HİDAYET MESELESİ, ALLAH DİLEDİĞİNİ Mİ SAPTIRIR, DİLEYENİ Mİ?
(3.YAZI)
Yüce Allah adaleti gereği vahiy'den ayrı olarak yani direkt insanların kalbine hidayet ve dalâlet indirmez.
Allah tarafından apaçık âyetler indirildikten sonra hidayet ve dalâleti insanlar kendi özgür iradeleriyle seçerler.
Mesela: "...Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzularına uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından hidayet gelmiştir"
( Necm- 23 )
Yukarıdaki âyette geçen "Halbuki kendilerine Rableri tarafından hidayet gelmiştir" cümlesi bu gerçeği ortaya koyuyor.
"O, dileyene azab eder, dileyene de merhamet eder..."
( Ankebut- 21)
Allah dilediğine azap etmez, çünkü azabın nedeni insanın inanç ve fiilleridir.
"...Siz ancak yaptıklarınızın karşılığı ile cezalandırılacaksınız"
( Yasin- 54)
"Her nefis, kazandığına karşılık bir rehinedir..." (Müddessir- 38)
"Kötü ameli kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse (kötülüğü hiç istemeyen kimseye benzer) mi?
Allah dileyeni sapıklığa yöneltir, dileyeni hidayete iletir. O halde onlar için üzülerek kendini helak etme. Allah onların yaptıklarını biliyor"
( Fatır- 8)
Dünyada ve ahirette insanın kaybetmesine sebep olan tek şey amelleridir.
İnanç ve amellerinin dışında yüce Allah hiç kimseyi saptırmaz, hiç kimseye de hidayet vermez.
"Bilsin ki insan için kendi çalışmasından hiçbir şey yoktur"
( Necm- 39)
"Salat-ı ikame edin, zekatı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği, Allah'ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görmektedir"
( Bakara- 110)
"Kim İzzet ve şeref istiyorsa, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir. Onları da Allah'a salih ameller ulaştırır..."
(Fatih- 8)
"Kimde salih amellerde bulmuş bir mü'min olarak O'na varırsa, üstün dereceler işte sırf bunlar içindir"
( Tâhâ-75 )
"Her kim mümin olarak salih ameller işlerse onun emeğini görmezlikten gelmek olmaz. Zira biz onu yazmaktayız"
( Enbiya- 94)
"Körle gören, karanlıkla aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dileyene işittirir. Sen kabirdekilere işittiremezsin. Sen sadece bir uyarıcısın"
( Fatır- 19, 20, 21, 22, 23)
"Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi.
Rablerinden korkanların, bu kitab'ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine (Kur'an) ısınıp yumuşar.
İşte bu kitap, Allah'ın dileyeni kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Kim Allah'ın (yolundan) saparsa, artık ona yol gösteren olmaz"
( Zümer- 23)
Diyanet İşleri Başkanlığı vakıf mealinde konumuz ile ilgili pasaja şöyle bir meal verilmiştir.
"...İşte bu kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir.
Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz"
Halbuki "Allah'ın, dilediğini onunla (Kur'an'la) doğru yola ilettiği hidayet rehberidir..." tahrif edilmiş bir manadır.
Doğrusu "Allah'ın, dileyeni onunla (Kur'an'la) doğru yola ilettiği hidayet rehberidir..." olması gerekirdi.
"Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kimde doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiç kimse başkasının günah yükünü yüklenmez. Biz, Resul göndermeden azap edecek değiliz"
( İsra- 15)
Resul göndermenin anlamı, kitabın beyan edilmesi yani Allah'ın indirdiği âyetlerin okunması, mesajın tebliğ edilmesi, vahyin insanlara ilan edilmesi ve duyurulması demektir.
Şu âyet bu konuda güzel bir örnektir.
"Eğer biz, Kur'an'dan önce onları bir azapla yok etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: Ey Rabb'imiz! Ne olurdu, bize bir Resul gönderseydin de, şu alçaklık ve rezilliğe düşmeden önce âyetlerine uysaydık!"
(Tâhâ-134)
Âyette bulunan "Kur'an'dan önce" "bize bir Resul gönderseydin" ile "âyetlerine uyusaydık" ifadeleri, muhteşem bir vahiy ve Resul sistemini gösteriyor.
19 Ocak 2020 Pazar
HİDAYET MESELESİ, ALLAH DİLEDİĞİNİ Mİ SAPTIRIR, DİLEYENİ Mİ ?
(2.YAZI)
Allah'tan indirilen vahiy haricinde hiçbir şeyde hidayet yoktur.
(Allah)"Dedi ki; Hepiniz oradan (has bahçeden) inin. Eğer benden size (vahiy'le) bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir"
( Bakara- 38)
"Allah) Dedi ki: Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve perişan olmaz"
(Tâhâ- 123 )
Yukarıdaki iki âyette bulunan
"...Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa, onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir" ile "...Artık benden size hidayet geldiğinde kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve perişan olmaz" cümleleri önemlidir.
Yani hidayet Allah'tan indirilen vahiy'le ilgili bir durumdur.
Mesala
"(Allah'ın emirlerini) onlara açıklasın (tebliğ etsin, okusun, duyursun, ilan etsin) diye her Resulü yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık (bundan sonra) Allah dileyeni sapıtır, dileyeni de hidayete ulaştırır"
( İbrahim- 4)
"Allah dilediğini saptırır, dilediğini de hidayete ulaştırır" inancı, son Nebi'den önceki tarihlere dayanan bir müşrik inancıdır.
Müşrikler şöyle diyordu "...Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız ondan başkasına tapardık. O'nun isteği olmadan hiçbir şeyi de haram kalmazdık" Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı.Resullerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi ?"
(Nahl-35 )
"Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı; fakat O, dileyeni saptırır, dileyeni de hidayete iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız"
(Nahl-93)
(Ey Resul! ) Eğer Rabbin dileseydi (onların iradelerine zorla ipotek koysaydı) yeryüzündekilerin hepsi (ister istemez) elbette iman ederdi. O halde sen inanmaları için insanları zorlayacak mısın?"
( Yunus- 99)
Yani Allah bile insanları iman etmeye zorlamazken, ey Resul! senin böyle bir şey yapman hiç doğru olmaz.
"...Eğer üstünüzde Allah'ın (vahiy'le) lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiç kimse asla temize çıkamazdı. Fakat Allah dileyeni arındırır. Allah işitendir, bilendir"
( Nur- 21)
" ...Allah dileyeni nuruna eriştirir..."
(Nur- 35)
"Andolsun biz ( bilmediklerinizi size )açık seçik bildiren ayetler indirdik. Allah dileyeni hidayete ulaştır" (Nur-46)
(Ey Nebi! Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; fakat Allah dileyene (vahiy'le) hidayet verir ve hidayete girecek olanları da en iyi o bilir"
( Kasas- 56 )
Hidayetin vahiy'den bağımsız olmadığını şu âyetlerde görebiliriz.
"Ey Resul! De ki: Eğer (haktan) saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği (Kur'an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, bilendir"
(Sebe-50)
"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"
(Bakara-159)
(2.YAZI)
Allah'tan indirilen vahiy haricinde hiçbir şeyde hidayet yoktur.
(Allah)"Dedi ki; Hepiniz oradan (has bahçeden) inin. Eğer benden size (vahiy'le) bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir"
( Bakara- 38)
"Allah) Dedi ki: Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve perişan olmaz"
(Tâhâ- 123 )
Yukarıdaki iki âyette bulunan
"...Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa, onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir" ile "...Artık benden size hidayet geldiğinde kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve perişan olmaz" cümleleri önemlidir.
Yani hidayet Allah'tan indirilen vahiy'le ilgili bir durumdur.
Mesala
"(Allah'ın emirlerini) onlara açıklasın (tebliğ etsin, okusun, duyursun, ilan etsin) diye her Resulü yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık (bundan sonra) Allah dileyeni sapıtır, dileyeni de hidayete ulaştırır"
( İbrahim- 4)
"Allah dilediğini saptırır, dilediğini de hidayete ulaştırır" inancı, son Nebi'den önceki tarihlere dayanan bir müşrik inancıdır.
Müşrikler şöyle diyordu "...Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız ondan başkasına tapardık. O'nun isteği olmadan hiçbir şeyi de haram kalmazdık" Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı.Resullerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi ?"
(Nahl-35 )
"Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı; fakat O, dileyeni saptırır, dileyeni de hidayete iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız"
(Nahl-93)
(Ey Resul! ) Eğer Rabbin dileseydi (onların iradelerine zorla ipotek koysaydı) yeryüzündekilerin hepsi (ister istemez) elbette iman ederdi. O halde sen inanmaları için insanları zorlayacak mısın?"
( Yunus- 99)
Yani Allah bile insanları iman etmeye zorlamazken, ey Resul! senin böyle bir şey yapman hiç doğru olmaz.
"...Eğer üstünüzde Allah'ın (vahiy'le) lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiç kimse asla temize çıkamazdı. Fakat Allah dileyeni arındırır. Allah işitendir, bilendir"
( Nur- 21)
" ...Allah dileyeni nuruna eriştirir..."
(Nur- 35)
"Andolsun biz ( bilmediklerinizi size )açık seçik bildiren ayetler indirdik. Allah dileyeni hidayete ulaştır" (Nur-46)
(Ey Nebi! Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; fakat Allah dileyene (vahiy'le) hidayet verir ve hidayete girecek olanları da en iyi o bilir"
( Kasas- 56 )
Hidayetin vahiy'den bağımsız olmadığını şu âyetlerde görebiliriz.
"Ey Resul! De ki: Eğer (haktan) saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği (Kur'an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, bilendir"
(Sebe-50)
"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler"
(Bakara-159)
HİDAYET MESELESİ, ALLAH DİLEDİĞİNİ Mİ SAPTIRIR, DİLEYENİ Mİ?
(1.YAZI)
Geleneksel din anlayışı yani uydurulan mezhepler dini kader inancına göre şekillenmiştir.
Dolayısıyla bu beşeri hadis dininin alimleri âyetlerde var olan kavramların bir çoğuna kader inancına paralel meal vererek Kur'an'ı tahrif etmişlerdir.
Bu kavramlardan bir tanesi de "hidayet" kavramıdır.
Hidayet meselesinde en önemli ilkeyi anladığımızda meseleyi anlamak son derece kolay olacaktır.
İlke şu: Allah vahiy'den bağımsız olarak hiç kimseye hidayet veya dalâlet yani sapıklık vermez.
Hidayete ermenin veya dalâlete sapmanın tek ölçüsü vahiy'dir.
Vahiy ile muhatap olmayanlara "hidayete ermiş" veya "sapıtmış" diyemeyiz.
"Hidayete ermenin" veya "sapıtmanın" tek ölçüsü ve göstergesi vahiy ile muhatap olmaktır.
İnsanlar vahiy ile muhatap olup yollarını kendi özgür iradelerine göre çizdikten sonra "kafir, müşrik, fasık veya mümin, muttaki, müslüman, salih" olurlar.
Allah vahiy'den bağımsız olarak yani direkt olarak insanın kalbine "hidayet" veya "sapıklık" göndermez.
Başlangıçta hiç kimse "sapık" veya "muhtedi" değildir.
Yüce Allah vahiy olmadan, insanların iradelerine ipotek koyarak zorla hidayet ve dalalete yönlendirmez.
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Allah bir toplumu (vahiy'le) doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları (vahiy'den bağımsız olarak) saptıracak değildir. Allah her şeyi çok iyi bilendir"
( Tevbe- 115)
"Hidayet bulmanın" veya "dalâlete sapmanın" tek ölçüsünün Kur'an olduğuna dair âyetler çoktur.
"Ey Resul! De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden hak (Kur'an) gelmiştir. Artık kim hidayete gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim. (Sadece tebliğ etmekle memurum)
( Yunus-108)
O zaman bir çok âyette var olan "yudillu men yeşeu ve yehdi men yeşeu" pasajının gerçek anlamı nedir.
Aslında vahiy haricinde hiç kimse dalâlet ve hidayet'in ne olduğunu yani gerçek mahiyetini bilemez.
Yani "hidayet" ve "dalâlet"in ortaya çıkması ancak vahiy ile muhatap olduktan sonra ortaya çıkar.
"Hidayet" ve "dalâlet"in ne olduğunu sadece vahiy'le Allah ortaya koyar.
Nebi ile Resuller bile vahiy olmadan hidayet bulamazlar.
Nebi'ler kendilerine indirilen vahiy'le risâlet misyonuna sahip olurlar.
İşte bu yüzden yüce Allah şöyle buyuruyor. "Yerine göre müjdeleyici ve uyarıcı elçiler gönderdik ki insanların elçilerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri kalmasın. Allah izzet ve hikmet sahibidir"
(Nisa-165)
"Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak zalim olan memleketleri helak etmişizdir"
(Kasas-59)
"Helak ettiğimiz hiç bir ülke yoktur ki bilinen bir kitapları olmuş olmasın"
(Nahl-4)
Dolayısıyla ayetlerde geçen "men yeşéu" "dilediğine"değil "dileyen kişiye" olarak meal verilmesi gerekir.
MİSALLER
"...O dileyeni hidayete iletir"
( Bakara- 142)
"... Allah dileyeni (vahiy'le)hidayete iletir" (Bakara- 213)
"Allah hikmeti dileyen kişiye verir..."
(Bakara- 269)
"Ey Nebi! Onları hidayete iletmek sana ait değildir. Ancak Allah dileyeni hidayete iletir..." (Bakara- 272)
"Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dileyeni bağışlar, dileyeni de azab eder"
( Âli İmran-129)
"Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir; dileyeni azab eder ve dileyeni de affeder..."
( Maide- 40)
"Aayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah dileyeni şaşırtır, dileyeni de hidayete ulaştır..."
(En'am- 39 )
"İşte bu Kur'an, Allah'ın hidayetidir, kullarından dileyeni onunla hidayete ulaştırır..."
(En'am- 88)
Dolayısıyla bu kelimelere "dilediğine" olarak meal verilmesi Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne aykırıdır.
(1.YAZI)
Geleneksel din anlayışı yani uydurulan mezhepler dini kader inancına göre şekillenmiştir.
Dolayısıyla bu beşeri hadis dininin alimleri âyetlerde var olan kavramların bir çoğuna kader inancına paralel meal vererek Kur'an'ı tahrif etmişlerdir.
Bu kavramlardan bir tanesi de "hidayet" kavramıdır.
Hidayet meselesinde en önemli ilkeyi anladığımızda meseleyi anlamak son derece kolay olacaktır.
İlke şu: Allah vahiy'den bağımsız olarak hiç kimseye hidayet veya dalâlet yani sapıklık vermez.
Hidayete ermenin veya dalâlete sapmanın tek ölçüsü vahiy'dir.
Vahiy ile muhatap olmayanlara "hidayete ermiş" veya "sapıtmış" diyemeyiz.
"Hidayete ermenin" veya "sapıtmanın" tek ölçüsü ve göstergesi vahiy ile muhatap olmaktır.
İnsanlar vahiy ile muhatap olup yollarını kendi özgür iradelerine göre çizdikten sonra "kafir, müşrik, fasık veya mümin, muttaki, müslüman, salih" olurlar.
Allah vahiy'den bağımsız olarak yani direkt olarak insanın kalbine "hidayet" veya "sapıklık" göndermez.
Başlangıçta hiç kimse "sapık" veya "muhtedi" değildir.
Yüce Allah vahiy olmadan, insanların iradelerine ipotek koyarak zorla hidayet ve dalalete yönlendirmez.
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.
"Allah bir toplumu (vahiy'le) doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları (vahiy'den bağımsız olarak) saptıracak değildir. Allah her şeyi çok iyi bilendir"
( Tevbe- 115)
"Hidayet bulmanın" veya "dalâlete sapmanın" tek ölçüsünün Kur'an olduğuna dair âyetler çoktur.
"Ey Resul! De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden hak (Kur'an) gelmiştir. Artık kim hidayete gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim. (Sadece tebliğ etmekle memurum)
( Yunus-108)
O zaman bir çok âyette var olan "yudillu men yeşeu ve yehdi men yeşeu" pasajının gerçek anlamı nedir.
Aslında vahiy haricinde hiç kimse dalâlet ve hidayet'in ne olduğunu yani gerçek mahiyetini bilemez.
Yani "hidayet" ve "dalâlet"in ortaya çıkması ancak vahiy ile muhatap olduktan sonra ortaya çıkar.
"Hidayet" ve "dalâlet"in ne olduğunu sadece vahiy'le Allah ortaya koyar.
Nebi ile Resuller bile vahiy olmadan hidayet bulamazlar.
Nebi'ler kendilerine indirilen vahiy'le risâlet misyonuna sahip olurlar.
İşte bu yüzden yüce Allah şöyle buyuruyor. "Yerine göre müjdeleyici ve uyarıcı elçiler gönderdik ki insanların elçilerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri kalmasın. Allah izzet ve hikmet sahibidir"
(Nisa-165)
"Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak zalim olan memleketleri helak etmişizdir"
(Kasas-59)
"Helak ettiğimiz hiç bir ülke yoktur ki bilinen bir kitapları olmuş olmasın"
(Nahl-4)
Dolayısıyla ayetlerde geçen "men yeşéu" "dilediğine"değil "dileyen kişiye" olarak meal verilmesi gerekir.
MİSALLER
"...O dileyeni hidayete iletir"
( Bakara- 142)
"... Allah dileyeni (vahiy'le)hidayete iletir" (Bakara- 213)
"Allah hikmeti dileyen kişiye verir..."
(Bakara- 269)
"Ey Nebi! Onları hidayete iletmek sana ait değildir. Ancak Allah dileyeni hidayete iletir..." (Bakara- 272)
"Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dileyeni bağışlar, dileyeni de azab eder"
( Âli İmran-129)
"Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir; dileyeni azab eder ve dileyeni de affeder..."
( Maide- 40)
"Aayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah dileyeni şaşırtır, dileyeni de hidayete ulaştır..."
(En'am- 39 )
"İşte bu Kur'an, Allah'ın hidayetidir, kullarından dileyeni onunla hidayete ulaştırır..."
(En'am- 88)
Dolayısıyla bu kelimelere "dilediğine" olarak meal verilmesi Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne aykırıdır.
NEBİ TARİHSELLİĞİ, RESUL EVRENSELLİĞİ TEMSİL EDER
(5.YAZI)
Aslında Muhammed ( a.s) Nübüvvet'e bağlı bir Resul'dür. Yani Nübüvvet makam ve mertebesine, Risalet misyonuna sahip bulunuyordu.
Fakat âyetlerde "Nebi" ile " Resul" kavramlarının kullanılmasının mutlaka bir çok neden ve hikmeti vardır.
Zira yüce Allah hiçbir zaman abes bir şey yapmaz.
Kur'an, "Nebi" kavramının kullanmakla yüce Allah, son Nebi'nin yaşamış olduğu tarihi ve insanları da muhatap almıştır.
Nebi'nin yaşamış olduğu Medine coğrafyasıyla kıyamet gününe kadar gelecek insanların kültür ve gelenekleri hiç şüphesiz ki birbirinden farklı olacaktır.
Yani şimdi Medine halkının yaşamış olduğu ekonomik, sosyal, psikolojik, aile, gelenek ve kültürleri, kıyamet gününe kadar gelecek insanların kültür ve geleneklerinden birçok yönden ayrılmaktadır.
İşte yüce Allah az bir zaman dilimi ve az bir nüfusa sahip olduğu halde Medine ve çevresinde yaşayan Nebi'nin özel hayatını, Allah'a karşı hatalarını, ailesi ile olan ilişkilerini ve müminlerin sorunlarını anarak onları da muhatap almıştır.
Kur'an'a baktığımızda Nebi"ye ayrılan yer ile Resul'e ayrılan yer arasında büyük bir açının olduğunu görüyoruz.
Yani genellikle Resul ve mesaj ön planda tutulmuştur.
Kur'an, mübarek bir kitap olduğu için bereketi gereği, hem Nebi (a.s) döneminde yaşayan insanların inanç ve sorunlarını ele almış, hemde Resul kavramını kullanarak kıyamet gününe kadar gelecek insanların inanç ve ahlak sorunlarını kayıt altına almıştır.
Yani Kuran, hem din, hem güzel ahlak, hem hidayet, hem merhamet, hem öğüt olarak kıyamet gününe kadar gelecek insanlara yeterli bir kitaptır.
Dolayısıyla Nebi (a.s) ın Medine'sinde yaşanan bazı mahalli ve özel sorunlara parmak basması Kur'an'ın özelliğinden ve bereketinden hiçbir şey kaybettirmez.
Yani Kur'an, kadim tarihte yaşayan bir çok Nebi ve kavimden söz ederken, Nebi ( a.s) ın yaşamış olduğu zaman ve zemini ihmal etmesini bekleyemeyiz.
Veya Nebi (a.s) ın yaşamış olduğu çevrenin yerel sorunları ile kıyamet gününe kadar gelecek olan insanların sorunlarını aynı derecede değerlendirebilir miyiz?
Halbuki Kur'an, " Allah'a davet, taat, isyan, hidayet, rahmet, aydınlık, sırat-ı müstakim, helal ve haram kılma, istihza, küfür, hak, mübin, tebliğ, kitabı tilavet, ittiba, kerim, aziz, hakem olma, tebyin, karanlıklardan aydınlığa çıkarma" gibi birçok kavramı "Resul" bağlamında kullanmıştır.
Bunun en büyük sebebi, Medine'de yaşayan son Nebi'den sonra onu "kitap Resul'ün" yani Kur'an'ın temsil etmesidir.
Yani Nebi Medine'de vefat etmiştir, Nübüvvet kurumu Medine'de kapanmış ve kapısına kilit vurulmuştur.
Fakat Resulden kalan tek mesaj kıyamet gününe kadar aydınlık saçmaya ve hidayet vermeye devam edecektir.
Allah bu önemli noktaları ve ayrımı akıl ve tefekkür sahipleri için "Nebi" ile "Resul" kavramlarının içine yerleştirmek suretiyle vahyin hikmet ve sistemini gözler önüne sermiştir.
Yani Nebi (a.s) bağlamında kullanan âyetlerin tarihsel olması Kur'an için bir eksiklik meydana getirmez.
Mesele şu ayetlere bir bakalım.
"Ey Nebi! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü ( refahını) İstiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim.
Eğer Allah'ı, Resul'ünü ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır.
Ey Nebi'nin hanımları! Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkartılır.
Bu, Allah'a göre kolaydır. Sizden kim, Allah'a ve Resulüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükafatını iki kat veririz. Ve ona bol rızık hazırlamışlardır.
Ey Nebi'nin hanımlar! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'tan korkuyorsanız, çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır.
Güzel söz söyleyin. Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Salat'ı ikame edin, zekatı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin.
Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günah gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmet hatırlayın.
Şüphesiz Allah, her şeyin hiç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır"
(Ahzab-28,29,30,31,32,33 34)
Yani az bir zaman dilimi olsa dahi Kur'an'ın, Nebi ( a.s ) ın hatalarını aile hayatını ve Medine'de yaşanan sorunları görmezlikten gelmesini bekleyemeyiz.
Aslında görevinin başında ile evinde ve özel hayatında olan diplomat aynı kişi olmakla birlikte konumu farklıdır.
İş başında, mesai saatlerinde resmi olan bir diplomatın görev ve sorumluluğu ile evinde ve özel hayatında olan diplomatın görev ve sorumluluğu birbirinden farklıdır.
Hatta görev başında olan bir memura yapılacak hakaret ve saygısızlık ile mesai dışında ve özel hayatındaki bir memura yapılacak hakaret ve saygısızlığın kanundaki karşılığı bir değildir.
Dolayısıyla görev başında devleti temsil eden bir memurun gayri meşru hareket yapması ve görevini kötüye kullanması kabul edilmez bir suçtur.
Fakat sivil hayatta yapmış olduğu olumsuz hareketler kanun karşısında o derece büyük bir ihanet olarak görülmez.
Hangi yönden bakarsak bakalım Nebi ile Resul'ün arasında birçok farklar olduğu bir gerçektir.
Yani yüce Allah'ın, kadim resullerin ve nebilerin hayat mücadelelerini geniş şekilde anlatmasının sebebi insanlara ders vermek içindir.
Nebiler hakkında insanların meraklarını gidermek içindir.
Dolayısıyla Nebi (a.s) yaşadığı Medine'de geçen hayatının Kur'an'da yer almaması olacak bir şey değildir.
İnsanlar sadece Resul'ün Risalet misyonuna ait bilgilerle yetinmek istemezler. Nebi'nin resmi olmayan özel hayatını da merak ederler.
Dolayısıyla Allah Hem Resullerin tebliğ ve tevhid mücadelesini hem de özel özel beşeri zaaf ve hatalarını ele almıştır.
Mesela: Kur'an'da, Musa (a.s) doğumu, emzirilmesi, Firavun tarafından yetiştirilmesi, İsa (a.s) doğumu ve çocukluğu, Yusuf (a.s) kuyuya atılması, satın alınıp Mısır'a götürülmesi gibi Risalet görevi ile ilgili olmayan bir çok kıssa nakledilir.
(5.YAZI)
Aslında Muhammed ( a.s) Nübüvvet'e bağlı bir Resul'dür. Yani Nübüvvet makam ve mertebesine, Risalet misyonuna sahip bulunuyordu.
Fakat âyetlerde "Nebi" ile " Resul" kavramlarının kullanılmasının mutlaka bir çok neden ve hikmeti vardır.
Zira yüce Allah hiçbir zaman abes bir şey yapmaz.
Kur'an, "Nebi" kavramının kullanmakla yüce Allah, son Nebi'nin yaşamış olduğu tarihi ve insanları da muhatap almıştır.
Nebi'nin yaşamış olduğu Medine coğrafyasıyla kıyamet gününe kadar gelecek insanların kültür ve gelenekleri hiç şüphesiz ki birbirinden farklı olacaktır.
Yani şimdi Medine halkının yaşamış olduğu ekonomik, sosyal, psikolojik, aile, gelenek ve kültürleri, kıyamet gününe kadar gelecek insanların kültür ve geleneklerinden birçok yönden ayrılmaktadır.
İşte yüce Allah az bir zaman dilimi ve az bir nüfusa sahip olduğu halde Medine ve çevresinde yaşayan Nebi'nin özel hayatını, Allah'a karşı hatalarını, ailesi ile olan ilişkilerini ve müminlerin sorunlarını anarak onları da muhatap almıştır.
Kur'an'a baktığımızda Nebi"ye ayrılan yer ile Resul'e ayrılan yer arasında büyük bir açının olduğunu görüyoruz.
Yani genellikle Resul ve mesaj ön planda tutulmuştur.
Kur'an, mübarek bir kitap olduğu için bereketi gereği, hem Nebi (a.s) döneminde yaşayan insanların inanç ve sorunlarını ele almış, hemde Resul kavramını kullanarak kıyamet gününe kadar gelecek insanların inanç ve ahlak sorunlarını kayıt altına almıştır.
Yani Kuran, hem din, hem güzel ahlak, hem hidayet, hem merhamet, hem öğüt olarak kıyamet gününe kadar gelecek insanlara yeterli bir kitaptır.
Dolayısıyla Nebi (a.s) ın Medine'sinde yaşanan bazı mahalli ve özel sorunlara parmak basması Kur'an'ın özelliğinden ve bereketinden hiçbir şey kaybettirmez.
Yani Kur'an, kadim tarihte yaşayan bir çok Nebi ve kavimden söz ederken, Nebi ( a.s) ın yaşamış olduğu zaman ve zemini ihmal etmesini bekleyemeyiz.
Veya Nebi (a.s) ın yaşamış olduğu çevrenin yerel sorunları ile kıyamet gününe kadar gelecek olan insanların sorunlarını aynı derecede değerlendirebilir miyiz?
Halbuki Kur'an, " Allah'a davet, taat, isyan, hidayet, rahmet, aydınlık, sırat-ı müstakim, helal ve haram kılma, istihza, küfür, hak, mübin, tebliğ, kitabı tilavet, ittiba, kerim, aziz, hakem olma, tebyin, karanlıklardan aydınlığa çıkarma" gibi birçok kavramı "Resul" bağlamında kullanmıştır.
Bunun en büyük sebebi, Medine'de yaşayan son Nebi'den sonra onu "kitap Resul'ün" yani Kur'an'ın temsil etmesidir.
Yani Nebi Medine'de vefat etmiştir, Nübüvvet kurumu Medine'de kapanmış ve kapısına kilit vurulmuştur.
Fakat Resulden kalan tek mesaj kıyamet gününe kadar aydınlık saçmaya ve hidayet vermeye devam edecektir.
Allah bu önemli noktaları ve ayrımı akıl ve tefekkür sahipleri için "Nebi" ile "Resul" kavramlarının içine yerleştirmek suretiyle vahyin hikmet ve sistemini gözler önüne sermiştir.
Yani Nebi (a.s) bağlamında kullanan âyetlerin tarihsel olması Kur'an için bir eksiklik meydana getirmez.
Mesele şu ayetlere bir bakalım.
"Ey Nebi! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü ( refahını) İstiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim.
Eğer Allah'ı, Resul'ünü ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır.
Ey Nebi'nin hanımları! Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkartılır.
Bu, Allah'a göre kolaydır. Sizden kim, Allah'a ve Resulüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükafatını iki kat veririz. Ve ona bol rızık hazırlamışlardır.
Ey Nebi'nin hanımlar! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'tan korkuyorsanız, çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır.
Güzel söz söyleyin. Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Salat'ı ikame edin, zekatı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin.
Ey Ehli Beyt! Allah sizden, sadece günah gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmet hatırlayın.
Şüphesiz Allah, her şeyin hiç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır"
(Ahzab-28,29,30,31,32,33 34)
Yani az bir zaman dilimi olsa dahi Kur'an'ın, Nebi ( a.s ) ın hatalarını aile hayatını ve Medine'de yaşanan sorunları görmezlikten gelmesini bekleyemeyiz.
Aslında görevinin başında ile evinde ve özel hayatında olan diplomat aynı kişi olmakla birlikte konumu farklıdır.
İş başında, mesai saatlerinde resmi olan bir diplomatın görev ve sorumluluğu ile evinde ve özel hayatında olan diplomatın görev ve sorumluluğu birbirinden farklıdır.
Hatta görev başında olan bir memura yapılacak hakaret ve saygısızlık ile mesai dışında ve özel hayatındaki bir memura yapılacak hakaret ve saygısızlığın kanundaki karşılığı bir değildir.
Dolayısıyla görev başında devleti temsil eden bir memurun gayri meşru hareket yapması ve görevini kötüye kullanması kabul edilmez bir suçtur.
Fakat sivil hayatta yapmış olduğu olumsuz hareketler kanun karşısında o derece büyük bir ihanet olarak görülmez.
Hangi yönden bakarsak bakalım Nebi ile Resul'ün arasında birçok farklar olduğu bir gerçektir.
Yani yüce Allah'ın, kadim resullerin ve nebilerin hayat mücadelelerini geniş şekilde anlatmasının sebebi insanlara ders vermek içindir.
Nebiler hakkında insanların meraklarını gidermek içindir.
Dolayısıyla Nebi (a.s) yaşadığı Medine'de geçen hayatının Kur'an'da yer almaması olacak bir şey değildir.
İnsanlar sadece Resul'ün Risalet misyonuna ait bilgilerle yetinmek istemezler. Nebi'nin resmi olmayan özel hayatını da merak ederler.
Dolayısıyla Allah Hem Resullerin tebliğ ve tevhid mücadelesini hem de özel özel beşeri zaaf ve hatalarını ele almıştır.
Mesela: Kur'an'da, Musa (a.s) doğumu, emzirilmesi, Firavun tarafından yetiştirilmesi, İsa (a.s) doğumu ve çocukluğu, Yusuf (a.s) kuyuya atılması, satın alınıp Mısır'a götürülmesi gibi Risalet görevi ile ilgili olmayan bir çok kıssa nakledilir.
HİDAYET MESELESİ, ALLAH DİLEDİĞİNİ Mİ SAPTIRIR, DİLEYENİ Mİ?
(4.YAZI)
Eğer Allah dilediğini saptırsaydı insanlarda sorumluluk bilinci gelişmez, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü bozulur,
kendi içinde bulunan düzeni karışır, sistemi darmadağın olurdu.
Yani Allah'ın adaletinden, insanların imtihan edilmesinden ve Kur'an'ın hikmetinden söz edilemezdi.
"Ey Resul! Şüphesiz biz bu kitabı sana, insanlar için hak (bir amaca yönelik )olarak indirdik. Artık (bundan sonra) kim hidayeti seçerse kendi lehinedir; kimde saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur.
Sen onların üzerinde vekil değilsin" (Zümer -41)
"Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendi nefislerine zulmederler"
( Yunus- 44)
"Allah dileseydi (insanların iradelerine ipotek koysaydı) onları tek millet (dine mensup) yapardı. Fakat O, dileyeni rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur"
(Şura-8)
" Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O, dileyeni bağışlar, dileyeni de cezalandırır. Allah bağışlayan ve merhamet edendir"
( Fetih- 14 )
"...İşte Allah böylece, dileyeni sapıklıkta bırakır, dileyeni de hidayete ulaştır..."
( Müddessir- 31)
"O, dileyeni rahmetine dahil eder. Zalimlere gelince onlar için elem verici bir azap vardır" (İnsan -1 )
"O (Kur'an )âlemler (insanlar) için bir öğüttür. Sizden istikamet dileyen için bir (hidayettir). Sizler (hidayet istemedikçe, hidayet dilemedikçe) alemlerin Rabbi (Allah zorla sizin hidayetinizi) dilemez"
( Tekvir-27, 28, 29)
Hidayet'in ve dalâletin tek göstergesi kur'an'dır. Yani Allah indirdiği vahiy ile hidayete ulaştırır.
Eğer vahiy'den bağımsız olarak hidayet olsaydı yani vahiy olmadan, direkt olarak Allah insanların kalplerine hidayet indirseydi işte o zaman dilediğine hidayet, dilediğine sapıklık verirdi.
Yüce Allah, hidayet ve dalâleti gösterecek mesajı indirdikten sonra, yani hidayet ve dalâleti mesaja bağlı kıldıktan sonra, direkt olarak insanların kalplerine hidayet ve dalâleti verir mi?
Asla vermez.
Allah adalet ve merhameti gereği vahiy indirerek insanların hidayet ve dalâletlerini ona bağlı kılmıştır.
Dolayısıyla Kur'an'da bulunan hidayet yolunu benimsemeyenler sapıklık ve karanlıklar İçinde kalmaya mahkum olurlar.
"...Sapıtmamanız için Allah size (Kur'an da) açıklama yapıyor. Allah herşeyi bilendir"
(Nisa- 176)
"Ey Ehl-i kitap! Resülümüz ( Kur'an) size kitaptan gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıklamak üzere geldi, birçok (kusurunuzu) da bağışlıyor.
Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi.
Rızasını arayanı Allah onunla hidayet yollarına götürür ve onları izniyle karınlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yol olan sırat-ı müstakime ulaştırır"
(Mâide- 15,16)
Yukarıdaki ayette bulunan "... Rızasını arayanı Allah onunla (Resul olan Kur'an'la) hidayet yollarına götürür..."
cümlesi önemlidir.
16.âyette bulunan"...onları izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yol olan sırat-ı müstakime ulaştır cümlesi de indirilen vahiy'le ilgili bir durumdur.
Çünkü Kur'an'ın insanları karanlıklardan çıkardığı ile alakalı çok ayet vardır.
"Elif. Lam. Ra. (Bu Kur'an) Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip ve övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır"
( İbrahim- 1)
"... Ey iman eden akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı (kitap) indirmiştir. İman edip salih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir Resul göndermiştir.
Kim Allah'a iman eder ve salih amel işlerse Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere koyacaktır. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık hazırlamıştır"
(Talak-10,11)
(4.YAZI)
Eğer Allah dilediğini saptırsaydı insanlarda sorumluluk bilinci gelişmez, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü bozulur,
kendi içinde bulunan düzeni karışır, sistemi darmadağın olurdu.
Yani Allah'ın adaletinden, insanların imtihan edilmesinden ve Kur'an'ın hikmetinden söz edilemezdi.
"Ey Resul! Şüphesiz biz bu kitabı sana, insanlar için hak (bir amaca yönelik )olarak indirdik. Artık (bundan sonra) kim hidayeti seçerse kendi lehinedir; kimde saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur.
Sen onların üzerinde vekil değilsin" (Zümer -41)
"Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendi nefislerine zulmederler"
( Yunus- 44)
"Allah dileseydi (insanların iradelerine ipotek koysaydı) onları tek millet (dine mensup) yapardı. Fakat O, dileyeni rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur"
(Şura-8)
" Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O, dileyeni bağışlar, dileyeni de cezalandırır. Allah bağışlayan ve merhamet edendir"
( Fetih- 14 )
"...İşte Allah böylece, dileyeni sapıklıkta bırakır, dileyeni de hidayete ulaştır..."
( Müddessir- 31)
"O, dileyeni rahmetine dahil eder. Zalimlere gelince onlar için elem verici bir azap vardır" (İnsan -1 )
"O (Kur'an )âlemler (insanlar) için bir öğüttür. Sizden istikamet dileyen için bir (hidayettir). Sizler (hidayet istemedikçe, hidayet dilemedikçe) alemlerin Rabbi (Allah zorla sizin hidayetinizi) dilemez"
( Tekvir-27, 28, 29)
Hidayet'in ve dalâletin tek göstergesi kur'an'dır. Yani Allah indirdiği vahiy ile hidayete ulaştırır.
Eğer vahiy'den bağımsız olarak hidayet olsaydı yani vahiy olmadan, direkt olarak Allah insanların kalplerine hidayet indirseydi işte o zaman dilediğine hidayet, dilediğine sapıklık verirdi.
Yüce Allah, hidayet ve dalâleti gösterecek mesajı indirdikten sonra, yani hidayet ve dalâleti mesaja bağlı kıldıktan sonra, direkt olarak insanların kalplerine hidayet ve dalâleti verir mi?
Asla vermez.
Allah adalet ve merhameti gereği vahiy indirerek insanların hidayet ve dalâletlerini ona bağlı kılmıştır.
Dolayısıyla Kur'an'da bulunan hidayet yolunu benimsemeyenler sapıklık ve karanlıklar İçinde kalmaya mahkum olurlar.
"...Sapıtmamanız için Allah size (Kur'an da) açıklama yapıyor. Allah herşeyi bilendir"
(Nisa- 176)
"Ey Ehl-i kitap! Resülümüz ( Kur'an) size kitaptan gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıklamak üzere geldi, birçok (kusurunuzu) da bağışlıyor.
Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi.
Rızasını arayanı Allah onunla hidayet yollarına götürür ve onları izniyle karınlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yol olan sırat-ı müstakime ulaştırır"
(Mâide- 15,16)
Yukarıdaki ayette bulunan "... Rızasını arayanı Allah onunla (Resul olan Kur'an'la) hidayet yollarına götürür..."
cümlesi önemlidir.
16.âyette bulunan"...onları izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yol olan sırat-ı müstakime ulaştır cümlesi de indirilen vahiy'le ilgili bir durumdur.
Çünkü Kur'an'ın insanları karanlıklardan çıkardığı ile alakalı çok ayet vardır.
"Elif. Lam. Ra. (Bu Kur'an) Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip ve övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır"
( İbrahim- 1)
"... Ey iman eden akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı (kitap) indirmiştir. İman edip salih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir Resul göndermiştir.
Kim Allah'a iman eder ve salih amel işlerse Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere koyacaktır. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık hazırlamıştır"
(Talak-10,11)
HİDAYET MESELESİ, ALLAH DİLEDİĞİNİ Mİ SAPTIRIR, DİLEYENİ Mİ?
(5.YAZI)
Allah'ın indirdiği vahiy haricinde yani Allah'tan başka hiç kimseninin hâdi ve mehdi olamayacağı Kur'an'da kesin olarak hükme bağlanmıştır.
(Ey Resul! ) De ki: (Allah'a) Şirk koştuklarınızdan hakka hidayet edecek olan var mı? De ki: "Hakka (vahiy'le) Allah iletir" Öyleyse hakka hidayet eden mi uyulmaya daha layıktır; yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine hidayeti bulamayan mı? Size ne oluyor?
Nasıl böyle batıl hükmediyorsunuz?
"Onların çoğu zandan (algıdan) başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan hiçbir şey ifade etmez. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir"
(Yunus-35,36)
(Ey Nebi! ) Sen, onların hidayete ermelerine çok düşkünlük göstersen de bil ki Allah, sapıtan kimseyi (iradesine ipotek koyarak, vahiy'den bağımsız, zorla) hidayete erdirmez. Onların yardımcıları yoktur"
( Nahl-37)
(Ey Nebi!) Sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dileyeni hidayete iletir ve hidayete girecek olanları en iyi bilendir"
(Kasas-56)
"Tağut'a kulluk etmekten kaçınıp, Allah'a yönelenlere müjde vardır. ( Ey Resul ! ) Dinleyip de söz'ün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah'ın (vahiy'le) hidayete ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.
(Ey Nebi! ) Hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı sen mi kurtaracaksın! Fakat Rablerinden sakınanlara, üst üste yapılmış, altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Bu Allah'ın verdiği sözdür. Allah verdiği sözden dönmez"
(Zümer-17,18.19,20)
"Allah (iradenizi zorla yönlendirseydi) hepinizi bir tek ümmet (aynı inanca bağlı) kılardı; fakat O, dileyeni saptırır, dileyeni de hidayete iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız"
( Nahl-93)
Yukarıdaki âyetin sonunda bulunan "...yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız" cümlesi, hidayetin kaynağına açıklık getirmektedir.
Yani insan sadece kendi amelinden sorumlu tutulmuştur.
Allah insanları inanç ve amellerinde özgür bir iradeye sahip kılmıştır.
"Allah, hidayeti arzulayanların hidayetini arttırır. Sürekli kalan şeyler, Rabb'inin indinde hem mükafat bakımından daha hayırlı, hemde sonuç olarak daha güzeldir"
(Meryem-76)
Mekke müşrikleri kader inancına sahip olduklarından dolayı bu konuda yüzlerce âyet inmiştir.
Onlar "Allah dilemedikçe bir şirk koşmayız"
(Nahl-35) diyorlardı.
Bu konuda şu iki ayet önemlidir.
Allah'ın ayetlerine iman etmeyenler yok mu, kuşkusuz Allah onları hidayete iletmez ve onlar için elem verici bir azap vardır. Allah'ın ayetlerine inanmayanlar ancak yalan konuşur. İşte onlar yalancıların ta kendileridir"
(Nahl- 104,105)
Şu ayet bu konuda çok belirleyici bir konuma sahiptir.
"İşte böylece biz Kur'an'ı açık seçik âyetler halinde indirdik. Gerçek şu ki Allah dileyen kimseyi hidayete iletir"
(Hac-16)
Yukarıdaki âyete "...Allah dilediği kimseyi hidayete iletir" gibi bir mana verilemez.
O zaman açık seçik indirilen âyetlerin bir anlamı kalmazdı.
(5.YAZI)
Allah'ın indirdiği vahiy haricinde yani Allah'tan başka hiç kimseninin hâdi ve mehdi olamayacağı Kur'an'da kesin olarak hükme bağlanmıştır.
(Ey Resul! ) De ki: (Allah'a) Şirk koştuklarınızdan hakka hidayet edecek olan var mı? De ki: "Hakka (vahiy'le) Allah iletir" Öyleyse hakka hidayet eden mi uyulmaya daha layıktır; yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine hidayeti bulamayan mı? Size ne oluyor?
Nasıl böyle batıl hükmediyorsunuz?
"Onların çoğu zandan (algıdan) başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan hiçbir şey ifade etmez. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir"
(Yunus-35,36)
(Ey Nebi! ) Sen, onların hidayete ermelerine çok düşkünlük göstersen de bil ki Allah, sapıtan kimseyi (iradesine ipotek koyarak, vahiy'den bağımsız, zorla) hidayete erdirmez. Onların yardımcıları yoktur"
( Nahl-37)
(Ey Nebi!) Sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dileyeni hidayete iletir ve hidayete girecek olanları en iyi bilendir"
(Kasas-56)
"Tağut'a kulluk etmekten kaçınıp, Allah'a yönelenlere müjde vardır. ( Ey Resul ! ) Dinleyip de söz'ün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah'ın (vahiy'le) hidayete ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.
(Ey Nebi! ) Hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı sen mi kurtaracaksın! Fakat Rablerinden sakınanlara, üst üste yapılmış, altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Bu Allah'ın verdiği sözdür. Allah verdiği sözden dönmez"
(Zümer-17,18.19,20)
"Allah (iradenizi zorla yönlendirseydi) hepinizi bir tek ümmet (aynı inanca bağlı) kılardı; fakat O, dileyeni saptırır, dileyeni de hidayete iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız"
( Nahl-93)
Yukarıdaki âyetin sonunda bulunan "...yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız" cümlesi, hidayetin kaynağına açıklık getirmektedir.
Yani insan sadece kendi amelinden sorumlu tutulmuştur.
Allah insanları inanç ve amellerinde özgür bir iradeye sahip kılmıştır.
"Allah, hidayeti arzulayanların hidayetini arttırır. Sürekli kalan şeyler, Rabb'inin indinde hem mükafat bakımından daha hayırlı, hemde sonuç olarak daha güzeldir"
(Meryem-76)
Mekke müşrikleri kader inancına sahip olduklarından dolayı bu konuda yüzlerce âyet inmiştir.
Onlar "Allah dilemedikçe bir şirk koşmayız"
(Nahl-35) diyorlardı.
Bu konuda şu iki ayet önemlidir.
Allah'ın ayetlerine iman etmeyenler yok mu, kuşkusuz Allah onları hidayete iletmez ve onlar için elem verici bir azap vardır. Allah'ın ayetlerine inanmayanlar ancak yalan konuşur. İşte onlar yalancıların ta kendileridir"
(Nahl- 104,105)
Şu ayet bu konuda çok belirleyici bir konuma sahiptir.
"İşte böylece biz Kur'an'ı açık seçik âyetler halinde indirdik. Gerçek şu ki Allah dileyen kimseyi hidayete iletir"
(Hac-16)
Yukarıdaki âyete "...Allah dilediği kimseyi hidayete iletir" gibi bir mana verilemez.
O zaman açık seçik indirilen âyetlerin bir anlamı kalmazdı.
HİDAYET MESELESİ, ALLAH DİLEDİĞİNİ Mİ SAPTIRIR, DİLEYENİ Mİ?
(6.YAZI)
Dinde hidayetin tek kaynağı vardır.
Oda Allah tarafından Resul'e indirilen ve onun dilinde hayat bulan vahiy'dir.
Fakat yüce Allah, hidayeti insanların özgür iradelerine bağlı kılmıştır.
İşte bununla ilgili âyetler.
"Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: Ben sizin kulluk ettiklerinizden uzağım. Ben yalnız beni yaratana kulluk ederim. Çünkü O, beni (vahiy'le) hidayete iletecektir"
( Zuhruf-26,27 )
"Allah hidayette gidenlerin hidayetini arttırır. Geri kalan salih ameller Rabb'inin indinde hem mükafat bakımından daha hayırlı, hem de sonuç bakımından daha iyidir"
( Meryem- 76)
"Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, Allah onun kalbini hidayete ulaştır. Allah herşeyi bilendir"
(Teğabun -11 )
"Hani cinlerden bir grubu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur'an'ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine) "susun" demişler, Kur'an'ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi.
Ey kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekini tasdik eden, hakka ve sırat-ı müstakime ileten bir kitap dinledik.
Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun"
( Ahkaf -29, 30, 31)
"Yaratıp düzenine koyan, takdir edip ( vahiy'le) yol gösteren Rabb'inin adını tesbih et
( Âlâ- 1,2,3)
(Hidayete (vahiy'le) rehberlik etmek bize aittir" ( Leyl-12)
"Firavun: Rabbiniz de kimmiş, ey Musa? dedi. Musa: Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışını veren, sonra da (vahiy'le) hidayeti gösterendir" (Tâhâ- 49, 50) dedi.
"...Allah'tan bir yol gösterici (hidayet) olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Elbette Allah zalim kavmi (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete iletmez" (Kasas- 50 )
"Hidayeti bulanlara gelince, Allah onların hidayetlerini arttırır ve takvalarını verir" (Muhammed- 17)
Kur'an'ı Mübin'in mutlak hidayet olduğu ile ilgili âyetler.
"Bu kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, takva sahipleri için bir hidayettir"
(Bakara-2)
"De ki: Cibril'e kim düşman ise şunu iyice bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için müjde olarak indirmiştir" (Bakara- 97)
"...Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, hidayeti ve hidayeti sapıklıktan ayırmanın açık delilleri olan Kur'an'ın indirildiğ aydır..."
( Bakara- 185)
"Bu Kur'an, bütün insanlığa bir açıklamadır; takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür" (Âli İmran-138)
"Yahut "Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan (Yahudi ve Hristiyanlar'dan) daha çok hidayette olurduk" demeyesiniz diye Kur'an'ı indirdik.
İşte size de Rabbinizden açık bir delil, hidayet ve rahmet geldi"
( En'am- 157 )
"Gerçekten onlara iman eden bir toplum için hidayet ve rahmet olarak ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik"
(Âraf- 52 )
"... Bu Kur'an Rabbinizden gelen basiretlerdir; iman eden bir kavim için hidayet ve rahmettir" (Araf- 203)
"Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir"
( Yunus- 57)
(6.YAZI)
Dinde hidayetin tek kaynağı vardır.
Oda Allah tarafından Resul'e indirilen ve onun dilinde hayat bulan vahiy'dir.
Fakat yüce Allah, hidayeti insanların özgür iradelerine bağlı kılmıştır.
İşte bununla ilgili âyetler.
"Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: Ben sizin kulluk ettiklerinizden uzağım. Ben yalnız beni yaratana kulluk ederim. Çünkü O, beni (vahiy'le) hidayete iletecektir"
( Zuhruf-26,27 )
"Allah hidayette gidenlerin hidayetini arttırır. Geri kalan salih ameller Rabb'inin indinde hem mükafat bakımından daha hayırlı, hem de sonuç bakımından daha iyidir"
( Meryem- 76)
"Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, Allah onun kalbini hidayete ulaştır. Allah herşeyi bilendir"
(Teğabun -11 )
"Hani cinlerden bir grubu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur'an'ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine) "susun" demişler, Kur'an'ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi.
Ey kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekini tasdik eden, hakka ve sırat-ı müstakime ileten bir kitap dinledik.
Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun"
( Ahkaf -29, 30, 31)
"Yaratıp düzenine koyan, takdir edip ( vahiy'le) yol gösteren Rabb'inin adını tesbih et
( Âlâ- 1,2,3)
(Hidayete (vahiy'le) rehberlik etmek bize aittir" ( Leyl-12)
"Firavun: Rabbiniz de kimmiş, ey Musa? dedi. Musa: Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışını veren, sonra da (vahiy'le) hidayeti gösterendir" (Tâhâ- 49, 50) dedi.
"...Allah'tan bir yol gösterici (hidayet) olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Elbette Allah zalim kavmi (vahiy'den bağımsız olarak) hidayete iletmez" (Kasas- 50 )
"Hidayeti bulanlara gelince, Allah onların hidayetlerini arttırır ve takvalarını verir" (Muhammed- 17)
Kur'an'ı Mübin'in mutlak hidayet olduğu ile ilgili âyetler.
"Bu kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, takva sahipleri için bir hidayettir"
(Bakara-2)
"De ki: Cibril'e kim düşman ise şunu iyice bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için müjde olarak indirmiştir" (Bakara- 97)
"...Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, hidayeti ve hidayeti sapıklıktan ayırmanın açık delilleri olan Kur'an'ın indirildiğ aydır..."
( Bakara- 185)
"Bu Kur'an, bütün insanlığa bir açıklamadır; takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür" (Âli İmran-138)
"Yahut "Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan (Yahudi ve Hristiyanlar'dan) daha çok hidayette olurduk" demeyesiniz diye Kur'an'ı indirdik.
İşte size de Rabbinizden açık bir delil, hidayet ve rahmet geldi"
( En'am- 157 )
"Gerçekten onlara iman eden bir toplum için hidayet ve rahmet olarak ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik"
(Âraf- 52 )
"... Bu Kur'an Rabbinizden gelen basiretlerdir; iman eden bir kavim için hidayet ve rahmettir" (Araf- 203)
"Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir"
( Yunus- 57)
HİDAYET MESELESİ, ALLAH DİLEDİĞİNİ Mİ SAPTIRIR, DİLEYENİ Mİ?
(7.YAZI)
Hidayet'in ve dalâletin tek göstergesinin vahiy olduğunu gösteren âyetleri okumaya devam ediyoruz.
"...Bu Kur'an uydurabilecek bir hadis değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır; iman eden bir toplum için rahmet ve hidayettir"
(Yusuf-111)
"Biz bu kitab-ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik"
( Nahl-64 )
"...Ayrıca bu kitab-ı da sana her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve sadece Allah'a teslim olanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl-89)
"De ki: Onu, mukaddes ruh, iman edenlere sebat vermek, kendilerini Allah'a teslim edenleri hidayete iletmek ve onlara müjde vermek için Rabbin katından bir amaca yönelik hak olarak indirdik"
( Nahl-102)
Kur'an'a göre hidayete ulaşmanın üç kaynağı mevcuttur.
1-) Allah
2-) Vahiy
3-) Resul
Vahiy ile Resul Allah'ın hidayetine ulaştırıcı vasıtalardır.
Yoksa hakikatte indirilen vahiy'den yani Allah'tan başka hidayete ulaştıracak hiç kimse yoktur.
"Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hiristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.
De ki: Hidayet ancak Allah'ın hidayetidir.
Sana gelen bu ilimden (Kur'an'dan) sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır"
( Bakara- 120)
"Bir de, kendilerine ilim verilenler, onun (Kur'an'ın) Rabbin tarafından gelmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona iman etsinler, bu sayede kalpleri huzur ve manevi doyuma kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri kesinlikle (vahiy'le) hidayete ulaştırır.
( Hac- 54)
"Ey Resul! Gerçek şu ki sen onları (vahiy'le ) sırat-ı müstakime davet ediyorsun"
(Müminün-73)
( Ey Resul! De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim ve ben müşriklerden değilim"
(Yusuf- 108 )
Bu konuda Şura 52. âyetini nasıl anlamak gerekir.
Âyetin meali şöyledir.
"İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik. Sen kitap nedir, İman nedir bilmezdin. "Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle hidayete eriştirdiğimiz" bir nur kıldık.
Şüphesiz ki sen sırat-ı müstakime hidayet ediyorsun. O sırat göklerin ve yerin sahibi Allah'ın yoludur. Dikkkat edin, bütün işlerin çözümü sonunda Allah'a döner"
(Şura-52,53)
Âyette bulunan "nehdi bihi men neşéu min ibédiné" "kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle hidayete eriştirdiğimiz"
Aslında "nehdi bihi men yeşéu min ibédiné" "kullarımızdan dileyeni kendisiyle hidayete eriştirdiğimiz" olması gerekirdi.
Uzun bir tefekkür sürecinden sonra Allah'a sonsuz şükürler olsun ki, âyetin gerçek mealini anladık.
"...kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle hidayete eriştirdiğimiz bir nur kıldık..."
cümlesinde bulunan "nehdi bihi men neşéu min ibédiné" Allah elçilerinin seçimi ile ilgili bir durumdur.
Dolayısıyla yukarıdaki âyette bulunan söz konusu cümle "insanlar içinde Muhammed (a.s) ın Allah'ın iradesiyle Resul seçilmesini" anlatıyor.
Yani Allah istediğini Resul olarak seçip vahiy'le hidayet verdikten sonra onu Resul olarak gönderiyor.
Örnek olarak,
"Seni yolunu şaşırmış olarak bulup da (vahiy'le) hidayete ulaştırmadı mı?"
"Duha-7)
Aynı şekilde muvahhidlerin en büyük önderi İbrahim (a.s) müşriklerin ilahlarının putlarını parçaladıktan sonra şöyle diyor.
"Ben Rabbime gidiyorum. O beni "hidayete" ulaştıracaktır"
(Saffat-99)
"Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: Ben sizin kulluk ettiklerinizden uzağım.
Ben yalnız beni yaratana kulluk ederim. Çünkü O, beni "hidayete" iletecektir"
Yukarıdaki âyetlerde İbrahim ( a.s) ın kasdettiği hidayet, putları parçaladıktan sonra Allah'ın ona vahiy gönderip Resul olarak seçtiği hidayettir.
Çünkü putları kırmadan önce "Nebi" ve "Resul" olsaydı, yani kendisine vahiy indirilseydi, böyle bir şey dememesi gerekirdi.
Vahiy zaten hidayettir.
Vahiy'den bağımsız olarak hidayet olmaz.
"...Hidayete tâbi olanlara selam olsun"
(Tâhâ-47)
(7.YAZI)
Hidayet'in ve dalâletin tek göstergesinin vahiy olduğunu gösteren âyetleri okumaya devam ediyoruz.
"...Bu Kur'an uydurabilecek bir hadis değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan bir kitaptır; iman eden bir toplum için rahmet ve hidayettir"
(Yusuf-111)
"Biz bu kitab-ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik"
( Nahl-64 )
"...Ayrıca bu kitab-ı da sana her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve sadece Allah'a teslim olanlar için bir müjde olarak indirdik"
( Nahl-89)
"De ki: Onu, mukaddes ruh, iman edenlere sebat vermek, kendilerini Allah'a teslim edenleri hidayete iletmek ve onlara müjde vermek için Rabbin katından bir amaca yönelik hak olarak indirdik"
( Nahl-102)
Kur'an'a göre hidayete ulaşmanın üç kaynağı mevcuttur.
1-) Allah
2-) Vahiy
3-) Resul
Vahiy ile Resul Allah'ın hidayetine ulaştırıcı vasıtalardır.
Yoksa hakikatte indirilen vahiy'den yani Allah'tan başka hidayete ulaştıracak hiç kimse yoktur.
"Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hiristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.
De ki: Hidayet ancak Allah'ın hidayetidir.
Sana gelen bu ilimden (Kur'an'dan) sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır"
( Bakara- 120)
"Bir de, kendilerine ilim verilenler, onun (Kur'an'ın) Rabbin tarafından gelmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona iman etsinler, bu sayede kalpleri huzur ve manevi doyuma kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri kesinlikle (vahiy'le) hidayete ulaştırır.
( Hac- 54)
"Ey Resul! Gerçek şu ki sen onları (vahiy'le ) sırat-ı müstakime davet ediyorsun"
(Müminün-73)
( Ey Resul! De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim ve ben müşriklerden değilim"
(Yusuf- 108 )
Bu konuda Şura 52. âyetini nasıl anlamak gerekir.
Âyetin meali şöyledir.
"İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik. Sen kitap nedir, İman nedir bilmezdin. "Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle hidayete eriştirdiğimiz" bir nur kıldık.
Şüphesiz ki sen sırat-ı müstakime hidayet ediyorsun. O sırat göklerin ve yerin sahibi Allah'ın yoludur. Dikkkat edin, bütün işlerin çözümü sonunda Allah'a döner"
(Şura-52,53)
Âyette bulunan "nehdi bihi men neşéu min ibédiné" "kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle hidayete eriştirdiğimiz"
Aslında "nehdi bihi men yeşéu min ibédiné" "kullarımızdan dileyeni kendisiyle hidayete eriştirdiğimiz" olması gerekirdi.
Uzun bir tefekkür sürecinden sonra Allah'a sonsuz şükürler olsun ki, âyetin gerçek mealini anladık.
"...kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle hidayete eriştirdiğimiz bir nur kıldık..."
cümlesinde bulunan "nehdi bihi men neşéu min ibédiné" Allah elçilerinin seçimi ile ilgili bir durumdur.
Dolayısıyla yukarıdaki âyette bulunan söz konusu cümle "insanlar içinde Muhammed (a.s) ın Allah'ın iradesiyle Resul seçilmesini" anlatıyor.
Yani Allah istediğini Resul olarak seçip vahiy'le hidayet verdikten sonra onu Resul olarak gönderiyor.
Örnek olarak,
"Seni yolunu şaşırmış olarak bulup da (vahiy'le) hidayete ulaştırmadı mı?"
"Duha-7)
Aynı şekilde muvahhidlerin en büyük önderi İbrahim (a.s) müşriklerin ilahlarının putlarını parçaladıktan sonra şöyle diyor.
"Ben Rabbime gidiyorum. O beni "hidayete" ulaştıracaktır"
(Saffat-99)
"Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: Ben sizin kulluk ettiklerinizden uzağım.
Ben yalnız beni yaratana kulluk ederim. Çünkü O, beni "hidayete" iletecektir"
Yukarıdaki âyetlerde İbrahim ( a.s) ın kasdettiği hidayet, putları parçaladıktan sonra Allah'ın ona vahiy gönderip Resul olarak seçtiği hidayettir.
Çünkü putları kırmadan önce "Nebi" ve "Resul" olsaydı, yani kendisine vahiy indirilseydi, böyle bir şey dememesi gerekirdi.
Vahiy zaten hidayettir.
Vahiy'den bağımsız olarak hidayet olmaz.
"...Hidayete tâbi olanlara selam olsun"
(Tâhâ-47)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)