirk açısından geçmiş ile bugün veya gelecek arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.
İSMAİLAĞA TARİKATININ ŞİRK SAPIKLIĞI:
İsmailağa Tarikatının şeyhi olan Mahmut Ustaosmanoğlu diyor ki:
"Şeyhin görüntü ve şeklini hayal etmek, Allah'ın zikrinden daha faziletlidir"
( Mahmut Ustaosmanoğlu irşadül müridin 3. Baskı sayfa- 124)
Şeyhleri Mahmut Ustaosmanoğlunun karşılarına çıkmasını bekleyen büyük kalabalığın dikkatini çekmek için konuşan sapık müşrik aynen şunları söylüyor.
"Bir Allah dostunun huzurunda, hele kâmil mükemmil bir dostunun huzurunda bir an durmak bin sene ibadetten efdaldir"
Bunu söyleyen sakallı müşrik Celaleddin Rumi'yi kaynak olarak gösterdi.
Yine Kur'an ve tevhid düşmanı Mahmut Ustaosmanoğlu Lalegül TV'deki konuşmasında diyor ki:
"Kızlar katiyyen orta, lise ve üniversiteye gidemezler.
Bunu tekrar tekrar söylüyoruz, avanaklık etmeyin.
Yüz yirmi dört bin peygambere gidip tanışsanız, yüz dört kitaba gidip arasanız, bunun fetvası yoktur.
Siz nur gibi melek gibi kızlarınızı nasıl öyle yerlere teslim edersiniz.
Bunu benden tekrar duymuş olasınız.
Kızlarının gideceği tek yer kız medreseleridir"
CÜBBELİ AHMAĞININ HEZEYANLARI:
"Gavs! gavsı Geylani, denizin ortasında kurtarır, havada kurtarır.
Ya gavs dedin mi, hemen gelir.
Kaç kere denemişim, havada düştük düşeceğiz.
Hayatımız uçaklarda geçti.
Oku, oku, oku, (Yani Allah'a yalvar bir şey yok uçak) durmuyor.
Ya Gavs-ı Geylani dedim mi hemen geliyor! İmam Rabbani de onun büyüklüğünü söylüyor. Uçağı havada tutarlar.
CÜBBELİ'YE GÖRE
"İzmir'i Yunan işgalinden Mustafa Kemal değil, Tefriciye salavat duası kurtardı"
CÜBBELİ = KONUŞAN EŞEK
"Hayber fethinde Rasulullah (sav) e ganimetten bir merkep düştü.
Resulullah (as) merkebe diyor ki, "mesmük" "adın ne?"
Sizde zannediyorsunuz eşeklerin adı yok, babası yok, yani eşek babasını tanımaz zannediyorsunuz.
İnsanlar anasını- babasını tanımaz.
Eşekler tanır.
Şimdi öyle eşekten beter insanlar var.
(Cübbeli'nin bu sözü isabetli olmuştur)
Bak eşek şeceresini (soy kütüğünü) saydı.
"Heşebe oğlu, Şihab oğlu, Yezid oğlu Ufeyr " diyor.
Sen dördüncü dedeni sayabiliyor musun?
Eee işte gör vaziyetini!
Resulullah (as) eşeğe soruyor.
"Lime künte" "Sen kimin eşeğiydin?"
Eşek aynen Arapça konuşuyor.
"Liyehüdiyyin" eşeğin fasih (açık-anlaşılır) Arapça lisanına bak.
"Benim sahibim bir yahudiydi" diyor.
Hayber yahudiydi.
"Ara sıra diyor kasden tökezlerdim onu düşürürdüm sırtımdan o yahudiyi"
diyor.
"Bana çok kötü davranıyordu, karnımı aç bırakıyordu, sırtıma sopa vuruyordu!
"Hel leke min rab" (Resulullah) "şimdi sahibin var mı? dedi.
(Eşek) "yok" dedi.
Eşek ne diyor bak!
"Babam bana babalarından, atalarından nakletti"
Hadis rivayeti gibi!"
"Neslimize(eşek) yetmiş peygamber bindi" "Muhammed adında bir peygamber son kalan Nebi binecek!"
"Peygamberlerden senden başka kalmadı, bizim neslimizen de benden başka kimse kalmadı!" dedi.
Resulullah (sav) "Ey Ya'fur" dedi.
"Sana "Ya'fur" ismini taktım!"
Eşek "lebbeyk ya Resulullah! "Buyur ey Allah'ın Resulü" dedi.
İşte ondan sonra kainatın efendisi Resulullah (as) ona binerdi.
Kimi çağıracağı zaman onu (eşeği) evine gönderirdi.
Eşek giderdi kafasıyla kapıya vururdu.
Hz Ömer açardı bakardı Ya'fur kapıda, eşek başını böyle aşağıya doğru eğerdi.
"Resulullah seni çağırıyor" derdi, hemen giderdi.
Bütün sahabeye efendimiz onu gönderirdi. "Osman'ı bana çağır, Ali'yi bana çağır"
Resullah vefat etti.
O merkeb (Ya'fur) Resulullah'ın acısına dayanamadı.
Üç gün sonra kendisini bir kuyuya attı intihar etti.
Vallahi merkep ayrılığına dayanamadı. Resulullah'ın bir devesi vardı vefat ettiğinde yemedi- içmedi intihar etti"
Benim Cübbeli ahmağına söyleyecek sözüm kalmadı, bittim tükendim.
Ona inanan, onu dinleyen, onu müdafaa eden, ona değer veren,
ona bir âlim gözüyle bakan, onun şirk sapıklığına ses çıkarmayan,
Allah Resulü'ne ve İslam dinine yaptığı hakaret ve iftiraları görmezden gelen sessiz şeytanları Allah kahretsin.
(17. YAZI)
Eğer son Nebi ve Resul olan Muhammed (as) dan sonra başka bir Nebi ve Resul gönderilmiş olsaydı bu ahmak müşriklerin ona iman etmeleri mümkün değildi.
Çünkü bu müşrikler Allah Resulü'nün, hatta bütün Allah elçilerinin en kapsamlı tevhid kitab-ı olan Kur'an'ı kabul etmemekle
son derece kararlı hareket etmekte ve Kur'an ehli muvahhidleri aynen müşrik ataları gibi sapık ilan etmektedirler.
Ayrıca Kur'an, ilim, hikmet, tevhid, adalet, merhamet, güzel ahlak gibi üstün meziyetler ve erdemler,
bu müşriklerin sahip oldukları sapık inanç ve çirkin ahlakla bir araya gelemezler, müşriklerin akıl ve zihinlerinde beraber barınamazlar.
İnanç ve küfür,
tevhid ve şirk açısından geçmiş ile bugün veya gelecek arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.
İSMAİLAĞA TARİKATININ ŞİRK SAPIKLIĞI:
İsmailağa Tarikatının şeyhi olan Mahmut Ustaosmanoğlu diyor ki:
"Şeyhin görüntü ve şeklini hayal etmek, Allah'ın zikrinden daha faziletlidir"
( Mahmut Ustaosmanoğlu irşadül müridin 3. Baskı sayfa- 124)
Şeyhleri Mahmut Ustaosmanoğlunun karşılarına çıkmasını bekleyen büyük kalabalığın dikkatini çekmek için konuşan sapık müşrik aynen şunları söylüyor.
"Bir Allah dostunun huzurunda, hele kâmil mükemmil bir dostunun huzurunda bir an durmak bin sene ibadetten efdaldir"
Bunu söyleyen sakallı müşrik Celaleddin Rumi'yi kaynak olarak gösterdi.
Yine Kur'an ve tevhid düşmanı Mahmut Ustaosmanoğlu Lalegül TV'deki konuşmasında diyor ki:
"Kızlar katiyyen orta, lise ve üniversiteye gidemezler.
Bunu tekrar tekrar söylüyoruz, avanaklık etmeyin.
Yüz yirmi dört bin peygambere gidip tanışsanız, yüz dört kitaba gidip arasanız, bunun fetvası yoktur.
Siz nur gibi melek gibi kızlarınızı nasıl öyle yerlere teslim edersiniz.
Bunu benden tekrar duymuş olasınız.
Kızlarının gideceği tek yer kız medreseleridir"
CÜBBELİ AHMAĞININ HEZEYANLARI:
"Gavs! gavsı Geylani, denizin ortasında kurtarır, havada kurtarır.
Ya gavs dedin mi, hemen gelir.
Kaç kere denemişim, havada düştük düşeceğiz.
Hayatımız uçaklarda geçti.
Oku, oku, oku, (Yani Allah'a yalvar bir şey yok uçak) durmuyor.
Ya Gavs-ı Geylani dedim mi hemen geliyor! İmam Rabbani de onun büyüklüğünü söylüyor. Uçağı havada tutarlar.
CÜBBELİ'YE GÖRE
"İzmir'i Yunan işgalinden Mustafa Kemal değil, Tefriciye salavat duası kurtardı"
CÜBBELİ = KONUŞAN EŞEK
"Hayber fethinde Rasulullah (sav) e ganimetten bir merkep düştü.
Resulullah (as) merkebe diyor ki, "mesmük" "adın ne?"
Sizde zannediyorsunuz eşeklerin adı yok, babası yok, yani eşek babasını tanımaz zannediyorsunuz.
İnsanlar anasını- babasını tanımaz.
Eşekler tanır.
Şimdi öyle eşekten beter insanlar var.
(Cübbeli'nin bu sözü isabetli olmuştur)
Bak eşek şeceresini (soy kütüğünü) saydı.
"Heşebe oğlu, Şihab oğlu, Yezid oğlu Ufeyr " diyor.
Sen dördüncü dedeni sayabiliyor musun?
Eee işte gör vaziyetini!
Resulullah (as) eşeğe soruyor.
"Lime künte" "Sen kimin eşeğiydin?"
Eşek aynen Arapça konuşuyor.
"Liyehüdiyyin" eşeğin fasih (açık-anlaşılır) Arapça lisanına bak.
"Benim sahibim bir yahudiydi" diyor.
Hayber yahudiydi.
"Ara sıra diyor kasden tökezlerdim onu düşürürdüm sırtımdan o yahudiyi"
diyor.
"Bana çok kötü davranıyordu, karnımı aç bırakıyordu, sırtıma sopa vuruyordu!
"Hel leke min rab" (Resulullah) "şimdi sahibin var mı? dedi.
(Eşek) "yok" dedi.
Eşek ne diyor bak!
"Babam bana babalarından, atalarından nakletti"
Hadis rivayeti gibi!"
"Neslimize(eşek) yetmiş peygamber bindi" "Muhammed adında bir peygamber son kalan Nebi binecek!"
"Peygamberlerden senden başka kalmadı, bizim neslimizen de benden başka kimse kalmadı!" dedi.
Resulullah (sav) "Ey Ya'fur" dedi.
"Sana "Ya'fur" ismini taktım!"
Eşek "lebbeyk ya Resulullah! "Buyur ey Allah'ın Resulü" dedi.
İşte ondan sonra kainatın efendisi Resulullah (as) ona binerdi.
Kimi çağıracağı zaman onu (eşeği) evine gönderirdi.
Eşek giderdi kafasıyla kapıya vururdu.
Hz Ömer açardı bakardı Ya'fur kapıda, eşek başını böyle aşağıya doğru eğerdi.
"Resulullah seni çağırıyor" derdi, hemen giderdi.
Bütün sahabeye efendimiz onu gönderirdi. "Osman'ı bana çağır, Ali'yi bana çağır"
Resullah vefat etti.
O merkeb (Ya'fur) Resulullah'ın acısına dayanamadı.
Üç gün sonra kendisini bir kuyuya attı intihar etti.
Vallahi merkep ayrılığına dayanamadı. Resulullah'ın bir devesi vardı vefat ettiğinde yemedi- içmedi intihar etti"
Benim Cübbeli ahmağına söyleyecek sözüm kalmadı, bittim tükendim.
Ona inanan, onu dinleyen, onu müdafaa eden, ona değer veren,
ona bir âlim gözüyle bakan, onun şirk sapıklığına ses çıkarmayan,
Allah Resulü'ne ve İslam dinine yaptığı hakaret ve iftiraları görmezden gelen sessiz şeytanları Allah kahretsin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)