KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(21. YAZI)
Peki, Kur'an'ın formatı ve ifade biçimi yeterince dikkate alınmazsa ne türden sorunlar ortaya çıkar?
Şimdi bu soruyu ve bununla ilgili olan bazı noktaları ele alabiliriz.
Aslında sözlü kültüre ait olan vahiy, durağan yani hareketsiz bir metin olarak yazıya mahkum edilince etrafında onu anlamaya engel faktörler zamanla her tarafını sarmış, insanın aktif olan akıl ve zihin dünyasından uzaklaştırılmış, aynen Tevrat ve İncil gibi ölülere okunan, maddi menfaat ve çıkar amaçlı ölü bir metin hüviyetine sokulmuştur.
Şimdi bir vaizle bir yazarın amaçlarını dile getiriş tarzlarını karşılaştıralım.
Vaizin en önemli avantajı bir bağlam ve referans sistemi içinde canlı olarak konuşuyor oluşudur.
Dahası o, amacının gerçekleşip gerçekleşmediğini görme olanağına sahiptir. Dolayısıyla konuşmayı bu açıdan farklı biçimlerde dinamik olarak yönlendirir.
Bütün bunlara karşı yazar, imla işaretleri veya geniş tasvirlerle yetinmek zorundadır.
Bu her iki iletişim biçimi arasındaki farkı anlamanın bir başka yolu da yazılı bir metni dinleyicilere okumak ya da konuşma metnini deşifre edip, yazıya aktarmaktır.
Her iki durumda başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Kur'an'a baktığımızda onun her bir pasajının bir soruya ya da bir konuya cevap niteliğinde olduğunu rahatlıkla görebiliriz.
Bu sebeple Kur'an metninin anlamına, ancak metnin yanıtladığı soru ufkunu kavradığımız zaman ulaşabiliriz.
Soru-cevap diyalektiği aynı zamanda iletişim hadisesinin bir sohbet, etki etme ve etkilenme ortamı içinde gerçekleşmesi demektir.
Sohbet ortamı konuşmada, âdete söz dışı metin (soru ) demektir.
Anlam denilen hadise bu söz dışı metin içinde gelişir.
Diğer bir taraftan bir kişi, demek istediği bir şeyi, sohbet ortamında dil dışı bazı faktörlerle güçlendirebilir.
Bu dil dışında kalan faktörlerin başında kişinin jest ve mimik hareketleri gelir.
Başka bir değişle anlam, el- kol hareketleri, ses tonunun değişmesi, yüz ifadeleri gibi gerçek sözün söylendiği anı saran bütün insani varoluşsal ortamla belirlenir.
Son Nebi'ye indirilen vahiy, tarihte gerçekleşmiş birçok olay ve kıssayı sanki bir tiyatro sahnesinde oynanmış gibi aktarması bundan ileri gelmektedir.
İnsan Kur'an'daki olayları okuduğu zaman canlı bir sahneyi izliyor gibi olur.
Şunu da bilmekteyiz ki, bir sözün anlamı, o sözün hangi durumlarda ne türden bir davranışlar bağlamında kullanıldığıyla alakalıdır.
Sözlü iletişimde vazgeçilmez olan yukarıdaki bu unsurlar; yazılı iletişimde ortadan kaybolurlar.
Ancak buradaki asıl sorun şudur:
Bu unsurları kullanarak var olmuş olan bir metnin yazıya dökülmesi ne anlama gelir? Açıkçası bu sözün bağımsızlaşmasıdır.
Bir anda ait oldukları ortamda anlam yüklü olan sözcüklerin içi boş, ölü kapsüllere dönüşmesidir.
Eğer söz konusu olan kutsal bir metin ise durum daha da vahim demektir.
Zira yazıya dökülen sözler, özel iletişim durumlarında (bağlamlarından) koptukları ve canlı dinamik konuşmada söz konusu olan açık düzeltme imkanı da ortadan kalktığı için, yanlış kullanıma ve yanlış anlama riskine açık hale gelirler.
Özetle sözün muhatapları için avantaj olan birçok şey sonraki muhataplar için bir dezavantaja dönüşür.
Şu gerçek iyi bilinmelidir.
Son vahyin sözlü kültür içinden indirilmesi bir tesadüf sonucu değildir.
Bu bilinçli bir seçimdir.
Çünkü her işinde hikmet sahibi olan Allah'ın sıradan bir seçim yaptığını söylemek abesle iştigal olur.
Kaldı ki bunun aksi bir örneği de yoktur.
Yani vahiy tarihinde, Allah tarafından elçisiz olarak, bugünkü anlamıyla nazil olmuş bir kitap yoktur.
Aslında bu durum Allah'ın kudreti açısından muhal değildir.
"İnkâr edenler: Kur'an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi? dediler. Biz onu senin kalbini iyice yerleştirmek için böyle yaptık( parça parça) indirdik ve onu tane tane ayırarak okuduk"
( Furkan- 32)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder