28 Haziran 2019 Cuma

KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(23. YAZI)
Sonuç olarak:
Bütün bu gerçeklerden sonra biz  Allah'ın kelâmı Kur'an'ı Mübin için sözün gücünün merkezde olduğunu düşünmekteyiz.
Fakat sözün gücüne sahip olmayanlarında Kur'an'ı anlayamacaklarını da asla iddia etmiyoruz.
Aslında Kur'an'ı anlama Arapça dil kurallarını bilme ile ilgili değil, aklı kullanma ve tefekkür,  araştırma ve inceleme,  merak  ve sorgulama ile ilgili bir durumdur.
 Zaten günümüz insanı için söz sihrini ve  etkisini yitirmiş durumdadır.
Dolayısıyla sözün gücünü günümüz insanına kabul ettirmek kaybolmuş bir hayatın öyküsünü anlatmak gibi bir şeydir.
Ancak şunu da anlıyoruz ki söz,  gücünü yeniden kazandığında biz de yeniden yaşama kavuşmuş olacağız.
 Öyleyse önce söz'e can verilmeli.
 Sonrasında bizde Allah'ın kelâmı sayesinde  ilâhi bir ruh ve can bulacağız.
Goethe'nin dediği gibi "İlk başta eylem vardı. Çünkü başlangıçta söz vardı"
Kur'an'ı gerçek olarak yaşamanın ve korumanın aslı onu yürekte, hafızada, akılda, hayatta, mucadelede ve zihinde taşımaktır.
Yeri gelmişken burada Sokrates'in meşhur Phaidros diyaloğunda o küçük, ama oldukça önemli pasajına atıfta bulunmanın yararlı olacağını düşünmekteyiz.
Sözlü gelenek içinde yetişmiş olan Mısırlılara, mitolojide yazı tanrısı olarak anılan Theuth,  insanların geçmişlerini daha iyi hatırlamalarını  sağlayacak ve aynı zamanda "belleğin devası(Pharmakon)" olacak olan yazıyı önerir. Bu öneriye Mısır kralının  cevabı oldukça meşhurdur.
 Kral cevap verdi: Ey Theuth, sanatların  eşi benzeri bulunmaz efendisi!
Bir sanatın kuruluşuna gün yüzünü göstermeye muktedir adam başkadır, bu sanatın onu kullanacaklara fayda mı, yoksa zarar mı getireceğini takdir edilecek olan başka.
 Şu saatte, işte harflerin babası olan sen, kendilerine duyduğun sevgi dolayısıyla, onlardan yapacakları gerçek etkinin tam aksini bekliyorsun!
 İşte bu bilgiyi elde etmenin sonucu: Harfleri öğrenenler artık belleklerini işletmeyecekleri için, ruhları unutkan olacaktır.
 Yazıya güvendikleri için  etrafındaki şeyleri dışarıdan, yabancı izler sayesinde hatırlamaya çalışacaklar, içeriden kendi kendilerine hatırlayacakları yerde,  o halde sen bellek için değil, hatırlama için bir deva buldun.
Öğrenime gelince, sen öğrencilerine  ancak hakikatte benzer şeyleri öğretirsin, hakikatın kendisini değil, bunlar senin harflerin sayesinde, öğretimsiz  kalmalarına rağmen gırtlaklarına  kadar bilgiye gömülüdürler mi, çoğu zaman hiçbir şeyi doğru düşünmedikleri halde kendilerini binlerce şey  hakkında hüküm vermeye yetkin sanacaklardır"
(Jacgues Derrida'nın "Plato'nun Eczanesi" adlı makalesinden alınmıştır)
 Yukarıdaki paragrafta Kral, Şifa gibi görünen yazının gerçekte bir zehir olduğunu ifade etmektedir.
(Son)
KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(22.YAZI)
Sözlü vahiy, hedefi ve muhatabı belli olan  bir çağrıdır.
Islah etmeyi hedef aldığı bir toplum için indirilmiştir.
Oysa kitap kendi başına âdeta ölü bir metin  gibidir.
 Bir kitabın nasıl rehberlik edeceği her zaman tartışmaya açık bir konudur.
 Onu nasıl kim tatbik edecek, belli değildir.
 Buna karşın vahiy, bir rehber eşliğinde bir olay bağlamı içinde nazil olmuştur.
(Ricoeur'un teknik terimiyle söylersek) "Söz aslında olaydır"
 Bunun da anlatmaya çalıştığımız yönlerden önemi çok büyüktür.
İkinci olarak bir sonraki kuşaklara, vahiy ancak bir olay bağlamı içinde anlaşılması gerektiğine ilişkin bir uyarıdır.
Şu ana kadar görmüş olduk ki, metnin okuyucuya ulaştırılma biçimi onu anlama açısından son derece önemlidir.
Günümüzdeki birçok kuramcının da ifade ettiği üzere bu yön anlama hadisesini âdete  belirleyen bir yöndür.
Buradan özeldeki konumuza gelirsek şunu söylemek mümkündür.
 Kur'an'ı Hakim, sözlü kültür içinden indirilmiş bir metindir.
Bu, aynı zamanda "Kur'an hangi okuma topluluğuna aittir? sorusunun da  bir cevabıdır.   Eğer bir metni anlama hadisesinin önemli ölçüde onun muhataplarına ulaşma ve muhataplarının okuma biçimiyle ilintili olduğu görüşü haklıysa, Kur'an'ı Mübin'le  sağlıklı bir iletişime geçmek isteyen günümüz okurunun,  onun bu özelliğini mutlaka dikkate alması gerekmektedir.
 Bunu söylerken günümüz insanından, okuma alışkanlıklarından bir gerilemeyi istiyor değiliz.
Ancak  bir okurun  metnin mesajını hakkıyla okumak ve  anlamak istiyorsa, çaba göstermek zorunda olduğunu söylüyoruz.
Bu Kur'an'ı Mübin'in kolayca anlaşılır bir metin olduğuyla tezat teşkil eden bir ifade değildir.
Şayet Kur'an'ı Mübin'den bir çizgi roman kolaylığı beklenmiyorsa..."
Kaldı ki, günümüz okuru açısından, zahmetsizce kendini ele veren hangi metinden söz edilebilir.
 Diğer taraftan,  Kur'an'ı ait olduğu okuma topluluğunun, günümüz okurunca dikkate alınması gereken hayatı bir özelliği bulunmaktadır.
Eylem için okunmak.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, her metin sadece okunmak için değildir.
 Mesala F. Dupont, okunamayan metinlerden söz eder.
Ona göre Yunan'ın şölen şiiri, anlam değil, eylemdir.
 Eğer günümüz okuru, bu şiiri yapaylığa kaçmadan estetik bir biçimde algılamak istiyorsa onun bu yönünü dikkate almalıdır"
Bu duruma benzer bir biçimde, Allah'ın sözü olan Kur'an  metninin de aynı önemli özelliği anlaşılmadan yani onun sevap kazanma amaçlı değil, eyleme dökülmek için okunması gerektiğidir.
 Yani Kur'an aslında okunmak için gelmiş bir kitap değil,  yaşanmak ve eylem için indirilen bir hitaptır.
Eğer günümüz Müslümanı,  onu gerçekten anlamak istiyorsa, onu mutlaka eylem için okumalıdır.
Bu yönüyle Kur'an, daha çok teatral bir metin özelliği taşımaktadır.
 Mesela,  bir tiyatro eseri, gerçek anlamını sahneye konulduğunda, yani icra edildiğinide tam olarak anlam kazanır.
Aynı şekilde Kur'an'da  öncelikli amacı icra edilmektir.
Yani canlı hayatta yaşama geçirilmesidir,  kendisiyle bir arkadaş, bir dost gibi yaşanılmalıdır.
 Buradan halen şu soruyu yanıtlamadığımız düşünebilir.
"Eğer Kur'an  günümüz okurunun okuma alışkanlıklarıyla  uyum içinde değilse, Kur'an'ın bizler için önemi nedir? Niçin arkaik  bir metni okumak durumunda olalım?"
 Bu son soru bütünüyle, Kur'an'ı ait olduğu okuma topluluğu içinde anlayamamaktan  kaynaklanan bir sorudur. 
Çünkü Kur'an bugünkü anlamıyla aslında  okunmak için indirilen bir metin değildir.
Eğer onun yazıya dökülmüş hali mutlaka okuncaksa, bu okuma eylemi harfler içinde potansiyel halde duran anlamı fiiliyata çıkarmak, yazıda olan sözü, yeniden  canlı enerjiye dönüştürmek için okunmalıdır.
YALAN VE İFTİRALARLA YÜZLEŞME
Geçenlerde eski diyanet işleri başkanı Ali Bardakoğlu'nun piyasaya yeni çıkmış "Yüzleşme!" adlı kitabını aldım.
 Kitab-ı almamın sebebi "Müslümanların içinde bulunduğu acı ve ızdıraplara bakarak bunun en önemli nedeninin Kur'an'dan kopuştan kaynaklandığını, uydurma dinin  ümmetin başına büyük bela ve felaketler açığının ortaya konmuş olabileceğinin ümit edilmesi" idi.
Kitab-ı okuduğumda  Ali Bardakoğlu'nun tam bir  Kur'an cahili olduğunu ve kadim  Ehli Sünnet inancından hiçbir sapma yapmadan Nebi (a.s ) adına nisbet edilen yalan ve iftiraları yeniden  tekrarladığını gördüm.
 Dolayısıyla Ali Bardakoğlu'nun şahsında bir daha Ehl-i Sünnet'in yani Diyanet'in, Cemaat ve Tarikatların ne kadar Kur'an  ve hikmetten, ilim ve akıldan, tefekkür ve ve sorgulamadan uzak olduklarına şâhit oldum.
Yani bu inanç ve anlayışla Diyanet İşleri Başkanlığı (Ankara) Cemaat ve Tarikatların Kur'an'ın hidayetini  yakalamaları ebediyen mümkün olmayacaktır.
"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını (sünnet-hadis-mezheb) unutandan daha zalim kim vardır? Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir"
(Kehf-57)
Çok güzel bir söz vardır
"Böyle bir cehalet ancak tahsil ile mümkün olur" diye.
Ben bu sözü bir aşama daha ileri götürerek diyorum ki "Böyle bir cehalet ancak Prof olmakla elde edilir"
Din ve hüküm olarak Kur'an'ı tek kaynak kabul eden vahiy ehl-i her Müslüman sabah akşam dua ederek, Yahudi, Hristiyan, Şii ve Sünni dinine mensup  olmadığı için Allah'a şükretmesi gerekiyor.
Çünkü rivayetlerin karanlığına yani Yahudilik, Hıristiyanlık, Sünnilik ve Şiilik dinine bulaşan birinin akıl ve mantığı iflas eder.
Artık böyle birinin Kur'an'ın ilim ve ahlakından yani hikmetinden yararlanması mümkün değildir.
 Çünkü insanı her türlü şirk ve akılsızlık illetinden kurtaracak tek şey Allah'ın kelâmı Kur'an'dır.
İşte bu Kur'an cahili, aklını kullanmayan, tefekkür ve sorgulamadan yoksun  dolayısıyla Kur'an'dan doğu ile batı kadar uzak olanlardan birisinin de eski Diyanet İşleri Başkanı olan  Ali Bardakoğlu'nun olduğunu görüyoruz. 
Baştan sona kadar yalan ve iftira, uydurma ve çelişkilerle dolu olan söz konusu kitabında  Ali  Bardakoğlu diyor ki:
"Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a )Allah'tan aldığı vahyi bize olduğu gibi aktardı ki,  o yüce kitabımız Kur'an'dır.
Bir de kendisi 23 yıllık peygamberlik döneminde bu vahyi açıkladı, uyguladı ve bize örnek bir yol çizdi ki, o da Sünnet'tir.
Böylece din iki temel üzerine oturmuş oldu; birincisi Allah'ın kelâmı yani vahiy; Kitap ( Kur'an) ikincisi de onu getiren Hz.  Muhammed  Mustafa'nın (s.a.) açıklamaları, uygulamaları yorumları, sözleri, emirleri, tavsiyelerinden çıkan anayol yani Sünnet.
 Kitap ve Sünnet  birbirini destekleyen, birbiriyle ahenk İçinde Allah'ın dinini açıklayan iki  kaynaktır.
Birbirleriyle çelişemez; çünkü zaten Kur'an'ı bize tebliğ eden de, onun  Kur'an  olduğunu bize öğreten de  Hz. Peygamber'dir"
Allah'tan aldığı vahiy bize tanıtan da yine odur. ilk Müslümanlar önce Hz. Peygamber'e inandıkları için  Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna İnandılar ve böylece devam etti.
(S. 18-19)
İslam Kur'an'la, Hz. Peygamber'in daveti ve sünneti ile vaz' olundu, açıklandı ve tamamlandı.
Sahabe neslinden itibaren giderek geniş bir coğrafyaya açılan Müslümanlar, İslam'ın  mesajını anlamaya,  onun taleplerini hayatlarında somutlaştırmaya ve kendi şartları içinde yerine getirmeye çalıştılar.
 Müslümanlar, dinin asılları olan Kur'an ve Sünnet'in din alanında yaptığı ve bildirimi ana hatlarıyla iyi kavradılar ve bunda bir ihtilaf  olmadı.  Çünkü bu asıllar açık ve anlaşılır bir dille apaçık dini bilgiler getirdiler.  İslam'ın ve Kur'an'ın bu sıfatının Mübin (apaçık) olmasının anlamı da budur.
Ancak Kur'an ve Sünnet'te yer alan dini bilginin yorumunda, yani dini bilgiye dair bilgi ve yorumda hayatın akışına göre Müslümanlar haliyle farklı farklı düşüneceklerdi.
 Öyle de oldu. Dinin sahih anlamının yorumunda diğer bir anlatımla  dinin anlaşılmasında bölgelere ve dönemlere göre, hatta bakış açılarına göre farklılaşma oldu.
 Orta Asya'dan Kuzey Afrika ve Endülüs'e, Yemen ve Hindistan'dan Kafkasya ve Balkanlar'a kadar uzanan geniş islam coğrafyasında birbirinden hayli farklı anlayışlar, yorumlar, mezhep ve meşrepler ortaya çıktı. Buna da biz "İslam'ın tarihsel tecrübesi" ya da "müslümanlık" diyoruz.
 Müslümanlık, Kur'an ve Sünnet'in getirdiklerinin  şu veya bu zaman diliminde veya bölgede müslümanlar tarafından hayata aktarılma ve yaşanma biçimini ifade eder.
Diğer bir tabirle, İslâm Allah'ın gönderdiği din adı, müslümanlık da  bizim bu  dini anlama ve uygulama tarzımızdır.
Müslümanlığı İslam'ın aynısı görmek, İslam ile İslam'ın tarihsel  tecrübesini aynileştirmek ne kadar yanlışsa, bu ikisi arasındaki bağı görmezden gelerek müslümanların tarihsel  tecrübesini bütünüyle İslam'ın  dışında ayrı bir olgu hatta İslam'dan  sapma olarak  görmek de o kadar yanlış olur. 
İslam'ın tarihsel tecrübesini yok sayma ve  onu dinden bağımsız bir olgu olarak görme de bir başka yanlıştır.  Bu yanlışa ise, İslam'ı anlamada tarih ve toplum bilincini ıskalayan, İslam'a kurumsal ve ideolojik  bir misyon yükleyen veya  günümüz müslümanlığını  bu tecrübenin bir parçası olarak görmek istemeyen  çağdaş İslamcı söylem sıkça düşmektedir. Yaşanan müslümanlığın dinin asıllarına göre baz sapmaları ve yanlışları olabilir; hatta bu kaçınılmaz bir durumdur.
Bu durum dün içinde bugün için de geçerlidir.  Kur'an ve Sünnet'in müslümanlar  arasında kıyamete kadar var  olması,  işte bu yanlış ve sapmaların müslümanlar tarafından Kur'an ve Sünnet ışığında devamlı kontrol ederek düzeltilmesi gerektiği anlamına gelmektedir.
 Diğer bir anlatımla kaynağından arıduru şekilde çıkan su kapımızın önüne geldiğinde kirlenmiş ise, bize düşen onu kirleten arızi durumları gidermektir.
 Kur'an ve Sünnet olduğu sürece müslümanların asla din  konusunda yolunu şaşırmayacağı  ve İslam ümmetinin dalâlet  üzerinde birleşmeyeceğine dair  ortak anlayış da  bunu ifade etmektedir.
Böyle olunca, İslam'ın iki ana kaynağının  dini öğretisi  ile İslam'ın on dört asırlık  tarihsel tecrübesi arasındaki ince çizgiyi fark etmek,  sadece geçmişi anlamak için değil, günümüzde olup biteni kavramak ve günümüz müslümanlarının temel sorunlarını ele alırken özgüvenimizi ve  sağduyumuzu yitirmemek  için çok önemlidir"
(S. 20-21)
Bu saçmalıkları söyleyen Prof unvana sahip olan birine,
"Daha Resul(a.s)  hayatta iken, indirilen vahiy ile dinin Allah tarafından tamamlandığı, (Maide-3; En'am-115) "Din ve hüküm olarak vahiy'den başka hak olmayacağı, doğru yola ve hidayete sadece vahiy ile ulaşılacağı, (Ahzap- 4; Sebe-50; Yunus-108) "Din ve hüküm olarak  Allah'ın sözünden ve O'nun  ayetlerinden başka bir söze iman edilmeyeceği, ( Casiye- 6) "Sadece Allah tarafından indirilen Kur'an'ın hak olduğu, (Bakara- 147; Yunus- 94)
"Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir yerde tevhid, iman, İslam ve ilim aranmayacağı, (Bakara- 120; Râd -37)
 "Din ve hüküm olarak  Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa tâbi olunmayacağı,  ( Enam- 153,155; Araf- 3; Zümer-55)
 "Kur'an'ın Allah tarafından tefsir (Furkan- 33; tafsil (Araf- 32, 52,174; Yunus- 24; Enam- 55; tasrif (En'am-105; İsra-89) ve tebyin ( Âli İmran- 103; Maide- 89; Bakara-187,219,242,266) edildiği, yani  vahyin Allah tarafından detaylı bir şekilde ortaya konduğu, (Hud-1)
"Allah'ın hükmünde hiç kimseyi ortak yapmayacağı, (Kehf- 26) "Din ve hükmün sadece Allah'a ait olduğu, (Yusuf- 40; Şura- 10) "Dinin Allah'a özel kılınması gerektiği,(Zümer-2,3,11,12,13,14; Mümin-14;Beyyine-5) "Din ve  hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynakların şirk ve azap olduğu, ( Kasas-87; İsra- 73, 74, 75)
 Allah elçilerinin  sadece kendilerine iletilen  vahiy ile kavimlerini uyandıkları, (En'am-51; Enbiya- 45; Kaf- 45; Araf- 62, 63, 67, 68; Maide 117)
"Allah Resulü'nün sadece vahye tabi olduğu, (Yunus- 15, 109; Ahkaf-9; En'am-106)  "Allah elçilerinin görevlerinin sadece indirilen vahyi tebliğ yani aktarma olduğu,  (Nahl-35; Maide- 99; Râd- 40) "itaatin sadece Allah'a ve vahyi  dinlendiren Resule olduğu, Nebi'ye itaatin mutlak  olmadığı (Ahzab- 37)
"Allah'ın elçilerini vahiy'den  koparmanın küfür olduğu, (Nisa- 150, 151) "Kur'an'da itaat, icabet, davet, ittiba, kitab'ı tilavet etme, tebyin, İhanet etmeme, helal ve haram kılma, istihza, küfür, savaş açılma, İsyan, şikak, hak, nur, inzar, tebliğ, emanet gibi birçok kavramın sadece Allah, vahiy ve Resul bağlamında kullandığı, dolayısıyla bütün hadislerin yalan ve Nebi adına iftira olduğu, "Din ve hüküm olarak  Kur'an'ın yeterli olduğu, (Ankebut-50,51)
"Sadece Allah'tan indirilen ve Resulün dilinde  hayat bulan Kur'an'ın din olduğunu nasıl anlatacağız?
Basiretleri bağlanmış, kör ve sağır olmuş bu akılsızlara
" Resul'ün Kur'an'ı tebyin etmesinin anlamının onu okuma, duyurma ve ilan etme olduğunu nasıl kabul ettireceğiz?
DİYANET'İN DİN ANLAYIŞI
Kur'an ehli muvahhidler için her şeyden daha önemli olan bir görev vardır.
Aslında bütün elçilerin gönderiliş amacı da bu kutsal görevdir.
Bu görev din ve  hüküm olarak Allah'ın indirdiği âyetlerden başka hiçbir kaynağın olmadığına iman etmektir.
Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka kaynağa iman etmek şirktir.
Çünkü Kur'an'ın en önemli konusu ve en değerli ilkesi budur.
Bu ilke ile ilgili yüzlerce âyet mevcuttur.
Dolayısıyla "Daha Resul( a.s) hayatta iken kendisine indirilen vahiy ile din Allah tarafından  tamamlanmıştır..."
( Maide- 3; En'am  115)
"Allah'ın elçileri sadece kendilerine gönderilen vahyi tebliğ vermişlerdir..." (Maide- 117; Araf- 62, 67, 68; Nahl-35; Maide- 99)
"Allah'ın elçileri sadece vahye tâbi olmuşlardır..." (Yunus- 15-49; Enam- 106; Yunus- 109)
 "Allah'ın elçileri yalnız indirilen vahiy ile  insanları uyarmışlardır..." (Kaf- 5; Enam- 51; Enbiya-45)
Çünkü din ve hüküm olarak tek uyarı  kaynağı Kur'an'dır..."
(Yasin- 5,6; Furkan- 1; Kehf-1, 2, 3, 4; Ahkaf-12; Fussilet- 1,2 3,4,5,)
"Din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir esere iman edilmez..."
( Casiye- 6; Mürselat- 50)
 "Allah hükmünde hiç kimseyi ortak kabul etmez..."( Kehf- 26; Yusuf- 40; Şura- 10) "Nebi  adına uydurulan bütün hadisler yalandır..." (Lokman-6)
"Hadisler, sünnet! adı altında en büyük şirk  kaynaklarıdır..."( Kasas-87; İsra- 73, 74, 75 )
"Allah, vahiy ve resulden başka hiçbir kaynağa itaat edilmez.
Kısacası din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın  olmadığı ile alakalı yüzlerce âyet vardır.
 Fakat Nebi ile Resul arasında bulunan  onlarca farktan, Kur'an'ın bağlam ve  bütünlüğünden, Kur'an'ın sisteminden, kitap ve hikmet'in hangi anlama geldiğinden haberi olmayan Emevi- Abbasi Diyanet İşleri Başkanlığı( Ankara) Kur'an'a karşı içinde bir çok aykırılıklar barındıran  şu hutbeyi okutmuştur.
İşte size  baştan sona kadar hurafe ve yalan, iftira ve  çelişki aynı zamanda Kur'an'ın inkar edilmesine ve hakkın gizlenmesine yönelik anlamsız bir beynin ürünü olan söz konusu hutbe:
 KUR'AN ve SÜNNET BİR BÜTÜNDÜR
"Aziz Müminler!
"Okuduğum  âyet-i kerimede Cenabı Hak şöyle buyuruyor.
"Kim Allah'a ve peygambere itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle sıddıklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır"
( Nisa- 69)
 Yukarıdaki âyetin meali baştan sona kadar sorunludur.
Âyetin gerçek meali şöyledir.
"Kim Allah'a ve Resulü'ne itaat ederse,  işte onlar Allah'ın nimetlendirdiği Nebi'ler, sıddıklar, şâhitler  ve salihlerle beraber olacaktır. Bunlar ne güzel arkadaştır"
 Kur'an hiçbir yerinde "Nebi"ye veya  "Muhammed'e itaat edin" emri yoktur.
 Resul( a.s) Allah tarafından indirilen vahyi  tebliğ ettiği için sadece ona ittiba ve  itaat emredilmiştir.
Aslında vahiy ile Resul' vahiy arasında hiçbir fark yoktur.
 Resul hayatta olduğu sürece elçi sıfatıyla  konuşan Kur'an'dır.
Vefat ettikten sonra onu sadece Kur'an ve Kuran'ı tek kaynak kabul eden vahiy  ehl-i muvahhidler temsil eder.
Diyanet'in hurafe  hutbesi şu şekilde devam ediyor.
"Okuduğum hadisi şerif'te Resulü Ekrem(s.a.v)   şöyle buyuruyor.
"Sözün en güzeli Allah'ın kitabıdır, rehberliğin en güzeli  ise Muhammed'in rehberliğidir..."
Ehl-i Sünnet dininin  bu meşhur rivayeti Allah Resulü'ne iftira ve tevhid dini olan İslam'a hakarettir.
 Çünkü Allah'ın indinde değerli olan Muhammed değil, vahyi tebliğ eden Resul'dür.
Yani Muhammed (a.s) Allah'ın Resulü olduğu için değerlidir. Vahyin haricinde Muhammed'in hiçbir şeyi değerli değildir.
Kur'an'ın hiçbir âyetinde risâletten ayrı olarak  Muhammed övülmez.
  Kur'an'ın dininde Muhammed değil, risâlet yani elçilik önemlidir.
 Hatta Nebiler bile Allah'a karşı yapmış oldukları  hatalardan dolayı birçok âyette çok sert bir şekilde eleştirilmişlerdir.
( Tevbe- 113; Tahrim-1; En'am-35; Hud-46;Âraf-22)
Fakat görevleri sadece vahyi tebliğ eden Resuller (aleyhimusselâm) risâlet misyonunda hata etmezler. 
Bu yüzden Kur'an'da Resul'e mutlak itaat emredilmiştir.
(Nisa-80)
 Dolayısıyla Ehl-i Sünnet'in rivayetlerinde geçtiği gibi Muhammed'in rehberliği olmaz.
Sadece Allah'ın hidayeti, vahyin ve Allah   Resul'ünün rehberliği vardır.
 Hutbeyi okumaya devam ediyoruz.
 Muhterem müslümanlar!
"İnsanoğluna karşı çok merhametli olan Rabbimiz, onu  dünya hayatında yalnız ve desteksiz bırakmamıştır. Kullarına doğru yolu göstermek üzere peygamberler göndermiş, hidayet rehberi kitaplar indirilmiştir..."
 Kıymetli Müminler!
 Kur'an'ı Kerim Allah tarafından bütün insanlığa  gönderilen son ilahi kitaptır.
 Cenabı Hakk'ın sözü, kelamıdır.
 Okunması ibadet olan bir kitaptır..."
 Diyanet işleri başkanlığına göre Kur'an, üzerinde tefekkür edilmesi ve anlaşılması gereken bir kitap değildir.
 Hutbeyi okumaya devam ediyoruz.
 "Muhterem Müminler!
Sünnet, sevgili peygamberimizin hayat tarzı, sözleri, fiilleri ve onaylarıdır. Kur'an bize imanı ve yalnızca Allah'a kul olmayı öğretmiş; sünnet, iman hakikatlerini öğretmiştir. Kur'an, bize imanımızın gereği olan ibadetleri emretmiş;  sünnet, bu ibadetleri  nasıl yapacağımızı göstermiştir. Kur'an, bize güzel ahlakı emretmiş; sünnet ise erdemli bir hayata model olmuştur"
Yani Diyanet İşleri Başkanlığı'na göre yüce  Allah eksik ve yetersiz bir din göndermiş Nebi (a.s) ise söz ve hareketleriyle bu dini tamamlamıştır.
Dolayısıyla Ehl-i Sünnet'in mensubu Diyanet İşleri Başkanlığına göre Nebi (a.s) dinde Allah'ın ortağıdır.
Hutbeye devam
 "Değerli Müslümanlar!
 Peygamber Efendimiz (s.a.v),  âlemlerin Rabbinden aldığı vahyi insanlara hem tebliğ etmiş hem de  açıklamıştır.  Onun güzide yaşantısı, Allah'ın rızasına uygun yaşayan iyi bir Müslüman için önümüzdeki en güzel örnektir. Şu geçici dünyada ve kalıcı ahiret yurdunda huzura ermek istiyorsak, tek çaremiz Peygamberimizin sünnetine uymak, onun gibi yaşamaya,  onun gibi düşünmeye ve  onun gibi davranmaya çalışmaktır.
 Kur'an'ı Kerim'de bu durum şöyle ifade edilmiştir.
"Andolsun,  Allah'ın Resulünde sizin için; Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok anan kimseler için güzel bir örnek vardır"
(Ahzab-21)
 CEVAP:
Halbuki Kur'an Allah tarafından hem tasrif, hem tafsil, hem tefsir hemde tebyin edilip detaylı bir şekilde ortaya konmuştur. Yani Nebi (a.s) ın Kur'an'ı tefsir etme manasında açıklama hakkı bulunmamaktadır.
Resülün onu okuma ve duyurma yani ilan etme anlamında açıklama görevi vardır.
Çünkü Kur'an'ın kendisi bir beyan (Âli İmran-138; Nahl-89; ve bir tebliğdir. (İbrahim-52)
Dolayısıyla Şia ve Ehli  Sünnette, üzerine dinin bina edildiği hadisler,  dünyanın en karanlık, vahşi, katliamcı ve  karanlık  sözleridir.
Hadisler, savaş, kargaşa, terör, cehalet, ihtilaf, tefrika, taklit, bağnazlık ve şirkten başka bir şey  doğurmamışlardır.
Hadislerin büyük çoğunluğu zulüm ve  küfür metinlerdir.
Allah'ın bize tek emri,  sadece mesajına  yani kitabına tabi olmaktır.
( Araf-3; Enam- 153, 155; Zümer- 55)
 Dolayısıyla Kur'an ne diyorsa, Diyanet İşleri Başkanlığı tam tersini söylemiştir. Kur'an, hayatı âyetlerde anlatılan Resul'ü örnek  vermiştir.
Dolayısıyla iman edenlere örnek olan Nebi ile Muhammed değil,  Kur'an'da bulunan  Resul'ün hayatıdır.
 Kur'an'da Nebi ve resul vardır.
Kur'an'da Muhammed'in örnekliği ve  hayatı yoktur.  Kur'an'da,   Mekke vatandaşı olan  Muhammed (a.s) la ilgili  hiçbir şey değerlendirilmez.
Mekke müşrikleri ile Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri arasında inanç ve ahlak bakımından büyük bir benzerlik mevcuttur.
Her iki grup Resul olan Muhammed ( a.s) a değil, Kur'an'dan koparılmış Mekke vatandaşı Muhammed'e itibar etmişlerdir.
Dolayısıyla aynen Mekke müşrikleri gibi Şia ve Ehli Sünnet dininin âlimlerini Allah'ın Resulü olan Muhammed ( a.s)  hiçbir zaman ilgilendirmemiştir.
Hutbe şöyle devam ediyor.
Kıymetli Müslümanlar!
"Resul'i Ekrem Efendimiz, ona  peygamberlik görevi veren Rabbimizin kontrolu  altında yaşamış bir insan olarak kimi zaman en küçük bir hata işlediğinde bile Rabbimiz tarafından hemen uyarılmıştır.
 Kur'an'ın ifadesiyle Peygamberimiz (sav)  asla heva ve hevesine göre konuşmamış, vahye  uymuştur.
 Ashab-ı Kiram onun mubarek sözlerini ve davranışlarını  büyük bir dikkatle izlemiş ve derin bir hassasiyetle genç kuşaklara aktarmıştır.
 CEVAP
Böyle cehalet olacak bir şey midir?
Hutbede "Peygamberimiz (s.a.v)  asla heva ve hevesine göre konuşmamış vahye uyumuştur. Ashabı  Kiram onun mübarek sözlerini ve davranışlarını büyük bir dikkatle izlemiş..." deniyor.
Kur'an'a tâbi olanın sözleri ve davranışları olur mu?
Aslında Allah Resulü'nün heva ve hevesin göre konuşmadığını ortaya koyan söz konusu ayetin tam olarak meali şöyledir.
( Ey Mekke müşrikleri!) Resulümüzün size okudu şeyler, ona ait olmayan, Allah tarafından kendisine indirilen vahiy'den başka bir şey değildir.
 Ona iftira ederek yalan söylemeyin, elçimiz size sadece vahyi okuyor ve onu tebliğ ediyor.   Onun söyledikleri ona ait olmayan Allah'ın sözleridir.
 Hutbe şöyle devam ediyor.
"Kur'an ve Sünnet ayrılmaz bir bütündür. Dinimizin esasını teşkil eden Kur'an'ı,  Peygamberimizin sünnetinden ayrı düşünmek imkansızdır. Kur'an ile sünneti arasında mesafe koymak, Kur'an bize yeter diyerek sünnetin dindeki yerini hafife almak,  Peygamberimizden bize ulaşan sahih bilgiler hakkında şüphe uyandırmak,  iyi niyetten uzak büyük  bir vebaldir.  Zira Kur'an'a iman eden Müslüman toplumların geleneği sünnetle yoğrulmuş, İslam medeniyetinin temelleri  Kur'an ve Sünnet üzerine kurulmuştur.
 Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) veda  hutbesi'nde şöyle buyurmuştur.
 "Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız  sürece asla şaşırmazsınız.
 Bunlar; Allah'ın kitabı ve Peygamberinin  sünnetidir"
Esas olarak Şia ve Ehli Sünnet dininin muhaddis ve müctehidleri Allah Resulünü Kur'an'dan koparmakla en büyük şirki ve küfrü irtikap etmişlerdir.
Şiilik ve Sünnilik, Allah Resulü adına  iftira edilmiş iki uydurma dinin adıdır.

21 Haziran 2019 Cuma

KUR'AN'IN ÖZELLİKLERİ
(21. YAZI)
Peki, Kur'an'ın formatı ve  ifade biçimi yeterince dikkate alınmazsa ne türden sorunlar ortaya çıkar?
 Şimdi bu soruyu ve bununla ilgili olan bazı noktaları ele alabiliriz.
Aslında sözlü kültüre ait olan vahiy, durağan yani hareketsiz bir metin olarak  yazıya mahkum edilince etrafında onu anlamaya engel faktörler zamanla her tarafını sarmış, insanın aktif olan akıl ve zihin dünyasından  uzaklaştırılmış, aynen Tevrat ve İncil gibi ölülere okunan, maddi menfaat ve çıkar amaçlı ölü bir metin hüviyetine sokulmuştur.
Şimdi bir vaizle  bir yazarın amaçlarını dile getiriş tarzlarını karşılaştıralım.
Vaizin en önemli avantajı bir bağlam ve  referans sistemi içinde canlı olarak konuşuyor oluşudur.
Dahası o, amacının gerçekleşip gerçekleşmediğini görme  olanağına sahiptir. Dolayısıyla konuşmayı bu açıdan farklı biçimlerde dinamik olarak yönlendirir.
Bütün bunlara karşı yazar, imla işaretleri veya  geniş tasvirlerle yetinmek zorundadır.
Bu her iki iletişim biçimi arasındaki farkı anlamanın bir başka yolu da yazılı bir metni  dinleyicilere okumak ya da konuşma metnini  deşifre edip, yazıya aktarmaktır.
 Her iki durumda başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Kur'an'a  baktığımızda onun her bir pasajının bir soruya ya da bir konuya cevap niteliğinde olduğunu rahatlıkla görebiliriz.
 Bu sebeple Kur'an metninin  anlamına, ancak metnin yanıtladığı soru ufkunu kavradığımız zaman ulaşabiliriz.
Soru-cevap diyalektiği aynı zamanda iletişim hadisesinin bir sohbet, etki etme ve etkilenme ortamı içinde gerçekleşmesi demektir.
 Sohbet ortamı konuşmada, âdete söz dışı metin  (soru ) demektir.
 Anlam denilen hadise bu söz dışı  metin içinde gelişir.
Diğer bir taraftan bir kişi, demek istediği bir şeyi, sohbet ortamında dil dışı bazı faktörlerle güçlendirebilir.
 Bu dil dışında kalan faktörlerin başında kişinin jest ve mimik hareketleri gelir.
 Başka bir değişle anlam,  el- kol hareketleri, ses tonunun değişmesi, yüz ifadeleri gibi gerçek sözün söylendiği anı saran bütün insani varoluşsal ortamla belirlenir.
Son Nebi'ye indirilen vahiy, tarihte gerçekleşmiş birçok olay ve kıssayı sanki bir tiyatro sahnesinde oynanmış gibi aktarması bundan ileri gelmektedir.
İnsan Kur'an'daki olayları okuduğu zaman canlı bir sahneyi izliyor gibi olur.
 Şunu da bilmekteyiz ki, bir sözün anlamı, o sözün hangi durumlarda ne türden bir davranışlar bağlamında kullanıldığıyla  alakalıdır.
Sözlü iletişimde vazgeçilmez olan yukarıdaki bu unsurlar; yazılı iletişimde ortadan kaybolurlar.
 Ancak buradaki asıl sorun şudur:
 Bu unsurları kullanarak var olmuş olan bir metnin yazıya dökülmesi ne anlama gelir? Açıkçası bu sözün bağımsızlaşmasıdır.
Bir anda ait oldukları ortamda anlam yüklü olan sözcüklerin içi boş, ölü kapsüllere dönüşmesidir.
 Eğer söz konusu olan kutsal bir metin ise durum daha da vahim demektir.
 Zira yazıya dökülen sözler, özel iletişim durumlarında (bağlamlarından) koptukları ve canlı dinamik konuşmada söz konusu olan açık düzeltme imkanı da ortadan kalktığı için, yanlış kullanıma ve yanlış anlama riskine açık hale gelirler.
 Özetle  sözün  muhatapları için avantaj olan birçok şey sonraki muhataplar için bir dezavantaja dönüşür.
 Şu gerçek iyi bilinmelidir.
Son vahyin sözlü kültür içinden indirilmesi  bir tesadüf sonucu değildir.
 Bu bilinçli bir seçimdir.
 Çünkü her  işinde hikmet sahibi olan  Allah'ın sıradan bir seçim yaptığını söylemek abesle iştigal olur.
 Kaldı ki bunun aksi bir örneği de yoktur.
 Yani vahiy tarihinde, Allah tarafından elçisiz  olarak,  bugünkü anlamıyla nazil olmuş bir kitap  yoktur.
 Aslında bu durum Allah'ın kudreti açısından muhal değildir.
"İnkâr edenler: Kur'an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi? dediler. Biz onu senin kalbini iyice yerleştirmek için böyle yaptık( parça parça) indirdik ve  onu tane tane ayırarak okuduk"
( Furkan- 32)